onedio

CIA Haberleri

CIA ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. CIA ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Genç Yaşta Hayatını Kaybeden 20 Ünlü İsim
(20 şubat 1967 - 5 nisan 1994)8 nisan 1994‘te kurt’un cesedi, seattle'daki evinin garajının üzerindeki odada , alarm sistemi yerleştirmek için gelen bir elektrikçi tarafından bulundu. kotunu, gömleğini ve ayakkablılarını giymiş olan kurt, göğsünün üzerinde bir pompalı tüfek ile sırt üstü uzanmış durumdaydı. tek bir kurşun ile suratını dağıtmıştı. cesedin yanında birtakım kişisel eşyalarla birlikte bir de intihar mektubu bulundu. intihar olgusuna cobain ailesinin geçmişinde çok sık rastlanılmaktadır. burle cobain adında bir akraba, kendini karnından vuruyor, bundan beş yıl sonra da burle’in kardeşi kenneth kafasına sıktığı tek kurşunla ölüyordu. aslında bu tür ölüm aberdeen'da oldukça yaygındı.
Süper Güç Türkiye! 2050 Yılında Türkiye Haritası Böyle mi Olacak?
ABD'de 'Gölge CIA' olarak bilinen Stratfor düşünce kuruluşunun başındaki George Friedman, 'Önümüzdeki 100 yıl' adını verdiği kitabında Türkiye'yi geleceğin süper güçleri arasında saydı.' Türkiye, ABD'yle savaşacak yenip 'süper güç' olacak ABD'de 'Gölge CIA' olarak bilinen Stratfor düşünce kuruluşunun başındaki George Friedman, 'Önümüzdeki 100 yıl' adını verdiği kitabında Türkiye'yi geleceğin süper güçleri arasında saydı. Türkiye ile Japonya'nın liderlik yapacağı ülkelerin ABD ile savaşacağını ileri sürdü Amerikan İstihbarat Ajansı CIA'ya yakınlığı nedeniyle 'Gölge CIA' olarak bilinen Stratfor'un sahibi, ünlü stratejist George Friedman, önümüzdeki yüzyılın sonlarında Çin ve Rusya gibi ülkelerin gerileyip yerlerini Türkiye, Japonya, Meksika ve Polonya gibi yeni dünya güçlerine bırakacağını öne sürdü. Friedman, 'Next 100 Years: A Forecast for the 21'st Century' (Önümüzdeki 100 Yıl: 21'inci Yüzyıl İçin Öngörüler) adlı yeni kitabında şu tahminlerde bulundu: Rusya ve Çin gibi güçler için önümüzdeki yüzyılda endişelenmeye gerek yok. Bu ülkeler komünizme benzer çöküş yaşayacak. Rusça veya Çince'yi bırakın, Türkçe, Japonca, Polonya ve Meksika dillerini öğrenmeye bakın. Gelecek yüzyılın süper güçleri Çin ve Rusya değil; Türkiye, Japonya, Meksika ve Polonya olacak. Türkiye'nin dünyadaki siyasi etkisi 2050 yılında Osmanlı haritasını andıran bir görüntü oluşturacak. Savaş, bilim-kurgu filmi gibi olacak Yüzyılın sonlarına doğru ABD ile Türkiye-Japonya ittifakı arasında bir çatışma yaşanacak. Bu savaş bugüne kadar var olan klasik silahlarla yapılan savaşlardan tamamen farklı olacak. Yani bugünden bir tür bilim kurgu gibi görünen bir savaş yaşanacak. 21'inci yüzyılın gidişatını bu savaşın sonucu belirleyecek. ABD'nin şu an üzerine eğildiği İslamcı militanlarla savaş konusu 21'inci yüzyılla birlikte tarihin derinliklerinde kalacak. Uzun hayat beklentilerinin artması nedeniyle 1970-90 yıllarında dünyaya gelenler yaşlarının ileri dönemlerinde mali krizle karşı karşıya kalacak. Şimdi göçmenleri sınırlarından çeviren Amerika, bir süre sonra göçmenleri çekmek için teşvikler dağıtacak. n DIŞ HABERLER ÖNEMİ NEDİR? Stratfor 1996'da, Teksas'ın Austin kentinde kurulan özel bir istihbarat kurumu. Başında ünlü stratejist ve siyaset bilimci George Friedman bulunuyor. Friedman aynı zamanda 'Amerika'nın Gizli Savaşı', 'Savaşların Geleceği' gibi best-seller kitapların yazarı. Türkiye'deki gelişmelerle ilgili olarak, Friedman tarafından kaleme alınan analizi 'Türkiye-Yeni Osmanlıcılık' ve yeni ABD yaklaşımı konusunda ilginç bir çalışma olarak nitelenmişti. Friedman ve başında bulunduğu Stratfor, Pentagon'a da danışmanlık yapıyor. Stratfor, Asya'da 1997'de kriz yaşanacağını ABD yönetimine çok önceden bildirmişti.Medyafaresi
"İnternet Bir CIA Projesidir"
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin internetin bir 'CIA projesi' olduğunu öne sürdü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin “internetin bir CIA projesi” olduğunu öne sürdü. St. Petersburg'da düzenlediği basın toplantısında konuşan Putin 'CIA bu projesini geliştirmeye devam ediyor' ifadesini kullandı. Rusya'nın 'bir CIA projesi olan internet'ten kendini koruma görevi bulunduğunu savunan Putin, ülkesinin online hakları için mücadele etmesi gerektiğini söyledi. Putin'in söz konusu açıklaması Rusya parlamentosunda bu hafta kabul edilen internet yasasına denk geldi. Söz konusu yasa, yabancı sosyal medya platformlarına serverlerini Rusya'ya yerleştirme zorunluluğu getiriyor. Yasa ayrıca kullanıcıların son 6 aylık bilgilerinin de kopyalanmasını öngörüyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, uzun süredir ülkesinin alternatif bir internet oluşturması gerektiğini belirtiyor. t24.com.tr
Derya Büyükuncu: "Elime 500 Bin Liranın Yarısı Bile Geçmedi"
Acun Medya tarafından 2011 yılında düzenlenen ‘Survivor Ünlüler-Gönüllüler’ yarışmasında türkücü Nihat Doğan’a karşı birinciliği elde eden ve 500 bin TL’lik para ödülü kazanan milli yüzücü Derya Büyükuncu, yarışmanın finalinde kazandığı paranın yarısını işitme engelli çocuklar yararına çalışan bir vakfa bağışlayacağını söylemişti. Acun Medya tarafından bu bağış sözünü tutmamakla suçlanan Büyükuncu, ilk kez Sözcü gazetesine konuştu. ABD’ye kaçtığınız konuşuluyor ama siz buradasınız öncelikle bununla başlayalım. Valla beni nasıl buldunuz bilmiyorum, şaşırdım hatta içimden dedim CIA veya Interpol girdi mi araya! Şaka bir yana hakkımda son 1-2 haftadır haberler yapılıyor, ben de konuşma gereği duydum. Ben 20 yıldır ABD’de yaşıyorum. İnsanın yaşadığı yerde olmasını ‘oraya kaçtı’ gibi göstermek ancak bizim ülkemizde olur. 'TAAHHÜTLER YERİNE GELMEDİ' Hakkınızda yapılan haberleri nasıl değerlendiriyorsunuz? O haberlere bakarak bazı insanların benim 500 bin lira aldığımı düşünmeleri normal çünkü böyle bir ortam yaratıldı. Haberlere baktığımız zaman, bir kere ben Acun Abi’yi çok severim ve sayarım, onun da beni sevdiğini düşünüyorum, onun ağzından ya da onun söylemiyle yazılmış bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ve düşünmek de istemem. Siz 500 bin lirayı aldınız mı? Aslına gelirsek benim elime 500 bin liranın yarısı bile geçmedi. Peki neden geçmedi? Çünkü verilen taahhütlerin hiçbiri yerine getirilmedi, ben almış olduğum parayı da yarışma bittikten çok çok uzun zaman sonra aldım. Kaç ay veya kaç yıl sonra aldınız? Yaklaşık 2 seneyi geçti. İmzalanan senetler ödenmedi. Haliyle siz de ödemeler yapılacak diye bekliyorsunuz, ona göre planlar yapıyorsunuz. Bunlar yerine getirilmeyince çok zor durumda kaldım. Herkesin yapacağı gibi hakkımı aramaya çalıştım. 'SENETLERİ ÖDEMEDİLER' Hukuk yoluna mı başvurdunuz? Avukat tuttum, normal işlemlere başladılar. Protestoydu, haciz işlemleriydi… Ama yine de elimize bir şey geçmedi bütün bunlara rağmen. Sonra avukatlarım bir anlaşmaya vardı. Bu süreçte hem benim hem diğer tarafın avukat masraflarını ben karşıladım. Ve çok büyük paralar ödedim. Parayı alırken de almam gereken faizi almadım. Hal böyle olunca benim elime tabii ki 500 bin liradan daha az bir para geçti. Ve bu süreç yaşanırken hiçbir zaman birisi hakkında ya da birileri hakkında çıkıp tek kelime etmedim. Peki niye çıkmadınız? Ben böyle işlerin daha sakin, anlaşmaya dayalı şekilde yapılabileceğini düşündüm. Şimdi gazetelerde deniliyor ki bağış yapmadı ya da yapmayacak. Ben hiçbir zaman bağış yapmayacağım demedim. Tabii ki ben normal olan hakkımı aldıktan sonra geri kalan kısmını bağışlayacağım. Acun Medya’nın 3 aydır size ulaşamadığı ve bağış yapacağınızın kontratta yazılı olduğu söylendi. Sözleşmede böyle bir şey var mı? Sözleşmede bu var. Ben zaten hiç bir zaman vermeyeceğim demedim. Ancak 500 bin TL’nin tamamını almadan hiçbir ödeme yapmam. Şu ana kadar kimse ile görüşmüş değilim. Ancak siz nasıl bana ulaştıysanız onlar da ulaşabilirdi. Demek ki telefon numaranızı değiştirmediniz ? Hiç öyle bir şey yok. Uzun süredir aynı numarayı kullanıyorum. Geçen gün AVM’de yakalandığınız haberi vardı. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz? Gazetecilerden kaçtığım söylendi, yazıldı. Türkiye’den kaçtığım söylendi. Kaçacak olsam AVM’de olmam. Ayrıca resmini çeken ya da orada olan gazeteciye açıklama yapmak zorunluluğum da yok. Her önüme çıkan gazeteci ile konuşsam başka bir şey yapamam. 'BAŞARIM HABER OLMADI' İşitme Engelliler Derneği’nden sizi arayanlar oldu mu? Yok hayır… Ama yakın zamanda görüşeceğiz. Dediğim gibi ben en kısa zamanda bunu halledeceğim. Bağış parasıyla ev almışsınız? İnanın ben de bazı şeyleri gazetecilerden öğreniyorum mesala villa aldığımı, hatta öldüğümü bile ben gazetelerden öğrendim. Okuyunca soru işareti oluyor insanda… ‘Ben öldüm mü? Öldüm de haberim mi yok?’ diye şaşırıyorsun. Ben 32 sene spor yaptım bu ülke için. 28 sene milli takım formasını giydim, dünya şampiyonalarında madalyalar aldım, 500’den fazla rekor kırdım. Ama bunlar hiçbir zaman yanlış haberlerim gibi manşet olmadı. Bundan sonrası için süreç nasıl ilerleyecek? Çok hızlı ilerleyecek. Ama en iyisini avukatlarımbilir. Sonuçta ben yapılan haberler üstüne konuşuyorum. Tabii ki hukuksal yönlerini onlar kadar bilmiyorum. O nedenle şu anda bir şey söylemem doğru olmaz. Biz kısa sürede yapmamız gerekeni yapıp bu işi tatlı sonuçlandıracağız. Son olarak neler söylemek istersiniz? Söyleyeceğim her şeyi söyledim aslında. Ben karakterimi, duruşumu hiçbir paraya değişmem, satmam. Bu bağış tabii ki olacak, herkesin gördüğü gibi hiçbir yere kaçtığım yok. Herkesin içi rahat olsun diyorum. Vatan
CIA Erdoğan'a Gülen Cemaati İçin Ne Teklif Etti?
Yeni Şafak gazetesi Ankara Temsilcisi Abdulkadir Selvi , CIA Başkanı David Petraeus 'un Türkiye ziyareti esnasında Başbakan Tayyip Erdoğan 'la bir görüşme gerçekleştirerek, 'Siz İsrail'in özrünü kabul edin, biz de sizin cemaatle ilişkilerinizi düzenleyelim' teklifinde bulunduğunu, Erdoğan'ın bu teklif karşısında 'Bu kadar mı içli dışlılar' diyerek olumlu ya da olumsuz hiçbir yanıt vermediğini öne sürdü.Gülen cemaati lideri Fethullah Gülen hakkında başlatılan inceleme sonrası Başbakan Tayyip Erdoğan 'ın talebiyle 'Amerika'dan iadesi' iddialarına ilişkin, bu görüşmeyi referans gösteren Selvi, 'ABD, Fethullah Gülen'i iade eder mi sorusuna bir de bu pencereden bakın istedim' ifadelerini kullandı.Abdulkadir Selvi'nin Yeni Şafak gazetesinde '1981 yılıydı.Gri bir şehir olan Ankara, daha da griydi.Maltepe'den Tandoğan'a yürüyordum.Arananların isimleri ve fotoğraflarının bulunduğu afişler, 'Aranıyor' diye elektrik direklerine asılmıştı.Fethullah Gülen'in fotoğrafını ilk olarak orada gördüm.Sağdan soldan arananlar arasında Gülen'in ismi ve fotoğrafı da yer alıyordu.İçim sızlamıştı.Başbakan'ın, ABD'den, Gülen'in iadesini istemesi karşısında karışık duygular yaşadım.Bir kez daha, birkaç ay içerisinde nereden nereye gelindi diye muhasebe yaptım.Peki Gülen'in iadesi konusunda başlamış bir çalışma var mı?Bu açıdan dünkü MGK toplantısı çok önemliydi.Daha önce, 'Mücadelemi kendim yaparım' diyen Başbakan, dinlemelerin ulusal güvenliği tehdit edecek noktayı çoktan aştığını görünce, bu direncinden vazgeçti.MGK kararı ondan sonraki adımdı.Dün de MGK toplantısının devam ettiği saatlerde, Gülen hakkında darbeye teşebbüsten soruşturma açıldı.Darbeye teşebbüs ABD ile Türkiye arasındaki suçluların iadesi anlaşmasının kapsamına giriyor.Bunu belirtmekle birlikte, ABD'nin, Gülen'i iade etmesi bekleniyor mu?Önce bir anekdot aktaracağım.'CIA Başkanı David Petraeus İstanbul'dan rüzgâr gibi geçti. Niyeyse, CIA Başkanı'nın bu defaki gelişi olağanüstü sessiz gerçekleşti'CIA Başkanı Petraeus'un ziyaretiydi bu.Taha Kıvanç, 'Petraeus'un aslında iki duraklı bir gezi için bölgemize geldiğini neden kimse fark etmemiş? Oysa Petraeus İstanbul'da yaptığı görüşmelerden sonra uçağının istikametini ikinci durağı Tel Aviv'e çevirtti' diye uyarıyordu.Bu süreci iyi koklayan isimlerden birisi de Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can'dı.Bu kulisin doğruluğu, İsrail'in özür dilemesiyle ortaya çıktı.Eyüp Can, yazısını, 'Fehmi Koru'ya haber vereyim istedim. İsrail bu kez özür dileyecek' diye bitiriyordu.Ben de size haber vereyim istedim, bu görüşmenin sır gibi saklanan bir ayağı daha var. O boyutunu birkaç kaynaktan teyit etmeye çalıştığım için ancak bugün yazabiliyorum.CIA Başkanı, bu ziyaretinde ısrarla Başbakan'la görüşmek istiyor. Ancak Başbakan biraz mesafeli davranma adına, görüşmeye istekli gözükmüyor. Talepler artınca, 'Hep aynı şeyler konuşuluyor' diye geri çeviriyor. Ancak, 'Efendim size söyleyeceği çok önemli bir şey varmış' denilince kabul ediyor.Görüşmenin ilk 20 dakikasında Petraeus, çok önemli bir şey söylemiyor. İsrail'le özür konusunu açıyor, bilinen istihbaratçı değerlendirmelerinde bulunuyor. Başbakan bunun üzerine, 'Hani çok önemli bir şey söyleyecekti' havasında baktıktan sonra kısa bir süre daha dinlediği konuğuna, görüşmenin bittiğine dair vücut diliyle bir mesaj veriyor.Petraeus bu sinyali alıyor tam kalkmak üzereyken, 'Aslında ben size çok önemli bir şey söyleyecektim' diyor. Başbakan, 'Zaten görüşmeyi bunun için istemiştiniz' diye baktıktan sonra, 'Sizi dinliyorum' karşılığını veriyor.CIA Başkanı Petraeus, 'Siz İsrail'in özrünü kabul edin, biz de sizin Cemaat'le ilişkilerinizi düzenleyelim' diye teklifte bulunuyor.Başbakan, 'Bu kadar mı içli dışlılar' demekten kendini alamıyor ama CIA Başkanı'na olumlu ya da olumsuz hiçbir yanıt vermiyor.Dikkat edin.Beddualar edilmemiş, Haşhaşi lafları söylenmemiş.AK Parti ile Cemaat'in arası, şeker renk ama bu henüz dışarıya aksetmemiş.CIA bile biliyor. Hem de aranızı düzeltelim diye bizim Başbakanımız'a teklifte bulunuyor.ABD, Fethullah Gülen'i iade eder mi sorusuna bir de bu pencereden bakın istedim.
Beyonce ve Rihanna'ya Hırsızlık Davası
ABD’nin Kaliforniya eyaletinde bir mahkum, dünyaca ünlü şarkıcılara karşı savaş başlattı. Mahkum, aralarında Beyonce, Jay-Z, Kanye West ve Rihanna’nın olduğu bir grup şarkıcının kendisinden 3 bin tane şarkı sözünü çaldığını iddia etti ve 2 milyar dolarlık dava açtı.Huffington Post’un haberine göre, mahkemeye başvuran mahkum Beyonce ve Jay-Z’nin CIA ve FBI ile çalışarak, yazdığı şarkı sözlerinin ‘uydu teknolojisiyle’ çalındığını savundu. Rihanna ve Kanye West ise suç ortağı olarak gösteriliyor.Vatan
Game of Thrones'u Bir de George R.R. Martin'den Dinleyin
Son yılların bir numaralı dizisi Game Of Thrones’un nisan ayında başlayan 4. sezonu, beklentileri şu ana kadar fazlasıyla karşıladı. Geçmiş üç sezonda, duygusal olarak bağlandığımız karakterlerin birer birer ölümü bizleri sarsmış olsa da, antipatik Kral Joffrey’in, geçtiğimiz bölümlerde zehirlenerek ölmesi sonucu herkes derin bir nefes aldı. Game Of Thrones, diğer dizilere bu yüzden benzemiyor. Dizide, ilk bölümden son bölüme kadar, her türlü zorluğu aşan, tehlikeleri birer birer savuşturan, herkes ölürken, kendisi hayatta kalan bir kahraman yok. İyiler her zaman kazanmıyor… en azından şimdilik. Game Of Thrones’un ait olduğu A Song of Ice and Fire (Buz ve Ateşin Şarkısı) serisini okuyanlar bilir, ileride bizi daha bir çok sürpriz bekliyor olacak. Serinin birinci cildini 1996 yılında yayınlayan ve her fırsatta, yavaş ve acele etmeden yazmayı sevdiğini belirten George R.R. Martin, bir yandan kalan iki kitabı bitirmeye çalışırken, bir yandan da dizinin getirdiği şöhretle uğraşıyor. Ünlü müzik ve sanat dergisi Rolling Stone’a bir röportaj veren Martin, çocukluğundan, Hollywood’da geçirdiği yıllara, J.R.R Tolkien’le kendisini ayıran özelliklerden, kitapların sorguladığı ahlaki değerlere kadar bir çok konuda düşüncelerini paylaştı.  Game Of Thrones’un en önemli temalarından biri aile kavramı. Karakterlere anlamlarını veren ama bir o kadar da onları yıkan şey aile. Sizin aileniz ve evinizle ilişkiniz nasıldı? 1948′de New Jersey’de; Bayonne’da doğdum. Manhattan’a otobüsle 45 dakika uzaklıkta olsa da, Bayonne kendi içinde bambaşka bir dünyaya sahipti. New York çok yakın olduğu halde pek sık gitmezdik. Dört yaşımdan itibaren, Birinci Sokak’taki sosyal konutlarda yaşadım. Babam bir Martin’di, İtalyan ve Alman asıllıydı. Annem ise Brady’ydi, İrlanda kökenli. Annemden, Bayonne tarihinde önemli bir yere sahip Brady ailesinin hikayelerini dinlemişimdir. Çok küçük yaşta fakir olduğumuzu anladım. Okuluma yürürken, annemin içinde doğduğu, bir zamanlar bize ait olan evin önünden geçmem gerekiyordu. Her geçişimde o eve bakardım, onun için de hikayelerimde kaybolmuş bir altın çağın nostaljisi vardır. Annemin bana anlattıkları, hayal gücüme yerleşti. Ailenize yakın mıydınız? Babam her zaman mesafeli biri olmuştur. Sanırım beni hiçbir zaman anlamadı, aynı şekilde muhtemelen ben de onu hiçbir zaman anlamadım. O zamanlar bu terimi kullanmıyorduk ama babamın sağlam bir alkolik olduğunu söyleyebilirim. Kendisini görüyordum ama çok az konuşuyorduk. Ortak bir noktada buluştuğum konu herhalde spordu.  Bayonne’dan üniversiteden önce mi ayrıldınız? Hiçbir zaman arabamız olmadı. Babam, içkiliyken araba kullanmanın kötü bir şey olduğunu söylerdi, ve hiçbir zaman içmeyi bırakmayacağını da (gülüyor). Yıllarca evimin penceresinden Staten Island’ı seyrettim, ışıklarına baktım. Benim için o ışıklar Shangri-La, Singapur, Şanghay ya da her neresiyse orayı temsil ediyordu. Kitap okuyordum ve kitaplardaki Mars gezegenini ve diğer gezegenleri hayal ediyordum. Sonraki yıllarda Robert E. Howard’ın Conan kitaplarını ya da Orta Dünya’nın renkli yerlerini hayal ettim.  1966 yılında Northwestern Üniversitesi’ne giriş yaptınız. Takip eden yıllarda, Vietnam savaşına olan karşı tutumunuz nedeniyle politik ve moral değişimler yaşadığınızı biliyoruz… Ben de, dönemin bir çok çocuğu gibi, bir şahindim. Amerika’nın ‘iyi’ler olduğunu kabul etmiş ve orada bulunmamızı doğru karşılamıştım. Üniversiteye girdikten sonra, Vietnam savaşı gerçekleri öğrendikçe, savaşın anlamı bana yanlış gelmeye başladı. O dönemde orduya alımlar arttı ve ben de vicdani ret için başvurdum. Tam anlamıyla bir pasifist değildim ve bunu da iddia edemezdim. Ben daha çok belirli bir savaşa karşı çıkan biriydim. Örneğin İkinci Dünya Savaşı’nda görev almış olmak isterdim. Sonuç olarak, kesinlikle geri çevrileceğini düşünerek, vicdani ret için başvurumu yaptım. Bunu üç seçeneğin izleyeceğini biliyordum: ordu, hapis ya da Kanada. Ne yapardım, hangisini seçerdim gerçekten bilmiyorum. Bunlar gerçekten zor seçimlerdi ve her genç bu konuda bir karar vermek zorundaydı. Sonra bütün beklentilerimin aksine başvurumu kabul ettiler. Bana daha sonra dendiki – bu arada bunu kanıtlamamın imkanı yok – başvurumun kabul edilmesinin sebebi, muhafazakarların, vicdani reddin isteyen herkese verilmesinin yeterince ağır bir ceza olacağına olan inancıydı. Böylece, kayıtlara geçecek vicdani reddin, kişinin hayatı boyunca “komünist” ve “retçi” damgası taşımasına neden olacağı düşünülüyordu. Amerika’nın Vietnam savaşından sonra gerçek anlamda toparlanabildiğini sanmıyorum. Benim dönemimin çocukları için gerçek dışı bir tecrübeydi. Gerçeklere, adalete ve Amerikan sistemine olan inancıyla liseyi bitiren ‘ideal’ bir çocuk, üniversiteye girdiği anda gençliğinin bütün bu süperkahraman değerlerinin yıkıldığını gördü.  İlk romanlarınız ‘Dying of the Light’ ve ‘Fevre Dream’ çok beğenildi. Ancak ‘The Armageddon Rag’, bir bakıma yazarlık kariyerinizi askıya almanıza neden oldu. Daha sonra uzun yıllar Hollywood’da dizi yazarlığı yaptınız. O yıllarda edindiğiniz tecrübeler, size daha sonraki kitaplarınızda – bu durumda Game of Thrones’un da dahil olduğu ‘Buz ve Ateşin Şarkısı’ (A Song of Ice and Fire) oluyor – yardımcı oldu mu? Kesinlikle. Televizyon dizilerine senaryo yazmanın sırrı, bir roman kaleme almaktan daha kolay oluşudur. William Goldman, herşeyin strüktürden, yani strüktür ve diyalogdan oluştuğunu söylerdi. Hollywood’da bulunmuş olmam benim bu yönümü geliştirdi. Öncesinde, yıllarımı tek başıma bir daktilonun ya da bilgisayar ekranının önünde, tek başıma yazı yazarak geçirdim. İnsanların olduğu bir ofise gidip, bir fincan kahve eşliğinde dizi hakkında fikirler paylaşmak, projeyi kolektif bir şekilde geliştirmek beni canlandırdı. Bir yandan da sürekli sınırlamalarla uğraşıyorduk. Bu beni çok yordu. Sansür hakkında tartışmalar vardı, sahneler çok mu açık, ya da politik olarak hassas bir konu mu, ya da çok mu şiddet var, gibi bir çok sorun vardı. Kimse rahatsız olmasın düşüncesi hakimdi. ‘Güzel ve Çirkin’ dizisinde bunu yaşadık. ‘Çirkin’ insanları öldürüyor. Karakterin önemli bir özelliği bu. O kötü biri, bir cani. Ama CBS dizide kesinlikle kan olmasını istemiyordu, oysa ‘Çirkin’ insan öldürüyor. Bu gerçekten çok saçmaydı. Karakterin sempatik kalmasını istiyorlardı. Game of Thrones’un başlangıç noktası olarak, bir infaza şahit olduktan sonra karlı bir ormanda kurtlar gören bir çocuktan yola çıktığınızı söylemiştiniz. Bir hikaye için ilginç bir başlangıç. 1991 yazıydı. Hala Hollywood’da çalışıyordum. Menajerim fikirlerimi hayata geçirebileceğim projeler arıyordu. Mayıs, haziran aylarında yapacak hiçbir işim yoktu ve bir roman yazmayalı yıllar olmuştu. Avalon adlı bir bilim kurgu romanı üzerinde çalışmaya başladım, herşey yolunda giderken bir anda, Game Of Thrones’un ilk bölümü olacak bu sahne gözümün önüne geldi. Bran’in (Ned Stark’ın küçük oğlu) gözünden, kafası kesilen bir adamın infazına şahit olduğunu gördüm, daha sonra ormanda, kardaki ayak izlerini takip ederek bir kurtla karşılaşıyor. Sahne beni o kadar etkilemiştiki üzerine çalışmam gerektiğini düşündüm ve yazmaya başladım. Neredeyse üç günde, okuduğunuza çok yakın haliyle, kitabın birinci bölümünü yazdım.  Hikayeyi çevreleyen dünyayı inşa etmeniz ne kadar zamanınızı aldı? O yaz, neredeyse yüz sayfa yazdım. Bende bütün bu süreçler aynı anda işler. Önce dünyayı inşa edip sonra yazmam. Öncelikle yazmaya başlarım ve daha sonra bütün parçaları bir araya getiririm. Bir harita çizmek mesela yarım saatimi alabilir. Yazdıkça, hayal ettiğin şeyleri o haritaya yerleştirebilirsin. Böylece haritanın her geçen gün daha da canlandığını görürsün. Bütün bunlar olup biterken bir yandan Hollywood’da çalışmaya devam ediyordum ama aklımda sürekli bu hikaye vardı. Karakterleri ve sahneleri düşünüyordum. Bu romanı gerçekten bitirmek istediğimi anladım. O andan sonra bir üçleme olacağını biliyordum. O zamanlar herkes üç ciltlik romanlar çıkarıyordu. Bu konuda standartları Yüzüklerin Efendisi’yle J.R.R Tolkien koymuştu. 1994 yılında, yazdığım yüz sayfayı ve hikayenin olası devamını anlatan iki sayfalık bir özeti menajerime verdim. Dört yayınevi ilgilendiklerini söylediler. Bir anda hem bir avansa hem de kitabı bitirmem gereken son teslim tarihine sahip olmuştum. Böylece Hollywood’daki patronlarıma, bu romanı bitirene kadar dizi senaryolarına ara veriyorum diyebildim.  Hikayenin karmaşıklığı göz önüne alındığında, dizinin inandırıcı olmayacağından korktunuz mu? Üçüncü kitabı yazdığım dönemde Hollywood’dan teklifler almaya başladım. Bu ilgi, Yüzüklerin Efendisi beyaz perdede büyük bir başarıya ulaşınca, daha da arttı. Filmler, izleyicinin dragonlara ve o tarz yaratıklara açık olduğunu gösteriyordu. Oysa ben, yazmaya başladığım ilk günden beri, hikayenin televizyona uyarlanabileceğini bir an olsun düşünmemiştim. Bunun imkansız olduğunu düşünüyordum. Yüzüklerin Efendisi üçlemesi, benim Kılıçların Fırtınası kitabım kadar ediyor. Çok daha fazla karakter var, daha fazla şehir var, herşeyden daha fazla var, onun için filmi çekilemez dedim. Bazı insanlar hikayenin özüne odaklanmamız gerektiğini söylüyordu. Hangi karakter daha önemli? Bazıları Dany’nin asıl karakter olduğunu, diğerlerini bir kenara bırakıp onun hikayesini anlatmamız gerektiğini söyledi. Ya da Jon Snow. Bu iki karakter, herşeyin etraflarında inşa edilebileceği ana karakterler ama o zaman hikayenin yüzde 90′ını kaybediyorsunuz. Bir başkası “O zaman birinci kitabı film olarak yapalım, eğer başarılı olursak cevabını çekeriz” dedi. Ama film başarısız olursa kimse devamını seyredemeyecek ve yarıda kalmış bir hikaye olmuş olacak. Şanslıydım çünkü evimin kredisini vermekte zorluk çekmiyordum. Bütün teklifleri geri çevirdim. Uyarlanacaksa, ancak televizyon için yapılabilir diye düşündüm. Ama CBS ya da NBC için değil çünkü çok fazla cinsellik ve şiddet var. Bana göre ancak HBO için yapılabilirdi. Hikayedeki ilk şok edici olay, Jaime Lannister’ın Bran Stark’ı, Jamie’nin kardeşi Cersei’yle ensest ilişkiye girdiğini gördüğü için camdan itmesiyle yaşanıyor. İzleyiciyi çok etkileyen bir sahne oldu. Bir çok kişi, “Daha önce binlerce kez okuduğumuz hikayelerden farklı” diyerek bana bu sahnenin kendilerini diziye bağlayan sahne olduğunu söyledi. Dizi, Bran’in gözünden başlıyor. Herkes bir anda Bran’in hikayenin kahramanı olduğunu düşündü. Genç Kral Arthur. Tam bu küçük çocuğun yaşadıklarını takip etmeye çalışırken, baam! Kimse böyle bir şeyin Bran’in başına gelebileceğini beklemiyordu. O açıdan çok başarılıydık. (gülüyor) Jaime ve Cersei’nin yaptıkları çok alçakça bir davranış. Ancak çok daha sonra, Jaime’nin düşmanı olan bir kadını tecavüzden kurtardığına tanık oluyoruz. Haliyle hakkında ne düşüneceğimizi bilemiyoruz. Jaime ve daha bir çok karakterle, değinmek istediğim, geliştirmek istediğim konulardan biri de hataların telafisi, affetmek ve affedilmekti. Yaptığımız şeyin bedelini nasıl ödeyebiliriz? Telafi mümkün müdür? Gerçekten bir cevabım yok. Peki insanları ne zaman affederiz? Bunu toplumumuzda sıklıkla görebiliyoruz. Michael Vick’i affetmeli miyiz (yasadışı köpek dövüşlerine düşkün ve güçsüz köpekleri öldürdüğünü itiraf eden NFL oyuncusu)? Köpekleri çok seven arkadaşlarım var ve Vick’i hiçbir zaman affetmeyeceklerdir. Oysa Vick bir kaç senesini hapiste geçirdi ve devletin gözünde cezasını çekti, affedildi. Peki yeterince özür diledi mi? Ya da Woody Allen. Woody Allen, alkışlamamız ve övmemiz gereken biri mi, yoksa toplumun dışlaması gereken biri mi? Peki ya Roman Polanski, ya da Paula Deen. Toplumumuz, öyle ya da böyle hayatlarının bir anında yanlış yapmış insanlarla dolu ve biz bu insanlarla ne yapıyoruz? Bir kötü hareketi telafi etmek için kaç tane iyi hareket yapmamız lazım? Bir Nazi suçlusuysan ve hayatının 40 yılını sadece hayır işleri yaparak, fakirlere yardım ederek geçiriyorsan, bu senin Nazi kamplarında yaptıklarını telafi eder mi? Ben bu soruların cevaplarını bilmiyorum ama soruların üzerinde kafa yorulmaya değer olduğunu düşünüyorum. Ben bir noktada, telafinin, affın olmasını istiyorum çünkü hepimiz hayatımızda yanlışlar yapıyoruz. Onun için de herkesin affedilebilmesi gerekir. Af dediğimiz şey olmasaydı… o zaman ceza vermenin manası ne?  Jaime ve Cersei gibilerinin affedilebileceğini sanmıyorum. Cersei’nin çok sağlam bir karakteri var, Lady Macbeth gibi. Affedilme, kimin için? Bazılarının gözünde hiçbir zaman affedilmeyecek. Çocuklarına gelince, inanılmaz koruyucu bir yapısı var. Tartışabilirsin, çocuklarını gerçekten seviyor mu, yoksa kendi çocukları oldukları için mi seviyor? Cersei’de gerçek bir narsisizm var. Dünya ve toplum hakkında neredeyse sosyopatlığa varan bir görüşü var. Diğer yandan da Jaime’nin yaptıkları oldukça ilginç. Benim çocuğum yok ama olan arkadaşlarımla konuştum. Unutmayın ki, Jaime, Bran’i sıkıcı küçük bir çocuk olduğu için öldürmeye çalışmıyor. Bran’in gördükleri aslında, Jaime, Cersei ve bu ensest ilişkiden doğan üç çocukları için ölüm fermanı anlamına geliyor. Onun için de çocuğu olan arkadaşlarıma sordum “Jaime’nin yerinde olsanız ne yapardınız?”. Dediler ki “Ben kötü biri değilim, öldürmezdim”. Emin misin? Asla mı? Eğer Bran, Kral Robert’a gördüklerini anlatırsa, sen, çok sevdiğin kız kardeşin ve üç çocuğunuz öldürülecek… O aşamada bir çoğu kararsız kaldı. Muhtemelen bir çok insan “Evet, kendi çocuklarımı ve ailemi kurtarmak için, masum da olsa başkasının çocuğunu öldürmeye hazırım” derdi. Bunlar insanların zor durumlarda verebileceği kararlar ve incelenmesinin uygun olacağını düşündüm.  Konuştuklarımıza kontrast olarak, dizinin ilk sezonunda Ned Stark, ‘Night Watchman’in kellesini uçurduğunda, ya da daha sonra oğlu Robb aynı şeyi yaptığında, bu infazların ikisini de çok etkilediğini ve kayıtsız kalmadıklarını görüyoruz. Omuzlarında ağır bir yük oluşuyor. Haliyle öyle, olması gereken de bu zaten. İnsan hayatına son vermek oldukça ciddi bir iş. Orta Çağ’a yakın bir durum söz konusu. Keskin bir demir parçasıyla birinin kafasını kopartıyorsunuz, kanı üzerinize sıçrıyor ve çığlıklıklarını duyuyorsunuz. Kendimizi bundan soyutlamamız belki daha da feci bir durum doğuruyor. Bugün artık insanları, oturduğun yerden bir düğmeye basarak, dronlarla, füzelerle öldürebildiğimiz teknolojiler yaratıyoruz. Artık hiçbir zaman çığlıklarını duymayacağız, annelerini çağırarak can vermelerine tanık olmayacağız. Bunun iyi bir şey olduğundan emin değilim. Bu moral ve etik konularını tarih boyunca görebilmek mümkün. Soru her zaman bu olmuştur, savaş sırasında kazanmak için herşeyi yapmaya hazır mısın yoksa herşeye rağmen belli bir etik seviyesini ve ideallerini koruyabilir misin? İnsanlara ‘waterboarding’ (CIA’in, insanlara boğulma hissi veren, su kullanarak uyguladığı bir işkence) uygulamalı mıyız? Ya hayatlarımızı kurtaracak önemli bilgilere sahip olursak? Peki böyle bir durumda aslında kendimize ihanet etmiş olmuyor muyuz? Peki ya ikinci bir 11 Eylül’ü önleyebilecekse, işkence uygun mudur? Hayatta kalabilmek ve savaşı kazanabilmek için, korkunç cinayetler işlemeye hazır mısın? Ben bilmiyorum ama bu soruları ele almak kanımca önemli. ‘Buz ve Ateşin Şarkısı’ ve ‘Game of Thrones’ların önemli bir noktası da güç ve iktidar. Neredeyse herkesin, belki denizin diğer tarafındaki Daenerys dışında herkesin, gücünü, iktidarını kötüye kullandığını görüyoruz. Hükmetmek zordur. Her ne kadar saygı duysam da, Tolkien’e cevabım budur. Yüzüklerin Efendisi, Orta Çağ düşünce yapısına sahip, öyle ki eğer kral iyi bir adamsa, o zaman topraklar bereketli olur ve herkes refah içinde yaşar. Gerçek tarihe baktığımızda bunun bu kadar basit olmadığını görüyoruz. Tolkien kitaplarında, Aragorn’un kral olup yüzlerce yıl saltanat sürdüğünü, ne kadar iyi kalpli ve güçlü bir kral olduğunu söyleyebilir. Ama Tolkien bazı soruları sormayı unutuyor: Aragorn’un vergi politikası neydi? Daimi bir ordusu var mıydı? Kıtlık ve sel dönemlerinde ne yapıyordu? Peki ya orklar? Savaşın sonunda Sauron’dan kurtuluyoruz ama orklar pek de uzağa gitmiyorlar, dağlarda yaşamlarına devam ediyorlar. Peki Aragorn, orkların kökünü kazımak için sistematik olarak soykırıma başvuruyor mu? Peki ya küçük bebek orklar, onları da öldürüyor mu? Gerçek hayatta, gerçek kralların, ilgilenmeleri gereken gerçek sorunları vardır. Sadece iyi bir adam olmak sorunu çözmez. Çok çok zor kararlar almanız gerekir. Bazen iyi olduğunu düşünürek aldığınız kararlar, ileride tersine dönerek size karşı işleyebilir. Bu tarz durumları kitaplarımda kullanmak istedim. Benim hikayelerimde iktidar olmak hiç de kolay bir şey değil, zor bir hayata sahipler. Sadece iyi kalpli olmak, sizden iyi bir kral yapmaz. Rolling Stone'dan Çeviren: Cem Gelgün Zete