onedio

Ermeni Soykırımı Haberleri

Ermeni Soykırımı ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Ermeni Soykırımı ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

'Halkınızı Dinlemek İçin Altyapı Kurarsanız ABD ve Diğer Ülkeler de Sizi Dinler'
Julian Assange: Google artık ABD savunma sisteminin bir parçası.Wikileaks'in kurucusu Julian Assange İstanbul’daki “Internet Ungovernance Forum”da önceki gün telekonferansla konuştu. Assange, “Halkınızı dinlemek için altyapı kurarsanız ABD ve diğer ülkeler bu altyapı üzerinden sizi dinler” dediİstanbul’da düzenlenen Internet Ungovernance Forum’un son gününe Wikileaks’in kurucusu Julian Assange katıldı. Birleşik Krallık’taki Ekvador Büyükelçiliği’nde iki yıldır sığınmacı olan Assange, etkinliğe telekonferans yöntemiyle bağlandı ve Türkiye’deki gözetim devletinin sonuçlarıyla ilgili önemli açıklamalar yaptı.Birgün’den Onur Erem ’in haberine göre, Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünün çok kötü durumda olduğunu söyleyen Assange, otoritelerin ellerindeki gücü denetimsizce kullandığını belirtti. Assange açıkladıkları belgelerde ABD-Danimarka-Türkiye üçlüsünün Roj TV’nin kapatılması hakkında ve Ermeni Soykırımı’na yönelik çalışmaların sansürlenmesi hakkında önemli bilgiler olduğunu hatırlatırken medyanın etkisine dair şunları söyledi: “Büyük medya şirketleri hayatımızın her alanını etkiliyor. Kültürlerimizi endüstriyel kültürler haline getiriyor.”Fransa Libya’yı içerden bitirdiBugün halkını dinlemek isteyen küçük ülkelerin bunun karşılığında kendisini en az bir büyük ülkenin dinleyeceğini kabullenmesinin gerektiğini söyleyen Julian Assange “Fransa Libya’ya sattığı gözetim teknolojileri sayesinde ülkeyi gözetledi ve Kaddafi’yi rahatça düşürdü. Bugün kriptolu telefon satanlar veya yapanlar bile kullandıkları parçalara göre kendilerini dinleyecek devletler arasında tercihte bulunmaktan öteye geçemez halde. Türkiye de yıllar boyunca halkını dinlemek için ekipman aldı, iletişim altyapısını halkını dinlemek üzerine kurdu. Ancak Batı’dan aldığı bu ekipmanlar hükümetin de dinlenmesine olanak sağladı” ifadelerini kullandı.Kriptolu telefon imkânsızKriptolu telefon veya kripto uygulamaları konusunda özel girişimlere güvenmenin imkânsız olduğunu söyleyen Assange “Buraların yöneticilerinden, çalışanlarından rüşvetle, şantajla, tehditle bilgi edinmek gizli servisler için çok kolaydır. Bu nedenle özel şirketlere değil, herkesin denetimi altında bulunan açık kaynak kodlu uygulamalara güvenmeliyiz” dedi.İdeolojiler tohum gibidirDünyada farklı ideolojilerin birbirleriyle sürekli yarışacağını söyleyen Assange “İdeolojiler toprağa ekilmiş tohumlar gibidir. Hangisinin yeşerip büyüyeceğine bazen toprağın kalitesi, bazen iklim karar verir, bilemezsin. Endüstri devriminden beri teknoloji sürekli gelişiyor ve hayatımızı etkiliyor. Günümüzde vermemiz gereken mücadele bu teknolojileri insanlığın faydasına kullanabilmek” diye konuştu.Assange’dan internette gerilla taktikleriJulıan Assange ABD’nin ve gizli servislerin ağlar üzerindeki etkisini anlatırken şu ifadeleri kullandı: “Bir ağa dominant bir güç dahil olduğunda, zamanla o ağı kendi kontrolüne alır ve homojenleştirir. Bu eğilim kaçınılmazdır. Roma döneminde bu yollarla yapılmıştı, bugün ağ bağlantıları ve finansal bağlantılarla yapılıyor. İşte bizim de bu eğilime karşı elimizdeki tüm silahlarla mücadele vermemiz gerekir. Geçmişteki kurtuluş örgütlerine, gerilla organizasyonlarına baktığınızda, hiçbiri AK-47 silahını sevdiği için bu işe girişmemiştir. AK-47 onlar için bir araçtı. Bizim mücadelemizde de kripto bir amaç değil, araç.Herkesin kripto kullanması kitlesel gözetime karşı kitlesel bir direniş haline gelir, kitlesel gözetimi imkânsızlaştırır. Karşı tarafa sürekli huzursuzluk verecek şekilde davranmalı, ancak geri çekilmek zorunda kalınca geri çekilmeliyiz. Onu da mümkün olduğunca zarar verici şekilde yapmalıyız. Latin Amerika’nın özellikle de son 10 yılda bağımsızlaşması kıta içindeki aktörlerin birbirleriyle iletişiminin artması, gözetimin bunun gerisinde kalması sonucunda gerçekleşmiştir. Kripto aracımız demiştim, amacımız ise adalet. Adalete ancak dayanışma ile varabiliriz.”Assange: Google artık ABD savunma sisteminin bir parçasıJulIan Assange Google, Facebook gibi şirketlerin farklı amaçlarla yola çıksalar bile, ele geçirdikleri büyük veriler nedeniyle dünya istihbarat örgütlerinin hedefi olmaya mahkûm olduklarını söyledi: 1999 yılında New York Times köşe yazarı Thomas Friedman köşesinde “Serbest piyasanın gizli eli, gizli yumruğu olmadan bir işe yaramaz. Bugün o gizli yumruk rolünü ABD’nin hava gücü, deniz gücü ve silikon vadisi üstlenmiştir” demişti.Artık Google’ın kritik spesifik görevler için kullanılabilecek hale geldiğini anlatan Assange “Dünyada her gün 1,5 milyon Android cihaz satın alınıyor. Tüm Batı istihbaratının Çin’den edinemediği bilgileri Google, Android ve YouTube aracılığıyla edinmeyi başardı” dedi.Snowden’dan yazılı açıklama: Gezi direnişçilerine teşekkürlerForuma telekonferans ile katılması planlanan ancak teknik sorunlar nedeniyle yazılı mesaj göndermek zorunda kalan, Rusya’da sığınmacı durumundaki eski NSA çalışanı Edward Snowden mesajında şunları söyledi: “Türk toplumu yoğun bir şekilde sansür ve gözetime maruz kalmaktadır. Türkiye’de hükümet en temel insan haklarını bile ihlal etmekten çekinmezken, gözetim araçları ile yabancı gizli servislerin de ülkeyi gözetlemesine zemin hazırlıyor. Dün Gezi Parkı’nda direnen, bugün Ungovernance Forum’da mücadele gösteren herkese teşekkürler. Desteğim ve dayanışmam sizinle.”Almanya dinleme yazılımını Türkiye'ye yasadışı sattıGlobal Voices Online adlı ifade özgürlüğü örgütünün önceki gün yayımladığı bir rapora göre Alman şirketler, aralarında Türkiye, Bangladeş, ABD, Bahreyn ve Rusya gibi otoriter rejimlere sattığı dinleme yazılımlarını yasadışı bir şekilde satıyor. Alman yasalarına göre suçluları takip etmenin yanı sıra insan hakları savunucularına saldırmak ve kitlesel gözetim yapmak için kullanılabilecek FinFisher gibi casus yazılımların ülke dışına satılabilmesi için Alman Hükümeti’nden lisans alması gerekiyor. Raporda tek bir şirketin lisanssız ihracatının bile Almanya'daki tüm şirketlerin lisanslı satışlarından yedi kat fazla olduğu yazarken bu satışların muhasebe sistemlerinde başka yazılım satışları olarak gösterildiği yer alıyor. Alman Hükümeti, baskıcı rejim nedeniyle Türkiye'ye casus yazılım satışı yapılmaması gerektiğini açıklamıştı.T24
Mağden: 'Soykırımı Reddeden Bir Milletin Çocuklarından Ne Bekleyebiliriz?'
Perihan Mağden, 'Bence AKP’liler de Kemalistler de ikisi de birbirilerinin içindeki en kötü tarafları ortaya çıkardılar ve olduklarından daha kötü bir noktaya gittiler' dedi Yeni çıkan kitabı “Tehlikeli Temayüller”le ilgili olarak Agos’a konuşan yazar Perihan Mağden , “Türkiye söz konusu olduğunda ‘banallik’ çok önemli bir kavram. Banallik Türkçeye ‘sıradanlık’ olarak çevrildi ama bence tam karşılamıyor. Banal kelimesi Türklük hallerini çok güzel karşılıyor. Soykırımı reddetme utanmazlığının da bu banallikle ilgili olduğunu düşünüyorum” dedi. Mağden, “Aslında bu konuda en güzel sözü kızım söyledi: Bir şeye çok öfkelenmiştim, “Neden bunu anlamıyorlar, neden görmüyorlar?” diye bağırıyordum. Kızım; “Anne, Ermeni Soykırımı’nı kabul etmeyen, görmek istemeyen insanlardan ne bekliyorsun?” dedi. Hakikaten bu gerçeği reddeden bir milletin çocuklarından ne bekleyebiliriz?” diye konuştu. Agos gazetesinden Ferda Balancar, yeni kitabı “Tehlikeli Temayüller” ile okuyucularıyla buluşan Perihan Mağden ile konuştu. Ferda Balancar’ın Perihan Mağden ile yaptığı söyleşi şöyle: Yüzleşememe deyince akıllara 1915 geliyor. Türkiye’nin ‘yüzleşememe macerası’nda Ermeni Soykırımı’nın yeri nedir? Kitapta Hannah Arendt’in kötülüğün banalliği kavramını çok sık kullandım. Türkiye söz konusu olduğunda ‘banallik’ çok önemli bir kavram. Banallik Türkçeye ‘sıradanlık’ olarak çevrildi ama bence tam karşılamıyor. Banal kelimesi Türklük hallerini çok güzel karşılıyor. Soykırımı reddetme utanmazlığının da bu banallikle ilgili olduğunu düşünüyorum. Aslında bu konuda en güzel sözü kızım söyledi: Bir şeye çok öfkelenmiştim, “Neden bunu anlamıyorlar, neden görmüyorlar?” diye bağırıyordum. Kızım; “Anne, Ermeni Soykırımı’nı kabul etmeyen, görmek istemeyen insanlardan ne bekliyorsun?” dedi. Hakikaten bu gerçeği reddeden bir milletin çocuklarından ne bekleyebiliriz? Sokağın ortasında bir ceset yatıyor ve biz arabamızla üstünden geçiyoruz sanki… Biz o cesedi gömüp, yasını tutup, yüzleşmediğimiz sürece, şuradan şuraya gidemeyiz. Türkiye’nin yüzleşememe sorununda her zaman düşündüğüm bir meseledir ‘soykırımın reddi’. 2015’ten ne bekliyorsunuz? 100. yılında Türkiye, Ermeni Soykırımı ile yüzleşebilecek mi? Bence daha kötüye gidiyoruz. Bence AKP’liler de Kemalistler de ikisi de birbirilerinin içindeki en kötü tarafları ortaya çıkardılar ve olduklarından daha kötü bir noktaya gittiler. Her iki kesimde de nefret ve kin izleri daha da büyüdü. O yüzden böyle bir yüzleşmeyi mümkün görmüyorum. Her iki kesim de bir felsefi zelzele ya da algı depremi yaşamazsa böyle bir şey olacağını sanmıyorum. Ermeni meselesi bizim hayatımızdaki çok önemli bir kara delik. Bu deliği kapamadığımız sürece yol alamayız. Önümüzde ruhsal olarak bir çukur var. Yazılardan birinin başlığı ‘Dırdırlanma Geleneği/İsyan Eksikliği’. Gezi, yazıda vurguladığınız ‘isyan eksikliği’nin sonu mu, yoksa zaman içinde ‘dırdırlanma geleneği’ne teslim mi olundu? Bence Gezi dırdırlanmaya dönüşmedi, zira netice aldı. O AVM, Gezi Parkı’na dikilemedi. Gezi, bir şehir kalkışmasıydı ve ilkti. Gezi’ye önce mesafeli yaklaştım. Cumhuriyet mitinglerinin simülasyonu mu olacak endişesi duydum. Özellikle ortaya çıkan bayraklar bende bu endişeyi yarattı. Ama zaman içinde çok farklı kesimlerin muhalif bir sesin ortaklığında buluştuğunu gördüm. AK Parti hiçbir demokratikleşme vaadini tutmadığı gibi, diktatörlük yolunda ciddi adımlar da attı. Buna karşı tepki çok önemliydi. Gezi’nin önemi de burada. AK Partililerin Gezi karşısındaki tutumunu nasıl yorumluyorsunuz? Başbakan Erdoğan ‘istiklal savaşı’ söylemini pompaladı. Ama asıl korkunç olan makul bulduğumuz insanların bile bu söylemi kullanması. Mesela Etyen Mahçupyan bir süre önce ‘AK Parti istiklal savaşı veriyor’ dedi. Beni Başbakan’ın sözlerinden çok bu tür tutumlar dehşet içinde bırakıyor. Siz de yakın zamana dek AK Parti’ye karşı olumlu bir tutum içindeydiniz. Ne zaman farklı düşünmeye başladınız? Ben aslında son zamanlara kadar AK Parti’nin içinden bir muhalefet hareketi çıkacağını düşünüyordum. Sonuçta AK Parti’yi kuranlar, babaları Erbakan’a bayrak açmış bir kitle. Şimdi Erdoğan’a karşı hiç ses çıkarmıyor olmaları ise Erdoğan ile tam bir özdeşleşme içinde olduklarını gösteriyor. AK Partililer, batmakta olan Titanik gemisinde birbirlerine yapışmış, dans ediyor gibiler. Birbirlerine ‘dış düşmanlar’ konusunda da gaz verdiler sanıyorum. Buradan da ‘güçlü ve mazlum olmak’ gibi bir kombinasyon yarattılar. ‘Güçlü ve mazlum’ bağımlılık yaratacak bir kombinasyon. Mesela Yiğit Bulut’un Erdoğan’ın danışmanı olması çok önemli bir göstergedir. Ultra milliyetçi bir çizgi izleyen Yiğit Bulut, eskiden “Yunanlılar bizim devlet tahvillerimizi alıyor. Bu işin sonu nereye varacak?” diye yazılar yazıyordu. Yunanistan’ın devlet tahvillerimizi almasının iyiye işaret olduğunu görmezden gelen bir ekonomist, deli saçması fikirlerini Başbakan’ın yanında üretiyor. Yaşlı kuşak köşe yazarlarına bol bol gönderme yapıyorsunuz ama bir de genç kuşak yazarlar var. Onlara nasıl bakıyorsunuz? İçlerinden biri Türkiye gazetesinde yazmaya başlayınca “Dedemin okuduğu gazetede yazmaya başladım” dedi. Armut dibine düşer ekolüymüş meğer bunlar. Bu kuşak, büyük bir konfor battaniyesinin içinde kuzucuklar gibi oturuyor. Birden dedelerinin gazetelerinde, dedelerinin gözlerini yaşartan yazılar yazmaya başlıyorlarsa “gidişat nereye” diye düşünüyorum. Türkiye’de her kesimde devasa boyutlarda ahlaki sorunlar var. Ancak medya en sorunlu alanlardan biri. Medyada ki ‘lumpen dayanışması’ var. ‘Köyden emmimin oğlu geldi, onu da yazı işleri kadrosunu alayım’ kaygısıyla kurulmuş kadrolar var. Teknolojide, bankacılıkta sınıf atladık ama medyada tersine, birkaç sınıf geriye gittik. AK Parti-Cemaat çatışması hakkında ne düşünüyorsunuz? Ortaya konan tavırlar, dil sizi şaşırtıyor mu? Evet söylenenlere şaşırıyoruz, çünkü biz onların iyi aile çocuğu olma ihtimalini sevmişiz. Aslında Türkiye olarak sınıf değil, kast toplumuyuz. Kast toplumunda, altta ne olup bittiğini bilmezsin de anlamazsın da. Göz kararıyla diğer kastlardakilere birtakım şeyler atfedersin. Mesela belki onlarda hiç olmayan demokratlık atfediyorsun. Kast toplumu olmaktan kurtulamazsak sorunlarımız çözemeyiz. Ben Gülen hareketine bazen şöyle bir önem atfediyorum. Bu hareketi, İslamiyetin içinde bir Protestanlık çalışması olarak görüyorum. Bence Gülen hareketinde ahlaki kaygılar var. Yani İslamiyete ahlaki kaygıları entegre etmeye çalışan bir din adamı var karşımızda. Fethullah Gülen’in konuşmalarını azıcık bile dinleseniz ahlaki meselelerden sıkça bahsettiğini fark edersiniz. Böyle bir reform hareketine İslamiyetin çok ihtiyacı var. Bu ihtiyaca Gülen hareketinin cevap olma ihtimali ABD’yi de çok cezbetti. Gezi’deki çoğul yapı, 20’li yaşlarındaki ‘Geziciler’, kast toplumundan çıkışın habercisi olabilir mi? Onlardan ümitliyim. Çünkü bağnaz, rijit değil, neşeliler. İdeolojik formüllerle yetişmediler. Bu yüzden bu çocuklardan bir şeyler çıkacaktır. Kürt sorununda barıştan umutlu musunuz? Türkiye’de Kürt meselesine yaklaşım, Ermeni meselesiyle aynı. Gerçekleri görmek istemiyorsan ve ırkçılık, sıradan faşizm yapmak istiyorsan ikisine de aynı formülle yaklaşırsın. AK Parti barış süreci konusunda da ters açıya düşürdü. Barış yalan oldu, çünkü hiçbir adım atılmadı. Gerekli kanun değişikliklerini, yapılması gerekenleri yapmadılar. Benim anladığım Abdullah Öcalan’ın kendi siyasi geleceğini görmek istediği yerle, Tayyip Erdoğan’ın kendi siyasi geleceğini görmek istediği yer arasında bir satranç oynanıyor. İki usta satrançcı gibi çok uzun aralar vererek hamleler yapıyorlar. Barışa yönelik kalıcı ve sahici adımları her iki taraf da atmıyor. Beyaz Türklerle, siyah Türkler Kürt düşmanlığı konusunda farklılar gibi görünüyor. Kürt düşmanlığının tavan yaptığı yerler daha çok kıyılar. Mesela İzmir… İzmir iklimini belirleyen, sonradan olma ‘bej Türkler’, Kürtler gelip şehrimizi ele geçiriyor histerisi yaşıyorlar. Sanki çok önemli bir şehir kültürleri varmış da Kürtler onları tehdit edecek endişesiyle yaşıyorlar. Aslında onlar da İzmirli değil. Ya Aydın’dan gelmişler ya da Balkanlar’dan. Bir Türk atasözü ‘misafir misafiri sevmez’ der. Bu atasözü en çok İzmir’deki Kürt düşmanlığı için geçerli. ‘Fuzuli Yalanlar’ başlıklı yazınızda İslamiyetin Hristiyanlığın tersine, yalan söylemeyi neredeyse serbest bıraktığını söylüyorsunuz? Nasıl vardınız bu kanaate? Din uzmanı değilim ama İslamiyette şu şu koşullarda yalan söyleyebilirsin kaydının olduğunu biliyorum. Şartlar o kadar çok ki, neredeyse ne zaman istersen yalan söyleyebilirsin deniyor. Hristiyanlıkta ise yalan ‘yedi büyük günah’tan biri. Bu çok net. Bu farklılık yalan söylemek konusunda bir fark yaratıyor diye düşünüyorum. Köşe yazarlığına dönecek misiniz? Bu kitapta yaptığım gibi yazıları biriktirip kitap yapmaya devam edeceğim. Kitabın daha kalıcı ve daha değerli olduğuna inanıyorum. Meryem Uzerli’nin yaşadıkları Türklere dair çok şey anlatıyor Sinema ya da TV dünaysında umut vaat eden oyuncular var mı? İnanılmaz derecede yetenekli genç oyuncularımız olduğunu düşünüyorum. Bu oyuncular, Amerika’ya, Hollywood’a rahatlıkla gidebilirler. Örnek verebilir misiniz? Kıvanç Tatlıtuğ en çarpıcı örneği. Aşkı Memnu’nun son bölümünde Tatlıtuğ’un oynadığı mezarlık başında ağlama sahnesi vardı ve korkunç başarısızdı. Ancak bir süre sonra ‘Kuzey ve Güney’de karşımıza inanılmaz iyi bir oyuncu olarak çıktı. Türkiye’de daha önce bu kadar ünlü olmuş hiç kimse böyle bir şey yapmadı; çalıştı ve bambaşka bir insana dönüştü. Kıvanç Tatlıtuğ dışında, konservatuardan gelen oyuncular var. Mesela Beren Saat çok iyi bir oyuncu. Okan Yalabık inanılmaz iyi bir oyuncu. Muhteşem Yüzyıl’a giren manken kızlar bile çok iyi bir oyunculuk sergilediler. Bu da tabii dizinin yönetmeni Taylan Kardeşler’in başarısı. Ama hepsi bir yana, Kıvanç Tatlıtuğ, objektif bir gözle bakacak olursak Brad Pitt’ten daha yakışıklı ve rahatlıkla Hollywood’da oynayabilir. Neden Hollywood’da bu oyuncuları göremiyoruz? Bir; annelerinin böreği. İki; burada çok iyi para kazanıyorlar. Ne annelerinin böreğinden, ne Türk halkının sevgi çöreğinden vazgeçemiyorlar. Mesela Rus asıllı pek çok oyuncu Hollywood’a akın ediyor. Eminim beş yıl sonra başrol oynayacaklar. Ancak bizimkiler Türklük hallerinin konforundan vazgeçemiyorlar. Bir de Meryem Uzerli vakası var. Sizin deyiminizle Uzerli de ‘Türklük halleri’nin kurbanı mı oldu? Meryem Uzerli’nin insanın içini acıtacak kadar dürüst ve tatlı bir kız olduğunu düşünüyorum. Dürüst kadınlar, Türkiye’de bunu çok yaşıyor, çünkü adamlarla iletişim kuramıyorlar. Çünkü o adamlar, yalancı anneleri tarafından tezgâh açan, idare eden kadınlarla ilişkide olmaya alışmışlar. Meryem Uzerli’nin yaşadığı kültürel şok, Türkiye’yle ilgili o kadar çok şey açıklıyor ki… Onun yaşadığı aşk ilişkisi temiz ruhlu yabancıların Türklerin bütün o numaralarıyla, oyunlarıyla nasıl baş edemeyeceğini gösterdi bize. T24
"Çocuklarım, Arkadaşlarına 'Anne Babanıza Söyleyin Babama Oy Vermesinler' Diyor"
HDP Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş , 'Evde fazla kalamadığım zaman birkaç saatliğine uğrayıp çıkmak zorunda kaldığım zaman çocuklarımın belli eleştirileri oluyor. Şimdi de sınıfta bütün öğrencilere ‘Anne babanıza söyleyin babama oy vermesinler’ diye karşı örgütleme yapıyormuş' dedi. Demirtaş, Gezi sürecinde yaptığı “Gezi direnişiyle değil, bu halk hareketini askeri darbeye kadar götürebilir miyiz diyenlerle aramıza mesafe koyduk” açıklamaya ilişkin ise, 'Bir partinin eş genel başkanı olarak mesajımın maniple edilmeyeceği bir formatta konuşmalıydım. Bu yönüyle geriye dönüp baktığımda evet, çarpıtmaya alan açtım ve çarpıttılar' ifadesini kullandı. Evrensel'den Fatih Polat 'a konuşan Demirtaş'ın açıklamalarından satırbaşları şöyle: Palu’dan göç edip Diyarbakır’a gelmiş muhafazakar ve yoksul bir ailede büyüdünüz. Babanız işçi, anneniz ev hanımı. 7 kardeşsiniz. En büyüğünüz sizden önce Kürt siyasetinde eş başkanlık yapan Nurettin ağabeyiniz. O işletme okudu. Sizden küçük kız kardeşiniz öğretmen, ondan küçük kız kardeşiniz avukat, erkek kardeşiniz tekstil mühendisi. En küçük iki kız kardeşlerinizden biri öğretmen diğeri tasarımcı. Siz de önce İzmir’de işletme sonra da Ankara Üniversitesinde hukuk okudunuz.Yoksul bir ailede 7 çocuğun 7’sinin de bu düzeyde okuyabilmesi nasıl mümkün olabildi? Anne ve babanızın özel bir hassasiyeti oldu mutlaka... Olmaz mı, bütün yoksul ailelerde, emekçi ailelerinde aynı kaygı vardır. İmkanları içerisinde iyi bir eğitim vermek için bütün aileler anne babalar fedakarlık yapıyorlar. Bizim ailemizde de öyleydi. Annem örneğin dikiş dikerdi. Ev hanımıydı ama terzilik de yapardı aynı zamanda evin bütçesine ve çocukların okul masraflarına yetişebilmek için. Biz küçüklük yaşlarından sonra çalışmaya başladık. Ne iş olsa, ne iş bulsak yapmaya başladık. Amcamların, dayımların fırınında, babamın dükkanında çalıştık... Ayakkabı boyacılığı da yaptık, çekirdek de sattık. Tatlı da sattık, su da sattık. Diyarbakır koşullarında çocukların gençlerin yapabileceği ne iş varsa, biz de onlarla uğraştık. Aile bütçesine katkı sunmaya çalıştık. O zor kıt kanat zamanlar içerisinde üniversite okuyabildik. Öğrenciyken de çok para harcayan, aileye külfet olan bir şeyimiz olmadı. Hiçbir kardeşimin de böyle olmadı. Annemizin babamızın ne zorluklarla bize para gönderdiğini biliyorduk. Babamın annemin çok desteği oldu. İkisi de okumamışlığın ne demek olduğunu biliyordu. İkisi de okul okuyamamışlar. Ve o ezikliği hep yaşamışlar. Onu bize yaşatmak istemediler herhalde. Her şeyi göze aldılar okuyabilmemiz için. Çocukluğunuzda evde Kürtçe konuşuluyordu herhalde? Kürtçenin Zazaca lehçesi konuşuluyordu. Annem babam daha çok onu kendi aralarında konuşuyorlardı. Ama ikisi de çat pat bildikleri Türkçeyi bize de öğretmişler. Yani siz okula başlamadan önce kullandığınız dil Türkçe miydi? Tükçeydi. Annemiz babamız Kürtlüğün o ağır yükünü de yaşatmamak adına kendi bakış açılarıyla bize iyilik yapma adına bize Türkçe öğretmişler. Bu devlet içerisinde başarılı olalım, iyi yerlere gelebilelim, eğitimde başarılı olalım, diye. Ben onları çok da suçlamıyorum. Çünkü 1980 darbesi olmuş. Bizler işte o sırada beş altı yaşındayız. Onlar çok politik olmayan bir aile ve köyden yeni göç etmişler. Muhafazakar bir aile. Devletin korkulacak bir şey olduğunu biliyorlar. Çünkü Şeyh Sait’in yakınları değiliz ama biliyoruz, o ailelere yakınız. Çocukluğunuzda herhangi bir mesleğe ilişkin bir özleminiz olmuş muydu? Evet yani ben iyi hatırlıyorum. İlkokul son veya ortaokul dönemleri olabilir. Astsubay bir komşumuz vardı ve çocuklarıyla arkadaştık. Onun babasına hep özenirdim. Ben de astsubay olmak istiyordum. Hatta astsubaylık sınavlarıyla ilgili araştırma yapıp form alma gibi girişimlerim de olmuştu. Ama sonra ailede 12 eylül döneminde cezaevinde de yatmış bir devrimci abimiz vardı. O dönem ben çok işin bilincinde değilim tabii astsubay olmak ne demektir falan. Benim için arkadaşımın babasının güzel bir mesleği var. Bende öyle olabilirim diye düşündüm. Şüphesiz haksızlık yapmak istemiyorum astsubaylara fakat benim geldiğim gelenek ve aile geçmişimiz itibariyle çok bana uygun, aileme uygun bir meslek değilmiş aslında. Devrimci abimiz beni vazgeçirmişti. İlk gençlik yıllarınız Kürt siyasi hareketinin etkisinin hissedildiği yıllara denk geliyor. Siyasetle ilişkiniz nasıl başladı? Vedat Aydın cinayeti benim jenerasyonumun çok etkilendiği bir olaydır. Politikaya ilgim ilk olarak bu cinayetle oldu. Ama asıl üniversite yıllarımda daha aktif öğrenci hareketlerinde bulunmaya başladım. İnsan hakları mücadelesinde de yer aldınız. O dönemde siyasette bu düzeyde görev almak hiç aklınızdan geçiyor muydu? Hayır yani ben samimiyetle söyleyeyim. Hiçbir zaman şu noktaya geleyim diye bir yaklaşımım olmadı. Hani İHD’nin yönetimine girerken kısa bir süreliğine insan hakları mücadelesine katkı sunmak istedim ve avukatlığa devam edecektim... Şimdi de ‘Cumhurbaşkanı adayı olmalısın’ dediler. Yani hep sürüklendim. Türkiye’de sizi en çok etkileyen edebiyatçılar, romancılar kimler oldu? Şüphesiz herhalde Yaşar Kemal demeden geçmemek lazım. Yaşar Kemal’in bu topraklara dair yazıp çizdikleri bizim açımızdan sadece okur olarak değil, siyasetçi olarak da çok büyük bir değerdir. Çünkü siyaseten anlatmayı başaramadığınız, çözmeyi başaramadığınız toplumsal sorunları o kadar görkemli bir şekilde anlatıyor ki! Şiirle ilgili de çok şairimiz var. Hem yaşayan hem de geçmişte şiirlerini bizlerle paylaşmış olan. Ama Özdemir Asaf benim açımdan çok etkilidir şiir itibariyle. Kürtçede de Ehmedê Xanî, hem döneminin hem bugünün edebiyatçısıdır. Tarihe not düşmüştür ve Kürtler açısından gerçekten büyük bir kıymettir. Halihazırda da genç Kürt edebiyatçıları şairleri çok büyük üretimler yapıyorlar. Hiç birinin hakkını yemeyeyim. Hepsi büyük katkı sundu. Birde cumhurbaşkanlığı meselesinde konu sanattan, sanatçıdan edebiyattan açılmışken, biliyorsunuz cumhurbaşkanı her yıl devlet sanatçısı ödülü veriyor. Bence bunun kaldırılması lazım. Bunu hak eden halk sanatçılarına halk sanatçısı ödülü verilmeli, devlet sanatçısı ödülü değil. Cumhurbaşkanlığının imkanları özellikle edebiyatçıların, sanatçıların desteklenmesi konusunda kullanılmalı. Onların projeleri desteklenmeli. Siz seçilirseniz böyle bir şey olmayacak o zaman? Evet ben seçilirsem devlet sanatçısı olmayacak. Devlet sanatçısı ve ödülü kalkacak. Onun yerine halk sanatçısı ve ödülü gelecek. Peki dünya edebiyatında sizi en çok etkileyen romancı kim? İlk okuduğum Gorki’nin Ana’sıdır. Hâlâ hepimizin aklındadır herhalde. Onu okumadan devrimci olunmuyor bir defa. Özellikle Rus klasiklerinin hepsini okumuşumdur herhalde. Dostoyevski? Buhranlı olduğunuz dönemlerde özellikle ilaç gibi geliyor. Buradan bir siyasetçi olarak sizi en çok etkileyen kuramcılara geçsek... Sol literatüre dair, sosyalist kavram tartışmalarına dair birçok yayınevinin kitaplarını okudum. Öğrencilik yıllarımda da okudum. Fakat bütün bunlardan arta kalan beni etkileyen, bana çok daha çarpıcı gelen Gramsci’dir. Yani pratikleştirme konusunda, pratikte geliştirme ve pratikte dönüştürme konusunda... Ali Şeriati de beni etkileyen bir başka isimdir. Özellikle dine yaklaşımı, dinler tarihi, inancın sınıf üzerindeki etkisini iyi irdelemiş, iyi tartışmıştır. Bu yönüyle beni etkilemiştir. Ve tabii ki ideolojik olarak da beslendiğim, hem kendisinin pratik çözümleri hem teorik eleştirisi, özeleştirisiyle bize büyük bir güç kattığını düşündüğüm Sayın Öcalan. Bu konuda çok çalışması, çabası vardır. Çok değerlidir yazıp çizdikleri. Çünkü bütün bu sol sosyalist Marksist felsefeden çözüm arayışından yola çıkarak Ortadoğu Coğrafyasına, Anadolu’ya Kürdistan’a, Türkiye’ye modeller gösterme konusunda cesaret göstermiştir. Eşinizle Başak hanımla nasıl tanıştınız? O 12- 13 yaşında, ben de 14-15 yaşında falandım. Aynı mahallede, birbirine bitişik binalarda oturuyorduk. Oradan ilk çocukluğumuz tanışıklıkla geçti. Komşuyduk aile olarak iç içeydik. Annem annesiyle, babam babasıyla biz de çocuklar olarak hep iyi komşuluk ilişkileri geliştirdik. O zamandan beri tanışıyoruz. Sonradan bir birimize karşı duygusal olarak da bağlılığımız gelişti ve evliliğe vardı. 12 -13 yıldır evli olarak sürdürüyoruz ilişkimizi. Peki çocuklarınız siyasetin içinde bu kadar aktif olmanızı nasıl karşılıyor? Siyasette çok yoğun mesai harcayan arkadaşlarımızın çocukları siyasete tepkisellikle büyüdüler hep. Bunu gözlemledim. Çünkü babalarını ve annelerini elinden alan bir olgu gibi kaldı hep akıllarında. Hani ben çocuklarımda o gelişsin istemedim ve dikkat etme gayreti içerisinde oldum. Fakat zaman zaman gerilim yaşıyoruz. Evde fazla kalamadığım zaman birkaç saatliğine uğrayıp çıkmak zorunda kaldığım zaman belli eleştirileri oluyor. Hatta küçüğü bazen eve gittiğimde ‘Baba bu akşam biz de kalacak mısın?’ diyordu. Çünkü algılayamıyordu onlarda kalmadığımı herhalde düşünüyordu çok az eve gidebildiğim için. Şimdi de sınıfta bütün öğrencilere ‘Anne babanıza söyleyin babama oy vermesinler’ diye karşı örgütleme yapıyormuş. 1994’ten itibaren Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrenciliğiniz başladı. Sizi en çok etkileyen hangi hocanız oldu? Aslında kendisinden doğrudan ders almadım. Bitişik sınıfta hocalığımızı yapıyordu ben de bazı derslerine girdim. Resmi hocam olmasa da fiili hocamdır Mithat Sancar. Mithat Hoca o dönem insan hakları, kamu hukuku gibi derslere giriyordu. Düşünceleriyle tartışmalarıyla bizi etkileyen hocalardandı. Bir de ben ve amcamın oğlu aynı sınıftaydık. Sedat’la birlikte hukuk fakültesini okuduk. Mithat Hoca onu insan hakları dersinden iki yıl üst üste sınıfta bıraktı ve okulu uzattı. O yüzden Mithat Hoca’yı ben de unutmuyorum, oda unutmuyor. Bağlama çalıyorsunuz, söylüyorsunuz. Müziğe merakınız ne zaman başladı? Ve sizi bu açıdan en çok kim etkiledi? Lise yıllarında bir arkadaşımın bağlama çalmasına tanık olduktan sonra merakım oluştu. Çok hoşuma gitti ve ben de öğrenmeliyim dedim. O günden bu güne uğraşıyorum. Çok profesyonel bir eğitim alamadım. Ama kendi halimde biraz ilerletmeye çalıştım. Çok seviyorum bağlama çalmayı. Bizim ilk gençlik yıllarında müzikle tanışıklığımız, Kürtçe müzikte Şivan Perwer’dir. Türkçe müzikte Grup Yorum, Grup Munzur... Daha sonraları Koma Berxwedan, Koma Amed, Koma Denge Azadi gibi grupların ortaya çıkmasıyla birlikte hepsinin müziğinden etkilendik. Tabii ki Alevi Bektaşi müziği de özellikle bağlamayı öne çıkaran o müzik tarzı da benim açımdan çok etkileyiciydi. Lise yıllarında Arif Sağ’ı çok dinlediğimi hatırlarım. Son dönemlerde Erdal Erzincan. Hem bağlamasıyla hem sözüyle hem duruşuyla. Sosyal medya ile de ilgilisiniz. Twitter’da sempatik mesajlar veriyorsunuz. Bu röportajdan önce 3 adayın da twitter hesaplarına baktım. Erdoğan’ın 4 milyon 417 bin 722 takipçisi var. Kendisi 1 kişiyi bile takip etmiyor. Bilal’i bile takip etmiyor, o derece. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun 267 bin 234 takipçisi var. Kendisi 15 kişiyi takip ediyor. Sizin 354 bin 365 takip çiniz var. 926 kişiyi takip ediyorsunuz. Herhalde bu bile dediğiniz gibi, halkın içinden çıkıp bir yerlere gitmediğinizin, hâlâ halkın içinde olduğunuzun bir göstergesi sayılabilir... Takipçi sayısı itibariyle Başbakanın takipçilerinin bir kısmının hakiki takipçi olmadığını da görmek lazım. Fakat doğru, sosyal medyada Twitter’ı ben doğrudan kendim kullanıyorum. Daha çok politik bir olay olduğu anda, o esnada özellikle refleksleri ölçme açından takipçilerimin düşüncesini çok önemsiyorum. Çünkü her düşünceden kişi var benim takip ettiklerim arasında. Yani bir anda toplumun genelinin ağırlıklı düşüncesinin ne olduğunu yarım saat bir saat içerisinde öğrenme şansına sahip oluyorsunuz. Sıcağı sıcağına onu anlama fırsatınız oluyor. O açıdan çok değerli ve hakiki bir ortam. Tabii yönlendirme yapmak isteyen, provokasyon yapmak isteyen sahte bir sürü hesap da vardır. Tabii ki onlara da dikkat ediyorum. Gezi sürecine dair de bir soru sormak istiyorum. 31 Temmuz 2013 günü Twitter’da “Gezi direnişiyle değil, bu halk hareketini askeri darbeye kadar götürebilir miyiz diyenlerle aramıza mesafe koyduk.” diye yazdınız. Bu daha önceki bir açıklamanıza gösterilen bazı tepkilere dairdi. Cumhurbaşkanlığı tutum belgenizi açıklarken de Gezi’ye özel bir vurgu yaptınız. Kimileri bunu olumlu karşılarken, kimileri bunun Gezi sürecindeki duruşunuzla çelişkili olduğunu öne sürdü. Hiç, tartışma konusu olan açıklamanıza dair olarak, öyle değil de aslında cümleyi şöyle kursaydım daha doğru olurdu, dediğiniz oluyor mu? Tabii, doğrudur. Çok daha net bir biçimde anlaşılacak şekilde ifade etmeliydim. Ben bir siyasetçiyim sonuçta. Bir partinin eş genel başkanı olarak mesajımın maniple edilmeyeceği bir formatta konuşmalıydım. Bu yönüyle geriye dönüp baktığımda evet, çarpıtmaya alan açtım ve çarpıttılar. Bu konuda benim böyle bir eksikliğim olabilir ama bu konuyu burada bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Gezi direnişinin 3. gününde Diyarbakır’da bir basın toplantısıyla Gezi direnişini neden desteklediğimizi açıkladım. Ve ‘BDP İstanbul İl Örgütü ile birlikte biz de yarın Taksim’de olacağız’ dedim. Bir gazeteci şunu sordu ‘Siz Taksim’de olacağız diyorsunuz ama İstanbul’da dün birileri bildiri dağıttı’. O birileri dediği de şu Türk Solu dedikleri yapının gençlik örgütleri falan olsa gerek. Ve bildiri de şu deniyor: ‘Apo Erdoğan görüşmesine karşı.’ Hem orduyu göreve davet eden, hem de ırkçı söylemler içeren bir bildiriyle herkesi Taksim’e davet ettiler. Siz de Taksim’e davet ediyorsunuz insanlar bu bir çelişki değil mi, dediler. “Biz Taksim’de olacağız ama o darbeci, ırkçı, faşist, çevrelerle yan yana durmayız. Benim arkadaşlarım yarın Taksim’de olacak ve göreceksiniz yan yana olmayacağız. Onlarla bizim aynı amaç için Taksim’e çıktığımız söylenemez. Dolayısıyla biz onlarla aramıza kesinlikle mesafe koyduk, bu güne kadar. Gezi direnişinde de meydana gelirlerse çıkarlarsa yine aramıza mesafe koyarız” dedim. Ve o cümlem cımbızlandı, “Biz Taksim’de darbecilerle yan yana olmayız” dendi. Defalarca izah etmeye çalışmama rağmen de bir türlü anlaşılmak istenmedi. Şimdi bunu özellikle çarpıtmak isteyen belli bir çevre var, onları bir kenara bırakalım. Ben ne söylersem söyleyeyim, meseleye buradan bakmak isteyen bir çevre var. Bir de “Gezi’den biz bir ders çıkardık, medya insanların dediğini çarpıtıyormuş” diyen bir çevre var, onlara da anlatamadım, o beni üzüyor. Gezi direnişine ben darbe demedim hiçbir zaman. Gezi bir darbe değildi, Gezi bir direnişti ve Hükümeti devirebilirdi de. Onu da söyledim. Gezi vesilesiyle Hükümet devrilebilir, bu son derece meşrudur ve doğrudur. Benim karşı olduğum bir askeri girişimle devrilmesidir. Efendim, böyle bir tehlike yokken siz niye böyle söylediniz, ama soruyu böyle sordu gazeteci. Mevzu budur. Sadece Kürtlerin adayı değilsiniz. Ama sonuçta ilk kez kimliğine de sahip çıkan Kürt cumhurbaşkanı adayısınız ve Kürt meselesine mesafeli duran çevrelerden de size dair pozitif mesajlar geliyor. Yarattığınız bu etkiye dair olarak da sevgili dostum Ahmet Tulgar, “Demirtaş ve insansiyaset” diye bir yazı yazdı. Otoriter ve kaba siyaset ile zehirlenmiş topluma sizin üslubunuzun bir panzehir gibi geldiğini söyledi. Belki zor bir soru ama siz kendinize dönüp baktığınızda hangi özelliklerinizin bu algıyı oluşturduğunu düşünüyorsunuz? Bu duyguyu çok iyi anlıyorum. Çünkü ben de bu duyguya hasretim. Kendini iyi hissetme ve ezilenlerin bir arada durarak sisteme meydan okumasının bana da moral verdiğini söylemem gerekir. Ben de bundan moral alıyorum. Ahmet Tulgar’a da bu güzel yazısından ötürü teşekkür etmek istiyorum. Evet bir Kürt’üm. Kürt mücadelesinin içinden geldim ve halen de Kürt mücadelesinin bir parçasıyım. Fakat bu mücadeleyi Türkiye’deki bütün kimliklerle bir ortak mücadeleye dönüştürmek isteyen bir mücadeleyi de sürdürüyorum aynı zamanda. Bence hor görülen, inkar edilen ve bunun mücadelesini veren bir kimliğin; bugün çıkıp bütün ezilen halklar adına bunu ifade etmesi hakikilik katıyor. Kürt kimliği burada bir etnisiteden çok bir direniş sembolü olarak ifade edilebilir. Bülent Arınç’ın kadınlara kahkaha ambargosu koyan açıklamasına karşı Maçka Parkı’nda kadınlarla bir araya geldiniz ve birlikte kahkaha attınız. Oradaki konuşmanızda, ‘Kadın özgürlük mücadelesinin görünürlüğünden güç alıyoruz’ dediniz. Kadınların sizin kampanyanızda etkin bir güç olduğunu biliyoruz. Biraz bunu da konuşalım. Bizim geleneğimizde de, HDK içinde bulunan hareketlerin geleneğinde de kadın çizgisi çok güçlü. Bunun benim cumhurbaşkanlığı seçim sürecime yansıması son derece normaldir. Ve bunun üzerine benim kadınların taleplerini savunmamam ters olurdu. Kadın özgürlük mücadelesinden çok beslendim, o sadece kadını özgürleştirmeye, kurtarmaya yönelik bir mücadele değildir. Tanıdığım tanımadığım yüz binlerce kadın şimdi bu kampanya için çalışma yürütüyor. Standımızı açıyor, afişimizi yapıştırıyor. Şöyle devam edersek, 3 aday var ve üçü de erkek. Ve sanıyorum kadın aday eksikliğini sizin kadar da dert edinen yok. Evet hep dile getiriyorum ve bir erkeğin bunu dile getirmesi de pozitif bir durumdur. Ama yine de kadın özgürlük mücadelesini bir kadın temsil etmelidir. Burada kadının adaylığının olmadığı bir durumda üç erkekle kadının hakkının yenildiği ortadadır. Bunu ben hep ifade ediyorum. Bu seçim sürecinde çeşitli işçi kesimleriyle de temas ettiniz. Örneğin Soma’ya gittiniz, yaşamını yitiren işçilerin ailelerine konuk oldunuz. Neler hissettiniz, size neler anlattılar? Soma’nın ilk günlerindeki şaşkınlık, çaresizlik, giderek yerini bir bilince ve örgütlü tepkiye bırakmış. Şimdi işçi aileleri fotoğrafı daha net görüyorlar ve bizim bu kampanyada anlattıklarımızın da kendi dertlerini, onların çözümlerini ifade ettiğini çok iyi görüyorlar. O yüzden ziyaretimiz orada bir dostluk ve dayanışmayla karşılandı. Bu bizi de memnun etti. Bütün bu kampanya içinde anlattığımız kimlikleri birbirine yakınlaştırma, gerilimi ortadan kaldırma durumu, emek mücadelesine zemin sunmak içindir. Biz ayrı durdukça ne Kürt ana dil sorununu çözüyor, ne Ermeni soykırımı meselesi tartışılıyor, ne Alevi’nin sorunu tartışılıyor, ne kadın hakları, ne çevre hakları tartışılabiliyor. En çok da işçi, emekçi bundan zarar görüyor. Emek sömürüsü katmerleşiyor. Bu yakınlaşma emek mücadelesini büyütecek bir mücadeledir. Asıl budur bizim temel arayışımız. TRT’nin size çok az yer vermesini eleştirdiniz ve TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin de, eğer bir daha eleştirirseniz canlı yayında keseceklerini söyledi. Hem bunu hem de genel olarak medyada yer alma biçiminizi, oranınızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bizi verme oranları çok düşük tabii. TRT 244 dakika beni vermiş. Genel Müdür de açıkladı, ama Tayyip Erdoğan’ı kaç dakika verdiklerini açıklamadı. Onu da ben açıklayayım. 7 bin 200 dakika. Medyanın beni çok vermeyişi bana dönük kişisel bir tavır değil. Biz sisteme meydan oluyoruz. Merkez medya bu sistemin bir parçasıdır, oradan besleniyor. Ama benim ezilenler adına, onların sesini duyurma hakkım var, bunu kısıtladıkları için onları kınıyorum. Kampanyanızda sizi en çok etkileyen olay? Dün Hakkari’deydim. Çocuklar size bayram harçlıklarını verdiler... Evet ve kesinlikle mizansen değildi. Onun bilinmesi lazım. Gerçekten çocuklar bir araya gelmiş, harçlıklarını toplamışlar. Bu kampanyanın ne demek olduğunu bence en iyi anlatan karelerden biriydi. Son emniyet operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir güç savaşı olarak yürüdü ve öyle de devam ediyor Cemaat-AKP çatışması. Daha önce biliyorsunuz Ergenekon operasyonu yapıldığında da tutuklanan bazı Ergenekon sanıkları köy yakmalar, faili meçhul cinayetler ve işkencelerden sorumluydu, onları hiç sormadılar. Sadece Tayyip Erdoğan’a yapılan darbe girişimi soruldu. Şimdi yine işkence, haksız gözaltıyla bilinen isimlere bunlar sorulmuyor, sadece Erdoğan’ı dinleme soruları soruluyor. Buradan baktığınız da Tayyip Erdoğan’a dokunan yanıyor. Bize de ille iki taraftan birini tutma dayatması yapılıyor. Biz de diyoruz ki; suçlusunuz, Cemaat-AKP iş birliği içinde çok suç işlediniz. Ve bugün biz ne Cemaat polisleri tutuklanıyor diye sevinebiliriz, ne de onlar suç işlememiştir, serbest bırakın diyebiliriz. Bazı AKP’lilerin de o operasyonlara dahil edilip sorgulanması lazım, Başbakan da dahil olmak üzere. Savcının Başbakanı da çağırıp sorması lazım: “Kardeşim bu polisler görevdeyken KCK ile Ergenekon ile ilgili operasyon yaptılar. Haksız dinleme yaptılar. Suç oluşturan delil müdahaleleri yaptılar. Sahte deliller dosyaya sundular. Bizzat hakimlere baskı yaptılar. Sen bunların emrini verdin. Sen de suçlusun”. Diyemiyorlar, diyemezler. O nedenle biz iki suçlu arasında tercih yapmak zorunda değiliz ama soruşturmada yapılan adaletsizlikleri de görmezden gelmememiz lazım. Çünkü bu bizim için ilkesel bir durum. Bize yapıldı diye, onlara da yapılsın burunlarından gelsin diyemeyiz. Olacaksa adil bir yargılama olsun. Hukuksuzluk yapılmasın diyebiliriz. Seçilirseniz önem vereceğiniz temel kriterler ne olacak? Darbe anayasası kalkmalı, yeni anayasa yapılmalı. Milli Güvenlik Kurulu benim Cumhurbaşkanı olduğum dönemde, benim başkanlığımda toplanıp karar almaz. Milli Güvenlik Kurulunu çalıştırmam bir defa. Kalkana kadar da aktif kılmam. Çünkü benim bir darbe kurumuna başkanlık yapıp, oradan karar almam savunduğum ilkelere ve bana oy veren insanlara hakaret olur. YÖK’ün kaldırılması için uğraşırım, kesinlikle yeni anayasa da YÖK olmamalı. Diyanet İşleri Başkanlığı olmamalı. Din olmamalı demiyorum bunu hep çarpıtıyorlar. Tekçi, mezhepçi devlet dini olmamalı. KPSS kalkmalı mesela. Engellilerle, kadınlarla, gençlerle, çevreyle ilgili meclisler oluşturacağız. En acil olarak bunları yaparım. Roboskî ve Soma dosyalarının kapanmaması için, Hrant Dink ve Gezi katliamları davalarının kapanmaması için uğraşırım. Son soru. Tutum belgenizi açıkladığınız toplantıda Murat Yetkin size şöyle sormuştu, “Eğer seçilirseniz ve Erdoğan da başbakanlık görevine devam ederse, aranızda nasıl bir ilişki olur?” Siz de ona ‘O zaman Allah onun yardımcısı olsun’ demiştiniz. Bunu biraz açar mısınız? Ona ne yapmayı düşünüyorsunuz? Benim derdim cumhurbaşkanı olayım da AKP’yi çalıştırmayayım, burnundan getireyim değil. İlkelerimiz var ve bu ilkelerimizi Hükümete dayatırız cumhurbaşkanı olduğumuzda. Bir defa çok kültürlü, çok inançlı bir ülkede başbakanlık yaptığını sürekli hatırlatırım ona. Parlamentonun çıkardığı yasalar eğer bu kriterlere uygun değilse kesinlikle veto eder, geri gönderirim. Kendisi bir defa parmak sallayabileceği, istediğini yaptırabileceği bir cumhurbaşkanı karşısında görmeyeceği için zorlanacaktır. Çünkü alışık olduğu bir durum değil. Yani farklı düşüncelere açık bir yapısı yok. Düşünün hiç haz etmediği biri onun da kararlarını denetleyen bir cumhurbaşkanı olmuş, ya buna alışacak. Buna alışması demek aslında bütün o kimliklere, inançlara alışması demektir, iyi bir şeydir. Onu da geliştirir, diyorsunuz... Geliştirir tabii. Alışamazsa da Allah ona yardımcı olsun. Çünkü boyun eğecek bir kişiliğim ve yapım da yok. Savunduğum ilkeler de bana güç veriyor. Arkamda böyle bir destekle de Çankaya’ya çıkarsam kimseye de boyun eğmem.T24
Ötüken Dergisi'nden Agos'a ve Fatih Akın'a Açık Tehdit
Türkçü Turancılar Derneği’ne ait ‘Ötüken Dergisi’, Agos Gazetesi’ni ve yönetmen Fatih Akın’ı Twitter üzerinden açıkça tehdit etti. Türkçü Turancılar Derneği’ne ait ‘Ötüken Dergisi’, Agos Gazetesi’ni ve gazeteye söyleşi veren yönetmen Fatih Akın’ı twitter üzerinden açıkça tehdit etti. Ermeni Soykırımı’ndan sağ kurtulan ve iki kızını arayan bir adamın hikayesinin anlatıldığı ‘The Cut’ filmiyle ilgili olarak Fatih Akın, geçtiğimiz hafta ilk söyleşisini Agos’a vermiş; Türkiye toplumunun bu filme hazır olduğunu düşündüğünü, en büyük umudunun ise filmin Türkiye’de gösterilmesi olduğunu' belirtmişti. Söz konusu söyleşi üzerine ‘Ötüken Dergisi’ twitter üzerinden bir tehdit mesajı yayımladı ve ‘O film Türkiye’de tek bir sinemada yayınlanmayacak. Beyaz berelerimiz ve Azerbeycan bayraklı planörümüzle gelişmeleri takip ediyoruz. Hodri meydan!” ifadelerini kullandı. Kaynak: Agos
Oscar'da Nuri Bilge Ceylan'a Karşı Fatih Akın mı Yarışacak?
Nuri Bilge Ceylan'ın Kış Uykusu'nun Türkiye'nin Oscar adayı gösterilmesinin ardından ilginç bir gelişme oldu. Fatih Akın'ın The Cut filminin de Almanya adına yarışması gündeme geldi. Bu arada 2013'ün Altın Palmiyeli filmi de bu yarışa katılabilir.Oscar yarışını bu yıl Türkiye başlattı. Oscar aday adayı olarak Ceylan’ın Altın Palmiye Ödüllü Kış Uykusu filminin seçilmesi, sinema çevrelerinden olumlu tepkiler alıyor. Her yıl 70’i aşkın ülkenin katıldığı yarışta diğer ülkeler henüz rengini belli etmedi. Peki, Ceylan’ı yarışta neler bekliyor, rakipleri kimler olabilir? Gelin, yakından bakalım... ALTIN PALMİYELER YARIŞIRSA Abdellatif Kechiche’in Altın Palmiye Ödüllü filmi La vie d’Adèle/ Mavi En Sıcak Renktir, bu yıl Nuri Bilge Ceylan’ın rakiplerinden biri olabilir. Adèle Exarchopoulos ile Léa Seydoux’nun başrolleri paylaştığı Mavi En Sıcak Renktir, geçen yıl Oscar yarışına katılamamıştı. Zira aday adayı filmlerin en geç Eylül sonuna kadar kendi ülkelerinde gösterime girmesi gerekiyor. Yapımcı firma, filmin Fransa gösterim tarihi olarak 9 Ekim’de direttiğinden, Kechiche’in fırtınalar estiren eseri Oscar yarışına katılamamıştı. Kimi eleştirmenlere göre, Fransa’nın bu yıl şansını Kechiche’le denemesi ihtimal dâhilinde görünüyor. Fransa’nın Mavi En Sıcak Renktir’i aday adayı olarak Akademi’ye sunması durumunda, Oscar için bu yıl Altın Palmiyeli iki film yarışabilir. AKIN, EKİM’E KALDI Fatih Akın da Ceylan’ın olası rakiplerinden biri olarak öne çıkıyor. Akın’ın uzun süredir merakla beklenen filmi The Cut, Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışacak. Ermeni Soykırımı’ndan sağ kurtulan ve iki kızını aramak üzere yollara düşen bir adamın öyküsünü anlatan filmin, Venedik serüveni Oscar yarışının da başlangıcı olabilir. Filmin sinema çevrelerinden olumlu eleştiriler alması durumunda, Almanya’nın The Cut’ı Oscar aday adayı olarak sunması bekleniyor. Ne ki, filmin Almanya gösterim tarihi şimdilik 16 Ekim olarak belirlendiğinden, Akın’ın yarışma koşullarını sağlayamaması sözkonusu olabilir. Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’da birlikte yarıştığı pek çok isimle Oscar serüveninde de karşılaşmasına kesin gözüyle bakılıyor. Cannes’da Büyük Jüri Ödülü’nü kazanan Xavier Dolan, son dönemde eleştirmenlerin favori yönetmenlerinden biri oldu. “Genç usta” Dolan’ın Mommy filmi, Fransızca olduğundan Kanada Oscar şansını Dolan ile deneyebilir. Keza, Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev Leviathan filmiyle Cannes’da pek çok eleştirmenin favorileri arasında gösteriliyordu. Rusya’nın Cannes’da En İyi Senaryo Ödülü’nü alan Leviathan’ı Oscar yarışına sunması sinema çevreleri için şaşırtıcı olmayacaktır. DARDENNE FAKTÖRÜ Oscar Ödüllü Fransız aktris Marion Cotillard da bu yıl bir kez daha kırmızı halıda yürüyecek gibi görünüyor. Cotillard, Cannes’da büyük ödülü Ceylan’a kaptıran Dardenne Kardeşler imzalı Deus jours, une nuit/ İki Gün, Bir Gece adlı filmde başrolde yer alıyor. Ödül avcısı Dardenne Kardeşler, daha önce Oscar’a aday gösterilmedi. Belçika’nın İki Gün, Bir Gece’yi yarışa sunması hâlinde, Belçika da yarışın güçlü adaylarından biri olabilir. VE DİĞER ÜLKELER Oscar kazanan tek Latin Amerika ülkesi olan Arjantin’in Relatos salvajes/ Vahşi Öyküler, Bulgaristan’ın Stephan Komandarev imzalı The Judgement/ Hüküm, geçen yıl Oscar yarışına yeninden katılan Ekvator’un Feriado/ Tatil, Yunanistan’ın Little England/ Küçük İngiltere ve Hong Kong’un The Golden Era/ Altın Çağ filmlerini seçmesi hâlinde ödül şansının yüksek olduğu öngörülebilir. Taraf
Snowden'dan Gezi'ye ve Sansür Karşıtlarına Dayanışma Mesajı
Amerikan Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın (NSA) dünya çapındaki dinleme-gözleme bilgilerini ifşa eden eski CIA analisti Edward Snowden, Gezi eylemcileri ve sansüre karşı mücadele edenlere destek mesajı yayınladı.Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın davetiyle 2-5 Eylül arasında İstanbul’da yapılan Birleşmiş Milletler İnternet Yönetişimi Forumu’na alternatif olarak toplanan ‘bağımsız‘ ‘Internet Ungovernance Forum’a teknik aksaklık nedeniyle bağlanamayan Snowden yazılı bir açıklama yaptı.Son dakikada yaşanan bir sorun nedeniyle foruma bağlanamadığını söyleyip katılımcılardan özür dileyen Snowden, Türkiye’deki internet sansürüne dikkat çekerek, “Hükümetler kendi vatandaşlarına internet konusunda sansür uyguladıklarında, sadece insan haklarını ihmal etmiyor. Aynı zamanda diğer ülke hükümetlerinin Türkiye’deki iletişim ağlarına daha kolay ulaşmalarını sağlıyor” dedi.Snowden bu sayede ülkelerin bilgi ve belgelerinin daha kolay hedef haline geldiğini vurgulayarak, “İdeal dünyada hükümetlerin, vatandaşların ifade özgürlüğü hakkına saygı duyması ve internet için hiçbir filtre kullanmaması beklenir. Ne yazık ki şu an o dünyada yaşamıyoruz” ifadelerini kullandı.Edward Snowden açıklamalarını “Gezi Parkı için mücadele edenler ve bugün Internet Ungovernance Forum’da yer alanlara desteklerinden ve dayanışma mesajlarından dolayı teşekkür ederim. Ben de sizi destekliyor ve size dayanışma mesajlarımı yolluyorum” sözleriyle bitirdi.ABD tarihindeki en büyük ‘sızıntıya‘ imza attığı belirtilen Snowden, NSA’in gizli belgelerini ve Pentagon evraklarını ifşa etmişti. Snowden, casusluk ve hırsızlıkla suçlanıyor.Eski CIA analistinin son sızdırdığı belgelerde, Türkiye’ye ilişkin önemli detaylar yer almış ve Der Spiegel dergisine haber olan bilgilere Türkiye’nin Alman ve İngiliz istihbaratları tarafından uzun süredir dinlendiği ortaya çıkmıştı.Öte yandan foruma Snowden’ın yerine Amerikalı diplomatların gizli yazışmalarını yayımlayan WikiLeaks sitesinin kurucusu Julian Assange telekonferansla bağlandı.Bianet’ten Elif Akgül’ün haberine göre Assange, “Türkiye’de hapis gazeteciler ve gazeteciliğin suç haline getirilmesi devam eden bir durum. Kürt hareketine ve Ermeni Soykırımı’na ilşikin sansür aynı zamanda gözetimle birlikte işliyor. Arkamda gördüğünüz belgede Danimarka eski Başbakanı Rasmussen, Obama ve Türkiye’nin yozlaşmış ilişkilerini görüyoruz. Bu belgeye göre Danimarka en geniş Kürtçe yayın yapan ROJ TV’nin faaliyetlerini durdurmak için ABD ve Türkiye ile işbirliği yapıyor” diye konuştu.Assange hala İngiltere’de siyasi sığınmacı olarak yer aldığı Ekvador Konsolosluğu’nda yaşıyor.Diken
Ezidiler: Mezopotamya'nın Dağılan Tespih Taneleri
Yakın zamana kadar Melek Tavus’u simgeleyen çizimler sadece kutsal mekânlarda, bulunurdu. Günümüzde ise birbirinden farklı birçok sahte objeyi evden arabaya, her türlü mekânda ve insanların kullandığı bir aksesuar olarak görmek mümkün. Fotoğraf: SANER ŞEN
'Almanlar, En Azından Ermeni Katliamından Haberdar Olup Engellememe Suçunu İşledi'
'Beni cesaretlendiren Hasan Cemal'in kitabı oldu'.Yönetmen Fatih Akın , Türkiye'de gösterime girmeden bazı çevrelerden ölüm tehditleri ve mesajları aldığı The Cut'ın, soykırım üzerine bir film olmadığını ve filmde politika yapmadığını dile getirdi.Akın, soykırım konusunda kendisini cesaretlendiren kişinin gazeteci-yazar Hasan Cemal 'in yazdığı 1915 Ermeni Soykırım kitabı olduğunu belirterek, 'Eğer o dönemin sorumlu paşalarından Cemal Paşa’nın torunu bu sözcüğü kullanıyorsa ben de kullanabilirim diye düşündüm. Bu kitap her kitapçıda satılıyor. Vitrinlerde sergileniyor.' dedi.Film yapılacak birçok olay var. Türkiye’de en fazla susulan konu tartışmasız Ermeni Soykırımı. Filmin için neden bu konuyu seçtin?Bu konuyu ben aramadım, tersine konu beni buldu. Türkiyeli bir ailenin çocuğu olarak hep ilgimi çekti. Hele de bu konunun tabulaştırılması. Ne zaman bir şeyler yasaklanırsa, meraklı ve araştırıcı olurum. Bu konuda da ele alınmamış birçok şey keşfettim.Bu sorun Türkiye’de hâlâ tabu mu?Yedi yıl önce Hrant Dink öldürüldüğünde İstanbul’da herhangi bir kahvede soykırım üzerine sohbet etseniz, yan masadakilerin ‘Hey ne üzerine konuşuyorsunuz bakayım öyle?’ diye müdahalesiyle karşılaşabilirdiniz. Şimdilerde hemen hemen her yerde hem de fısıldamaya gerek kalmadan konuşabilirsiniz.Türkiye’de halk açısından hiçbir sözcük ‘soykırım’ sözcüğü kadar politik yüklü değil. Türkiye’de de bu sözcüğü kullanıyor musun?Evet. Beni bu konuda cesaretlendiren, tanınmış gazeteci Hasan Cemal’in 1915-Ermeni Soykırımı kitabı oldu. Eğer o dönemin sorumlu paşalarından Cemal Paşa’nın torunu bu sözcüğü kullanıyorsa ben de kullanabilirim diye düşündüm. Bu kitap her kitapçıda satılıyor. Vitrinlerde sergileniyor.Türklerin, tarihlerinin bu bölümüyle yüzleşmelerinin bu kadar zor olmasının nedeni ne?Eğer bir halk, kuşaklar boyu tarih yazıcıları ve politikacılar tarafından sürekli olarak kandırılırsa, ‘Böyle bir şey olmadı. Bu kocaman bir yalan!’ denirse, söylenenleri içselleştirebiliyor. Ailelerinden, okul kitaplarından, gazetelerden farklı bir şey duymadılar. Onları suçlayamam. Ama politikacıların ‘tarihi tarihçilere bırakalım’ demeleri yanlış. Tarih bize aittir, insanlara, hepimize...Filmi çekmeden önce konuya nasıl hazırlandın?Sanırım konu üzerine yaklaşık 100 kitap okudum. Aralarında Küba’ya göç eden bir Ermeni’nin biyografisi, ailesiz kalmış çocukların kaldığı yurtlar üzerine belgeseller ve hatta Halep’teki genelevler üzerine hikayeler de vardı. Hayatımda ilk kez Ermenistan’a gittim ve tabii ki Erivan’daki Soykırım Müzesi’ni ziyaret ettim. Orada müze direktörü Hayk Demoyan’la tanıştım. Bana birçok Ermeni’nin önce Küba’ya, oradan da Amerika’ya kaçtığını anlattı. Bunu Ermeniler’in çoğu bile bilmiyor. Filmimde bu duruma da yer verdim.Filmin kahramanı Nazaret, Mardin’de yaşıyor. Bu şehri nasıl seçtin?Fransız tarihçi Yves Ternon’un Mardinli Ermeniler üzerine yazdığı kitabı okumuştum. Mardin, Suriye sınırından pek uzak değil. Coğrafya ve hikaye açısından acılı öyküsünün buradan başlaması uygundu. Nazaret’in çöle yolculuğunun uzun sürmemesi gerekiyordu. Nazaret’in Deir Zor’a sürgün edilen Ermeniler arasında olmamasına karar verdim.Tersine Nazaret’in küçük bir kamp olan Ras al-Ayn’a götürülmesine karar verdim. Mardin, Diyarbakır ve Midyat’lı Ermeniler Ras al-Ayn kampına götürüldüler. Buraya Mardin’den birkaç günde erişilebilir. İşte kahramanımız bu yolu yürüyor. Filmin çekimine başlamadan bu yolda kendimiz de yolculuk yaptık. Suriye’de savaşın başlamasından altı ay önceydi.Alman İmparatorluğu’nun soykırımdaki rolü konusunda bilgin var mıydı? Müttefik devlet olan Osmanlıların Ermeniler’le ilgili planlarından haberleri vardı, ama stratejik nedenlerle müdahale etmeme kararı aldılar...Evet, Alman İmparatorluğu katliam ve diğer insanlık dışı davranışlardan haberdardı ama karışmadı. Osmanlı İmparatorluğu’nu silah arkadaşı olarak kaybetmek istemiyordu. Bu nedenle müdahale etmediler ve Türk sorumluları engellemeye de karışmadılar. Bu açıdan Almanlar en azından katliamdan haberdar olup engellememe suçunu işlediler. Ancak soykırıma aktif olarak katılıp katılmadıkları veya lojistik açıdan katliamın olmasına olanak sunup sunmadıkları hala araştırılıyor.The Cut filmi Ermeni soykırımı üzerine bir film mi?İki kızını bulmak için dünyayı dolaşan bir babanın öyküsünü anlatıyorum. Baba, batıya doğru, ta Amerika’ya kadar yolculuk yapıyor. Bir yerden göç ve bir yere yerleşme öyküsü. Bu öykü, soykırımın arka planında yer alıyor. Ama film soykırım üzerine bir film değil. Politikacı olmadığımdan filmimde politika yapmadım. Tarihi travmatik ve ele alınmamış olaylara bağlı olarak bir öykü anlatıyorum. The Cut filminde kimin iyi, kimin kötü olduğu net olarak belli değil. Örneğin filmin kahramanı Nazaret, kurbanken suçlu duruma düşerek iyi kalpli bir Türk sayesinde hayatını kurtarabiliyor.Filmin basın dosyasından derleyen Semra ÇelikT24
System of a Down 'Soykırım' Turnesine Çıkacağını Açıkladı
Ermeni asıllı ABD’li ekip System Of A Down, Ermeni Soykırımı’nın 100. yılı sebebiyle bir araya gelerek turneye çıkacağını açıkladı. Uzun zamandır bir arada müzik yapmayan grup “Wake Up The Souls” adını verdikleri turneye 10 Nisan 2015’te Londra’daki Wembley Arena’da başlayacak.Ekip turne kapsamında Rusya, Almanya, Fransa, Hollanda ve Belçika’ya gidecek. Turnenin son konseri 23 Nisan’da Erivan’da gerçekleşecek. Bu aynı zamanda grubun Ermenistan’da verdiği ilk konser olma özelliğini taşıyor.Turnenin gerçekleşeceği yerler ve tarihleri şöyle:10 Nisan- Londra, UK @ Wembley Arena13 Nisan- Köln, Almanya @ Lanxess Arena14 Nisan- Lyon, Fransa @ La Halle Tony Garnier16 Nisan- Brüksel, Belçika @ Forest National17 Nisan- Amsterdam, Hollanda @ Ziggo Dome20 Nisan- Moskova, Rusya @ Olympisky23 Nisan- Erivan, Ermenistan @ Republic SquareHafif Müzik
'Ermeni Soykırımının Olmadığını Kanıtlayın' Ödevi Tepki Çekti
9 Eylül Üniversitesi'nde bir öğretim üyesinin 'Ermeni soykırımı olmadığını kanıtlayan belgelerle ödev hazırlanmasını' istemesi tepki çekti. Öğretim üyesinin bu isteğini öğrencilere duyurduğu yazının sosyal medyada paylaşılması tartışma yarattı.9 Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Türkan Başyiğit 'in öğrencilerine verdiği bir ödev, dün akşam sosyal medyada büyük tartışma yarattı.Başyiğit, öğrencilerine vize sınavı yerine geçecek, ' Ermeni soykırımı iddialarını çürüten ' bir ödev yazmalarını istedi. Ve odasının kapısına da şu notu astı: ' Ermeni sorunu, ortaya çıkışı, sözde soykırım iddialarına karşı Türkiye'nin soykırım yapmadığını belgelerle açıkladığınız ödevlerinizi 18. 12. 2014 tarihinde vize sınavında teslim ediniz. ''BU NASIL BİLİMSEL YAKLAŞIM?'Radikal'den Bahadır Özgür'ün haberine göre öğrenciler de bu notun fotoğrafını çekerek sosyal medyada paylaştı. Bunun üzerine birçok kişi Başyiğit'e tepki gösterdi.Twitter'da yaşanan tartışmada ödevin ' soykırım olmadığını kanıtlayan belgelerle... ' kısmının neresinin bilimsel olduğu sorulurken, daha baştan böyle bir önyargı ile bir üniversitede sınav yapılması eleştirildi.Twitter'da tartışmaya katılanlar, bir öğrencinin soykırım olduğuna dair bir ödev verdiği zaman Başyiğit'in ne yapacağını da sordular.Tüm gece devam eden tartışmaya Başyiğit ise geç saatlerde Twitter hesabından yanıt verdi: ' Ben sadece bilimsel bir soru sordum. Aslında keşke bana yanıt için bir iki belge okuyup gönderseniz. ''LAVAŞI ALDILAR, TOPRAK DA İSTERLER'Başyiğit sınavın sonuçlarını da paylaşacağını duyurdu.9 Eylül Öğretim üyesi Türkan Başyiğit'in daha önce de Twitter hesabından Ermeni soykırımını inkarına ilişkin yaptığı yorumlar çoğu zaman da tepki çekmişti. Başyiğit daha önce de lavaşın UNESCO tarafından Ermenistan lehine tescil edilmesi üzerine ' Lavaşı da aldılar, bunlar şimdi bizden toprak da isterler ' yorumunda bulunmuştu. Başyiğit'in Teşkilat-ı Mahsusa'yı öven yorumları da yine tartışma yaratan tweet'lerin başında geliyor.Demokrat Haber