6.2'lik Depremden Tavşan Çıktı
Çok korktum.
O kadar çok korktum ki, korkuma şaşırıp korkumdan korktum!
O gün Ayda beni arayıp biz Esrayı “C” harfi ile koruyoruz dediler dedi. Sonra Betsi aradı, kum saati bitmek üzereydi, az kaldı dedin, geri dön artık dedi.

Yatağa o kadar geç yattım ki, sarsıntının beni uyandırmasına gerek kalmadı... Özlem yanımda uyuyordu, belki uyanmaz dedim, korkmasın dedim. Biraz etrafa baktım, burada bir şey olmaz bize. Uzayınca zelzele yavaşça sırtını okşadım. Mardin’in kayaları üzerinde taştan bir otelin içinde ne olabilir ki! Özlem dualarla uyandı, Murat hızla kalktı dilinde duası... Bende bir rahatlık, 'dışarısı kar çıkmayın, merak etmeyin birşey yok! Üşütmeyin soğuk...' dedim.
Tv'yi açtığımızda, ne Hatay kalmıştı ne Maraş…
Yollarda yarıklar, çekmeyen telefonlar, çaresizliğin sözsüzlüğü...
Sonra öğrendim ki Urfa da yıkılmış...
Daha dün Urfa'ya gitmekten vaz geçtik, aptal bir konforculuk yüzünden. Bazen şımarıklık iyidir.
İstanbul’a dönebilecek miyiz bilmiyoruz, havaalanları kapalı, uçaklar kalkmıyor...
Konuyu anladık mı emin değilim…
Bir hafta sonra yine aynı yerdeyim, eskiden bildiğim şehirlerin hafızamda kalanları ile başbaşayım. Şimdi hafızamdaki fotoğraf bambaşka bir “şey” ile değiş tokuş yaptı.
Hatay’a girerken, arabadan inip toprağa kapandım. Ağlamaktan içim çıktı, kimse ayıplamasın ama “toprağa; sana saldırmasınlar, senin bir suçun yok” diyerek ağladım.
23 Nisanda tüm camlar birbirine vurup heykellerim yerde bin parçaya ayrılırken sakin kalamayışıma şaşkınlıkla baktım. Adım atamayan bacaklarıma, neyin doğru olduğuna karar veremeyen aklıma…
Sonra aşağı indim, herkes aşağıdaydı.
Aslıyı aradım, az ötemde benim gibi eski bir apartmanda oturuyor, düşmedi telefon... Gülşen yazdı, yeni çıkmıştı zaten benden. Dayım aradı, panikle...Özgür gelmişti İsviçre'den, iki blok yanımda evleri, yoldaymış hissetmemiş. Mert’e yazdım, iyiymiş. Kardeşim aradı, Betül aradı, annem aradı, İren aradı, Betsi’yi aradım, Nazlı geldi… 'boşver seansı kahve içelim iyi misin?' dedi.
'İyiyim, seans yaparız bir şey yok, kırılanlar canımı sıktı sanırım' dedim ve sonra biraz yürüdük...
Nazlı gitti, eve geldim. Yemek yapmaya başladım, babam aradı. Tekrar sallandı bina, bacaklarım çözüldü. Dışarı çıkmadım, sessizce ağladım.
Nedenini bilmeden... Domates mevsimine geliyoruz yavaş yavaş, ne güzel. Küp küp doğradım, çok düzgün oldular.
Deprem çantası hazırlamadım. Montumu giyip oturdum koltuğa.
Donuk donuk baktım, kırılıp dökülenleri toplamadım da.
Sonra Hataya gittiğimde göz göze geldiğim genç adam geldi gözümün önüne, iki dünya arasına sıkışmış yüreğinden bir gıdımcık dışarı atılan mahçup bakışıyla. Sanki bir ayıbı var gibi, öyle göz kapaklarının ve yükselen omzunun ardına gizlenmiş gülümsese bir acayip, görmezden gelse başka bir hikaye... Ayrı dünyaların insanlarıyız o anda, ondaki tecrübe bende yok.
Bendeki güven ve rahatlık da artık onda sonsuza kadar yok!

Bir önceki ev sahibim Moshe’yi düşündüm. Bu bina yıkılacak diye nasıl da tutturdu, bir sürü insanın hayatını diğerlerinin itirazına, sistemin ağırlığına, hesapta olmayan dünya kadar harcamaya rağmen… Öncelikleri insanların kimliğini nasıl da ele veriyor, gözlerim doldu bu sefer güzel kalplere…
Sosyal medyada depremden depreme biraz daha yaşlandıklarını fark ettiğimiz dedeler…
Toprağa dönüp senin bir suçun yok dedim yine ama artık bizim çok anımız, hatıralarımızda acı dolu fotoğraflar, ulaşamadığımız insanlar, kedilerden medet umup donmaya yüz tutmuş çocukları ısıtması için ettiğimiz dualar var. Yine de sen bilirsin…
Yaşamımızın, geleceğimizin, hayallerimizin, düşüncelerimizin, sahip olduğumuz zamanın, düşlerimizin hafızamızdaki defalarca terkedilmişliğin ve yok sayılmışlığın travmasına bağlanması olandan daha çok yordu bizleri.
Doğanın hareketine değil, hırsların karanlık çukuruna düştük 6.2 şiddetinde hem de tam yerinde, Silivri’de.
Aynı hırsların daha büyük korku balonlarına doğru kulaç atıyoruz hep beraber…
Ayasofya yıkılır mı diye soruyor biri…
O yıkılmaz, ama geri kalan yıkılır.
Ilk sorum Ayasofya değil, 'telefonlarımız çeker mi?' oldu.
Şehri terk etmek isteyenlere ya da ulaşmak isteyenlere çifte bilet tarifesi uygulamayan havayolu şirketi olur mu?
Birinin hiç eğitmediği vicdanına feda mı ediliriz yoksa diğer binlercesi gibi…
Cevabını bildiğimiz sorulara ve sırtımızdaki kambura kırgın kalplerin, kızgın akılların ülkesinde derin bir nefes alıp ocağa koydum tencereyi. Çünkü biz aynı zamanda her koşulda yaşamı sürdürmeyi de iyi biliriz. Öğrenmemiş olmayı dilediğimiz bilgilerle zenginleşen dimağımızı temizlemek, düzenlemek için çalışırız.
Sonra silkeleniriz, aynı yeryüzü gibi sırtımıza kambur olanları düşürmek için. Düşmezlerse daha da şiddetli silkeleniriz, ta ki sırtımızdan düşenlerin gözleri gözlerimize değene kadar.
Deprem, yırtılan fay, sevgiden daha çok içimizde. Dedelerin söylediği gibi, şimdi 1.5m yırtıldı, kalanı bir avazda!
İnsanın yaptığını tanrı düzeltmez, insan düzeltir. Yapılacak bir şey kalmadığında açılır eller, çünkü herkes duayı hak edecek emeği göstermiş, kıymeti vermiştir.
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!