Birçoğumuzun Zaman Zaman Yaşadığı Yetersizlik Hissi Nereden Geliyor?
Hepimiz zaman zaman kendimizi yetersiz, eksik ya da başarısız hissetmişizdir. Bu duygu, genellikle anlık bir his gibi görünse de aslında altında derin psikolojik ve çevresel faktörler yatar. Yetersizlik hissi sadece bireysel bir zayıflık değil, aynı zamanda toplumsal baskılar, geçmiş deneyimler ve kişisel beklentilerle şekillenen karmaşık bir duygu durumudur. Peki, bu duygu tam olarak nereden geliyor? Bilim insanlarının araştırmalarına ve psikolojik yaklaşımlara göre yetersizlik hissinin sebepleri oldukça derin olmakla birlikte genellikle geçmişten gelen izler taşır.
Gelin, 'yetersizlik' hissinin kökenine hep birlikte bakalım...
Yetersizlik hissi... Belki zaman zaman belki de hayatımızın büyük bir döneminde bu duyguyla cebelleşiyoruz.
Yetersizlik hissi, bireyin kendini bir görev, ilişki veya durum karşısında yeterli ve değerli hissetmemesi durumu aslına bakarsanız. Bu duygu psikolojide farklı teorilerle açıklanmıştır ve çeşitli faktörlerden kaynaklanabilmekte.
İsterseniz, yetersizlik hissine yakından bakalım. Örneğin psikolojinin babası Sigmund Freud, bu hissin çocukluk döneminde yaşanan travmatik deneyimlerin bilinçdışında yer etmesiyle oluştuğunu öne sürüyor.

Özellikle gelişim evrelerinde ebeveynin yetersiz ya da aşırı ilgi göstermesi, bireyin kendine dair güven eksikliği geliştirmesine neden olabilir. Ego ile süperego arasındaki çatışmalar da yetersizlik hissini pekiştirir.
Alfred Adler ise yetersizlik hissini "aşağılık kompleksi" kavramıyla açıklıyor.
Her insan doğuştan bir yetersizlik hissi ile dünyaya gelir ve bu his, bireyi güçlenmeye ve başarmaya yönlendirir. Ancak bu hisle başa çıkılamazsa aşağılık kompleksi gelişir. Bu durum çocukluk döneminde ebeveynin aşırı koruyucu ya da eleştirel olması gibi faktörlerle ilişkili.
Rogers'a göre, insanlar doğuştan değerli ve yeterlidir; ancak çevreden gelen olumsuz eleştiriler ve koşulsuz sevginin eksikliği, bireyin bu doğal değerini sorgulamasına yol açar.
Bireyin 'ideal benlik' ile 'gerçek benlik' arasındaki uyumsuzluk, yetersizlik hissine sebep olur.
Erikson'a göre, yetersizlik hissi yaşamın her döneminde ortaya çıkabilir.
Özellikle 'girişimciliğe karşı suçluluk' ve 'çalışkanlığa karşı aşağılık' gibi gelişim aşamalarında birey, başarılı olma veya yetersiz hissetme arasında bir denge kurar. Çocuklukta kazanılan bu duygular, bireyin yetişkinlikte kendine duyduğu güveni doğrudan etkiler
Beck'e göre ise yetersizlik hissi bireyin düşünce biçimiyle doğrudan ilişkili.
Olumsuz otomatik düşünceler ve çarpıtılmış inançlar yetersizlik hissini pekiştirir. Kişi, kendine 'Başarısızım', 'Yeterince iyi değilim' gibi olumsuz inançlar yükler. Bu tür düşünce kalıpları, bireyin kendine dair olumsuz bir algı geliştirmesine ve başarısız hissetmesine yol açar.
Bandura'ya göre, yetersizlik hissi, bireyin sosyal çevresi ve gözlem yoluyla öğrenilen davranışlarla şekillenir.
Birey, çevresindeki insanların başarılarını ve yeterliliklerini gözlemleyerek kendi yeteneklerini değerlendirir. Bu süreçte birey, çevresiyle kıyaslama yaparak kendini yetersiz hissedebilir. Özellikle sosyal medya gibi platformlarda sürekli başarı hikayeleri ve mükemmellik algısı gören bireyler, kendi başarılarını küçümseyerek yetersizlik hissini yoğun bir şekilde yaşayabilir.
Tabii ki bu hissiyatın kökleri var.
Örneğin, yetersizlik hissinin temeli çoğu zaman çocukluk dönemine dayanır. Özellikle aşırı eleştirel ya da aşırı koruyucu ebeveyn tutumları, çocuğun kendi yeteneklerine ve değerine dair güvenini zedeler. Sürekli olarak yeterli olmadığını hisseden bir çocuk, bu duyguyu yetişkinliğe taşıyabilir. Ayrıca kardeşler arası kıyaslamalar, özellikle 'Senin kardeşin senden daha başarılı' gibi ifadeler, çocukta yetersizlik duygusunu pekiştirir.
Bireyler, sosyal çevreleriyle kıyaslama yapma eğilimindedir.
Bu özellikle sosyal medyanın etkisiyle daha görünür hale gelmiştir. Başkalarının başarılarını, güzelliğini ya da yaşam standartlarını sürekli olarak izlemek, bireyin kendi hayatına dair memnuniyetsizlik ve yetersizlik duygusu geliştirmesine neden olabilir. Ayrıca toplumun belirli kalıplar ve başarı kriterleri dayatması (örneğin belirli yaşta evlenmek, kariyerde yükselmek, fiziksel olarak 'ideal' ölçülerde olmak) kişide 'geri kalmışlık' ve 'eksiklik' duygularını körükleyebilir.
Geçmişte yaşanmış başarısızlıklar, kişinin gelecekteki girişimlerinde de başarılı olamayacağına dair inanç geliştirmesine neden olabilir.
Özellikle çaba gösterildiği hâlde başarının gelmediği durumlarda birey, zamanla kontrolün kendi elinde olmadığına inanabilir. Bu duruma psikolojide 'öğrenilmiş çaresizlik' denir. Kişi, çaba göstermenin bir anlamı olmadığını düşünmeye başlar ve kendi yeterliliğine olan inancı sarsılır.
Peki... Nasıl aşacağız?
Yetersizlik hissiyle başa çıkmak için ilk adım, bu duygunun kaynağını fark etmek ve kendinize karşı daha anlayışlı bir tutum geliştirmek. Psikolog Kristin Neff’in öz-şefkat üzerine yaptığı çalışmalar, bireyin kendine karşı eleştirel değil, şefkatli yaklaşmasının bu duyguyu hafiflettiğini gösteriyor.
Aynı zamanda bilişsel terapinin öncülerine göre, “Yeterince iyi değilim” gibi otomatik düşünceleri fark edip daha gerçekçi bakış açıları geliştirmek oldukça etkilidir. Küçük başarıları görmezden gelmek yerine bunları içselleştirmek, başarıyı sadece “mükemmel sonuçlarla” eşleştirmemek gerekir. Ayrıca sosyal karşılaştırmalardan uzak durmak, kendi gelişim sürecinize odaklanmak ve gerektiğinde bir uzmandan destek almak da bu duyguyla başa çıkmada önemli araçlardır.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Yorum Yazın