onedio
article/comments
article/share
Haberler
Anda Kalmak Zenginlere, Hayatta Kalmak Fakirlere Kaldı

etiket Anda Kalmak Zenginlere, Hayatta Kalmak Fakirlere Kaldı

“Şu anı yaşa.” “Her şeyden bir ders çıkar.” “Olanı fark et.” “Her şey senin elinde.”

Kulağa hoş geliyor değil mi? Instagram’da, kahve fotoğraflarının altında, mindfulness uygulamalarında ya da kişisel gelişim sayfalarında sürekli karşımıza çıkan cümleler bunlar.

Ayşenur Arslan’ın o meşhur “Nasılsınız fakirler?” diye başlayan videosunu hatırlayın. Ekrandan fırlayan o cümle, aslında sadece bir ironi değildi; bu ülkenin gerçeğini yüzümüze çarpıyordu. Fakirlere nasıl olduklarını sormak bile başlı başına bir kara mizah unsuru. Çünkü cevabı hepimiz biliyoruz: İyi değiller. İyi değiliz. Ve “iyi olmayı” sağlayacak şey, mindfulness uygulamalarındaki “10 dakikalık nefes egzersizi” değil, sistematik adalet, insanca yaşam koşulları ve temel ihtiyaçların karşılanması.

Yani, Ayşenur Arslan’ın sarkastik ses tonunda duyduğumuz o “Nasılsınız fakirler?” sorusu, aslında şu anki “anda kalma” kültürüne de meydan okuyor. Çünkü fakir için anda kalmak, çoğu zaman markette kasada sıra beklerken “yine mi yetmedi?” telaşıyla cebini yoklamak demek. Her şeyden ders çıkarmak ise çocuk açken boş buzdolabına bakıp “dersi” değil, çaresizliği hissetmek demek. Olana şükretmek mi? Olmayanla mücadele eden biri için bu cümle bazen aşağılayıcı bile gelebiliyor.

O yüzden bu yazıda fakire direkt fakir diyeceğim hiç kusura bakmayın. Yoksa siz hala fakirleştirilemeyenlerden misiniz? Fakirseniz üzülmeyin, sorun sizde değil düzende.

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Farkındalığın adaletsizliği: Mindfulness sınıfsal bir lükstür

Farkındalığın adaletsizliği: Mindfulness sınıfsal bir lükstür

Bugün “farkındalık” dediğimiz kavram, orta sınıfın hobi alanına sıkışmış durumda. Şirketten çıkınca biraz nefes egzersizi yapıp “anda kalma” challenge’ına katılmak kolay. Peki ya sabahın beşinde kalkıp üç vasıta değiştirerek işe giden işçi? Onun farkındalığı, güneşi selamlamak değil;otobüste uyuyakalırsa durağını kaçırmamak. Fakirin farkındalığı, ilham verici alıntılarla değil hayatta kalmak için verdiği mücadeleyle ölçülüyor.

Farkındalık, çoğu zaman eşitsizliği gizleyen bir perdeye dönüşebiliyor.

“Her şey senin bakış açında” dendiğinde, sorun sanki bütünüyle kişinin zihninde çözülmesi gereken bir meseleymiş gibi görünüyor. Yani geçim sıkıntısı, adaletsizlik ya da güvencesizlik değil de sadece “yanlış düşünmekten” ibaretmiş gibi. Oysa gerçek bu değil. İnsan “anda kalmak” istese bile kirasını nasıl ödeyeceğini düşündüğünde zihni mecburen geleceğe kayıyor. Buzdolabındaki boşluğu gören biri için “her şeyden ders çıkar” cümlesi kulağa teselli değil, uzak bir hayal gibi geliyor.

Sorun sende değil düzende

Sorun sende değil düzende

Belki de en büyük yanılgı burada: Sorun insanların “doğru düşünememesi” değil yaşadıkları hayatın onları kaygıya zorlaması. Yani mesele zihni eğitmekten çok, yaşam koşullarını değiştirmekle ilgili. Gerçek farkındalık da bence burada başlıyor. Kendi huzurumuzu korumak için değil başkalarının neden huzursuz olduğunu da fark edebilmekte. Anda kalmayı bireysel bir ayrıcalık olmaktan çıkarıp toplumsal uyanışa dönüştürmekte. 

Gerçek farkındalık, fakirin neden fakir kaldığını, emeğin neden karşılığını alamadığını, adaletin kim için işlediğini görmekten geçiyor. Yani mesele, bireysel huzur değil toplumsal uyanış. Çünkü bu devirde fakir için mindfulness, “şimdi ve burada” nefes almak değil; şimdi ve burada hayatta kalmak. Bir işçinin zihninde nefes sayıları değil, vardiya saatleri var. Bir annenin mantrası “ben yeterliyim” değil; “çocuğum aç kalmasın.” Gençlerin meditasyon minderinde değil, yurt odasında kirasız kalacak bir yer bulma derdi var.

O yüzden şu zamanlarda farkındalık, gözleri kapatıp içsel huzuru aramakta değil bazen de gözleri dört açıp bu düzenin neden böyle işlediğini sorgulamakta. Çünkü herkes aynı anda kalmıyor: Kimi anda kalabilmek için yoga matına uzanıyor, kimi aynı anda kasada bozukluklarını sayıyor. Ve işte tam da bu yüzden, farkındalık kişisel bir yolculuk olmanın ötesinde, politik bir hakikate dönüşüyor: Birileri bolluk içinde huzur ararken başkaları yokluk içinde nefes arıyor.

Kapsayıcı bir wellbeing kültürü inşa edilebilir mi?

Kapsayıcı bir wellbeing kültürü inşa edilebilir mi?

Evet, ama bunun yolu “şükret, nefes al, akışta kal” demekle sınırlı değil. Wellbeing, ancak toplumsal eşitsizlikleri de hesaba kattığında gerçekten kapsayıcı olabilir. Çünkü iyi oluş, sadece bireyin zihninde inşa edilen bir şey değil; aynı zamanda barınma, beslenme, adalet ve güvence gibi temel ihtiyaçlarla yakından ilgili. Karnı aç birine meditasyon önerisi yapmak yerine, o kişinin doymasını sağlayacak koşulları yaratmak da wellbeing’in bir parçası olmalı.

Gerçekten kapsayıcı bir wellbeing kültürü, yalnızca ayrıcalıklı bir grubun “kendini iyi hissetme” aracı değil, herkesin insanca yaşam hakkının temel parçası haline gelmeli. Bir toplumda adalet, güvenlik ve dayanışma yoksa, bireysel farkındalık pratikleri ne kadar yaygın olursa olsun, kolektif olarak huzura erişmek imkânsız.

Wellbeing, sadece bireysel bir “kendine dönme” çağrısı olarak kaldıkça yani kolektif bir “birbirimize sahip çıkma” pratiğini kendine entegre etmedikçe sadece belirli bir kesime hitap etmeye devam edecek.

Instagram

X

LinkedIn

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
1
1
1
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda chevron-right-grey
Reklam