onedio

çocuk istismarı Haberleri

çocuk istismarı ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. çocuk istismarı ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Donald Trump’a Epstein Darbesi: Yasa Tasarısı Temsilciler Meclisi’nden Büyük Farkla Geçti
İnsan kaçakçılığı, çocuk istismarı ve cinsel istismar suçlamasıyla yargılandığı sırada cezaevinde hayatını kaybeden Jeffrey Epstein ile ilgili yeni bir gelişme yaşandı. ABD Başkanı Donald Trump’ın tüm itirazlarına rağmen Adalet Bakanlığı’nın elindeki Epstein ile ilgili tüm bilgilerin halka açıklamasını sağlayacak yasa tasarısı 427’ye karşı 1 oyla ABD Temsilciler Meclisi’nden geçti. Tasarı ABD Senatosu onayı ve Başkan Donald Trump’ın imzası sonrasında yürürlüğe girecek.
Vine'dan Cinsel İçerikli Videolara Yasaklama
Vine cinsel öğeler içeren içerikleri kaldırmayla ilgili içerik kurallarının değiştiğini bloğundan duyurdu. Uzun zamandır bu problemle uğraşan Vine’ın bu konuda ne kadar başarılı olacağı merak konusu olsa da App Store’da uygulamayı indirmek için minimum yaş sınırı 17. Kullanıcının istediği içeriği yükleyebildiği sosyal ağlarda bu konuda oluşan boşluk aslında sadece Vine’ın problemi değil. Yahoo da satın aldığı Tumblr’da bu tarz içerikleri kaldırmaya uğraşırken, Instagram’da bazı etiketlerde içerik göstermiyor. Facebook’ta bu konuda özellikle çocuk istismarı konusunda önemli adımlar atmıştı. Vine yayınladığı blog yazısında bu tip içeriklerin yüzde 1′in altında kullanıcı tarafından oluşturduğunu belirtmesine karşılık, bu içerikte ne kadar videonun olduğunu belirtmiyor. Değişikliklerin hemen uygulanacağını belirten şirket, ayrıca kullanıcılarından bu yöndeki içeriklerle ilgili geri bildirimde bulunmalarını istiyor.Twitter’da hazırlanan Vine’ın cinsel içerikleri ile ilgili sıkça sorulan sorular bölümünde konuyu daha detaylandıran Vine bu yönde kararlı görünüyor. Twitter’da, Instagram’da cinsel içeriklerin var olduğunu düşündüğümüzde tamamen bu yönlü içeriklerden temizlenemese de Vine bu adımla en azından bu algıdan kurtulmak istiyor. webrazzi
Hindistan'da Tecavüz Soruşturmasına Kast Engeli
Hindistan'da tecavüze uğrayıp öldürülen kızların yakınları, alt kasttan olmaları nedeniyle polisin kendilerine yardımcı olmadığını iddia etti. Hindistan'ın kuzeyindeki Uttar Pradeş eyaletinde iki kızın toplu tecavüze uğradıktan sonra ağaca asılarak öldürülmesiyle ilgili yeni bilgiler ortaya çıkıyor. Öldürülen kızlardan birinin babası, yardım istediği polislerin kendisiyle 'alay ettiğini' ve 'alt sınıftan olduğu' gerekçesiyle olayla ilgili araştırma yapmayı reddettiğini söyledi. Ailelerin verdiği bilgiye göre, 14 ve 16 yaşındaki kızlar kaybolduğunda polisler bölgede arama yapmayı reddetti. Olayın yaşandığı Katra Shahadatganj bölgesi halkı da, kast sisteminin sosyal meselelerde karşılarına büyük bir engel olarak çıktığı görüşünde. Kasabalılar ayrım yapan polis memurlarının yerine yeni görevliler atansa bile, kendilerine yönelik tutumun değişmeyeceği kanısında. Üst düzey polis yetkilisi Atul Saxena ise, ayrımcılık yaptığı iddia edilen polislerle ilgili 'kapsamlı bir soruşturma' başlatılacağını söyledi. Kast sisteminin polisin tavrını etkilemediğini ifade eden yetkili, 'Polis, bütün suçlulara eşit şekilde muamele etmekle yükümlüdür. Olayla ilgili herşeyin doğru şekilde yapıldığına emin olacağız' dedi. Küçük kızlara yönelik tecavüz ve cinayetle ilgili olarak şimdiye kadar biri polis üç kişi tutuklanmıştı. Anaokulunda tecavüz Hindistan'daki bir diğer cinsel istismar vakası da Yeni Delhi'de gerçekleşti. Bir anaokulunun sahibi ve yöneticisi, çocukların tecavüze uğradıkları yönünde şikayette bulunmalarının ardından tutuklandı. 52 ve 30 yaşındaki şüphelilerin çocuklara yönelik cinsel istismarı fotoğrafladığı ortaya çıktı. Hükümet destekli bir çocuk derneğinin yetkilisi olan Anuradha Sahasrabudhe, 28 öğrencinin bulunduğu anaokulunda yaşananlarla ilgili ' Korkunç bir vaka. Çocukların ifadeleri, istismarın çok uzun süredir yaşandığını gösteriyor. Üstelik de bu anlar fotoğraflanmış. Ve çocuklara dışkı yedirmek suretiyle eziyet edilmiş' dedi. Üç kurbandan biri çocuk Polis, anaokulunun 2002'den beri yasadışı olarak işletildiğinin ortaya çıktığını ifade etti. Hindistan'daki çocuk istismarı vakalarının büyük bir kısmı, ev, okul ve bakım tesislerinde meydana geliyor. Nisan 2013'te Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi'de, altı yaşında bir kız çocuğu tecavüz edildikten sonra boğazı kesilmiş halde bulunmuştu. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu'na (UNICEF) göre, Hindistan’da tecavüze uğrayan üç kurbandan biri çocuk. Onbinlerce dava var Hindistan’da yalnızca çocuklara yönelik istismar değil; taciz ve tecavüz vakaları özellikle son yıllarda artmış durumda. Ulusal Suç Kayıtları Bürosu'nun istatistiklerine göre, ülkede her gün 20 kadın tecavüze uğruyor. 16 milyon insanın yaşadığı başkent Yeni Delhi ise en tehlikeli şehir. Kentte her 14 saatte bir cinsel suç işleniyor. BM'ye göre, kentteki kadınların yüzde 85'i saldırıya uğramaktan korkuyor. Onbinlerce tecavüz davası ise Hindistan mahkemelerinde görülmeyi bekliyor. Kaynak: Reuters ve BBC
Çocuk İstismarını Konu Alan Çarpıcı Bir Kısa Film: Zorundayım
Gökhan Oğuztimur'un istismar edilen çocuklar için çektiği Zorundayım adlı kısa filmde gönüllü çocuklar kamera karşısına geçti.Oyuncular; Dilenci çocuk , Böbreği alınan çocuk, Hırsız çocuk, Çöpçü çocuk, Gelin Çocuk, Molotofcu çocuk, Dayak yiyen çocuk , istismarın en önemli rollerini büyük bir titizlikle oynayarak izleyicilere gerçek hayatta çocukların başına gelen olayları anlattı. Aile bireyleri tarafından istismara maruz kalmış çocukların fiziksel ve ruhsal sağlık sorunları diğer çocuklara göre iki kat daha fazla olup bu sorunlar intihar düşüncelerini ve girişimlerini de kapsıyor.Çocukların yaşlarının küçük olmasından kaynaklı polis ve diğer yardım kuruluşlarından destek alamaması bu durumu daha da üstü kapalı hale getiriyor.Türkiye'de son bir yılda rapor edilen çocuk istismarı sayısı 216.875 in üstünde. Ayrıca, dünya suç sıralamasında ülkemiz 3. sırada. Toplum baskısı, aile tepkisi gibi kavramlar yüzünden kayıt dışı olan gerçek sayının ne olduğu ise hiç bilinmiyor. Çekimleri bir hafta süren Zorundayım kısa filmi, sponsor desteği olmadan, Yönetmenin ,ekibin ve oyuncuların ücret talep etmediği bir Sosyal Sorumluluk Projesi olmuştur.KÜNYEOYUNCULARDİLENCİ ÇOCUK Beril ÇolaklarBÖBREĞİ ALINAN ÇOCUK Berkay DenizHIRSIZ ÇOCUK Ece KaradenizÇÖPÇÜ ÇOCUK Simay KaradenizGELİN ÇOCUK Öykü KayaMOLOTOFCU ÇOCUK Berkant KaradenizŞİDDET GÖREN ÇOCUK Canay YenilmezSENERYOEsra OğuztimurGÖRÜNTÜ YÖNETMENİYaşar TuranlıMAKYAJYaşar TuranlıYARDIMCI ASİSTANNeslişah KaynardağMÜZİK / KURGUGökhan OğuztimurFOTOĞRAF / FİLMGökhan OğuztimurYÖNETMENGökhan Oğuztimur
"Yargıya Müdahale Girişimleri Endişeyle Karşılanmaktadır"
Adli Yıl açılışı töreninde konuşan Yargıtay Başkanı Ali Alkan, kuvvetler ayrılığı ilkesine ve yargı bağımsızlığına dikkat çektiYargıtay Başkanı Ali Alkan, iktidarın yargıya müdahale girişimlerini sert sözlerle eleştirerek 'Yargıyı yıpratmak kimseye bir yarar sağlamaz. Adaletin güçlü olması, hâkimler için değil herkes için güvencedir. Bu husus hiç unutulmamalı, yargı mensupları polemiğe zorlanmamalıdır' dedi. Alkan, 'Yargıyı isteğe göre dizayn etmek için yargı kurumları üzerinde baskı oluşturulmak istenmesi, yargının kendi içerisinde yapacağı seçimlere ilişkin müdahale girişimleri endişeyle karşılanmaktadır' ifadesini kullandı.'Yargı kararlarındaki hataların yine yargının kendi denetim sistemi içerisinde giderilmesi beklenmelidir' diyen Alkan, 'Son zamanlarda Yargıtay Kanunu ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nda yapılan değişiklikler ile yargıya müdahale girişimleri, sorunları çözmekten çok artıracak niteliktedir' dye konuştu.Ali Alkan, Adli yıl açılış töreninde konuştu.Alkan'ın konuşmasının tam metni şöyleSaygıdeğer Konuklar,Kıymetli Meslektaşlarım,Basınımızın Değerli Temsilcileri;1943 yılından beri süregelen ve bu sene 71’incisini düzenlediğimiz Adli Yıl Açış Töreninde, sizleri aramızda görmekten mutluluk duyuyor, 2014-2015 adli yılını, ülkemize adalet, barış ve huzur getirmesi dileğiyle açıyorum.Milletimizin 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyor, bu vesileyle bize Cumhuriyetimizi armağan eden Ulu Önder Atatürk ve aziz şehitlerimizi rahmet ve şükran duygularıyla anıyorum.Geçen yıl yitirdiğimiz değerli meslektaşlarımızı rahmetle anıyor, emeklilik ya da başka sebeplerle aramızdan ayrılanlara Türk Yargısına yapmış oldukları hizmetleri nedeniyle teşekkür ediyor, bundan sonraki yaşamlarında sağlık ve mutluluklar diliyorum.Devlet işlerinde kişilerin geçici, makamların ise kalıcı olduğu gerçeği “Mahkeme kadıya mülk değildir” özdeyişi ile kültürümüzde çok güzel bir şekilde ifade edilmiştir.Dolayısıyla burada dile getireceğim hususlar yargının görev ve sorumluluklarına yönelik sorun ve isteklere ilişkindir. Bu istek ve eleştiriler şahıstan şahsa değil, makamdan makama iletilen hususlar olarak değerlendirilmelidir.Sayın Konuklar,İnsanların bir toprak parçası üzerinde tesis ettikleri egemenliğin meşruiyeti ve modern anlamda devlet olarak kabulü hukuk ile mümkündür.Tarih boyunca devletin, kendi sınırını zorlayan karakteri ile hukukun, adaleti sağlamak, hak ve özgürlükleri korumak için sınırlayan ve denetleyen yapısı çatışmış, çatışmanın getirdiği arayışlar insanlığı demokrasi ve hukuk devleti dediğimiz denge ve kontrol sistemine ulaştırmıştır.En üstün varlık olarak kabul edilen insanın, huzur ve güvenliğini sağlamak için oluşturulan devletler, adalet üzerine kaim olurlar. Tarihte, Osmanlı Devleti gibi uzun süre yaşamış devletlerin adil oldukları sürece varlıklarını devam ettirdikleri bilinmektedir. Öte yandan devlet işleyişinin sürekli ve etkin biçimde denetlenmesi devletlerin ayakta kalmalarının önemli kriterlerinden birisidir.Sayın Konuklar,Anayasanın 2’nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik, laik ve sosyal bir devlet olması yanında “hukuk devleti” olduğu da açıkça belirtilmiştir.Hukuk devleti, bireyi esas alan, faaliyetlerinde hukuk kurallarına bağlı, denetlenebilen, hak ve özgürlükleri güvence altına alan, vatandaşlarına hukuk güvenliğini sağlayan, yönetimde keyfiliği engelleyen ve kendisini hukukla sınırlayan devlettir. Hukuk devleti, hukuku olan devletten daha ileri bir anlam ifade etmektedir. Bu anlam, normları ve yüksek standartları sözleşmelerle kabul edilmiş uluslararası toplumun, ya seçkin ve örnek gösterilen ya da sorunlarını hâlâ aşamamış bir üyesi olma konusundaki bir tercihi içermektedir.Hukuk başlı başına bir amaç değil, adalet için bir araçtır. Soyut bir kavram olan adalet, hukuk sistemi içerisinde yer alan ve hukuka meşruiyetini veren temel ilkeler üzerinde somutlaşır. Bu temel ilkeler hukukun genel prensipleri ve insan haklarıdır. Bu ilkeler, hukuku asırdan asra, toplumdan topluma değişen, sübjektif ve göreceli bir kavram olmaktan çıkararak ona evrensel bir adalet anlayışı üzerinde objektif varlığını kazandırır.Hukuk, nihayetinde birey, toplum ve devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen bir mekanizma sunar. Bu düzen öncelikle kuvvetler ayrılığı ile sonra uluslararası güvencelere bağlanmış insan haklarını koruma mekanizmaları ile sağlanır. Birincisi devlete, devlet içinde bir sınırlama oluştururken, ikincisi devlete yine devletin rızası ile dışarıdan bir sınır çizer. Günümüzün modern devletleri için her iki tür sınırlama da devletin hukuk içerisinde kalmasının en büyük güvencesidir.Hukuk devletinde bir davranışın karşılığı, kamu görevlilerinin keyfi tutumlarına veya konjonktüre göre değil önceden belirlenmiş açık, anlaşılır ve herkese eşit uygulanan kurallar çerçevesinde görülür. Hukuki güvenlik ilkesi bu koşullar altında sağlanır.Sayın Konuklar,Hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesi, insan haklarının güvence altına alınması ve özgürlüklerin Demokrasinin vazgeçilmez ilkelerinden birisi de kuvvetler ayrılığıdır.Anayasamızca da benimsenmiş olan kuvvetler ayrılığı ilkesi, egemenlik yetkisinin devlet erkleri arasında hiyerarşik olarak değil işbölümü ve işbirliği içerisinde kullanılması olarak tanımlanmıştır. Bu ilke devlette farklı erklerin bulunduğu, özgürlüklerin güvence altına alınabilmesi için de bu erklerin birbirinden ayrı ve müstakil organlara verilmesi gerektiği düşüncesine dayanmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı erkleri önceleri tek bir otorite tarafından kullanılırken; demokrasi düşüncesinin gelişmesiyle erklerin birbirinden bağımsız çalışması olgusu gerçekleşmiştir. Bu ilkenin temel amacı, egemenliğin bir kimsede, bir zümrede, bir erkte toplanmasına izin verilmemesidir.Anayasa’ya göre “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir”. Egemenliği Türk milleti adına doğrudan kullanma yetkisi yalnız yasamaya hasredilmiş olmayıp yargı da bu yetkiyi bağımsız mahkemeler aracılığıyla Denetim, ileri demokrasinin teminatıdır. Yargının bağımsızlığını ortadan kaldırmak veya yürütmeye bağlı bir yargı oluşturmak, yargı denetiminden kaynaklanan meşruiyeti hafife almak olacaktır. Hâlbuki yürütmenin üstlendiği yetkinin kullanılma koşullarından ve meşruiyet kaynaklarından biri de, millet adına karar veren bağımsız yargı denetimidir. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan seçimler de yargıç güvencesinde yapılmaktadır. Yargının en küçük ilçedeki biriminden yüksek mahkemelerine kadar kullandığı yetki, egemenlik yetkisidir. Yargı bu yetkiyi Anayasa gereğince milletten alır ve başka bir erkin onayına ihtiyaç duymadan millet adına kullanır.Tarih, hukukla sınırlanmamış bir yönetimin vatandaşları için büyük bir tehdit haline geldiğine pek çok defa tanıklık etmiştir. Hukukun bu sınırlayıcı işlevinin tek güvencesi kuvvetler ayrılığı ve bunun doğal sonucu olan yargı bağımsızlığıdır. Denetim ve denge sisteminin en önemli sacayaklarından biri olan bağımsız yargı da, demokratik sistemlerde bireylerin hak ve özgürlüklerinin çoğunluğun tahakkümüne karşı en büyük güvencesidir. Yürütmenin etkisi altında olan bir yargının, keyfi ve hukuka aykırı eylem ve işlemlere karşı gerçek bir denetim ifa etmesi beklenemez. Böyle bir sistemde hiç kimsenin hak ve özgürlüklerinin koruma altında olduğu da söylenemez.Sayın Konuklar,Anayasa, yürütme organının sorumluluğu ile yargı ve yasama organlarının sorumluluklarını birbirinden ayırmıştır. Bütün ileri demokrasilerde olduğu gibi ülkemiz anayasasında da yasama organı ile yargı organı doğrudan icra organları olmadığından vicdani rahatlık içerisinde çalışabilmeleri için birtakım hak ve yetkilerle donatılmışlardır. Yasamanın sahip olduğu ve yasama dokunulmazlığı olarak ifadesini bulan bu hak, yasama üyelerinin görevlerini yaparken hiçbir baskı altında olmadan hareket etmelerini amaçlamaktadır. Yargı erkinin sahip olduğu hak ise yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı olarak ifade edilmiştir.Kuvvetler ayrılığının tabii sonucu olarak yargı erkinin diğer erkler üzerinde denge ve denetleme görevini yerine getirebilmesi için bağımsız olması gerekmektedir. Yargı bağımsızlığı, hâkimlerin yasama ve yürütme dâhil hiçbir makam, merci veya kişiden emir ve talimat almadan ve hiçbir baskı hissetmeden Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verebilmelerini ifade eder.1943 yılından beri yapılan adli yıl açış konuşmalarının ortak noktasını kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı oluşturmuştur. Bu konuda Anayasa ve yasalarda düzenlemeler yapılsa da demokratik hukuk devleti diye tanımladığımız ülkelerdeki yargı bağımsızlığı standartlarını bir türlü yakalayamıyoruz. Yürütmenin bir kısım temsilcileri, yetkili soruşturma makamları tarafından verilmiş bir talimat olmadan yargıya polis operasyonu yapılabileceğini kamuoyu önünde açıklayabilmektedir. Yargıyı isteğe göre dizayn etmek için yargı kurumları üzerinde baskı oluşturulmak istenmesi, yargının kendi içerisinde yapacağı seçimlere ilişkin müdahale girişimleri endişeyle karşılanmaktadır. Buna karşılık yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti olmadan gelişmiş ülke olunamayacağına ilişkin düşünce sahiplerinin olması da bizleri ümitlendirmektedir.Yargı kararlarındaki hataların yine yargının kendi denetim sistemi içerisinde giderilmesi beklenmelidir. Bu hususlar yargı bağımsızlığına müdahale için gerekçe yapılmamalıdır. Son zamanlarda Yargıtay Kanunu ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nda yapılan değişiklikler ile yargıya müdahale girişimleri, sorunları çözmekten çok artıracak niteliktedir.Yargı bağımsızlığına müdahale niteliği taşıyan konularda, yargının susmasını ve sadece kararları ile konuşmasını beklemek, ancak; demokrasiye, kuvvetler ayrılığına ve hukukun üstünlüğüne gerçek anlamda bağlılığın yaşandığı ortamlarda haklılık kazanabilir. Evet, yargı sadece kararlarıyla konuşmalıdır. Çünkü yargının millet adına karar verme fonksiyonu, gündelik tartışmaların uzağında, sakin ve korunmuş bir ortamda çalışmasını gerektirmektedir. Zira o, yasama ve yürütmeyi denetleyen bir erk olarak mehabetini korumak durumundadır. Yargının sükûnet ihtiyacına gerekli özen gösterilmiyorsa veya bu ihtiyaç umursanmıyorsa, sessizliği korumak nasıl mümkün olacaktır? Mehabet dediğimiz olgu, biraz da muhataplardan beklenmesi gereken bir özene işaret etmez mi?Bir yasa önerisinin yüksek yargının yere indirileceği şeklinde sunulması, birkaç sene önce verilmiş bir Yargıtay kararının güncel bağlamda yakışıksız bir biçimde anılması, yargısal kararlarla kabul edilmiş olguların mevcut olmadığının ilan edilmesi, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşürecek yakıştırmaların alenen yapılıp soruşturmacıya hukuka uygun tek bir delil sunulmaması, yüksek yargı için öngörülen yapısal değişikliklerin kurumsal görüşler alınmadan gerçekleştirilmesi, yüksek yargıdaki muhtemel seçim süreçleri ve yüksek yargıçların seçime ilişkin özgür tercihleri önemsenmeden takvim öngören yasalar yapılması, Yargıtay’daki unvan ve görevler için yıllar içinde yerleşmiş ve kabul gören sürelerin müktesepler dikkate alınmadan ve hiçbir ihtiyaca dayanmadan değiştirilmesi, idari nitelikli takdire bağlı tasarruflara bile müdahale edilmesi gibi hususlar, yargıyı konuşmaya zorlayan uygulamalar değil midir?Hiç endişe edilmesin, genel olarak ülkemizdeki yaklaşımın, özel olarak da içinden geçtiğimiz ortamın bir yargıçlar devletine yol açma ihtimali; yargının, yargısal denetimin, hâkim ve savcıların etkisizleştirildiği bir Türkiye ihtimali yanında, pek zayıftır.Yargının bağımsızlığı en başta yargı kurumlarının organizasyonlarında ve işleyişinde kendini gösterir. Yargının teşkilat yapısı ile yargısal alan; beklentilerle, ani gelişen olaylar üzerine, makul, meşru ve haklı gerekçe içermeden, tek taraflı olarak düzenlenebilecek bir alan olmamalıdır. Özellikle anayasayla yargıya tanınan demokratik seçim hakkının kullanılması sonucunda oluşacak temsile, yeni bir yasa değişikliği ile müdahale düşüncesi kabul edilemez.Yargıtay 146 yıllık bir kurum olarak, kurallarla, seçimlerle, kurullarla, müzakerelerle, yıllar içinde oluşturduğu güçlü kurumsal yapısı ve kültürü ile en önemlisi de iyi yetişmiş insan kaynakları ile sorunlarını kendi içinde çözebilecek imkân, tecrübe ve kabiliyete sahiptir. Sorunların çözümü adına, Anayasal düzen içerisinde bir dış katkıya ihtiyaç duyulduğunda, bu ihtiyaç kurumlar düzeyinde dile getirilecektir.Yargı bağımsızlığı, yargının her türlü eleştiriden ve sorgulamadan azade olduğu anlamına gelmediği gibi, yargıyı kamusal sorumluluktan muaf tutan bir dokunulmazlık zırhı olarak da görülmemelidir. Asıl işlevi denetim olan yargının, denetim dışı olmak gibi bir talep ve arayışı olamaz. Ancak bağımsızlık ile hesap verebilirlik dengesinin iyi kurulması gerekmektedir.Halkın, yargının hiçbir etki altında kalmadan, özenle, bağımsız ve tarafsız bir şekilde hareket ettiğine olan inancı sarsılmamalıdır. Bu inancın sarsılması, halkın başvurabileceği son merci olan yargıdan hakkını alamayacağı düşüncesiyle hukuk dışı bir takım girişimlere başvurmasına, dolayısıyla kamu düzeninin bozulmasına sebep olacaktır. Bugün yargıya güvenin zedelendiğini, azaldığını söyleyenlerin, bunun nedenleri arasında yargı bağımsızlığının önemli ölçüde azalmış olduğunu görmeleri gerekmektedir.Tüm devlet düzeni ile birlikte yargıda da devamlılık ve tutarlılık esastır. Adalet nihai olarak kesinleşmiş yargı kararlarında, kesin hükümlerde somutlaşır. Adaletin gücü ve etkisi kesin hükmün otoritesiyle ilişkilidir. Hükümler, aleniyet içerisinde, milletin huzurunda verilir. Neticeye etki edebilecek bir söze ve bu sözü söyleyebilecek bir konuma sahip olup da, bunu hükümden sonraya bırakmak; hükme, hükmün konusuna ve ilgilendirdiği kimselere haksızlık olacaktır.Yargıtay’ın münferit bir kararı ele alınarak kararın değil, kararı veren kişilerin, dairelerin ve kurulların yıkıcı bir üslupla eleştirilmesini, eleştirilerin yıpratma kampanyası haline dönüştürülmesini, eleştirirken de herkesin kendi siyasi düşüncesini ölçü almasını doğru bulmuyoruz.Yargıyı yıpratmak kimseye bir yarar sağlamaz. Adaletin güçlü olması, hâkimler için değil herkes için güvencedir. Bu husus hiç unutulmamalı, yargı mensupları polemiğe zorlanmamalıdır.Sayın Konuklar,Hâkimlerin görevlerini adalete uygun biçimde özgürce yapabilmeleri için, yargı bağımsızlığı yanında hâkimlik teminatının da tam olarak sağlanması gerekir. Mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı; hâkimleri her türlü baskı, tehdit, tavsiye ve yönlendirmeye karşı koruma sağlayan güvencelerdir.Hâkim bağımsızlığı ve teminatı özel önemi nedeniyle Anayasa’da kapsamlı bir şekilde düzenlendiği gibi, uluslararası sözleşmelerde de yer almıştır. Hâkim bağımsızlığı ve teminatı, yargılama işlevini yerine getiren hâkimler için bir ayrıcalık olmayıp, yargılananlar için adil yargılanma hakkının güvencesidir. Bağımsız ve teminatlı olmayan bir mahkemenin adalet dağıtması, hak ve özgürlükleri koruması mümkün değildir. Adalet dağıtanların elindeki bu güvencelerin alınması, hâkimi değil, yargı eliyle hakkına kavuşacak insanları mağdur eder.Yargı bağımsızlığını teminat altına almak için hâkimlere tanınan anayasal güvencenin, yürütmeden bağımsız bir otorite tarafından hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu durum, hâkimlerin karar alma süreçlerindeki bağımsızlıklarını, görev süreleri ile coğrafi teminatlarının güvenceye alınmasını ve ekonomik anlamda kendilerini bağımsız hissetmelerini sağlamayı içerir.Sayın Konuklar,Hukuk devletinin temel gereklerinden birisi de yargının tarafsızlığıdır. Tarafsızlık, hâkimin baskı altında kalmadan, etkilere kapalı, objektif olarak yargılama yapması, hukuka ve vicdanına göre karar vermesidir. Bu anlamda tarafsızlık herkes için bir güvencedir. Hâkim, önüne gelen davada görüş ve inançlarından sıyrılarak günlük siyasetin ve tartışmaların etkisinden uzak kalarak karar vermelidir.Hâkimler de bu toplumun içinde yaşamaktadırlar. Bu nedenle farklı görüş ve tercihlerinin olması doğaldır. Ancak, hâkimler bu bireysel düşüncelerinin etkisiyle karar veremez ve siyasal düşüncelerini kararlarına yansıtamazlar. Hâkimler, tarafsız oldukları kadar özel ve mesleki yaşamlarındaki davranış ve söylemleri ile de tarafsız görünmek zorundadırlar. Hâkimlerin siyasallaşması, siyasallaştırılmak istenmesi veya siyasete konu yapılması, görevlerine yansıtmadıkları bireysel görüşlerinden dolayı ayrımcılığa tabi tutulması hukuk devletinde kabul edilemez. Hâkim ve savcılar, menfaat ve baskı gruplarından herhangi bir beklentiyle de karar veremezler.Yargının tarafsızlığının sağlanması öncelikle yargı görevini yerine getirenlerin sorumluluğundadır. Bununla birlikte yasama ve yürütme erklerinin temsilcileri de hakimlerin tarafsızlığı konusunda şüphe uyandırabilecek her türlü beyanattan kaçınmalıdırlar. Tarafsızlığın zedelendiği bir ortamda verilen kararlara güvenilemeyeceği için adalet duygusu tatmin olmayacaktır.Sayın Konuklar,Demokrasi, sadece bir kişi bile olsa her düşüncenin kendisini ifade imkânına ortam sağlanan bir rejimdir. Unutulmamalıdır ki her önemli ve büyük düşünce ortaya çıktığı çağın azınlık düşüncesidir. Hiçbir düşünce topyekûn olarak doğmamış ve hemen kabul görmemiştir. Otoriter yönetimlerin en fazla karşısında durdukları özgürlük, ifade özgürlüğü olmuştur. Bazılarına göre ifade özgürlüğü, hoşlarına gidecek sözlerin söylenmesinden ibaret olsa da bu özgürlük, sadece hoşa giden ifadeler için değil; en fazla da yadırganan ifadeler yönünden bir güvencenin sağlanmasıdır. İfade özgürlüğünün bulunmadığı bir yerde demokratik süreçlerin işlemesi imkânsızdır.İfade özgürlüğü de sınırsız bir hak değildir. Bu sınırlar siyasi iktidarların ifade özgürlüğü karşısındaki tutumlarına göre değil; uluslararası bir mutabakatın meşru saydığı gerekçelere bağlı olarak tayin edilir. Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri, ifade özgürlüğü hakkının sınırlarını şimdiye kadar oluşturmuş olduğu bir içtihadi hukuk zenginliği ile belirlemiştir. Ne var ki uluslararası hukukun kriterleri gözetildiğinde ülkemizin arzulanan bir yerde olmadığı açıktır.Siyasi iktidarlar, ulusal güvenlik, kamu düzeni gibi gerekçelerle bu hakkın kullanılmasını engelleme eğilimindedirler. Hâlbuki ifade özgürlüğü demokratik bir sistemde iktidarı denetlemenin en önemli araçlarından birisidir. Bu yönüyle özgür basının da varlığı başta olmak üzere aykırı düşüncelerin ifade edilmesi sağlıklı bir işleyiş için de sigorta niteliğindedir. Dolayısıyla, ifade özgürlüğünün en geniş tanındığı alan, devlete, kurumlarına ve politikalarına karşı yöneltilen eleştirilerdir. Bundan sonra da, siyasilerin ve kamusal kişiliklerin kamusal tartışma platformunu ilgilendiren tüm düşünce ve yaşam alanları gelmektedir.Sayın Konuklar,“Adalet, devlet düzeninin temelidir” deyişinin ışığında hukuk düzenimize ilişkin yaşanılan diğer bir kısım sorunlara da değinmek istiyorum.Son dönemde yaygın olarak yapılan haber ve yorumlarda adalete olan güvenin ve inancın azaldığından bahsedilmekte ve bunu yansıtan istatistiki bilgiler yayımlanmaktadır. Ancak bu güven eksikliğinin nedenleri üzerinde hiç durulmamakta, güvensizliği dile getiren kesimlerin bu konuda ne gibi olumsuz etkilerinin olduğu değerlendirilmemektedir. Mahkemeler ve kararları kanunla teminat altında olduğu halde kamuoyunda açık ve aleni bir şekilde sert ve yıkıcı bir üslupla eleştirilebilmektedir. Bu durum; mahkemelerin sanki kanuna ve delillere göre değil de konjonktüre göre kararlar veriyormuş algısı ve inancını oluşturmaktadır. Hukuki güvenlik ilkesinin hayata geçirilmesi ve korunması, hukukun üstünlüğüne bağlı kalacağına ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağına ant içmiş yasama ve yürütme mensupları ile “Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatine göre hüküm verecek olan” yargı mensuplarının ödevidir.Sayın Konuklar,“Yasalar soyut ve genel olarak hazırlanır” temel hukuk ilkesine karşın özel amaçla yasa çıkarma anlayışı, aynı yasalarda sık sık değişiklikler yapılması ve yasalar çıkarılırken anayasaya uygunluğu konusunda gerekli özenin gösterilmemesi adalete olan güveni sarsmakta, yargı ve yönetimde de tıkanmalara neden olmaktadır. Bu, ülkemizin ve milletimizin barışı ve huzuru için tehlikeli bir durumdur.Yargı, yürürlükteki yasalara göre, belge ve delillere bakarak kararını verir. Buna rağmen kesinleşmiş mahkeme kararları dosya içerikleri bilinmeden siyasi mülahazalarla tenkit edilmektedir.Hukuk sistemimizde yaşanılan bu olumsuzluklar yıllardır üye olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği ve diğer demokratik ülkelerce de izlenmekte, diplomatik bir şekilde yapılan uyarıların ülkemiz hakkında hazırlanan uluslararası raporlara yansımaları görülmektedir.Sayın Konuklar,Yargının, seçilmiş organları denetlemesinin vesayet olarak algılanması da doğru değildir. Vesayet, kendi görevini tam ve layıkıyla yerine getiremeyeceği düşünülen kişi veya kurumlara bir temsilci atanmasıdır. Hukuk devletinin olmazsa olmaz şartı yargısal denetim; yargısal denetimin olmazsa olmazı ise, verilen yargı kararının gereklerinin yerine getirilmesidir. Başka bir deyişle, yargısal denetim sürecinde ve sonucunda verilen yargı kararları uygulanmadıkça, gerçek anlamda bir hukuk devletinden bahsetmek mümkün değildir.Yargı kararları, hak arama özgürlüğünün somut yansımasıdır. Hak arama özgürlüğü, yargı kararları ile korunan bir hakkın sahibine kazandırılması ile gerçekleşir. Yargı kararları, hukuka aykırılığın saptandığı birer belge olmaktan ibaret olmayıp uygulanmak için vardır ve uygulanması zorunludur. Ülkemiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi aritmetiği, temsil oranı ve sosyal mutabakat bakımından yıllar sonra yakalamış olduğu yeni bir Anayasa yapma fırsatını maalesef yine kaçırmıştır. Bir yandan, Anayasayı pek çok olumsuzluğun kaynağı olarak göstermek, diğer yandan yeni bir Anayasa yapma konusunda yeterince istekli olmamak tutarlı görünmemekte, olumsuzluklardan kurtulmak yerine onlardan yararlanma tercihini akla getirmektedir. Demokratik Anayasa kavramının ruhuna uygun, hak ve özgürlükleri esas alan, kuvvetler ayrılığı vurgusu güçlü, yargı bağımsızlığı ve yargı denetimi güçlendirilmiş, azınlık haklarını koruyan, çoğulcu bir mutabakatla oluşacak yeni Anayasaya, toplumsal barış ve huzurumuz, dirlik ve düzenimiz, demokrasimiz açısından her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Böyle bir Anayasa yeni bir toplumsal sinerjinin dinamiği olacaktır.Sayın Konuklar,Önceki yıllarda da dikkat çektiğimiz ve bir asayiş sorunu olmanın ötesinde cinsiyet ayrımcılığına dayalı bir insan hakları sorunu olarak ele alınması gereken kadına karşı şiddet olgusu ve her türlü çocuk istismarı maalesef ciddiyetini korumaktadır. Gençliğimizi tehdit eden uyuşturucu kullanımı giderek artmakta, kullanım yaşı hızla düşmekte ve kullanıcılara yönelik tedavi hizmetleri, bir mahkeme ilamına bağlı olduğunda bile etkin olamamaktadır.Mülkiyet hakkını ilgilendiren hırsızlık suçları ile iş ve çalışma hayatını ilgilendiren hukuksal uyuşmazlıklara ilişkin davaların sayısı da hızla artmakta, Yargıtay'daki iş yükünün ciddi bir kısmını bu tür davalar teşkil etmektedir. Dava sayısı üzerinden izleyebildiğimiz bu artışlar nedeniyle, toplumsal sorunlarımızın niteliği ve özellikle de hak duygumuzun aşınmasına ilişkin olarak düşünmeli ve yüzümüzü sorunun asıl kaynağına, özellikle eğitime bakan yönüne çevirmeliyiz.Sayın Konuklar,Yargıtay'ın iş yükünden de kısaca bahsetmek isterim. Sıklıkla vurguladığımız gibi adaletin gecikmesi toplumsal huzuru bozmaktadır. Oysa hukukun temel amacı toplumda barışı tesis etmektir. Son üç yıldaki yoğun çalışma tempomuza hız kesmeden devam etmekteyiz. Geçen yıllarda da örnek verdiğim Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin boşanma davaları hakkında karar verme süresi 2010 yılında iki yıl, 2011 yılında bir buçuk yıl, 2012 yılında dokuz ay, 2013 yılında altı ay iken bu yıl itibariyle dört ay gibi makul bir süreye gelmiş durumdadır.Rakamlarla ifade etmek gerekirse Yargıtay’da 2008-2010 yılları arasında yıllık ortalama çıkan dosya sayısı 550.000’lerde iken 2011 yılında yapılan değişikliklerden sonra bu sayı 900.000’lere ulaşmıştır. 2014 yılına devreden dosya sayısı 520.000 olup eğer dairelerimiz 2011 yılında yapılan değişiklikler doğrultusunda çalışmalarını artırmasaydı bu sayı 1.500.000’i aşmış olacaktı. Bu vesileyle tüm Yargıtay çalışanlarına teşekkür ediyorum.Son üç yılda yaklaşık % 40 oranında artan dosya sayısına karşılık, Yargıtay olarak inceleme süreleri konusunda ulaştığımız standartlardan geriye gitmeme çabası içerisindeyiz. Yapılan açıklamalara göre 2014 yılı Kasım ayında Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle Yargıtay'a gelecek dosya sayılarında önemli bir azalmanın olacağı muhakkak ise de; Bölge Adliye Mahkemeleri yönüyle benzer sorunların bir iki yıl içerisinde yaşanması ihtimali çok yüksektir. Gerek ülkemiz ölçeğinde gerekse daha küçük ölçekteki yargı sistemlerinde uyuşmazlıklar ilk aşamada ve yüksek oranlarda arabuluculuk, uzlaşma ve tahkim gibi alternatif uyuşmazlık çözüm yolları ile sonuçlanmaktadır. Bu iş yükü sorununun azaltılması için alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının etkin bir şekilde uygulamaya konulması gerekmektedir.Yargıtay'ın içtihat üretme ve uygulama birliğini sağlama temel görevini yerine getirebilmesi için uygun şartların sağlanması önemlidir. Bu gün itibariyle ilk derece mahkemelerinde açılan dava dosyalarının yaklaşık beşte biri önümüze gelmekte ve son denetim mercii olarak burada çözümlenmektedir. Gelen bu dosyalar arasında nitelik itibariyle temyiz incelemesinden geçmesi mutlak zorunluluk içeren uyuşmazlıklar olduğu gibi hem nitelik hem de nicelik olarak ilk aşamada sonuçlanması gereken uyuşmazlıklar da bulunmaktadır. Enerjimizin oldukça fazla miktarı, doğru filtreleme olmamasından dolayı bu ikinci tür dosyalara harcanmaktadır. Sistemin verimli olarak çalışma ortamına kavuşmasının gerekliliği çok açıktır.Yargıtay Başkanlığı verdiği kararlarda şeffaflığı ve uygulama birliğini sağlamak amacıyla icra iflas hukukuna ilişkin 200.000’i aşkın kararı kişisel verilerden temizleyerek herkesin erişimine açmış olup, bu çalışma diğer dava türlerine ilişkin kararlar için de sürdürülmektedir. 1975-2012 yılları arasındaki Yargıtay Kararları Dergisi’nin tamamı internet ortamında erişime açılmıştır. Ayrıca ilgililere de internet üzerinden siyasi parti üyelik kaydı sorgulama, tebliğnamelere ve Yargıtay kararlarına erişim imkânı sunulmuştur. Ceza Genel Kurulu ve Hukuk Genel Kurulu kararlarının tamamı yayımlanmaktadır.Başta ilk derece mahkemelerinde görev yapanlar olmak üzere tüm meslektaşlarıma sesleniyorum.Hâkim ve savcı olmak, bizim için en büyük onur ve şeref kaynağıdır. Hiçbir makama, unvana ve göreve tamah ve tenezzül etmeyiniz. Yargının hepimizin bildiği iç sorunlarını kendi içinizde, kendiniz çözünüz. Görevinize ve temsilinize müdahale ettirmeyiniz. Bağımsızlık ve teminatınıza el uzatan hiçbir çözüme rıza göstermeyiniz, başınızı dik tutunuz. Sizler, ülkemizin farklı köşelerinde, üstün vasıflarınız, mütevazı yaşamınız ve vicdanlarınızdan süzdüğünüz kararlarınızla, yargının yüz akısınız. Mesleki dayanışmanızı ortaya koyma biçimlerinizi, çok sesliliğinizi ve mesleki örgütlenmelerinizi takdirle izliyor, sizleri sevgi ve saygıyla kucaklıyorum.Yargının tüm kademelerinde görev yapmakta olan çalışanlara 2013-2014 yılında gösterdikleri üstün gayret ve çabaları nedeniyle teşekkür ediyorum. Yeni adli yılın yargı bağımsızlığı ve hukuk güvenliği adına daha güzel günler getirmesi dileğiyle açılışımıza onur veren konuklarımıza ve meslektaşlarıma en derin saygılarımı sunuyorum.2014-2015 Adli Yılı, JW Marriott Otel'de düzenlenen törenle başlıyor. Hükümet üyeleri Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'Metin Feyzioğlu konuşacaksa ben yokum' dediği törene protesto ederek katılmadı. Muhalefetten ise HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu törene katıldı.Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın da katıldığı törende Feyzioğlu'nu Yargıtay Başkanı Ali Alkan karşıladı. T24
Çocuk Gelinler Üstüne Bir Roman
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) tarafından hazırlanan rapora göre, Türkiye, çocuk gelinlere en çok rastlanan ülkeler sıralamasında yüzde 14 oranıyla ikinci sırada yer alıyor. İlk sıraları Batı-Doğu-Orta Afrika ülkeleri ile Güney Asya ülkeleri alıyor. Konunun birçok uzmanı 18 yaşın altındaki evliliklerin çocuk istismarı olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtiyor. Ancak, ülkemizde halen istismarın adı ‘evlendirme’ olarak doğal bir şey gibi lanse ediliyor.Çocuk gelinleri gezdiği, gördüğü ve yaşadığı yerlerden esinlenerek kaleme alan Ali Bayram, “13’ünde Kadın Olmak” romanı ile çocuk gelinlerin dramlarını gözler önüne seriyor. Romanının kahramanları, daha doğrusu mağdurları olan 13’ündeki ikizler, Helin ve Sıla da ağabeylerinin bir başkasının ölümüne neden olduğu insanların kanları karşılığında evlendiriliyor. Romanda çocuk gelin gerçeğine karşı direnen bir köy öğretmeninin de düzeni değiştirmeye çalışırken çarkın dişlilerinde öğütülerek yok edildiği anlatılıyor.Bayram’ın, görev yaptığı yerlerde yaşadığı töre gerçeğini romanına yansıtırken, “13’ünde Kadın Olmak” bizlere ‘insan’ olmanın sadece unvan olmadığını, bir felsefe olduğunu hatırlatmakla birlikte; namlunun soğukluğuyla, kurşunun kalbinize saplanması acısını yaşatıyor. Ne acı ki; çocuk gelinler insanlık dışı bir töreye kurban ediliyor.Yazar, bir röportajında “İki çocuk gelin, iki ayrı evde, insanlık dışı bir töreye kurban ediliyordu” diyor. Evet, anahtar kelime buydu aslında. İnsanlık dışı bir töre…Sizlere kusura bakmayın ama ‘güzel, keyifle okuyabileceğiniz bir roman’ gibi laflar edemeyeceğim. Şezlonga şöyle uzanırken, içkinizi böyle yudumlarken okuyabilirsiniz gibi pazarlama laflarına da hiç gerek yok. Romanın hedef kitlesi A + da değil ayrıca. Çünkü hedef kitlesi, empati yapabilen herkes. Biraz empati yapabilen ve kendi dışımızda da ne gibi hayatlar olduğunu bilmek isteyenler için etkileyici bir roman.Kaynak : Aycan Pırasalar Yengigün Gazetesi
'MİT Kişisel Verilere Yargı Denetimi Olmaksızın Ulaşabiliyor'
İnsan Hakları İzleme Örgütü raporuna göre, 'Hükümet internette ifade özgürlüğünü engellemeye yönelik yetkilerini genişletti ancak hükümeti denetleyebilecek bir mekanizma yok!'İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) “Türkiye'nin çevrimiçi (online) ifade özgürlüğü”ne yönelik hazırladığı raporda, “Son aylarda hükümet çevirimiçi içeriği sansürleme ve internet faaliyetlerini takip etme yetkilerini genişletti; bu yetkilerin kullanımını denetleyen bağımsız bir mekanizma ise yok” ifadelerine yer verdi.'Türkiye'nin iktidar partisi uyguladığı politikalara yöneltilen eleştirilere, internet sansürüne daha da hız vererek ve sosyal medya kullanıcıları hakkında davalar açarak yanıt verdi' değerlendirmesinde bulunan İnsan Hakları İzleme Örgütü internet araştırmacısı Cynthia Wong , “Türk Hükümeti'nin çevirimiçi haklara yönelik gerileme anlamına gelen bu yaklaşımını görmezden gelmemelidir” ifadesini kullandı.İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne göre “Türk Hükümeti'nin web sitelerini engellemekten ve sosyal medya kullanıcıları hakkında savcılık soruşturması ve kovuşturması açmaktan vazgeçmesi, Anayasa Mahkemesi'nin de, yeni MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) yasasındaki hak ihlali anlamına gelen düzenlemeleri iptal etmesi” gerekiyor.Türkiye’de engellenen site sayısının bilinmediğine işaret edilen raporda şu ifadelere yer verildi:“Son yıllarda, Türk makamları 5651 sayılı, son derece katı Internet yasasından aldıkları yetkiyle onbinlerce internet sitesine erişimi engellediler. Engellenen sitelerin kesin sayısı bilinmiyor çünkü Internet erişiminin engellenmesine yönelik hukuki ve idari usul ve süreçler saydam bir şekilde işlemiyorlar. Dahası, hükümetin geçtiğimiz Şubat ayında meclisten geçirdiği değişiklikler, bu yasada zaten varolan sansürleme yetkilerini daha da artırdı. Bu değişiklikler, bir web sitesinde yayınlanan bir paylaşımın, özel yaşamın gizliliği hakkını ihlal ettiğinin sadece iddia edilmesi durumunda bile, o web sitesine erişimin, yetkili makamlar tarafından herhangi bir mahkeme kararına gerek duymaksızın engellenmesine olanak tanıyor.Hükümet ayrıca sosyal medyayı da susturmaya çalıştı. Türk makamları 30 Mart yerel seçimleri öncesinde protesto gösterilerini örgütlemek ve reform çağrısında bulunmak için kullanılan Twitter ve You Tubegibi sitelere erişimi engellediler. Bu engellemeler, üst düzey devlet görevlileri arasında gerçekleşen bazı telefon görüşmelerinin sosyal medya aracılığıyla kamuoyuna sızdırılması sonucu patlayan bir yolsuzluk skandalının hemen sonrasında vuku buldu.Bu topyekun engelleme, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere, uluslararası camiada yaygın bir şekilde eleştirildi. Ancak o dönemde başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, uluslararası camia ne derse desin, Twitter'ın ve diğer sosyal medya sitelerinin 'kökünü kurutacağına' yemin etti.Twitter ve You Tube'a erişim, Anayasa Mahkemesi tarafından, sırasıyla Nisan ve Haziran aylarında serbest bırakıldı. Anayasa Mahkemesi Twitter'a yönelik topyekun engellemenin bilgi edinme hakkına yönelik ciddi bir kısıtlama getirdiğini belirtti ve bu engellemenin yasadışı ve keyfi olduğu saptamasında bulundu. Ancak 2007'den bu yana You Tube ile birlikte başka bazı sosyal medya sitelerine de erişim uzun süreler boyunca engelleniyor.İster çevirimiçi olsun, ister çevrim dışı, özel yaşamın gizliliği hakkı da tehdit aldında. Türkiye, geçtiğimiz Nisan ayında yeni bir MİT yasası çıkardı. Bu yasa teşkilata mahrem verilerin, belgelerin ve her türden kişisel bilgilerin toplanması için çok geniş yetkiler veriyor.”“Yeni internet yasası ile özel yaşamın gizliliği hakkının zedelendiğini” savunan İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne göre “Yasa MİT’in kişisel verilere, yargı denetimi olmaksızın, sınırsızca ulaşmasına olanak tanıyor. Ayrıca toplanan verilerin muhafaza edilmesinin veya hükümetin bu verilere erişiminin kapsamını belirleyen açık ve net kısıtlar da yok. Yasa, ayrıca, teşkilatın yetkilerini istismar etmesi halinde, bu istismarı ortaya çıkartabilecek gazetecilerin hapisle cezalandırılmasını öngörürken, MİT personelini de hukuki soruşturma ve kovuşturmadan fiilen muaf tutuyor”.İnsan Hakları İzleme Örgütü, “Dinleme, izleme ve gözlemeye yönelik bu genişletilmiş yetkilerin, hak ihlalleri yapan soruşturma ve kovuşturmaları besleyebileceğini ve hukukun üstünlüğü ilkesini zayıflatabileceği” tezini sunuyor.İnsan Hakları İzleme Örgütü raporunda “Türk makamları, ayrıca, tekrar tekrar açılan savcılık soruşturmalarıyla, sosyal medya kullanıcılarının çevirimiçi paylaşımlarına karşı da, giderek artan ölçülerde kısıtlayıcı bir yaklaşım sergiliyorlar. Bu soruşturmalar, Türkiye'nin ifade özgürlüğünü korumak yönündeki yükümlülükleri ile çelişiyor. Örneğin, geçtiğimiz Şubat ayında 29 Kişi hakkında Twitter aracılığıyla isyan kışkırtıcılığı yapmak suçlamasıyla bir savcılık iddianamesi hazırlandı. Taksim Meydanı'ndaki Gezi Parkı'na inşaat yapılmasına ilişkin Hükümet planlarına karşı 2013 Mayısında yapılan gösterilerle bağlantılı olarak hazırlanan bu iddianamede, sanıklara yöneltilen suçlamalara kanıt olarak sunulanlar arasında, Gezi Parkı protestoları ile ilgili bilgi paylaşmak, acil yardım birimlerini çağırmak veya eylemciler için tıbbi yardım istemek amacıyla atılan tweetler de vardı” ifadelerine yer verdi.İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün “Türkiye'nin internet faaliyetlerini sınırlandırmak için yaptığı hamlelere” ilişkin raporu şöyle:Internet Sansürü5651 sayılı Internet Yasası internet ve diğer çevirimiçi servis sağlayıcılarını düzenlemek amacıyla 2007 yılında çıkartıldı. Yasa, yer vericileri yabancı ülkelerde bulunan web sitelerine erişimin, bu sitelerin şu sekiz kategori altında toplanan yasaklanmış içeriğe yer verdiklerinden kuşkulanılması halinde engellenmesini öngörüyor: Çocuk istismarı görüntüleri, uyuşturucu kullanımını kolaylaştıran içerikler, sağlığa zararlı maddelerin tedarikine yönelik içerikler, müstehcenlik, fuhuş siteleri, kumar siteleri, intiharı özendiren içerikler ve modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e karşı işlenen suçlar.Engelleme kararları mahkemeler tarafından verilebileceği gibi, tedbir amaçlı olarak savcılıklar veya Telekominikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) tarafından da verilebiliyor. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna bağlı bir idari birim olan TİB'in görevi, engelleme kararlarını ve gözetleme izinlerini uygulamak ve Internet içeriğini izlemek.2007 yılından bu yana, bu yasa LGBT camiasının forumlarına, bağımsız medya sitelerine ve Kürt yanlısı yayın yapan haber sitelerine erişimi engellemek amacıyla kullanıldı (ki LGBT camiasının forumlarına yönelik engelleme sonradan, herhangi bir gerekçe gösterilmeden kaldırıldı). Kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriğe yer veren, YouTube, Twitter, Blogspot, Wordpress, Vimeo ve Google Groups gibi bir çok küresel web sitesi, yer verdikleri içeriğin sadece çok küçük bir kısmının engellenmesi gerektiği düşünülmüş olsa dahi, toptan kapatıldı.Bu uygulamalar, başta Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın medya özgürlüğü temsilciliği, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği ve Birleşmiş Milletler düşünce ve ifade özgürlüğü özel raportörlüğü olmak üzere, uluslararası camiada defalarca eleştirildi. Avrupa Komisyonu'nun Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinde yazdığı 2012 ilerleme raporunda,'web sitelerinin sık sık yasaklanması ciddi bir kaygı vesilesidir ve Internet yasasının değiştirilmesi ihtiyacı hasıl olmuştur,' dendi.You Tube'a, web sitesi oluşturma ve yer verme hizmeti sunan Google Sites'a ve müzik sitesi Last.Fm'e erişimin Hükümet tarafından engellemesine karşı, Avrupa İnsan Hakları mahkemesine de beş ayrı bireysel başvuruda bulunuldu.AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), Aralık 2102'de, Ahmet Yıldırım'ın bireysel başvurusu üzerine, Google Sites'a erişimin topyekun engellenmesinin, ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar verdi. AİHMbu kararında, 5651 sayılı yasanın keyfi veya hak ihlallerine yol açabilecek engellemelere karşı yeterince koruma sağlamadığı bulgusuna ulaştı.Hükümet AİHM'in bu kararını büyük ölçüde görmezden geldi. Türkiye'de engellendiği rapor edilen siteleri izleyen Engelliweb adlı sivil toplum sitesinin verilerine göre, Ağustos 2014 itibariyle 50.000'nin üzerinde engellenmiş Web sitesi vardır ki bu sayı 2012'de engellendiği rapor edilen site sayısının iki mislidir.Internet yasasında 2014 yılında yapılan değişiklikler TİB'in yetkilerini genişletti. Bu değişiklikler, bir özel ya da tüzel kişinin özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiği iddiasıyla başvurması, ya da bir içeriğin toplumun bazı üyelerine karşı ayrımcı veya kırıcı olduğunun düşünülmesi durumunda, TİB'e idari engelleme kararı verme yetkisi tanıdı. Internet hizmet sağlayıcıları, bir engelleme kararı ellerine ulaştıktan sonra, dört saat içinde belirli URL adreslerine erişimi engellemekle yükümlü kılındı. Bu tür engelleme kararlarının 48 saat içinde bir mahkeme tarafından gözden geçirilmesi zorunlu kılınmış olsa dahi, engelleme kararının hangi hallerde verilebileceğine ilişkin nedenler öylesine geniş ve belirsiz bir şekilde tanımlandı ki, yasanın hak ihlallerine yol açabilecek şekilde uygulanmasına ve yorumlanmasına olanak tanıyacak bir takdir hakkı doğdu.Buna ilaveten, bir URL adresine erişimi engellemek, bir sosyal medya sitesinin tümüne erişimi engellemekten daha hedef odaklı olmakla birlikte, bu tür engelleme bir Internet ağı üzerinden akan Internet içeriğinin incelenmesine olanak sağlayan 'deep packet inspection' (derin veri incelemesi) yönteminin daha çok kullanılması sonucunu doğurabilir. URL engellemesi için kullanılması gerekli olan bu tür veri inceleme yöntemleri, özel yaşamın gizliliği hakkının ihlali konusunda ciddi kaygılar doğuruyorlar, zira bu yöntemler Internet trafiğinin kitlesel olarak gözetlenmesine ve bu trafiğe yönelik muhtemel müdahalelere olanak tanıyorlar. Bazı medya raporlarında, Türkiye'de derin veri analizi yöntemlerinin çoktandır kullanıldığı belirtiliyor.Son olarak, hükümetin yayınlanmasını uygun bulmadığı içerikleri kaldırmaları için, Türk makamlarının Google ve Twitter'a yaptıkları başvurularda son yıllarda büyük bir artış yaşandı. Twitter'ın kamuoyuna açıkladığı rakamlara göre, Twitter'a 2014 yılının ilk yarısında 304 adet hesap ile ilgili olarak, toplam 186 içeriğin yayından kaldırılması başvurusu yapılmıştır ki, bu sayı 2013 yılının aynı dönemi için belirtilen 30 hesap ile ilgili yapılan toplam 7 başvurudan kat kat fazladır. Twitter bu başvuraların sadece %30'una kısmen ya da tamamen olumlu cevap verdi.Mart ayında Twitter bu engelleme kararlarına itiraz etmek amacıyla Türkiye'de dava açmış ve bu davaların ikisini kazanmıştır ki bunlardan biri eski bir hükümet görevlisini yolsuzlukla suçlayan bir hesabın kapatılması talebine ilişkindir.Türk yetkililer ayrıca, Twitter'dan vergi tahsil edebilmek için, ama bunun yanı sıra, bu şirketi yayınladığı içeriği sansürlemeye veya kullanıcılara ilişkin bilgileri vermeye daha kolay zorlayabilmek amacıyla, ondan Türkiye'de bir ofis açmasını da talep etti. Twitter Türkiye'de bir ofis açmayı planlamadığını belirtti.Gözetleme, Özel Yaşamın Gizliliği ve Kamuoyuna Hesap VerebilirlikMeclis 17 Nisan'da MİT'in yetkilerini genişletirken, hükümetin hesap verebilirliğini, medya özgürlüğünü ve özel yaşamın gizliliği hakkının kullanımını daraltan bir yasa çıkardı. 26 Nisan'da yürürlüğe giren Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair 6532 sayılı kanun, MİT'in faaliyetlerine ilişkin 1983 yılında çıkartılmış 2937 sayılı kanunda değişiklik yapıyor.Yeni yasa, MİT'e, bireyler hakkındaki mahrem bilgileri, belgeleri ve verileri kamu kurum ve kuruluşlarından, bankalardan, arşivlerden, şirketlerden, diğer tüzel kişilerden ve hatta tüzel kişiliği haiz olmayan örgütlerden, mahkeme kararı olmaksızın toplayabilmesi için çok geniş yetkiler veriyor. Yasa talep edildiğinde bu bilgilerin MİT'e verilmesini zorunlu kılıyor ve diğer yasa, tüzük ve yönetmeliklerde aksine hükümler bulunması halinde, bu yasanın hükümlerinin geçerli olacağını belirtiyor. İstihbarat teşkilatının veri toplamaya yönelik taleplerini yerine getirmemek, hapisle cezalandırılabiliyor.Dahası yeni yasa, teşkilata, mahke kararı gerektiğini belirtmeksizin, 'telekomünikasyon kanallarından geçen dış istihbarat, millî savunma, terörizm ve uluslararası suçlar ile siber güvenlikle ilgili verileri toplama' izni veriyor. Bu hüküm Internet trafiğinin veya cep telefonu mesajlarının kitlesel olarak izlenmesini mümkün kılabilir. Yeni yasa istihbarat teşkilatına, ayrıca yurtdışıyla yapılan telefon görüşmelerini, yabancıların yaptığı telefon görüşmlerini ve umumi telefonlardan yapılan görüşmeleri dinleme ve bu verileri çözümleme ve saklama yetkisi de veriyor.Yasada yapılan değişiklikler, aynı zamanda, hak ihlallerine yol açan izleme ve istihbarat toplama faaliyetlerini ortaya çıkarmayı bir suç olarak tanımlıyor ve izleme faaliyetleri sonucu toplanan iletişim bilgilerine ve verilere erişimi olan diğer kurum ve kuruluşların hesap verebilirliğini temelden zedeliyor. Yeni yasa istihbarat faaliyetleri ve MİT personeli hakkında kamuoyuna bilgi sızdıran kişilere verilebilecek azami cezayı artırıyor. Yasa, ayrıca, ilk defa, sızdırılan bilgileri 'radyo, televizyon, internet, sosyal medya, gazete, dergi, kitap ve diğer tüm medya araçları ile her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim araçları vasıtasıyla [y]ayımlayan, [y]ayan veya [a]çıklayan' gazeteci ve editörlerin de üç ila dokuz yıl arası hapisle cezalandırılmasını öngörüyor.Yasa ayrıca istihbarat görevlilerinin yargı önünde hesap vermesini daha da güçleştiriyor. Yasa, istihbarat personeline yönelik olarak bir şikayet veya ihbar söz konusu olduğunda, savcılığın MİT müsteşarlığına bilgi vermesini öngörüyor. İstihbarat biriminin, iddia edilen suistimalin MİT'in 'görev ve faaliyetlerine ilişkin olduğunu belirtmesi veya belgelendirmesi hâlinde' savcılık soruşturması durduruluyor ve teşkilat personeli fiilen yasal dokunulmazlık kazanmış oluyor. Yani suistimal iddiaları karşısında savcıların re'sen soruşturma açma veya teşkilatın faaliyetlerini yargı denetimine tabi tutma yetkisi bulunmuyor. Yasada bulunan başka bir hüküm, MİT personelinin MİT'in görev ve faaliyetlerine ilişkin tanıklık yapmasını büyük ölçüde engelliyor.Bu hükümler, birlikte değerlendirildiklerinde, istihbarat teşkilatını fiilen hukukun üstünde konumlandırıyorlar ve insan haklarını ihlal eden MİT çalışanlarının yargı önünde hesap vermesini engelliyorlar. Kendi faaliyetlerinin ne zaman soruşturulacağına ya da kovuşturulacağına, bu faaliyetlere ilişkin bilgileri kamuoyuna sızdıran kişilerin ve bilgileri yayınlayan gazeticilerin, bu bilgilerin yayınlanmasında meşru bir kamu çıkarı olsa dahi, cezalandırılıp cezalandırılmayacağına, yine teşkilatın kendisi karar veriyor.5651 sayılı Internet yasasında yapılan değişiklikler de, yer sağlayıcılara kişisel verileri muhafaza etme yükümlülüğü getirdiği için, özel yaşamın gizliliği hakkıyla ilgili kaygılar doğuruyor. Yapılan değişikler uyarınca yer sağlayıcılar, yer sağlama faaliyetlerine ilişkin iletişim trafiği verilerini muhafaza etmek ve talep edildiğinde TİB'e vermek zorundalar. Yapılan değişiklikler, bu tür talepler için bir mahkeme kararının sunulmasını ya da hukuki bir süreç işletilmesini öngörmüyorlar. Tüm verilerin ayırım gözetmeksizin, topyekun muhafaza edilmesini öngören bu değişiklikler, yasadan etkilenen ve büyük bir çoğunluğu hakkında bir suç veya kabahat kuşkusu bulunmayan çok sayıda bireyin özel yaşamlarının gizliliği hakkına müdahale edildiği anlamına geliyor.Anayasa mahkemesi, geçtiğimiz Temmuz ayında, Yeni MİT yasasını esastan görüşeceğini açıkladı. Mahkeme yeni yasanın hem MİT'e istismar edilmeye müsait gözetleme ve veri toplama yetkileri veren, hem de istihbarat personeline yasal dokunulmazlık sağlayan ve sızdırılan bilgileri yayınlayan gazeticiler için yüksek hapis cezaları getiren hükümlerini iptal etmeli.T24
Hıncal Uluç'un 'Çocuk İstismar'lı Fıkrasına Sosyal Medyadan Tepki
Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç’un bugün köşesinde  yer alan fıkraya tepki büyük oldu. 'Çocuk istismarı' içerdiği gerekçesiyle yoğun eleştirilerin hedefi olan Uluç'un 'Tebessüm' bölümüne  koyduğu fıkra şöyle:' İş adamı Uzak Doğu'ya gitmişti. Her zamanki Madamını aradı ve hoş birgece geçirmek istediğini söyledi. Gelen konuk otel odasının loş ışığında soyunup yatağa girmişti ki, bizimki kızın hayli genç olduğunu fark edip sordu. 'Kaç yaşındasın sen?.' '13' deyince, genç kız , adam yataktan fırlayıp pantolonuna davrandı. 'Hayrola' dedi genç kız.. 'Batıl itikatların mı var?.'İşte fıkraya sosyal medyadan gelen bazı tepkiler ...
Bugün Türkiye Gündemindeki En Önemli 10 Olay
Kayseri’de kurulu bulunan ve Türkiye’nin en büyük mobilya fabrikalarından olan Boydak Holding'e bağlı 5 fabrikada çalışan binlerce işçi düşük ücrete ve 3 yıllık sözleşme dayatmasına isyan etti. Birkaç fabrikada başlayan iş bırakma eylemi holdingin diğer fabrikalarına da sıçradı