Adolescence ve Ergenliğin Dijital Cellatları
'Ergenlik' çağındaki canavarlar: Neler oluyor, ne oldu bize, bu kuşak nereye evriliyor?
Gençlerimizi izliyoruz, ekran başında donup kalıyoruz. Bir bıçak darbesiyle hayatı kesen eller, sosyal medyanın zehirli akışında kaybolan zihinler... Akran zorbalığı bir oyuna dönüşmüş, beğeni avcıları kin kusuyor, ebeveynler ise telefonlarının arkasından bakakalıyor. Dizideki o çocuk, 13 yaşında bir canavar mı yoksa kurban mı? Peki biz, bu nesli doğuranlar, bu kadar kör, bu kadar duyarsız, bu kadar ahmak olabilir miyiz? Sosyal medyanın hapishanesinde hapsolduk, özgürlük diye yuttuğumuz zincirler bizi boğuyor. Ticaret savaşları bir yana, zihin savaşlarında gençlerimizi kaybediyoruz. Katliamlar arenalarda değil, okul koridorlarında, ekran arkalarında yaşanıyor. Herkes izliyor, kimse dokunmuyor.
Teorik olarak tartışalım istedik bu konuyu.
Jamie’ye Dair Akıldışı Bir Talep

2025’in gri bir sabahı, İngiltere’nin sisli bir kasabasında. Lakabı “Küçük Şeytan” olan, sosyal medyanın karanlık köşelerinde Andrew Tate’in videolarını yalayıp yutan, en sonunda öfkesinden bir sınıf arkadaşını bıçaklayan, uzun adı Jamie Miller olan ve bizim “o çocuk” olarak bildiğimiz ergen bir delikanlıdır. Kendisi, bir gün zamanın en popüler “incel” forumlarından birinde, akran zorbalığının zirvesinde bir talepte bulunur –ya da bulunmaz, çünkü talep onunkinden öte, ekranların empozesidir.
Jamie’nin savaşması için, vahşi diyarlardan değil, TikTok’un ve Reddit’in derinliklerinden 40 tane azgın “trol” getirilmesini emreder –hayır, emretmez, onlar zaten oradadır. Kaplanlar gibi saldırgan yorumlar, iki hafta değil, iki saniye sonra gelir ve o ana kadar okulun gördüğü en büyük “eğlence” koridorda hazırlanır. Gün geldiğinde tüm sınıf, Jamie’nin “güç gösterisi”ni izlemek için toplanır –ama toplanmaz, çünkü hepsi zaten telefonlarında, sessiz bir arena kurmuşlardır. “Baba” figürü, evdeki tahtında oturur –Stephen Graham’ın canlandırdığı o kırılgan adam, öfke ve korku arasında gidip gelen bir heykel gibi– ve yanında dünyanın en keskin bıçağı ile içinde dolu dolu nefret dolu mesajlar bulunan 40 bildirim bulunmaktadır. Derken beklenen an gelir, baba Jamie’yi selamlar ve işaretini verir –ya da vermez, çünkü işaret sosyal medyadan gelmiştir.
Jamie, büyük bir şaşaa ile –aslında sessiz bir öfkeyle– arenaya, yani okula girer. İlk zorbalığı, elinde telefon olmaksızın –sadece bir bakışla– alaşağı eder. Kalabalık, kahramanı –ya da kurbanı– çılgınca like’lamaktadır. Baba, yanındaki bildirimlerden birine –bir “sen haklısın” mesajına– Jamie’nin önüne atar. Derken ikinci trol salıverilir. Tecrübeli ergen –ya da tecrübesiz kurban– ikinci yorumu da parmaklarıyla kısa sürede siler, ama silmez, çünkü silmek yetmez, içini kemirir. Baba beğeni ifadesiyle başparmağını kaldırır ve loca önündeki –ekran önündeki– Jamie’ye ikinci bildirimi de atar. Üçüncü, beşinci, on ikinci, otuzuncu ve otuz dokuzuncu trol de giderek uzayan mücadelelerle büyük ve –henüz– dayanıklı ergen tarafından alt edilmiştir. Her yeni mücadelede okul koridorundaki çocuklar çıldırmış, like’ları sadece sınıfı değil tüm dijital dünyayı inletmiştir. Jamie keselerce “takipçi” kazanmış, son trole geldiğinde heyecan artık dorukların da ötesine çıkmıştır.
Yalnız Böylesi Bir Savaş Başlangıçtan İtibaren Çok Mantıksızdır.

Jamie yorgunluktan bitap düşmüştür. Kırkıncı trol salıverildiğinde –o son bıçak darbesiyle– hayvana saldıracak hali kalmayan Jamie savunmaya geçmiştir. Otuz dokuz trolü elleriyle –ya da parmaklarıyla– boğan ergenin karşısına çıkan, sabırsız, korkmuş ve hiddet dolu “kız”, atik bir bakışla –ya da bir sözle– adamı yere düşürmüş, kolundan –kalbinden– koparırcasına ısırdığı kızı metrelerce sürüklemiştir. Tüm arena birden sessizliğe, ardından eleştiri dolu haykırışlara bürünmüştür. Bir ergenle başlayan dünyanın en galiz küfürleri bir anda tüm kalabalığı sarmış, baba bile yerinden sıçrayarak yerde yatan bitap çocuğa haykırır olmuştur: “Ayağa kalk, seni beceriksiz rezil!”
Jamie kalan son gücünü de kullanıp, trolden –kızdan– kurtulmuş, hayvanı –öfkeyi– kolları arasına sıkıştırarak, gücünü toplamak için zaman kazanmaya çalışmıştır. Bu durumdan tüm kitle nefret etmiştir. Evet, durum çok akıl dışıdır ama olan şey budur. Psikolog –Erin Doherty’nin canlandırdığı o soğuk gözlü kadın– araya girer, bir oda kapısı ardında Jamie’yi sorgular, ama sorgu değil, ayna tutmadır.
Jamie moral bozukluğunun da etkisiyle güçten düşmüş, kullanacak hiç enerjisi kalmamıştır. Küfürlerin artmasıyla yıkılan Jamie, başparmağıyla “yenilgi işareti” yaparak, yardım istemiştir. Gösterinin planladığı gibi devam etmemesine hiddetlenen “sistem” –sosyal medya, okul, aile– keskin bıçağı ve son bildirimi bir polise atarak “kelle kes” işareti yapar. Bıçağı alan polis önce yerde bitkin yatan trolü –öfkeyi– delik deşik eder, ardından sehpaya çekerek götürdüğü Jamie’nin hayatını bir darbede keser. Tüm kitle yerinden fırlayarak basit ve aslında aciz celladı –ya da toplumu– elleri morarırcasına alkışlamaya başlar.
Akıldışı bir mantıkla planlanan ergenlik, yine akıldışı bir mantık ve mantıksız bir trajedi ile sonlanmıştır: Otuz dokuz trolü, büyük bir güç ve yetenekle, sadece parmaklarıyla alt eden Jamie, adi bir bıçak darbesi ile infaz edilmiş ve yenilmiştir. Onu “yenen” ise belki de o trollerden bir tekini bile, telefonunu kullansa dahi susturamayacak olan bir ebeveyndir. Toplam otuz dokuz galibiyet, aslında bir tam mağlubiyet bile olmayan sonuca yenilmiştir.
Mantıksız ve Ahmak Ergenlik

Burada olan şey, mantıksızlık ve irrasyonelliğin zirvesidir! Ergeni ya da bu kuşağı irrasyonel kararlara iten o kadar çok neden bulunabilir ki… Sosyal medyanın zehri, akran zorbalığının oku, ebeveynlerin ihmali, incel kültürünün fısıltısı, bilgi eksikliği, aşırı duygusallık, etik noksanlığı, dijital kültürellik ve diğer onlarcasından söz edebiliriz, emin olun! Oysa öyle mi yapıyoruz? Bugün gençler açıkça kandırılmak istiyor. Gerçeklikten, yüzleşmekten korkuyorlar çünkü. Bu yüzden hep ekran kültürünün kucağına bırakıyorlar kendilerini. Viral videolar, challenge’lar, anonim nefretler ve diğer saçmalıklar. Öyle ki onlara yalan söylediklerinde –“sen haklısın, onlar suçlu” dediklerinde– onları daha çok seviyorlar, en çok onları seviyorlar. Gerçekleri hatırlatırsanız sizden uzaklaşıyorlar, bazen sizden nefret bile ediyorlar.
Bu bağlamda ergenlik ne iyi ne de kötü bir dönemdir. Ergenlik her zaman olduğu gibi bir dönemdir ve onu iyi ya da kötü yapan bizim algılarımızdır. Bazen önünüzdeki ekran bir fırsat gibi görünür, bazen bir tuzak. Lakin bu bir çocuğun bakış açısından sonsuz bir labirent, bir ebeveynin bakış açısından bir bardak su, bir psikoloğun gözünden ise nefes aldığı bir yuvadır. Aslolan ne olduğu değil, sizin nasıl gördüğünüzdür. Ancak, algılarımızın bir kısmının yaşantılarımızla –ve sosyal medyanın akışıyla– belirlendiği gerçeğini düşünürsek, bu kuşağa aynı cömertlikle özgürlük sunduğumuzu söylemek inandırıcı olmaz.
İnsan İyi Bir Tohum mu, Yoksa Dijital Bir Virüs mü?

Ergenlik, kötülüğün gafil avlanmış halidir. Düşmanınıza –akranınıza– yapabileceğiniz en büyük kötülüktür. Güçle –beğeniyle– gösterişin derin uyumsuzluğudur. Ergenlik, anlaşmalar üstü bir itip kalkmadır. İte kalka büyür, emekler ve koşar. İlle de hayvansal bir isim vermek gerekirse, ergenlik köpekbalığıdır. Yine bir hayvandan örnek vereceğim. O, ters dönmüş kaplumbağayı düz döndürmek yerine, sürüsüne saldırır, karşılık beklemeden...
Deniz seviyesini yükselten bir davranış biçimi olan nefret, en çok ergenin kendisine yardım etmesidir –ya da etmemesidir. Nefret diğer insan için yapılmaz, ergen nefreti kendisi için yapar. Nefret eden mükâfat beklediği an tefecidir. Faizini bekleyen tefeci. Bu saçmalık. Ergenlik belki de sistemin yalnızca bazı çocuklara bahşettiği bir lanettir.
Öyle ki sadece kötüler kendi kötülüklerinden kuşku duyarlar, onları kötü yapan da budur zaten. İyiler kötülük yaptıkları zaman bunu bilirler, kötüler ise hiç bilmezler. Ömürlerini başkalarını yaralayarak tüketirler, ama kendilerini bir türlü yaralayamazlar –ya da tam tersi. Ne bileyim biz bu kadar iyi olmasaydık, bu kadar kötü olur muydu onlar diye sormak gerek gerçekten.
'Tohum olmak, kendi ağacını görememektir.' Ergenlik yapan çocuk da determinist kalıplardan kurtulursa yaptığı nefretten nefret görür. 'Bu çocuklara iyilik yaramaz.' sitemini, 'bu ekran gelmez.' ümitsizliğine çok benzetiyorum. Nefret yapmak bir yatırım değildir. Nefret yapmayı yatırım, hatta ölü yatırım zannedenler, ölü birer yatırımdır. Önce tohum olmakla ilgili sorunumuzu halletmemiz lazım. Ve nefreti de yalnız nefret etmek yetmez, nefreti incelikle de yapmak gerekir. Ve en önemlisi kolektif nefret kavramı. Birimizin kötü olması yetersiz, hepimiz kötü olmalıyız.
Oysaki iyi olmaktan uzaklaşan, hırslı, önyargılı bu kuşak şu anda kendisini yok etmekle meşgul. Sosyal medyanın hapishanesinde, akran zorbalığının zincirlerinde, incel fısıltılarının rüzgarında evriliyor –ve biz, izleyen ahmaklar, alkışlıyoruz.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

