Yapay Kıtlık Oluştu: Bir Dönem Elmas Piyasasında Yapılan Fiyat Manipülasyonunu Okuyunca Çok Şaşıracaksınız!
Bir düşün doğada taş gibi duran bir şey nasıl olur da sonsuz aşkın simgesi haline gelir? Üstelik o kadar çok çıkarılıyor ki neredeyse her cebe sığacak kadar bol! Ama işte pazarlamanın büyüsü burada devreye giriyor. Elmasın hikayesi sadece bir taşın değil bir algının parlatılması. Nadir kelimesinin nasıl servete dönüştüğünü görmek için zaman tüneline giriyoruz. Hazırsan, parıltılı ama biraz da şaşırtıcı bu hikayeye birlikte bakalım!
De Beers'dan taşlar bol ama herkes görmesin adımı...
1800’lerin sonlarında Güney Afrika’da dev elmas yatakları keşfedildi. O kadar çok elmas vardı ki eğer hepsi birden piyasaya sürülseydi fiyatlar dibe vuracaktı. İşte o zaman sahneye De Beers çıktı. Bu şirket ne kadar çok taş varsa o kadar azını gösterelim diyerek tüm madenleri bir çatı altında topladı. Yani, arzı kısıtladı. Depolara taşlar yığıldı, piyasaya azar azar sürüldü. Sonuç? Elmas nadir bir taşmış gibi görünmeye başladı. İnsanlar az olduğunu sandı, fiyatlar uçtu!
Nadirmiş gibi konuşuldu ve herkes buna inandı.
De Beers sadece taş satmadı, fikir sattı. Gazete reklamları, dergiler, hatta filmler bile elmasın eşsiz olduğunu fısıldamaya başladı. Her yerde aynı mesaj verildi elmas az bulunur ve değerlidir... Oysa gerçek tam tersiydi! Ama algı çoktan oturmuştu. İnsanlar elmasın bol olduğunu değil özel olduğunu görmek istiyordu. Bu psikolojik hamle o kadar etkili oldu ki değer artık taşta değil hikayesindeydi.
Sonsuz aşkın pazarlaması bu sloganla başladı: A diamond is forever.

1947’de efsane bir reklam kampanyası geldi: “A diamond is forever.” Bu sadece bir cümle değildi kültürel bir dönüşümdü! Elmas artık sadece takı değil, aşkın ölümsüzlüğünün sembolü oldu. Yani biri diz çöküp elmas yüzük uzatıyorsa bu sadece bir teklif değil sonsuz aşk vaadiydi. Romantizmle harmanlanmış bir pazarlama dehasıydı bu ve işe yaradı. 1930’larda Amerika’daki evlilik tekliflerinin sadece %10’unda elmas yüzük varken bu oran 1980’lerde %80’in üzerine çıktı. Evet aşk güzel bir şey ama burada biraz da zekice işlenmiş bir ticari senaryo var!
Taş çoksa bile azmış gibi gösterme stratejisi uzun yıllar devam etti.
De Beers ve ortakları yıllar boyunca elmas arzını sıkı sıkıya kontrol etti. Yeni madenler açıldıkça oradan çıkan taşlar bile satın alınıp depolara gönderiliyordu. Neden mi? Çünkü fazla taş görünürse fiyatlar düşerdi! Böylece piyasaya damlalıkla elmas verildi. Tüketici gözünde hala o nadir mücevher havası sürdü. Bu durum o kadar ustaca yönetildi ki onlarca yıl boyunca fiyatlar neredeyse hiç düşmedi.
Rakipler çoğalınca sihir bozulmaya başladı.
Zamanla başka şirketler de elmas işine girdi hatta laboratuvar ortamında üretilen sentetik elmaslar ortaya çıktı. Artık aynı parlaklığa, aynı sertliğe sahip taşlar çok daha ucuza üretilebiliyordu. Bu da elmas piyasasının kıtlık algısını yavaş yavaş zayıflattı. İnsanlar fark etti bu taşın o kadar da nadir olmadığını fark etmeye başladı. Böylece gerçeklik, yavaş yavaş ışıltılı perdenin arkasından görünmeye başladı.
Doğada milyonlarca yılda ortaya çıkan elmas laboratuvarda birkaç günde çıkınca nadir olma stratejisi son buldu.
Bugün birçok insan için elmas hala büyüleyici ama artık herkes aynı hikayeye inanmıyor. Laboratuvar elmasları çevre dostu, daha uygun fiyatlı ve etik üretimle geliyor. Üstelik yeni nesil değer kavramını yeniden tanımlıyor. Elmasın pırıltısı hala var ama artık bilinçli tüketici o ışığın ardındaki sistemi de biliyor.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!


Yorum Yazın