Denizleri Kurtarmak: Türkiye İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Suat Sözen Deniz Projelerini Anlattı
İklim krizinden doğal varlıkların korunmasına, cinsiyet eşitliğinden eğitimde fırsat eşitliğine tüm bu sorunlarla mücadele etmek üzere yapılanlar bir çatı kavram olarak sürdürülebilirlik altında ele alınıyor. Ancak zaman içerisinde sürdürülebilirliğin arkasına sığınarak yapılan işlerle kavramın içinin boşaldığını, anlamını yitirdiğini gördük. Dolayısıyla esas sorunlarla mücadeleye de zarar verdiğini düşünmeye başladık.
Aslında her vatandaşın, her kurumsal vatandaşın sorumluluk üstlenmesi gereken; tek bir kişi ya da kurumun mutlak bir çözüm üretmesinin mümkün olmadığı bu konularda tüm tarafların katılımı, el birliği, dayanışması ve gönül vererek çalışması çok önemli. Biz de bu konularda üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz. Ancak bunu belirli kavramlar altında anlatmak yerine konuyu çok geniş anlamda ilerlemenin, kalkınmanın sürekliliğinin doğayla iç içe olması ve doğayı gözetmesi olarak ele almayı tercih ediyorum.
İklim değişikliğiyle mücadelede deniz ekosisteminin rolü büyüyor

Çevre sorunları ve iklim değişikliğiyle mücadelede denizler önemli bir yere sahip. Çünkü deniz ekosistemi gıda güvenliğinden iklim düzenlemesine, biyolojik çeşitlilikten ekonomik faaliyetlere kadar yaşamın sürdürülebilirliğini sağlayan temel alanlardan biri. Derin denizler, dünya üzerindeki yaşanabilir hacmin yüzde 90’ından fazlasına, çok önemli bir canlı ekosistemine ev sahipliği yapıyor.
Dolayısıyla üç tarafı denizlerle çevrili ve bir iç denize sahip bir ülke olarak denizlerimizi korumak bizim için önemli gündemlerden biri olmalı. Biz de bu konuyu kendimize görev ediniyor, dert ediyor, sorumluluk alıyoruz.
Denizlere dair ilk çalışmamız: İlk Türk Arktik Bilimsel Seferi’ne destek

Denizlere dair yakın geçmişteki ilk çalışmamız, İTÜ Denizcilik Fakültesi Öğretim Üyesi ve İTÜ Kutup Araştırmaları Uygulama-Araştırma Merkezi (İTÜ PolReC) Müdürü Doç. Dr. Burcu Özsoy, Kaptan Barbaros Büyüksağnak ve Bilfen Fen Lisesi Fizik Öğretmeni Serhan Kal’ın bir sponsorluk talebiyle bize gelmesiyle başladı. Bir yıl önce Arktik Okyanusu’nda Norveç’e bağlı bir takımada olan Svalbard üzerinden Bilfen Fen Lisesi öğrencilerine yaptırdıkları küçük bir kutup seyahatini anlattılar. Orada bir istasyon kurduklarını, bir yıldır bu istasyondan veri aldıklarını, kutuplardaki her gün aldıkları ısı verisi üzerinden veri üretmeye ve iklim değişikliğini ölçmeye çalıştıklarını aktardılar.
Atmosferdeki sıcak havayı dengede tutan, hayati önemdeki deniz buzlarının erimesiyle ve ekosistemi tehdit etmesiyle dünyada küresel iklim değişikliğinin en fazla etkilediği yerlerden biri olan Kuzey Kutbu aslında bilimsel araştırmalar için önemli bir merkez. Ancak anlattıklarına göre ülkemizden daha önce Antarktika seferleri yapılmış olsa da, o tarihe kadar Kuzey Kutbu’na hiç bilimsel araştırma gemisi gitmemişti, bilimsel çalışmalar yapılmamıştı. Kuzey Kutbu’nda buzulların erimesiyle yeni bir ticaret yolu açılmaktaydı ve bu ticaret yolundan öncelikli olarak istifade edebilecek ülkelerin belirleneceği kriterler arasında burada bilimsel çalışma yapmış olmak da yer alacaktı.
Hem daha ileri düzeyde bilimsel çalışmaların yapılabilmesi hem bunun ilk kez olması hem de ilerideki bu ticari avantajdan Türkiye’nin yararlanabilmesi için Arktik bir bilim seferinin çok elzem göründüğünü düşündük. Böylece “İlk Türk Arktik Bilimsel Seferi” Bankamız desteği ve İTÜ PoLReC liderliği ile 2019 tarihinde gerçekleştirildi.
O tarihten bu yana kutup bölgelerine kamu inisiyatifinde seferler düzenlenmeye devam etti. Hatta çok yakın tarihli bir gelişme olarak sekiz bakanlık ve TÜBİTAK koordinasyonunda “Kutup Bölgeleri Koordinasyon Kurulu” kurulmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı genelgesi Resmi Gazete’de yayımlandı. 2019’da bir bilimsel seferle başlayan Kutup bölgesindeki varlığımızın; ülkemizdeki kutup araştırmalarını yönlendirecek ve Kutuplardaki konumumuzu güçlendirecek bu üst düzey kurulla birlikte devam etmesi çok sevindirici.
Seferin beklenmedik sonuçlarından biri: Glider cihazı ile tanıştık
Müsilaj: Bütün denizlerden daha hızlı kirlenen ve daha fazla ısınan bir iç denizde doğal bir sonuç

Arktik sefer sayesinde denizler konusuyla ilk tanışıklığı yaşadıktan iki yıl sonra, 2021 yılında müsilaj gerçeğiyle karşılaştık. Hepimiz için çok kötü bir deneyimdi. Genel Müdürümüz Hakan Aran Bey bizden bu konuda inisiyatifler almamızı istedi. Mutlaka bir şeyler yapmalıydık ama önce müsilajın ne olduğunu anlamak gerekiyordu.
İlk olarak denizler konusunda yetkin bir isim olan Savaş Karakaş ile bir araya geldik. Müsilajı bilimsel terimlerle değil, herkesin anlayacağı şekilde şöyle anlattı:
Marmara Denizi’ni derin bir küvet gibi düşünün. Bir uçta Karadeniz’den diğer uçta Ege’den az miktarda su giriş-çıkışı var. Dolayısıyla küvetin içindeki su akışıyla içerisi kolay kolay temizlenemiyor.
Bu küvetin etrafında 30 milyon kişi yaşıyor. Hepsinin atığı, büyük oranda arıtılmadan, uzun borularla derine veriliyor. İstanbul’un biyolojik arıtma oranı yüzde 50 civarında, diğer illerin önemli bir kısmında biyolojik arıtma yok.
Normal koşullarda denizlerin etrafında kumsal ve toprak olur; deniz, üzerindeki kirliliği buraya bırakır. Marmara’nın etrafı çoğunlukla betonla çevrili olduğu için bunu yapamıyor.
Bütün dünya denizleri ısınıyor fakat Marmara’nın etrafında yüksek ısıyla çalışan 10’dan fazla termik santral var. Neredeyse tamamı soğutma sistemi için Marmara Denizi’ni kullanıyor. Soğuk suyu Marmara Denizi’nden alıyor, sistemi soğutuyor, ısınan suyu tekrar Marmara Denizi’ne bırakıyor.
Sadece termik santraller değil, bazı sanayi tesisleri de maalesef bu soğutma yöntemini kullanıyor.
Dolayısıyla Marmara Denizi diğer denizlere göre daha hızlı ısınıyor. Sonuçta elimizde bütün denizlere göre daha hızlı kirlenen ve daha fazla ısınan bir iç deniz var. Bu kirlilik ve ısı bir araya geldiğinde doğal olarak müsilaj oluşuyor.
Buna eklenecek pek çok bilimsel veri, detay, yorum vardır ama böyle bir basit anlatım hem meseleyi herkesin anlaması için yeterli hem de çözümün ne olduğuna işaret ediyor.
“Arıtma sistemini düzelt, ısınmayı durdur!” Marmara Denizi kurtulabilir bir deniz haline geliyor.
Deniz, insan faaliyetleriyle kirleniyor, yine insanların gönüllü faaliyetleriyle korunuyor

Aynı sohbette mercanlarla ilgili gönüllülerin özverili çalışmalarıyla yürütülen bir projenin de bahsi geçti. Marmara Denizi’ni kurtarmak için mercanları, denizler için olmazsa olmaz bu varlıkları korumak şart. İnsanoğlu’nun yarattığı bu kirliliğe karşı, mercanları kurtarmak için herhangi bir ücret almadan, kendi çabalarıyla binlerce saat dalış yapan gönüllüleri anlattı. Bu gönüllüler, mercanları kurtarmak için her birini teker teker bir yerden söküp, taşıyıp, başka bir yere yeniden dikiyor ve bu mercanlar da dikildiği yerde tutuyor, yeniden hayat buluyor... İnanılmaz bir hikaye. Bu; özverili, emek isteyen ve tamamen gönüllülük esasına dayalı, benim de çok etkilendiğim ve saygı duyduğum bir faaliyet.
İnsanlığın yarattığı bütün bu kirlilik karşısında çözüm yolu arayan, birlikte hareket eden ve olumlu çabaların güzel sonuçlar da doğurabileceğini gösteren bu tür çalışmaları çok kıymetli buluyorum. Bugün birtakım alanlarda canlı yaşamı bu gönüllülük yaklaşımı sayesinde korunabiliyor.
Müsilajı anlamak ve sorunun ortaya çıkışını belgelemek için ilk adım: “Bir Umut Marmara” Belgeseli

Savaş Karakaş ile bu sohbetimizin ardından müsilajı sohbetimizdeki yalınlıkta anlatmak ve ilk kez bu kadar görünür bir sorun olarak ortaya çıktığı dönemi belgelemek için bir belgesel yapmaya karar verdik.
Belgeselde Marmara Denizi’nin özellikleri ve sorunları, kirlilik kaynakları, müsilaj felaketi ve etkileri, çözüm önerileri ve atılan adımlar ana başlıklarıyla detaylı bilgilere yer verildi. Konuyla ilgili olduğu bilinen bütün bilim insanlarına ve konunun tarafları olan bütün belediye başkanlarına mikrofon uzatıldı. O belgeselden sonra konuyla ilgili tüm tarafların; sorumlu yöneticilerin, hocalarımızın yeniden bir araya geldiği başka bir ortam olduğunu hatırlamıyorum. Keşke yeniden hem sorumlular hem bilim insanları, tüm ilgili taraflar bir araya gelebilse ve her biri çözümün bir parçası haline gelebilse...
Arktik Seferi’nde tanıştığımız glider, müsilaj ile yeniden hayatımıza girdi: Deniz Kâşifi’nin Bilim Dünyasına Kazandırılması

Meseleyi anlama ve belgeleme konusundaki bu adımın ardından somut olarak müsilaja karşı ne yapabileceğimizi düşünürken, Arktik Sefer sırasında tanıştığımız glider cihazı aklımıza geldi. Gemi araştırmaları maliyetli; üniversitelerin kaynakları ise sınırlı. Bu sınırlı kaynaklarla yapılan araştırmalarda en etkili sonuçlara ulaşmak, en fazla veriyi toplamak için glider’ın faydalı olabileceğini düşündük.
Türkiye’de denizler konusunda araştırma yapan, üniversitelere ait orta ve büyük boyutta sekiz gemi olduğunu öğrendik. İstanbul Üniversitesi ve ODTÜ de bu üniversitelerden ikisiydi. ODTÜ’nün gemisinin müsilaj sırasında yaptığı araştırmaların raporu yayımlanınca kendileriyle irtibata geçtik.
Ülkemiz denizlerinde kullanılacak özel olarak bir glider tasarlattık. Deniz Kâşifi adını verdiğimiz Türkiye’nin ilk ve tek insansız su altı planörünü böylece ODTÜ bünyesindeki Deniz Bilimleri Enstitüsü'nün kullanımına sunduk. Cihaz, Enstitü Müdürü Prof. Dr. Barış Salihoğlu liderliğinde öğretim üyeleri Dr. Hasan Örek, Dr. Devrim Tezcan’ın da aralarında yer aldığı ekip tarafından araştırmalarda kullanılıyor. En önemlisi bu veri tüm bilim insanlarına açık bir kaynak olarak sunuluyor. Denizlerimizdeki yaşama dair tüm bilimsel ve akademik çalışmalara destek olması hedefleniyor. Bunu çok önemli ve kıymetli buluyoruz.
Veriler yeni toplanmaya başlandığı için Türkiye denizlerindeki değişimi henüz tam olarak fark etmiyoruz ama önümüzdeki dönemde değişimi daha net olarak göreceğiz. Veriler artacak, değişim bir anlam ifade edecek, bazı konularda şaşıracağız. Şaşırmak ne yazık ki bizi her zaman aksiyona geçirmiyor ama umuyorum burada tabloyu net olarak görünce daha somut adımlar da atılmaya başlanacak.
Çözümün anahtarı olan arıtma için finansman desteği: Suya Değer Kredisi

Sorunun çözümüne katkıda bulunmak için bilimsel alandaki faaliyetlere destek verirken, kendi ana faaliyet alanımızla bağlantılı olarak yapabileceklerimiz de önemliydi. Marmara Denizi’nin en önemli sorunları olarak atıkların doğrudan denize verilmesi öne çıkmıştı. Bu yüzden Marmara Bölgesi’ndeki işletmelere özel olarak, o günün koşullarına göre daha uygun faiz, daha uzun vade ve ödemesiz dönem içeren Suya Değer Kredisi’ni sunduk.
Fakat, denizin üzerinde ne olduğunu anlamadığımız o çamur gibi maddeyi ilk gördüğümüzde yaşadığımız derin endişe, gözümüzün önünden gittiğinde maalesef yerini hızlı bir rahatlamaya bıraktı. Başka gündemlerin arasında müsilajı unuttuk. Dolayısıyla bu finansman desteğimize yönelik ilgi de buna paralel olarak ne yazık ki azaldı.
TÜDAV iş birliği: Sempozyum sponsorluğundan Deniz Çayırları ve Mercanların korunmasına

Prof. Dr. Bayram Öztürk liderliğinde Doç. Dr. Arda M. Tonay, Doç. Dr. Onur Gölal gibi değerli akademisyenlerin yer aldığı Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) ile bir araya gelişimiz yine müsilajla ilgili başka somut ne yapabiliriz arayışlarımız sırasında karşımıza çıkan bir kitapçık ile oldu. TÜDAV’ın 2010 yılındaki kongresi sonucunda yayımlanan kitapçığında Marmara Denizi’ndeki müsilaj tehlikesinden bahsedildiğini gördük. Yıllar öncesinde bu tehlikeden bahsetmiş olmaları bize bu alandaki bilimsel çalışmaların ne kadar değerli olduğunu tekrar gösterdi ve Bayram Hoca ile temas etmeye karar verdik. Kendisinden Marmara Denizi’ndeki sorunları, geçmişten bu yana yaptıklarını, bundan sonra kimlerin, neler yapması gerektiğini detaylarıyla dinledik ve 2021 yılında gerçekleştirilen Sempozyumu desteklemeye karar verdik.
Böylece konuyla ilgili bir belgesele destek olmuş, Deniz Kaşifi’ni bilim insanlarının hizmetine sunmuş, çözüm arayışındaki sanayicileri desteklemek için bir kredi oluşturmuş, Kültür Yayınları’nda Prof. Dr. Mustafa Sarı’nın konuyla ilgili bir kitabını yayımlamış, bir bilimsel sempozyuma sponsor olmuştuk. Ancak daha somut, Marmara Denizi’nin iyileşmesine doğrudan katkı sağlayabilecek bir çalışmanın da içinde olmak istiyorduk. Bayram Hoca ile bu yöndeki sohbetlerimiz bizi önce Denizlerin Geleceği: Deniz Çayırları projesine getirdi.
Bayram Hoca’nın deniz çayırlarının yok olma tehlikesinden bahsederek korunmaları için bir çalışma yapmanın önemini aktarmasının ardından konuyla ilgili bilimsel verilere baktık. Hem TÜDAV tarafından sunulan veriler hem WWF ekipleriyle yaptığımız sohbetlerde deniz çayırlarıyla ilgili çok çarpıcı şeyler öğrendim.
Düşünsenize, bir metrekare alanı kaplayan Posidonia Oceanica deniz çayırları günde 14 litre oksijen üretebiliyor; 1 hektarı ise yılda 1.024 ton karbon tutabiliyor; 400’den fazla bitki ve 1.000 hayvan türüne sığınak sunuyor. Tropik yağmur ormanlarının 35 katına kadar karbondioksiti emdiği için denizlerin akciğeri olarak tanımlanan deniz çayırlarının son 50 yılda yüzde 34’ünün kaybedildiği tahmin ediliyor. Giden çayırların yerine yenisini koymak ise hiç kolay değil. Akdenize özgü Posidonia Oceanica yılda yalnızca 1 cm büyüyor. Oysa normal yaşam döngüsünde birkaç bin yıla kadar yaşayabiliyor. Bu yüzden mevcut deniz çayırlarını korumanın çok kıymetli olduğunu düşünerek Denizlerin Geleceği; Deniz Çayırları projesini başlattık.
Mevcut çayırların haritalandırılması çalışmalarıyla beş bin metrekarelik iki yeni deniz çayırı yatağının keşfedilmesi, projenin güzel sonuçlarından biri oldu. İstanbul Boğazı ve Marmara Denizi’ne deniz çayırlarının bulunduğu yeri işaretlemek, korunmalarına katkı sağlamak üzere şamandıralar yerleştirildi.

Burada belirli bir seviyeye ulaştıktan sonra neler yapabileceğimizi konuşurken de mercanlar konusu gündemimize geldi.
Gördük ki denizlerin hem yüzeyinde hem derinlerinde yaşamın sürekliliğini sağlayan; 400 deniz canlısı türüne ev sahipliği yapan mercanlar da karbon tutma konusunda önemli görev üstleniyor. Deniz suyu sıcaklığının artması ve iklim değişikliğinin etkilerini en yoğun şekilde hisseden siyah ve taş mercanların önce haritalandırılması; doğal yaşam alanlarının korunması, yasa dışı yollarla avlanmasının önüne geçilmesi için çalışmalar yürütmek üzere Denizlerin Ormanları: Mercanlar projemizi hayata geçirdik.
Mercanların korunması önemli zira en çok burada, Gökçeada etrafında bulunuyorlar. Mercanların azalmasında iklim değişikliği ve kirliliğin yanı sıra hedef dışı avcılık, süs eşyası olarak kullanım gibi unsurlar da etkili. Örneğin mercanlar akvaryum endüstrisinde önemli bir malzeme. Maalesef dekor olarak kullanılıyor. Bulundukları yerden sökülen mercanlar ölüyor ve evlerdeki akvaryumlarda süs olarak kullanılıyor. Bazı durumlarda büyük akvaryumlarda doğal ortamlarına benzer bir ortam sağlanarak yaşamaları sağlanıyor ancak burada sadece akvaryum balıklarına yuva olabiliyorlar. Elbette akvaryumlar güzel ve çok hoş. Fakat bu mercanların denizde kalması ve canlılara ev sahipliği yapması gerekiyor. Bu nedenle doğrudan insan kaynaklı tehditlere karşı korunmaları, bu konuda bilinçlendirme çalışmaları yapılması da çok önemli.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Onyedi Eylül Üniversitesi ÇAYIR-İZ ve PİNA-İZ projelerini başlattı

Denizler konusunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da önemli projeler gerçekleştiriyor. Bunlar arasında deniz çayırları ve pina midyeleriyle ilgili olanlar da var. Bakanlık Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi iş birliğiyle geçen yıl yürüttüğü MAR-ÇAYIR ve MAR-PİNA projelerinin devamı olarak geçtiğimiz günlerde ÇAYIR-İZ ve PİNA-İZ izleme projelerini başlattı.
Bakanlık tarafından aktarılan bilgiye göre; ÇAYIR-İZ Projesinde 8 istasyonda yürütülecek bilimsel izleme faaliyetleriyle deniz çayırlarının ekolojik durumu düzenli olarak değerlendirilecek.
PİNA-İZ Projesinde ise Marmara Denizi'nin tamamını temsil edecek şekilde seçilmiş 7 istasyonda, pina popülasyonunun sağlık durumu, ölüm oranları ve yeni birey katılımı takip edilecek.
Bakanlık, projelerle Marmara Denizi'nde pina midyeleri ve deniz çayırlarının popülasyonunu artırarak, müsilajla mücadeleye biyolojik katkı sağlamayı hedefliyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Sn. Murat Kurum, sosyal medya hesabından pina midyeleri ve deniz çayırlarıyla ilgili 'Pina ve deniz çayırları, Marmara'ya nefes oluyor. Pina midyeleri saatte 6 litre deniz suyunu temizliyor.
Deniz çayırları ise 1 metrekare alanda 20 litreye kadar oksijen üretiyor. ÇAYIR-İZ ve PİNA-İZ projelerimizle yakın takibe aldığımız bu canlıların popülasyonunu artırıp, müsilajla mücadeleye biyolojik katkı sağlıyoruz' dediği bir video da paylaştı.
Yüzeyde görülmese de deniz dibinde yoğun şekilde varlığını sürdüren müsilajın dönemsel bir çevre sorunu olmadığını unutmamalıyız.
Şu anda yüzeyde görülmese de deniz dibinde müsilaj yoğun şekilde varlığını sürdürüyor. Bu durum balık türlerinin yaşam alanlarını daraltıyor. Marmara’da bulunan 277 balık türünden 125’i koruma altına alınması gereken türler kategorisinde yer alıyor. 1980’li yıllarda ticari olarak 24 tür avlanırken bugün bu sayı 14’e inmiş durumda. Mersin ve yılan balıklarına artık Marmara’da rastlanmıyor. Kolyos, uskumru, kalkan gibi türlerin nesli azalıyor. Ticari olarak avlanan lüfer ve palamut türlerinde de azalmalar görülüyor. Müsilajın Marmara Denizi’ndeki balık tür çeşitliliğinde yüzde 25 azaltma yarattığı belirtiliyor. Köpekbalığı, vatoz gibi türlerin sayısında ise yüzde 100’e varan artışlar söz konusu.
Müsilajın dönemsel bir çevre sorunu olmadığını, Marmara Denizi’ne yönelik plansız insan faaliyetlerini sonucu olduğunu unutmamak gerekiyor. Üstelik müsilaj sadece Marmara’yla sınırlı bir tehdit de değil. Ege, Karadeniz ve daha ileride Akdeniz bu tehdide açık. Bilim insanları ilk sırada Ege’nin bu sorundan etkileneceğine işaret ediyor. Ancak denizler genel olarak sahipsiz, Marmara Denizi bizim bir iç denizimiz ve o da korunmuyor.
Ticaretin girdiği her alan düzenleniyor ama denizlerin nasıl korunacağına dair bir düzenleme yok

Denizler konusunda işin içine ticaretin girdiği her alan düzenleniyor, onun dışındaki alanlar ise kolay kolay düzenlemeye tabi tutulamıyor. Kıta sahanlığına, balıkçıların çıkışına, ülke egemenliğine, ticari gemilerin ve yolcu gemilerinin geçişine ilişkin politikalar var. Denizin nasıl korunacağına, çevresinin insanlar tarafından nasıl kullanılacağına dair bir düzenleme ise yok.
O yüzden denizlerin korunması için, tüm toplumsal meselelerde olduğu gibi, tüm tarafların samimiyetle bir araya gelmesi gerekiyor. Şu konuda açık olmamız gerek: Denizleri tek başına hiçbir kurum kurtaramaz. Kurumların konuyu iletişim kaygısıyla değil, sorumlu kurumsal vatandaş kimliğiyle ele alması çok kıymetli. Ama bu durumda bile tek bir kurum ya da birkaç kurumun çabalarının yeterli olmayacağı bir mesele bu. Merkezi ve yerel yönetimlerden özel sektöre, sivil toplumdan bireylere kadar herkes çözümün bir parçası.
Bu konu ancak toplumsal bir mesele olarak ele alındığında, toplumsal aksiyonlar alınmaya başlandığında, devlet bunun öncüsü olduğunda çözüm üretilebilir. Hatta bazen bir ülke, bir devlet bile tek başına meseleyi çözemez. Örneğin, Akdeniz’de bir problem olsa, Akdeniz’e kıyısı olan tüm ülkelerin çözümün bir parçası olması, hepsinin kendi payına düşen sorumluluğu üstlenmesi, gerekir. Denizlerimizle ilgili sorunlara da bu bakış açısıyla bakılması gerekir.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Yorum Yazın