onedio
Yapay Zeka Araçları Yaratıcılığı Köreltir mi?
(Bir Grafik Tasarımcının Kahve Lekeli Masasından Notlar)Son zamanlarda her toplantıda, her kahve molasında, hatta kuaförde bile aynı söylemleri duyuyorum:“Abi bu yapay zekâ araçları yaratıcılığı köreltmez mi?” “Tasarımcılık bitti şimdi her şeyi Yapay Zeka yapıyor”“Yakında tasarımcılar iş bulamayacak mı?”Bir dijital tasarımcı olarak cevaplarım net: Yapay Zeka Araçları; Yaratıcılığı  köreltmez, ama tembelleştirebilir.  Yapay Zeka harika bir araç kutusudur asla amaç olamaz. Henüz içgörüleri ve duyguları olmadığı için insan kadar hayal kuramazTıpkı Photoshop’a ilk geçtiğimiz günlerde olduğu gibi. Hatırlıyor musunuz, bir zamanlar dergilerde rötuşu elle yapardık, cutter ile harf keserdik. Şimdi Ctrl+Z sayesinde yanlış yapma lüksümüz var. O zaman da “Bu program insan elini öldürecek” denmişti. Ama öldürmedi. Ellerimizi biraz daha az boyaya buladı, hepsi bu. Eğitmen olduğum dönemlerde seminere çağırıldığım grafik tasarım bölümlerinde dijital tasarımcılara öcü gibi bakılıyordu☺ Şimdi neredeyse dijitalsiz tasarım yapan kalmadı. Yöntem, kültür ve araçlar değişir gelişir ancak amaç ve yaratıcılık baki kalır!
Toplumun Nabzını Çizen Genç Aktivist: Nihat Akburak
Nihat Akburak, karikatür sanatını geleneksel sınırlarının ötesine taşıyan genç ve dinamik bir çizer olarak, mizahı bir araç haline getirerek toplumsal yaralara parmak basıyor. Karikatür aktivisti kimliğiyle, eğlenceyi salt bir güldürme unsuru olmaktan çıkarıp, iklim değişikliği, adalet sistemi ve toplumsal eşitsizlikler gibi derin meseleleri sembollere, metaforlara ve minimalist çizgilere dönüştürüyor. Onun eserlerinde, bir kadın sembolünün gücü, yara bandının geçiciliği veya hayvan figürlerinin ironik masumiyeti, insanlığın kolektif acısını ve çelişkilerini mizahın keskin diliyle eleştiriyor. Akburak’ın sanatsal evrimi, lise yıllarında arkadaşlarını eğlendirmek için yaptığı spontane çizimlerden başlayıp, üniversite döneminde dergilerde yayımlanmasıyla profesyonel bir anlatım biçimine dönüşüyor; bugün ise bilinçli bir toplumsal eleştiri aracına evriliyor. Uluslararası festivallere katılımı, Romanya'da Türkiye'yi temsil eden kitap çalışmaları ve gönüllü atölyeleriyle, karikatürü sadece bir sanat dalı değil, aynı zamanda eğitim ve farkındalık aracı olarak konumlandırıyor. Bu röportajda, Akburak’ın yeni karakteri 'Dilaver' üzerinden hikâye odaklı mizah anlayışını, dijital çağın karikatür üzerindeki etkisini ve usta karikatürcülerden aldığı ilhamı derinlemesine keşfediyoruz. Eleştirel bir gözle bakıldığında, Akburak’ın yaklaşımı, mizahın eğlenceyle eleştiriyi dengede tutarak toplumu düşündürme potansiyelini ortaya koyuyor; çizgileri, bir ayna gibi gerçekleri yansıtırken, aynı zamanda değişim için bir çağrı niteliği taşıyor.
Yok Oluşun Girdabında Dünyada Bir Var Oluş Masalı: Pınar Tınç ile Sanat ve Mistisizm
Pınar Tınç, Türk resminin mistik ve felsefi bir sesi olarak, tuvalinde evrenin döngüsel ritmini, insan ruhunun derin katmanlarını ve doğanın kadim sırlarını bir araya getiriyor. Son sergisi “Yok Oluş, Var Oluş ve Rejenerasyon!” ile izleyiciyi bir içsel dönüşüm yolculuğuna davet eden Tınç, sanatını yalnızca bir estetik ifade olarak değil, aynı zamanda bir varoluş sorgulaması olarak konumlandırıyor. Bozcaada'nın izole sessizliğinde şekillenen bu eserler, mavi, kırmızı ve turuncu fonlar üzerine serpiştirilmiş ilkel figürler, girdaplar ve toprak izleri ile dolu; her biri, yok oluşun bir son değil, yenilenmenin kapısı olduğunu fısıldıyor. Mistisizmi yaşam biçimi haline getirmiş bir sanatçı olarak Tınç, renklerini bilinçaltı arketiplerinden, figürlerini evrensel insanlık hallerinden ödünç alıyor. Bu röportajda, onun özgün bakış açısını, teknik tercihlerini ve felsefi derinliğini keşfediyoruz: Mürekkebin anlık dürüstlüğünden ada yaşamının içsel izolasyonuna, Rothko ve Gauguin gibi ustaların izlerinden kendi 'ruhsal dışavurum' akımına uzanan bir sohbet. Tınç'ın dünyasında, her soru bir kapı aralıyor; her cevap, ruhun, zihnin ve bedenin titreşimini hissettiriyor. Bu yolculuk, yalnızca bir ressamın öyküsü değil; hepimizin ortak varoluş hikâyesine bir ayna tutma.
Sanatın Ruhu: Yapay Zeka ve Yaratıcılığın Dansı
Sanat, insan ruhunun aynasıdır; bir fırçanın tuvaldeki fısıldayışı, bir kalemin kâğıt üzerindeki dansı, bir melodinin kalpte yankılanan çığlığıdır. Peki, ya bu aynaya bir makine bakarsa? Yapay zekâ, yaratıcılığın kadim bahçesine adım attığında, asırlık bir soruyu yeniden uyandırıyor: Sanat, yalnızca insan ruhunun mu ürünüdür, yoksa algoritmaların soğuk hesaplamaları da bu kutsal ateşi yakabilir mi? Bu yazı, yapay zekâ ile sanatın kesiştiği o büyülü ve tartışmalı sınırda bir yolculuk vadediyor; bir yanda insanlığın niyet ve öznelliği, diğer yanda makinelerin kusursuz ama ruhsuz kusurları. Gelin, sanatın ruhunu ararken, yaratıcılığın ne olduğunu, bir makinenin fırça mı yoksa ressam mı olduğunu birlikte sorgulayalım.Yapay zekanın sanat sahnesine girişi, asırlık bir tartışmayı yeniden alevlendirdi: Gerçek sanat nedir ve bir makine bunu yaratabilir mi? Bir zamanlar sadece insanlığa ait olduğu düşünülen yaratıcılık kavramı, şimdi algoritmaların ve derin öğrenme ağlarının meydan okumasıyla karşı karşıya. Yapay zeka, bir fırça, bir enstrüman ya da bir yazarın kalemi gibi, insanlığın yeni bir aracı mı, yoksa başlı başına bir sanatçı mı?
Canan Yolaç ile Takı Tasarımcılığın Gizemli Dünyası
İç mimar ve takı tasarımcısı Canan Yolaç'ın masalsı dünyasını tanımak için keyifli bir sohbet gerçekleştirdik……İç mimar ve takı tasarımcısı Canan Yolaç ile gerçekleştirdiğimiz bu keyifli sohbette, markasının arkasındaki ilham kaynaklarından, tasarımlarının hikaye anlatıcısı yönüne, renklerin ifade ettiği anlamlardan, takı ve iç mimarlık arasındaki derin bağa kadar uzanan masalsı dünyasına konuk olduk. Buyrun Canan Yolaç'ı daha iyi tanıyalım...
Orası Baletler Köyü! Çorum’un Başpınar Köyünden Çıkan 13 Baletin Hikayesi
Hayvancılık ve tarımla geçimini sağlayan Çorum’un Osmancık ilçesine bağlı Başpınar köyünde tam 13 erkek bale sanatçısı yetişti. Köyden Devlet Opera ve Balesi’ne uzanan yolculuk “Baletler Köyü” belgeseliyle anlatıldı. T24’ten Faruk Ekici’ye konuşan yönetmen Dr. Fatih Diren, köyde 13 baletin nasıl ortaya çıktığını anlattı. Kaynak 1Kaynak 2
Reklam
Resimde Heykel Olur mu? Devrim Erbil ve Neslihan Özkan Sergisi Üzerine Sözler
etiket
Sanat yazarı Uğur Batı, geçen sene yayımlanan Yatay Derinlik kitabında ikonik ressam Devrim Erbil’e dair şöyle bir giriş yapar:“Muhteşem ihtimaller... Bin başlı bir ateş... Soyut bir dünya... Anlamak için ne kadar çok ihtimal var. Kent nakkaşlarının aramızda dolaştığını söylemiş miydik? Devrim Erbil gibi… Alev denizinde yüzen mumdan gemiler... Ne güzel ihtimaller.Öyle bir büyü ki bu, kenti nasıl anlatırsın ki? Ne yaşamlar... Hayat kırıklıkları? Hakikat içimizde midir? Fakirlik... Hakikat bu mu? Kaos? Aramak için... Arayabilmemiz için... O sınavlar bu yüzden mi yaşanır? Sorular bu yüzden mi sorulur?Şehir de birçok sınavdan geçmemiş midir? Bir iz... Tarihe kendimizce anlamı olan bir kayıt daha düşmek için... O alev denizinde yol almaya çalışan gemiler içinde ne taşır? Daha önemlisi bizi nereye götürür?”Peki, sanki Erbil boşuna mı kırmızı resimler yapar? Belki onlar yangınlardır, belki alevler… Hafıza... Derin hafıza... Erbil’in bazı resimleri boşuna mı kırmızıya büründü? Yok yere mi ortalık yangın yerine döndü?Soyutluk! Her şey soyut. İnsanlar, duygular, olaylar, olanlar, ben, belki de sen…! Her şey içinde muğlaklıklar taşır. O nedenle olanı olduğu gibi anlatmak, göstermek, çizmek ne zordur.Elbette ki gün ağaracak, şehir başka renklerle, başka kılıklara bürünecektir. Tarih oyunu böyle sürüp gider. Oyuncular, maziden duydukları ve öğrendikleriyle kimlere, neden, nasıl dokunacaklarını bilirler elbet.Oyuncular... Zamanın oyuncuları... Sensin o. Benim. O. Biziz. Onlar… Işıkları... Parıltıları... Umutları… Her şeyiyle işte, anla.Konuya girelim.Touch Sanat Galerisi, Türk çağdaş sanatının güçlü temsilcisi Devrim Erbil’i, genç ressam Neslihan Özkan ile birlikte ağırladı. “Çizgi’den Ren’ke” başlıklı ortak sergi, 25 Temmuz 2025’te açıldı. Sergide çizginin sınırsız anlatım gücünü ve rengin büyüsünü, iki farklı sanatsal dilin diyaloğunu görebiliyorsunuz. Biz de iki sanatçıyı bir araya getirip hoş bir sohbet yaptık. Hadi bakalım…
Kadının Sessiz Gücü: Sanatla Yeniden Doğuş
etiket
Bir sanatçının ruhunun derinliklerine, Anadolu’nun sessiz ama güçlü hikâyelerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Onun eserlerinde, kadınların alın teri, toprağın bereketi ve geçmişin izleri bir araya geliyor. Kırmızının tutkuyla çarpan yüreği, yeşilin umutla filizlenen dalları ve ipten örülmüş bedenlerin sessiz direnişi, bu röportajın kapısını aralıyor. Trabzon’un kırsal dokusundan İstanbul’un çok katmanlı hafızasına uzanan bu sanat serüveni hem köklerinden besleniyor hem de evrensel bir dil konuşuyor. Ressamın tuvalinde, insan-ı kâmil olma arayışı, çıplaklığın özgürleştirici isyanı ve doğanın iyileştirici gücü birleşiyor. Şimdi, bu anlam arayışının tanığı olmaya, sanatın dönüştürücü gücüne dokunmaya hazırız.
Reklam
Vermeer’in Ölümsüz Gizemi: İnci Küpeli Kız Hakkında Şaşırtıcı Gerçekler
Barok sanatının en ünlü isimleri arasında yerini alan Johannes Vermeer'in 'İnci Küpeli Kız' adlı tablosunu bilmeyenimiz yoktur. Vermeer, kariyeri boyunca kadın figürlerin ön planda olduğu pek çok esere imza atmış olsa da İnci Küpeli Kız’ın aldatıcı derecede sade kompozisyonu sanat dünyasının efsaneleri arasında yer alıyor. Onu bu denli özel kılan ise büyüleyici bakışlarının ardındaki gizemde yatıyor. Leonardo Da Vinci’nin benzersiz eseri Mona Lisa’ya da benzetilen İnci Küpeli Kız tablosu hakkında bilinen ve bilinmeyenleri açıklıyoruz. Kaynak: Mental Floss
Dijital Sanat Devrimi: Yeni Bir Yaratıcı Sınıra Kişisel Yolculuk
etiket
Sanatın hayatlarımızın dokusuna nasıl işlediğine her zaman hayran kalmışımdır—tek bir fırça darbesinin veya taşa kazınmış bir çizginin yüzyılları kapsayan bir hikaye anlatabilmesine. Ama son zamanlarda kendimi yeni bir tür tuvalin çekiminde buluyorum: bir ekranın parıldayan pikselleri. Dijital sanat, bu canlı, sürekli değişen araç, gözlerimin önünde gerçekleşen bir devrim gibi geliyor. Sadece yaratmakla ilgili değil; sanatın ne olabileceğini yeniden tanımlamak, fiziksel malzemelerin kısıtlamalarından kurtulmak ve herkesi—hem sanatçıları hem de hayranları—sınırsız bir yaratıcı oyun alanına davet etmekle ilgili.
Sanatla Kurulan İlahi Bağlantı
etiket
Sanatın iyileştirici gücünü hepimiz iyi biliriz. Bir kanundan ya da neyden çıkan tınılar, notaların hakkını vererek kadife tonda söylenen şarkı, her bir fırça darbesini hayranlıkla incelediğimiz bir tablo… Alır götürür bizi başka alemlere. Ruha, göze kulağa şifa olur. Zamanında külliye olarak kurulan, günümüzde sağlık müzesine dönüştürülen Edirne’deki tarihi yapıda bir zamanlar musikiyle, su sesiyle tedaviler yapılırmış. Bir şelalenin, deniz kenarındaki dalga seslerinin, kuş cıvıltılarının huzurunu kim verebilir? Doğada gezintiye çıkmanın da rahatlatması bu sebeptendir. İnsanın dokunarak bozmadığı doğal ortamların her karışı gerek görüntüsüyle, gerek kokusuyla ve sesiyle ilahi sanatı bizlere resmeder. İşte gerçek sanat bence budur. Ve Yaratıcı’nın sanatından izler taşıyan her sanat türü bence bi o kadar güzeldir.
Reklam
Çizgi'den Ren’ke Sergisinde Neslihan Özkan ve Devrim Erbil’in Buluşması
etiket
Touch Sanat Galerisi, Türk çağdaş sanatının iki güçlü temsilcisini, Neslihan Özkan ve Devrim Erbil’i, “Çizgi’den Ren’ke” başlıklı ortak sergide bir araya getiriyor. 25 Temmuz 2025’te açılan sergi, çizginin sınırsız anlatım gücünü ve rengin büyüsünü, iki farklı sanatsal dilin diyaloğunda keşfe davet ediyor.
Devrim Erbil İzinde Çizgiden Renge, Heykelden Hafızaya Özel Bir Sergi
etiket
25 Temmuz da Bodrum’da Touch Sanat Galerisinde özel bir sergi açıldı. Serginin adı: Çizgi’den Ren’ke. Serginin ressamları Devrim Erbil ve Neslihan Özkan. Şimdi biraz sergi detaylarına inelim.  Sanat tarihi boyunca çizgi, resmin temel bileşenlerinden biri olarak algılanmış; formun tanımlanması, derinliğin kurulması ve hacmin çağrışılmasında merkezi bir rol oynamıştır. Ancak 20. yüzyıl ile çizgi, yalnızca betimleyici bir araç olmanın ötesine geçerek bir anlatı diline dönüşmüştür. Türkiye’nin ikonik ressamı Devrim Erbil’in bu konuda özel bir önemi vardır. Bilirsiniz, Devrim Erbil resminde bir zihni, bir kenti, bir düşünceyi, bir hayali, doğayı, felsefeyi veya estetik deneyimi bazen bildiğimiz bir şeye benzeterek, bazen benzetmeyerek soyutlamalar yapıyor. Bu resimlerden bazıları dünyaya dair görsel deneyimimizi andırmayan eserler de olabiliyor. Erbil’in soyutlamaları çok işlevseldir çünkü Erbil mimetik olmayan biçimler geliştirilerek mimesisin sanat olarak formasyonuna vurgu yapar. Neticede Devrim Hoca için sanatın bir şeyi simgelemesi esastır ve o, onun zihnindeki şeydir. Yani ortaya koyduğu semantiğin o şeye doğalcı veya mimetik düzeyde yakınsamasına gerek yoktur. Bakan kişiyi bu eserlerde yönlendirmez de Devrim Hoca. Figüratif bile değildir. Bu, bir kişi ya da sahne değildir. Soyut çizdiğinde ağaç bile ağaç, kuş bile kuş değildir! Erbil’in öğrencisi Neslihan Özkan’ın resimleri de bu anlatısal çizgi geleneğinin güncel bir yorumu olarak okunabilir. Onun eserlerinde çizgi; geçmişi, hafızayı, formu ve duyguyu taşıyan bir damara dönüşmüştür. Şimdi biraz onun resimlerinden söz edelim.
Anadolu’dan Sonsuzluğa Resim: Saime Taktak’ın Görsel Mirası
etiket
Ressam Saime Taktak’ın eşsiz resim anlayışına beyinle başlamak istiyorum çünkü Taktak’ın resimleri kendi içinde özel bir dizgeyi takip ediyor. Bu da beynimiizn “dizge” avcılığına hizmet ediyor ki, bu bir ressamın akılda kalıcılığı, anlaşılırlığı, beğenilirliği açısından önemli bir detay.
Reklam
Gaye Ateş’in Tuvalinde Yolculuk ve Hafıza
etiket
Modern sanat, ellili yıllarda Amerikan toplumunun pratik ve hızlı tüketime dönük karakteristik yapısından dolayı giderek yozlaşmış ve tartışmalı noktalara kaymıştır. Tabi bu şekildeki sanatın sürdürülebilmesi için sorun olan veya olacak olan sanatta içerik, anlam, ifade gibi kavramları önce önemsizleştirilmiş sonra da dışlanarak kritersizlik derecesine getirilmiştir.  Böylece estetiği, güzellik beklentileri, yetenek, yaratıcılık gibi kavramları dışlayan bir sözde sanat imajı oluşturulmuştur. Kısaca bugün modern sanat adı altında birçok akımın geldiği yer ve hâkim uygulamalar, eseri sanata uygun biçimde oluşturmak yerine, sanatı esere uygun hale getirmeye çalışmaktan başka bir şey değildir,Sanatın bu negatif sonucunu arkasında çeşitli etkenler vardır. Ancak en önemli sebep, özellikle felsefe ve dilbilimsel izahlara dayalı “kavramsal sanat” denilen akım olmuştur, Aslında ismi mantıksız olmakla birlikte “Kavramsal sanat” akımı sanata uygun doğru bir şekilde başladı. Çok güzel yapıtlar da oluşturuldu. Maalesef, sağlam kriterler ve bir sınır olmadan sadece kavram gibi çok geniş kapsamlı bir temele oturttukları için hızla dejenere oldu. Gerçekten de bazı yorumcular ve uygulayıcılar sanatsal özgürlük adına öylesine kavramsal sanat tanımları yaptılar ki, pratikte çok trajikomik sonuçlar ortaya çıktı. Kısaca dilbilimsel yapıyı bilen bilmeyen birçok sanat insanı kendi fikir doğrultusunda sanatın kapsamını çok genişletmiştir. Dolayısıyla kavramsal sanatın kendi kriterleri de işlevsiz hale gelmiş veya terk edilmiştir. O kadar ki neredeyse insanın yapabildiği tüm ifade yöntemlerini eylemleri, ilginçlikleri ve becerileri sanata dâhil etmenin önünü açmıştır. Ve kaçınılmaz olarak da kontrolden çıkmıştır. Buna bir benzetme yaparsak Kavramsal sanat, tıpkı vücuttaki sağlıklı hücreler gibi davranan ve kontrol edilemeyen kanser hücreleri haline gelmiştir. Ve sanatı hasta etmiştir. Şimdi bu konuda kavramsal sanat konusunda çok özel bir ressamla devam edeceğiz, Gaye Ateş’i yorumlayacağız.
Reklam
Özel Bir Uğur Batı Kitabı ve Devrim Erbil: Halılarının Ritmi ve Sonsuzluğa Dokunan İnsan Figürleri
etiket
İstanbul'u, zamanı, mekanı, kuşu, ağacı, ne bilirim ki, tüm bir şehri titreten adamdır Devrim Erbil. Onun halılarına baktığınızda, o çizgiler bazen bir kuş olur uçar, bazen de ressamının kendi sözleriyle bir günün seksen altı bin dört yüz saniyesi gibi, günlerin baş döndürücü akışını fısıldar. Tarih orada, geçmiş orada, şimdi de orada. Belki gelecek de. Onun halıları zamansızdır, tıpkı kendisi gibi.Mario Levi'nin düşündürücü sorusu yankılanır zihnimizde: 'İstanbul bir masal mıydı gerçekten?' Belki de o da Erbil'i anlamaya çalışıyordu bu soruyu sorarken. Zira Erbil'in halılarında, insan figürü kullanılmasa da, en çok insan vardır der Levi. Gökyüzünde insan vardır, kuşlarda insan, kentin karmaşasında insan, İstanbul'da insan, çizgide, perspektifte, yönde, mavide, gride, beyazda insan. En çok da umutta insan vardır, çünkü umut zaten insana dairdir. Sanki bir büyü gibi sarar bu his insanı. Kule'nin terasından Haliç'i seyrederken, bilmeden bu manzaraya doğru ilerlemiş gibi hissedersiniz. Ne çok ayrıntı bir araya gelmiştir o anlarda. Bir yüzyılın son demlerinde, dedenizin size bıraktığı kıymetli hatıralar eşliğinde, kırklı yaşlarınızda aşkla 'İstanbul Bir Masaldı' romanının veda satırlarını yazarken bulursunuz kendinizi. Son nokta konulacak mıdır, orası ayrı mesele. Ama o manzara ve hissettirdikleri karşısında, doğru bir yerde durduğunuzu haykırırsınız içinizden. İşte o anlar, ilham anlarıdır. Geçmişle, yaşadığınız anların derinliğiyle, kaybettiklerinizle ve onların size kazandırdıklarıyla buluşma anlarıdır. Gelip geçiciliğimiz üzerine düşünürken, yine aynı soru yankılanır: 'İstanbul bir masal mıydı gerçekten?'
Devrim Erbil Halılarının Zamansız Buluşmasına Eşsiz Bir Kitap: Uğur Batı’dan 'Şekerrenk'
etiket
Yaratıcı yönetmenliğini yaptığım çok özel bir Devrim Erbil kitabı hakkında yazmak istedim. Türk Çağdaş Resim sanatının yaşayan efsanesi Devrim Erbil'in halı eserlerini içeren Prof.Dr. Uğur Batı tarafından yazılan Şekerrenk: “Devrim Erbil Halıları ve Namütenahi Bir Derinlik” kitabı yayımlandı.  Devrim Erbil’in dünya çapındaki halı resimleri (tapestry) kitabı onun sanatsal mirasının yeni bir boyut kazanmasını sağlarken, sanatseverlere Erbil’in eserlerine dair derinlemesine bir perspektif sunacak. Bu kapsamda Balıkesir’deki Devrim Erbil Çağdaş Sanatlar Müzesi’nde yine Uğur Batı’nın küratörlüğünde “Şekerrenk” sergisi sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Dünya resminin usta isimlerinden Devrim Erbil’in eserlerinden ilham alınarak tasarlanan müze alanında sanatçının en sevdiği tema olan “çizgisel kent dokusu” halı eserleri ile ön plana çıkarıldı. “Yağcıbedir’in Halısı Rengin Devrim Erbil’i: “Renkler İle Gönlü Hoşnut Etmek alt başlığı ile yayımlanmış kitap  kanımca türünün en iyi olma özelliğini taşıyor.
Doğanın Kalbinden Tuvale: Ressam Giray İlker Başaran'ın Sanatsal Yolculuğu
etiket
Birbirine zıt iki farklı zihniyete sahip sanatçılar, neredeyse birbirine tıpa tıp benzer eser yapmış olsunlar. Yani her ikisinde de kırmızı kareler, sarı üçgenler vs.den oluşmuş, kompozisyonları hemen hemen aynı olsun. Ancak her ne kadar aynı olsalar da sanatçısının zihnindeki soyut değerler farklı olduğu için eserler aynı soyutluğu taşımayacaklardır. Yani yüzeyde görülen kırmızı kareler, sarı üçgenler farklı bir soyut algıyı temsi ettikleri için farklı soyut eser olacaklardır. İşte bunun için soyut ama hangi soyut dedim.  Burada önemli bir husus daha var onu atlamayayım. Bütün bu sanata yön vermiş felsefe ve bilimi paranteze alarak, dışlayarak ortaya çıkmış bir soyut resim izahı daha vardır. Bunun için önce merhum İsmail Tunalı’nın kitabından bir paragraf aktarayım.“Bizim hareket noktamız Picasso’nun şu sözüdür: Sanatta devrim, salt yeni bir dünya tasarımıdır.” Soyut sanat, sanatta bir devrim ise, bu devrim dünya hakkında yeni bir tasarıdan oluşur. Bu tasarım ampirik, duyusal gerçekliğin dışında salt biçimsel bir dünya tasarımıdır. Böyle bir dünya tasarımı, biçimin dışında bir başka varlığa dayanmaz. O olduğu gibi olan bir şeydir ve böyle olduğu gibi olan şey olarak da salt biçimdir. Sayın Tunalı, çağdaş sanat kuramcısı Marcel Brion’ın, soyut sanat deyimini açıklayan yorumundan da alıntı yapmıştır. Marcel Brion paragrafını “Salt soyut sanat, kendine özgü doğa dışı bir salt biçimler dünyasıdır.” cümlesi ile bitirmiştir. (İsmail Tunalı- Felsefenin ışığında Modern Resim. S.119) Böyle bir girişten sonra Çağdaş Türk resminin dikkat çeken isimlerinden Giray İlker Başaran, eserleriyle izleyiciyi doğanın derinliklerine ve insan ruhunun karmaşık labirentlerine davet eden resimlerine bakalım. Sanatçının çalışmaları, çarpıcı bir gerçekçilikle harmanlanmış güçlü bir sembolizm ve atmosfer yaratma yeteneğini gözler önüne seriyor. Başaran, manzara, figür ve sembolik anlatımları ustaca bir araya getirerek, sadece gördüğünü değil, hissettiğini ve düşündüğünü de aktaran zengin bir görsel dil kuruyor.(Görsel Kaynağı: Giray İlker Başaran)
Bir Varmış, Bir Yokmuş…
etiket
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde,vaktiyle bir ülke varmış.Kuzeyi orman, güneyi zeytinlik,doğusu dağ, batısı denizmiş.Yükseklerinde dağ esintisi,alçaklarında kekik kokarmış.Bir yanında yayla serinliği,öbür yanında bozkır sıcağı varmış.İklimi çeşit çeşit,toprağı her mevsime hazırlıklıymış.Denizi tuzlu,toprağı bereketli,insanı ise hem sabırlı hem cesurmuş.Sert rüzgârda eğilir ama kırılmaz,gönlüne dokunana kapısını açarmış.Nezaket, köy kahvesinden meclise kadar taşınır, cesaret, sessizliğin içinden anlaşılırmış. Yoldan geçen selâmla durdurulur, sofra eksikse bir tabak daha konurmuş.
Reklam