Atatürk’e Duyulan Saygıyı Tapınmak Diye Okuyanlar: Bu Algı Nereden Geliyor?
Türkiye’de modernleşme tartışmalarının en görünür kırılma noktalarından biri, “liderlik”, “otorite” ve “kutsallık” kavramlarının toplum tarafından nasıl içselleştirildiğiyle ilgilidir. Bugün bazı çevrelerin Atatürk’e duyulan saygıyı sistematik şekilde “tapınma” olarak etiketleme ısrarı, yalnızca ideolojik bir refleks değildir. Bu, aynı zamanda tarihsel hafıza, kültürel kodlar ve grup psikolojisinin bir bileşimidir.
Tarihsel Otorite Algısının Çifte Kutuplaşması

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devrolan liderlik anlayışı, yüzyıllar boyunca “karizmatik otorite” (Weber) merkezi üzerinden şekillenmiştir. Padişah hem siyasi hem dini otoriteydi. Bu birleşik otorite tipi, toplumun gözünde “lider = kutsal temsil” şablonunu normalleştirdi. Cumhuriyet ise bu şablonu radikal biçimde kırdı: Otoriteyi sekülerleştirdi, lidere kutsallık atfetmeyen rasyonel yurttaşlık modelini getirdi.
Ancak bu dönüşüm, toplumun tüm kesimlerinde aynı ölçüde içselleşmedi. Bu nedenle bazı gruplar için hâlâ liderlik, “ya kutsaldır ya da hiçtir” ikilemi üzerinden okunuyor. Atatürk’e duyulan rasyonel saygının “tapınma” kategorisine sıkıştırılması, bu kültürel mirasın gölgesidir.
Karizmatik Liderlikten Kült Liderliğine: Yansıtmalı Algı
Bazı ideolojik topluluklar, kendi lider figürlerini eleştiriden muaf, hatasız ve metafizik bir konumda görme eğilimindedir. Sosyal psikolojide buna yansıtma denir: Kendi içlerinde ürettikleri kutsallaştırılmış liderlik modelini, karşı tarafın lider-sevgi biçimine de otomatik olarak yansıtırlar. Bu nedenle Atatürk’e duyulan saygıyı ancak kendi referans çerçeveleriyle okuyabilirler:
“Saygı = kutsal bağlılık”
“Minnet = itaat”
“Hatıra = kült”
Oysa modern yurttaşlık, liderle birey arasında hiyerarşik değil, tarihsel ve ideal temelli bir bağ kurar. Bu bağ, kutsal değil bilinçlidir—tam da anlaşılmakta zorlanılan nokta burada başlar.
Kolektif Hafızanın Travması: Atatürk’ü Bir Tehdit Olarak Görme Mekanizması

Sosyolog Maurice Halbwachs’ın kolektif hafıza teorisine göre, gruplar kendi kimliklerini “biz” ve “onlar” ayrımı üzerinden korur. Atatürk, Cumhuriyet’in sekülerleşme hamlelerinin sembolü olduğu için bazı toplulukların hafızasında bir “kimlik tehdidi” figürü haline gelmiştir. Bu psikolojik tehdit şu sonuçları doğurur:
Atatürk’ün toplumsal etkisi küçültülmeye çalışılır,
Ona saygı duyan kitle “ötekileştirilir”,
Bu saygı biçimi “tapınma” diye damgalanarak değersizleştirilir.
Burada amaç Atatürk’ü değil, Atatürk’ün temsil ettiği modernlik ve seküler yurttaşlık modelini tartışma dışı bırakmaktır.
Kutsal Olanı Tekelleştirme Güdüsü
Bazı ideolojik hareketler, kutsallığı sadece kendi alanlarına ait bir sermaye gibi görür. Bu nedenle tarihî figürlere duyulan saygının “kutsal alanı” ihlal ettiği hissine kapılırlar. Oysa Atatürkçülük hiçbir zaman bir ibadet pratiği ya da metafizik bağlılık üretmemiştir.
Kutsallığı tekelleştirmek isteyen çevreler ise bu rasyonel bağlılığı “dinsel bir rakip” gibi kodlar. Aslında ideolojik rahatsızlık daha çok burada gizlidir. İlginç bir biçimde, bazı kişiler “Bizim tek liderimiz Peygamberdir.” derken bile Atatürk'e gönderme yapmadan duramaz. Bu, bilinçaltında Atatürk’ün hâlâ çok güçlü bir sembolik figür olduğunu gösterir. Psikolojide buna obsesif karşılaştırma denir: Yani, bir figürü küçültmeye çalışırken bile sürekli o figüre atıf yapma ihtiyacı duymak.
Oysa Atatürk’ü peygamberle kıyaslayan asla Cumhuriyet ışığında yetişen insanlar olmadı.
Bu kıyas, Atatürkçüler tarafından değil, reaksiyoner çevreler tarafından yaratıldı.
Bu da aslında şu sosyolojik gerçeği gösteriyor: Atatürk onlar için bile sembolik gücü çok yüksek bir referans noktasıdır.
Rasyonel Saygıyı Anlamakta Güçlük, Kutsallığı İleri Sürerek Savunma

Cumhuriyet yurttaşlığı, lidere değil fikre bağlılıktır.
Atatürk’e duyulan sevgi, bir “kült” değil; bir tarihsel minnet, modernlik bilinci ve akılcılık ideali etrafında örülüdür. Bazı ideolojik çevrelerin bunu “tapınma” olarak okuması ise üç katmanlı bir sebepten doğar:
Kültürel miras: Lider = kutsal temsil algısından kopamamaları.
Psikolojik yansıtma: Kendi lider-ilişki biçimlerini karşı tarafa aktarmaları.
Kimlik koruma refleksi: Atatürk’ün temsil ettiği modern yurttaşlık modelini tehdit olarak görmeleri.
Bu nedenle Atatürk’e yönelen rasyonel minnet, onlar için ancak “kutsallık” kategorisine sıkıştırılarak anlaşılabilir hâle geliyor.
Tüm bu bilgilerden sonra diyeceğim şudur: inanç ile ideolojiler birbirine karışmamalıdır. İnanç; insanın iç dünyasına, vicdanına ve hakikat arayışına dair bir yolculuktur. İdeoloji ise; tarihsel koşullar içinde şekillenen, insanlar tarafından üretilen ve çoğu zaman değişime açık bir düşünce sistemidir. Bugün ihtiyacımız olan şey, inancı ideolojilerin gölgesinden, ideolojileri kutsallığın manipülasyonundan arındırmaktır. Toplumun çoğunluğunun inancını, siyasi kişiliklerin ayıplarını ve belki de kanunsuzluklarını örtmek için kullanılmasından kurtarmaktır.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

