Balıkesir'den Yükselen Sesler: Sanatın Genç Yolcuları
'Resim sanatın dürüstlüğüdür. Hile ihtimali yoktur. O ya iyi ya da kötüdür,' der Salvador Dali. Bu sadece resim için değil, tüm sanat disiplinleri için geçerli bir hakikati ifade eder aslında. Çünkü sanat, en nihayetinde, sanatçının kendisiyle ve dünyayla kurduğu en samimi diyalogdur.
Bu diyaloğun izini süren genç yetenekleri ağırlıyor Balıkesir Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi.

Onlar, Dali'nin bahsettiği o 'dürüstlüğü', kendi disiplinlerinin dilinde arıyor; bir grafik tasarım projesinde, bir tuvalin üzerinde ya da bir baskı plakasında... Bu dosyada, fakültemizin üç farklı bölümünden—Grafik Tasarım, Resim ve Baskı Sanatları—genç sanatçı adaylarıyla yaptığımız röportajların ilk bölümünü sunuyoruz. Toplam altı öğrenciyle gerçekleştirdiğimiz bu sanat yolculuğunun ilk durağında, Beyza Aslan, Çağatay Şen ve Gökdeniz Bal'ın hikâyeleriyle karşınızdayız.
Her biri farklı bir disiplinden gelse de ortak bir paydada buluşuyorlar: sanatla kurdukları derin bağ ve 'iz bırakma' tutkusu. Grafik tasarımın dijital dünyasında toplumsal mesajlar peşinde koşan Beyza, mühendislikten resme uzanan cesur dönüşümüyle Çağatay ve geleneksel baskıyı dijitalle buluşturan yenilikçi ruhuyla Gökdeniz... Onlar, sanatın sadece bir meslek değil; aynı zamanda bir varoluş biçimi olduğunu hatırlatıyor bize.İşte bu satırlarda, onların iç sesine, yaratım süreçlerine ve sanata dair sonsuz arayışlarına tanıklık edeceksiniz.
Beyza Aslan, BAUN GSF

Hayatınızda çizim ve tasarımın 'kendinizi bildiniz bileli' var olduğunu belirtiyorsunuz. Bu erken keşif, Grafik Tasarım eğitiminiz sırasında size nasıl bir avantaj sağlıyor? Sizi sadece 'güzel' bir görüntü oluşturmanın ötesine geçerek, tasarımla bir duygu veya düşünce bırakmaya iten en güçlü motivasyon nedir?
Eğitim hayatım ve hatta daha öncesinden beri elimde sürekli bir kağıt bir kalem eksik olmazdı. Çizdikçe hayallere dalar, yeni evrenlere ışınlanırdım adeta. En çok da izlediğim çizgi dizilerden ilham alırdım, kendimi o evrenlerde hayal eder, yeni karakterler yaratırdım. Yarattıkça bunları kağıda döker, renklendirirdim. Hayallerim de bu aşamada belirginleşmeye başlamıştı. İlk başta moda tasarımcısı olmak istiyordum fakat büyüdükçe ilgimin daha çok dijital sanata yöneldiğini fark ettim. Bahsettiğim gibi bu erken keşif sayesinde tasarım gözümü daha da geliştirmeye özen gösterdim, hali hazırda olan estetik bakış açım sayesinde grafik tasarım alanında zorlanmadım ve eğer ki bu alanda ilerlemek istiyorsam bazı konularda da iz bırakmam gerekiyor diye düşünüyordum. Bu sebeple ele aldığım birkaç temel konu vardı. Bunlar; kadına şiddet ve hayvan sömürüsü gibi konular olmuştu. Aslında konuşuyor gibi gözüken konular bir o kadar da görünmezdi. Sanat toplum içindir diyerek yaptığım afişlerde, illüstrasyonlarda, pop-up kitap tasarımında bunlara değinerek farkındalık yaratmaya çabaladım.

Şu sıralar özellikle kısa animasyonlar, illüstrasyonlar, afiş tasarımları ve araştırmaya dayalı projeler üzerinde yoğunlaştığınızı ve yeni teknikler denemekten çekinmediğinizi görünüyor. Bu farklı disiplinler (örneğin illüstrasyon ve afiş tasarımı gibi, çalışmalarınızda yer alan), size yaratıcı süreçte birbirini besleyen hangi farklı bakış açılarını kazandırıyor?
Şu sıralar hem kısa animasyonlar hem illüstrasyonlar hem de afiş tasarımlarıyla ilgileniyor olmam, yaratıcı sürecimde birbirini besleyen çok farklı bakış açıları kazanmama yardımcı oluyor. Animasyonun anlatısal yapısı, hareket ve duygu aktarımı konusundaki farkındalığımı güçlendirirken; illüstrasyon bana detay, karakter tasarımı ve atmosfer kurma konusunda özgür bir alan sunuyor. Afiş tasarımı ise tüm bu anlatıları tek bir kareye indirgemeyi, güçlü ve net bir mesaj üretmeyi öğretiyor. Bu disiplinler arasında sürekli gidip gelmek, hem görsel hafızamı hem de problem çözme becerilerimi besliyor. Bir projeden öğrendiğim bir yaklaşım —örneğin ışık kullanımındaki bir teknik ya da kompozisyon dengesi— diğerine kendiliğinden akıyor. Böylece daha bütüncül düşünebiliyor, farklı ifade biçimlerini harmanlayarak daha kişisel ve etkili işler üretebiliyorum.
Bir projede çalışırken kendinizi ve dünyayı nasıl algıladığınızı keşfettiğinizi söylüyorsunuz. Çalışmalarınızda gündelik hayattaki detayları yakalayıp görsel bir dile dönüştürmeyi ve toplumsal ya da kişisel konulara tasarım yoluyla dokunmayı önemsediğinizi belirtiyorsunuz. Tasarımın, izleyici üzerinde bir etki bırakma veya bir farkındalık yaratma gücünü nasıl tanımlarsınız? Bu bağlamda, size en çok ilham veren, sosyal/kişisel bir konuya odaklanan bir çalışmanızdan bahseder misiniz?
Tasarımın izleyici üzerinde etki bırakma gücünü, görünmeyeni görünür kılmak ve bildiğimiz şeylere başka bir açıdan bakmamız sağlamak olarak algılıyorum. Tasarımın en güçlü yanı bence; karmaşık görünen düşünce veya duyguları tek bir görüntüyle, sembolle, tipografiyle hissettirebilmesi. Oldukça basit görünen bir iş bile üzerine düşündükçe farklı anlamlar barındırmaktadır. Benim için tasarım hem kişisel hem de toplumsal hikâyeleri yeniden yorumlayarak bir etki alanı yaratma çabası. İzleyiciyle kurulan bu görünmez bağ, yaptığım işin değerini ve amacını belirleyen en önemli şey. Toplumsal ve kişisel konuları ele alırken ortaya bir problem sunuyorum. “Böyle bir sorunumuz var, bunu çözebilecek nasıl bir proje yapabilirim?” Bu soruya bulduğum cevap ile projemi geliştiriyorum. Bana en çok ilham veren aslında sadece bir tane projem yok, fakat seçmek gerekirse bunu iki projeye düşürebilirim. Birincisi, hayvan sömürüsü üzerine yapmış olduğum pop-up kitabıdır. Her bir sayfasında farklı hayvan sömürülerine değinmiş olup, etkili illüstrasyonlar ve pop-up mekanizmaları ile vermek istediğim mesajı desteklemiş bulunmuştum. Bir diğer çalışmam ise, “Kırılma Noktası” isimli sergi için hazırlamış olduğum “Göz Hapsi” isimli afiş çalışmamdır. Bu afiş çalışmamda toplumun kadınların üzerinde olan baskıcı ve yargılayıcı bakışlarını ele aldım. Tepeden bakan gözler toplumun baskısını yansıtırken kadın bu baskı ile kendisini sıkışıp kalmış hissetmektedir, bu sıkışmışlığın içinde gerçek potansiyelini bulamamanın hüznü de vardır.

Balıkesir Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nin size sunduğu akademik kadro, bienaller, atölyeler ve Erasmus gibi olanakların mesleki gelişiminize nasıl katkı sağladığını düşünüyorsunuz? Mezun olduktan sonraki kariyer yolculuğunuzda, bu eğitim ortamından edindiğiniz hangi temel bilgi veya beceriyi 'iz bırakmak' istediğiniz alanda en çok kullanmayı hedefliyorsunuz?
Balıkesir Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde eğitim vermekte olan her bir akademisyenin bende ve benim gibi birçok öğrencide çok emeği vardır. Her biri kendi alanlarında donanımlı bilgi birikimine sahip olup bu birikimi bizlere en iyi şekilde aktarmaktadırlar. Yaptığım her işte düşünmeyi, sorgulamayı ve farklı teknikler denemeyi akademisyen hocalarımız sayesinde gerçekleştirmişimdir. Bana tek bir açıdan bakmamayı, görülmeyeni görmeyi öğretmişlerdir. Okulumuz içerisinde birçok bienal, sergi ve etkinlikler olmaktadır. Bunların birçoğunda aktif yer almaktayım. Bu etkinlikler sayesinde her bir öğrencinin sanatçı kimliği kazanması sağlanmaktadır. Mezun olduktan sonra iyi bir reklam ajansında, sektörde güçlü bir tasarımcı olarak yer almayı hedefliyorum. Bu yolculukta, eğitim hayatım boyunca edindiğim en temel becerilerden özellikle analitik düşünme, görsel hikâye anlatımı ve disiplinler arası üretim yaklaşımı benim için çok değerli. Okulda sadece teknik bilgi öğrenmedim; bir fikri araştırma süreciyle temellendirmeyi, hedef kitleye göre doğru iletişim dili kurmayı ve görsel çözümleri bilinçli şekilde oluşturmayı öğrendim. Afiş, animasyon, illüstrasyon gibi farklı alanlarda çalışmam ise her projeye daha geniş bir perspektiften bakmamı sağladı. Reklam sektöründe “iz bırakmak” istediğim alanda en çok kullanmayı hedeflediğim şey, etkili bir mesajı hem estetik hem de stratejik bir dille birleştirebilme becerisi. Yani yalnızca iyi görünen işler değil, aynı zamanda doğru mesajı doğru şekilde ileten işler üretmek istiyorum. Tasarımın hem duygusal hem de iletişimsel yönünü bir araya getirebilmek, kariyerimde en güçlü dayanağım olacak.
Çağatay Şen, BAUN-GSF

2015 yılında başlayan Makine Mühendisliği eğitiminizi tamamladıktan sonra, birçoğumuzun hayatını etkileyen pandemi döneminde sanata yönelme kararınız, hayatınızdaki en keskin dönüşüm noktası oldu. Sayılar ve mantık üzerine kurulu bir disiplinden, sanatın ve güzelliğin peşinden giden bir ruha dönüşmenizin tetikleyicisi neydi? Bu radikal kariyer değişimi, size nihayetinde nasıl bir 'içsel doyum' sağladı?
Kendimi bildim bileli içimdeki sanat ışığını hep hissettim. Bu tabii ki de elimde fırça ile doğduğum anlamına gelmiyor. Ben özümü kastediyorum. Bu öz, çocukken oynadığım oyunlardan tutun da çevremdeki insanlarla, doğa ve hayvanlarla olan iletişimime kadar etkiliydi. Bir şeyler üretme ve keşfetme düşüncesi içimde heyecan uyandıran bir şeydi hep. Sonradan zaman ilerledikçe ben de her genç gibi hayatım boyunca içerisinde bulunacağım meslek kavramına odaklandım. Sayılarla aram da fena değildi. Zaten çalışmayı ve disiplini de çok severim. Oldukça popüler ve yılların eskitemediği bir geçerliliğe sahip olan mühendislik alanına yönelmem de güç olmadı. Eğitimimi başarıyla tamamladıktan sonra da alanımda çalışmaya devam ettim. Her ne kadar boş vakitlerimde kağıdı ve kalemi elimden düşürmesem de bunun da benim için yeterli gelmediğini, beni mutlu etmediğini fark ettim. Hani her insan hayata bir kez gelir derler ya, geçirdiğim bir takım sıkıntılı süreç ve kendi hayatımın içerisindeki yön arayışı bana bunu fark ettirdi. 2022 yılı, hiç vakit kaybetmek istemedim. Sadece tek bir tercih yaptım ve hayalimdeki bölüme yerleştim. Bir geçmişim ve düzenim olduğu için Balıkesir’ i tercih ettim. Dört yıllık lisans macerasının son senesindeyim. Zaman su gibi akıp geçti. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki “keşke” değil, “iyi ki” diyorum.

Malzeme seçiminde yağlı boyanın zengin katmanlarından kömürün sadeliğine uzanan eklektik bir tavra sahip olduğunuzu belirtiyorsunuz. Özellikle suluboyanın kat kat uygulandığında bile naifliğini kaybetmemesi ve öngörülemez karakterinin size tam da ihtiyacınız olan özgürlüğü tanıdığını söylüyorsunuz. Bir mühendislik geçmişinin getirdiği yapısal düşünce biçimi, suluboyanın bu 'öngörülemez' doğasıyla sanatsal üretim sürecinizde nasıl bir denge veya çatışma yaratıyor?
Üretimlerimi gerçekleştirirken deneyimlediğim süreç neredeyse sonuç kadar önemli. Hangi malzemeyi kullanırsam kullanayım öncesinde bir düşünme ve ölçüp biçme aşaması her zaman mevcut. Mesele sadece fikir değil, nasıl uygulandığı da epey önemli. Baktığımız şeyin ne kadarını görmeliyiz? Kompozisyon kavramı devreye giriyor burada da işin içine. Fikir ne kadar iyi olursa olsun nihayetinde bir yüzey üzerine plastik bir değer olarak aktarıyoruz onu. Kadrajımı nasıl alırsam zihnimde gördüğümü en etkili biçimde izleyiciye aktarabilirim düşüncesiyle hareket ediyorum. Bence bu sadece estetik algısıyla yorumlanabilecek bir durum değil. Her işte olduğu gibi bu işin de bir matematiği var. Temel ne kadar sağlam olursa sonuca giden yol da bir o kadar güvenilir oluyor. Ama bu demek değildir ki her şey kontrol altında olmalı. Tıpkı hayatın kendisi gibi resim yapma süreci de bir serüven. Bazen ne kadar temkinli ve kontrollü yaklaşsak da öngörülmeyen bir takım şeyler en beklenmedik anlarda bilinçli olarak yakalayamayacağımız güzellikleri oluştururlar. Suluboya da diğer malzemelere kıyasla çok daha özgür bir ruha sahip. Akar, taşar, dökülür, tahmin edilemez izler bırakır. Bu sebepten ötürü çok keyif aldığım bir malzeme olmuştur.
Sanatınızı derinden etkileyen ustalar arasında Sargent'in ihtişamlı impastoları, Courbet'nin sade gerçekçiliği ve Monet'nin eşsiz ışık algısı gibi farklı ekollerden isimler bulunuyor. Bu büyük ustaların teknik ve felsefi mirasını günümüz görsel sanatlar diline nasıl taşıyorsunuz? Özellikle bir otoportrenize 'Modern Zamanların Filozofu' adını vermiş olmanız, bu klasik etkileri çağdaş bir bakış açısıyla yorumlama çabanızın bir göstergesi mi?
Öncelikle şunu söyleyebilirim, üretimlerimi bir biçim, üslup sınırları içerisine sığdırmak gayesinde olmadım. Her çeşit malzemeyi kucakladığım gibi farklı üslup ve teknikleri de harmanlamayı seviyorum. Bu biraz da o an nasıl hissettiğime bağlı tabii. Bazen tamamen siyah, beyaz ve grilerde, bazen de renklerin içerisinde kendimi buluyorum. Bazen dramatik bir barok ışık seziyorum, bazen de ışığı değil, bende yarattığı izlenimi takip ediyorum. Yeri geliyor klasik tekniklere sadık kalıp içerik bakımından çağdaş bir yaklaşımı izlemeyi tercih ediyorum. Aynı, “Modern Zamanların Filozofu” tuvalinde olduğu gibi.

Resim Bölümü'ne başlama kararınız, genç yaşta sanat eğitimine başlayan akranlarınızdan farklı bir deneyim sunuyor. Daha önce tamamladığınız bir lisans eğitimine sahip olmanız, Güzel Sanatlar Fakültesi'ndeki akademik sürece ve sanatsal üretkenliğe yaklaşımınızı nasıl etkiledi? Kariyer yolculuğunuzda, sanatı bir hobi olmaktan çıkarıp ikinci mesleğiniz yapma hedefinizde, bu geçişin size kattığı olgunluğu ve farkındalığı hangi büyük projelerle görünür kılmayı hedefliyorsunuz?
Nihayetinde daha önceden kazanılmış tecrübeler ve deneyimler de işin içine giriyor. Olgunlaşma deneyimi ile insan neyi isteyip neyi istemediğini daha iyi bilir hale geliyor. Daha sağlam, kararlı ve hedefe yönelik hamleler yapabilir hale geliyor. İçerisinde bulunduğum bu akademik süreçte de kendimi sadece bir öğrenci olarak görmekten ziyade, yolunda sağlam adımlarla ilerleyen, kendini devamlı geliştirmeye çalışan bir sanatçı olarak düşündüm hep. Bu bakış açısıyla durumlara yaklaşınca da kafamın içesindeki büyük soru işaretleri de elenmiş oldu. Karşılaştığım her zorluk beni bir adım öteye taşıyacak bir basamak haline geldi. Bazen hiç ummadığımız anda çok farklı kapılar açılabiliyor önümüzde. Kendimi hem ulusal hem de uluslararası alanda ifade etmeyi istiyorum. Klasik resim disiplininin yanında da çeşitli illüstrasyonlar, dijital çalışmalar, üç boyutlu ve hareketli pop-up kitaplar ve figür/ heykel gibi birçok disiplinin iç içe geçtiği üretimlerim de mevcut. Hatta bu sene üzerinde çalışmakta olduğum bir TÜBİTAK projem var. Sürdürülebilirlik bağlamında geri dönüştürülebilir malzemeler kullanarak inşa ettiğim heykellerden oluşan bir sergi, enstalasyon. Enfes sonuçlar çıkacağını düşünüyorum.
Gökdeniz Bal, BAUN-GSF

Sanatla ilişkinizin, çocukken kireç harçları üzerine yaprak ve salyangoz kabuklarının izini dondurmaya çalıştığınız oyunlarla başladığını belirtiyorsunuz. Bu erken dönem doku ve iz denemeleri, bir baskı sanatçısı olarak malzemenin izini ve kimyasını keşfetme sürecinize nasıl bir bilinç kattı? Geleneksel baskı sanatları (serigrafi, litografi, gravür) içerisinde, bu temel merakınızı en çok besleyen teknik hangisi oldu?
Çocukken kireç harcına bir nesneyi bastırdığımda hissettiğim o direnç ve çıkan sonucun kalıcılığı, aslında benim için sanatın 'oyun' olmaktan çıkıp bir 'kayıt altına alma' dürtüsüne dönüştüğü ilk andı. Bu deneyim bana, yüzeyin pasif bir taşıyıcı olmadığını, aksine müdahale edilmesi gereken bir 'hafıza' olduğunu öğretti. Geleneksel teknikler arasında bu merakımı en çok besleyen yöntem çukur baskı (gravür) oldu. Çünkü tıpkı o çocukluk oyunumdaki gibi; metal plakaya fiziksel bir güçle veya asidin kimyasal aşındırmasıyla müdahale edip, yüzeyin çukur olan kısımlarında bir iz bırakıyorsunuz. Ama şu anda en sevdiğim baskı türü serigrafi baskısıdır çünkü daha modern ve dijital uygulamalardan yararlanabiliyoruz bu da beni geleneksel yöntemi çağdaş yöntemler ile birleştirme hissi veriyor.
Güzel Sanatlar Lisesi birinciliğinizin yanı sıra matematik ve fizik gibi pozitif bilimlere olan yoğun ilginizin, Baskı Sanatlarından kendinizi bulmanızı sağladığını söylüyorsunuz. Teknik süreçlerin ve kimyasal reaksiyonların yoğun olduğu bu alanda, bir bilim insanının analitik yaklaşımı ile bir sanatçının estetik arayışı arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz? Bu analitik yönünüz, özellikle çok katmanlı serigrafi veya kimyasal süreç gerektiren litografi gibi tekniklerde size nasıl bir avantaj sağlıyor?
Sanat ve bilim çoğu zaman zıt kutuplar gibi görülse de baskı sanatında bu ikisi birbirinden ayrılamaz bir bütündür. Ben atölyeye girdiğimde süreci yönetirken bir laboratuvardaki bilim insanı titizliğiyle hareket ediyorum. Matematik ve fiziğe olan ilgim, bana algoritmik düşünme yetisi kazandırdı. Özellikle çok katmanlı serigrafi çalışmalarımda veya litografi ve gravürün hassas kimyasal dengesinde; renklerin sırasını, pozlama sürelerini ve kimyasalların oranlarını bir formül gibi kurguluyorum. Bu analitik yaklaşım, tesadüfe bel bağlamak yerine, kuralına uygun temiz ve sonucu öngörülebilir kılıyor. Estetik, hayal ettiğim görüntüdür; analitik zeka ise o görüntüyü hatasız bir şekilde kağıda aktaran mühendisliktir.

Gelecek vizyonunuzda, geleneksel atölye pratiği ile dijitalin mantığını bir araya getirmek ve yazılım/oyun dünyasına adım atarak 'sanatsal oyun tasarımı' alanında bir stüdyo kurmak var. Dijital ve yazılım dünyasındaki sanatsal üretim, geleneksel baskı sanatlarının dokunsallığını, izini ve fiziksel etkisini nasıl koruyabilir? 'Cyber Renaissance' gibi bir serigrafi eseri ortaya koyarken, geleneksel teknikleri dijital estetikle birleştiren yaratıcı süreç nasıl işliyor?
Benim için dijital dünya, fiziksel dünyadan kopuş değil, onun yeni bir katmanıdır. Öncelikle Cyber Renaissance bir proje ismi değil o serinin ismi Sentetik Evrim bu projede izlediğim yöntem dijitalin sunduğu sınırsız imkanlarla kusursuz bir görüntü tasarlarım. Ardından bu görüntüyü renklerine indirgeyip (color reduction) katmanlarına ayırarak baskıya hazır hale getiririm. Ancak benim için sanat, bu dijital dosya değil; o dosyanın kağıtla buluştuğu andır. Dijitalde hazırladığım kusursuz eskizi geleneksel baskı teknikleri ile kağıda aktararak günümüzdeki teknolojinin baskı sanatçıları için önemli bir takip ve yardımcı bir aracı olduğunu vurgulamaktır. Gelecekteki oyun stüdyosu vizyonumda da dijital çizimlerimi baskı yoluyla fiziksel gerçekliğe taşıyorsam, ileride tasarlayacağım oyunlarda da genel olarak sanatın bana katmış olduğu estetik tecrübeler ve kaygıyı dijital evrene taşıyarak iki dünya arasında bir köprü kurmayı düşünüyorum.

Akademisyen olarak baskı kültürünü yaşatma ve bir atölye kurma hedefine sahipsiniz. Günümüzde sanat üretiminin büyük bir hızla dijitalleştiği bir ortamda, geleneksel baskı kültürünün genç nesiller için önemini nasıl tanımlarsınız? Hem akademisyenlik hem de kendi stüdyonuzu kurarak sanatsal oyun tasarımı alanında ilerleme vizyonunuzda, bu iki kariyer yolu birbirini hangi noktalarda destekleyecek ve sizin 'iz bırakma' tutkunuzu nasıl besleyecektir?
Hızla dijitalleşen dünyada, 'Ctrl+Z' (Geri Al) tuşunun olmadığı geleneksel baskı sanatlarını genç nesillere öğretmek, onlara sadece bir tekniği değil; sabrı, planlamayı ve hatayı kabullenip dönüştürmeyi öğretmektir. Akademisyen olarak misyonum bu disiplini aktarmaktır. Bu iki kariyer yolu (Akademisyenlik ve Oyun Stüdyosu) birbirini zıtlıklardan besleyerek destekleyecek. Akademideki teorik derinlik ve sanat tarihi bilgisi, oyun stüdyomda üreteceğim işlerin alt metnini ve felsefesini oluşturacak. Oyun stüdyomdaki teknolojik yenilikler ise, akademik araştırmalarımda sadece baskı değil genel olarak sanatın sınırlarını genişletmek (örneğin AR/VR ile baskıdan kazandığım tecrübeyi, geri sarmanın zorluğun, hatasız olmayı ve bir yandan ayırıp bir yandan birleştirmek) için bir araç olacak. Benim için 'iz bırakmak'; bazen asitle metal bir plakada, bazen de bir oyuncunun zihninde kurguladığım evrenle gerçekleşecek. Araçlar değişse de Shikaye anlatıcılığı ve iz bırakma tutkusu aynı kalacak.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

