BAUN GSF’de Hayatı Öğrenirken Sanatçı Olmak “Üç Öğrencinin İlham Verici Kariyer Planları”
Ünlü Fransız ressam, heykeltıraş ve çizer Edgar Degas, sanatın amacını 'Sanat, gördüğümüzü değil, başkalarına göstermemiz gerekeni gösterir' sözüyle tanımlar. Bu ifade, Güzel Sanatlar Fakültesi'nin genç ve yetenekli öğrencileri İrem İlden, Müjde Sayın ve Burak Sarpkaya'nın sanatsal yolculuklarını, ilham kaynaklarını ve geleceğe dair vizyonlarını derinlemesine yansıtan bu üç röportajın özünü oluşturmaktadır. Her bir sanatçı, kendi disiplinlerinde (oyun tasarımı, illüstrasyon, resim ve baskı sanatları) görünmeyeni görünür kılmak ve özgün bir iz bırakma çabasındadır.
Röportajlar, sanatın kişisel bir keşif süreci olduğunu gözler önüne seriyor.

İrem İlden'in ana sınıfı fırça izlerinden, mitolojiyi Pop Art ile buluşturan bir oyun tasarımcısına dönüşümü, sürekli deneme ve yeni alanlarda kendini keşfetme arzusunu simgeliyor. Burak Sarpkaya'nın kariyerini dijitalden baskı sanatlarına uyarlaması ve Hip-Hop/90'lar Amerikan kültürü üzerine kurulu üslubuyla kendi zihnini kağıda yansıtma hedefi, tuttuğunu koparma kararlılığını gösteriyor. Müjde Sayın ise, Balıkesir'in coğrafyasından gelen görsel hafızasını ve çocukluk anılarını, maddi zorluklara rağmen ayakta kalma biçimi olan resme aktararak, doğayı bir sığınak ve iyileşme alanı olarak kullanıyor.
Genç sanatçıların ortak noktası, bireysel ifadenin yanı sıra kolektif üretimin gücüne inanmalarıdır. İrem İlden, Teknokent game jam'indeki başarısının, 'bireysel hayallerin hızını katlayan' kolektif üretimin büyüsü olduğunu belirtiyor. Müjde Sayın da Görsel Sanatlar Topluluğu ve 'Unides' projesi aracılığıyla, sanatın yalnızca bireysel bir ifade değil, aynı zamanda 'kolektif bir akıl ve ruh paylaşımı' olduğunu keşfettiğini ifade ediyor. Bu röportajlar, genç neslin sanatı, sadece bir görsel üretim aracı değil; kültürel mirası modern dille yeniden yorumlayan, sosyal farkındalık yaratan ve en önemlisi ruhsal bir iyileşme yolculuğu olarak gördüğünü kanıtlamaktadır.
İrem İlden, BAUN-GSF

Ana sınıfı fırça izlerinden Muğla'nın dalgalarına uzanan yetenek yolunda, resim öğretmeninin eliyle mitolojiyi Pop Art'la harmanlayan o kız, hocaların ışığıyla kendi tarzının labirentinde hangi kapıları aralar?
Ana sınıfında fırça izleriyle başlayan yolculuğum, Muğla’nın dalgalarında şekillendi ve ortaokulda resim öğretmenimin yönlendirmesiyle gerçek bir hedefe dönüştü. Bugün hem grafik sanatlar hem oyun tasarımı üzerinden, mitolojiyi popüler kültürle buluşturan işler üretirken kendimi sürekli yeni alanlarda keşfediyorum. Hocalarımın yol göstericiliği bana sadece teknik bilgi kazandırmadı; kendi tarzımı, anlatmak istediğim duyguyu ve görsel dünyamı tanımamı sağladı. Bu labirentin içinde araladığım kapılar aslında birer deneme alanı: animasyon, karakter tasarımı, dergi kapakları, oyun atmosferi yaratımı… Hepsini deneyerek hangi dilde daha güçlü olduğumu buluyorum. Bundan sonrası için de her kapı yeni bir proje, yeni bir hikâye ve yeni bir ifade biçimi. Amacım, kendi sanat dilimi daha da güçlendirerek hem oyun hem illüstrasyon dünyasında kendime özgü bir imza bırakmak.”

Teknokent game jam'inde doğan zafer öyküsünde, birinci ve üçüncü sıraların gururuyla, tanımadık ruhların birliği oyunun kaderini nasıl değiştirir; o iki günlük sihir, bireysel animasyon hayallerini hangi akıntılarla taşır?
Teknokent’teki game jam aslında benim için bir dönüm noktasıydı. Bir oyunu sadece iki günde, hiç tanımadığım insanlarla sıfırdan kurmak… Bu süreç bana takım olmanın ne kadar güçlü bir şey olduğunu gösterdi. Birinci olduğumuz o ilk jam ve ardından iki günlük GNG jam’de aldığımız üçüncülük, birlikte üretmenin yarattığı o enerjiyi ilk kez bu kadar güçlü hissettirdi. Bilmediğim insanların bir anda aynı hayalin parçası hâline gelmesi oyunun kaderini tamamen değiştirdi. Herkes kendi yeteneğini ortaya koydu, fikirler birleşti, çatıştı, büyüdü ve ortaya gerçekten gurur duyduğumuz işler çıktı. Bu anlar bana şunu öğretti: Kolektif üretim, bireysel hayallerin hızını katlıyor. O iki günlük sihir, benim animasyon ve oyun tasarımı hayallerimi daha büyük bir akıntıya sürükledi. Artık yalnızca çizim yapan biri değil; atmosfer kuran, karakter tasarlayan, animasyonlarını yapan ve oyunun dünyasını baştan inşa eden biri olmak istediğimi orada anladım. Bu yüzden kendi oyunumu geliştirmeye karar verdim. Çünkü oyun, tüm sanat disiplinlerimin birleşip hikâyeye dönüştüğü yer.
Dergi kapaklarında ve afişlerde doğa ile mitolojinin dansı sırasında, sahnelerin mimarı olarak hikâyenin ruhunu nasıl şekillendirirsin; o atmosferik dünyalarda, kültürel mirasın hangi ezgilerini canlandırır?
Doğ a ile mitolojiyi bir araya getirirken önce hikayenin duygusunu kurarım; renkleri, ışığı ve kompozisyonu bu duyguya göre şekillendiririm. Her sahnede kültürel mirasın izlerini semboller, motifler, ritüeller veya mitolojik figürlerin çağrışımları atmosferin içine görünmez bir doku gibi işlerim. Böylece tasarladığım kapaklarda ya da afişlerde hem zamansız bir masalsılık hem de yerel kültürün nefesi birlikte hissedilir.

Oyun tasarımının ufuklarında her şeyi üstlenen tutkununla, Türk mitolojisini yayma hayali Pop Art'ın gülümsemesiyle nasıl yoğrulur; geleceğin projelerinde, eğlence ile mirasın kesişiminde hikâye odaklı evren hangi fırtınalardan doğar?
Oyun tasarımında her alanı üstlenen tutkum, Türk mitolojisi, güncel ve erişilebilir kılma isteğimle birleşince renkli, enerjik dili benim için köprü oluyor. Mitolojik figürleri modern estetikle yeniden yorumlayarak hem eğlenceli hem de kültürel bir evren kuruyorum. Gelecekteki projelerimde bu iki dünyanın kesişiminden doğacak hikaye odaklı evren; yaratıcı risklerin, deneysel anlatıların ve kültürel mirası genç kitlelere taşıyan cesur fırtınaların içinden yükseliyor.
Müjde Sayın, BAUN GSF

Burhaniye'nin rüzgârları ile Balıkesir'in vadileri arasında doğan çocuk hayali, peyzajlarının hangi katmanlarında fısıldar; maddi fırtınalara rağmen sönmeyen resim tutkusu, hangi renkli anılarla yeniden doğar?
Burhaniye ve Balıkesir, benim için sadece bir coğrafya ya da çocukluk anısı değil; görsel hafızamın, hayal gücümün ve içsel dünyamın temel yapısı. O vadilerde koşarken hissettiğim özgürlük, rüzgârın taşıdığı tuz kokusu, kışın sert ama dürüst soğuğu ya da yazın pırıl pırıl ışığı… Bugün tuvale aktardığım renklerin arkasında hep o ilk temaslar var. Çocukken farkında olmadan hafızama işlenen renk geçişleri, gölgelerin dili, toprakla gökyüzünün buluştuğu o çizgi, bugün bile çalışmalarımda belirleyici birer rehber.
Maddi zorluklar beni zaman zaman duraksattı, hatta kimi dönemlerde tamamen bırakmaya yaklaştırdı. Ancak resim bende bir kaçış değil; tam tersine, yaşamın bütün ağırlığına rağmen ayakta kalma biçimim oldu. Fırçayı elime aldığımda yalnızca bir resim yapmıyorum; çocukluğumun bana bıraktığı o temiz duygulara yeniden dönüyor, içsel bir huzuru hatırlıyorum. Her tuvalde sanki o yıllara bir kapı aralıyorum ve o kapının ardında, hayata yeniden tutunmamı sağlayan o derin, sıcak enerji duruyor.

Görsel Sanatlar Topluluğu'nun ateşinde başkanlık ederken, 'Unides' projesinin yankıları gibi, kolektif yaratıcılık bireysel fırçanı nasıl dönüştürdü; o ritim, yalnız sanatçının iç dünyasında hangi ufuklar açtı?
Görsel Sanatlar Topluluğu’ndaki başkanlık sürecim, beni hem sanatçı olarak hem de insan olarak büyüten bir dönemeçti. Daha önce resim yaparken tamamen kendi iç sesimi dinlerdim; sessiz bir odada yalnızca renklerle konuşur, düşüncelerimi tuvalde tek başıma tartardım. Fakat kolektif üretimin içine girdikçe, yaratıcılığın ne kadar çok sesli, ne kadar besleyici ve dönüştürücü bir süreç olduğunu gördüm. Unides projesi de bu anlamda benim için bir okul gibiydi. Hem organize etmeyi hem de dinlemeyi hem yönlendirmeyi hem de akışa bırakmayı öğretti.
Farklı sanatçılarla çalıştıkça, onların hikâyelerinden ve bakış açılarından beslenir oldum. Ortaya çıkan sinerji, benim tek başıma ulaştığım noktadan çok daha geniş bir anlayış sundu. Artık masanın etrafında onlarca kişinin konuştuğu bir buluşmada bile, o toplu enerjinin duygusunu içimde taşıyorum. Yalnız kaldığımda bile fırçam daha cesur, daha özgür, daha deneysel hareket ediyor. Çünkü artık biliyorum: Sanat, bireysel bir ifade olduğu kadar kolektif bir akıl ve ruh paylaşımıdır. Ve bu bütünlük bana hâlâ güç veriyor.

Yağlı boyanın dokusu ile sulu boyanın şeffaflığı arasında dans eden tekniklerde, manzaraların ufuklarında 'Başarmanın yarısı inanmaktır' felsefesi hangi gölgeleri aydınlatır; ALES adımlarıyla sergi hayallerin hangi rüzgârla yelken açar?
Yağlı boya ve sulu boya arasında gidip gelmek, benim için teknik bir tercih olmanın çok ötesinde; hayatın farklı dönemleriyle kurduğum ilişkinin de bir metaforu aslında. Yağlı boya bana düşünmeyi, ağırdan almayı, katman üstüne katman katarak kendi iç sesimi kontrol etmeyi öğretiyor. Bir rengi diğerinin üzerine koymadan önce durmak, bakmak, nefes almak gerekiyor. Bu da beni hem sabırlı kılıyor hem de duygularımı daha derin katmanlarda okumaya zorluyor.
Sulu boya ise tamamen ters bir disiplin. Hataları saklamıyor, geri dönüşü neredeyse yok; bu yüzden cesur olmak, kararlı davranmak şart. O anki duygun neyse, renk o duyguyla akıp gidiyor. Bu iki teknik arasındaki gelgit, ALES hazırlıklarımdan yüksek lisans planlarıma, hayatımı planlama biçimime kadar pek çok alanda bana aynalık ediyor. Yorulduğum anlar olmuyor değil; bazen renkler bile yorgun düşüyor. Ama bir gün kendi sergimin ortasında durup, bunca çabanın karşılığını gözlerimle göreceğimi düşünmek, içimdeki motivasyonu sürekli taze tutuyor.
Aslında hayal dediğimiz şey, insanın yorulduğu anlarda tutunduğu görünmez bir el gibi. O el beni her gün bir adım daha ileri taşıyor.
Karakalemin hatları ile pastel boyanın nefesi arasında, doğanın tanıkları hocalarının minnet gölgesinde nasıl canlanır; o peyzajların derinliğinde, sanatın gücü yaralarını sararken hangi evrensel hikâyeleri fısıldar?
Karakalemin çıplak, net ve yer yer acımasız çizgileri ile pastel boyanın yumuşak, şefkatli dokunuşu, benim iç dünyamdaki iki zıt ama birbirini tamamlayan yönü temsil ediyor. Hocalarımın bana kattığı en büyük değer yalnız teknik bilgi değildi; “bakmak” ile “görmek” arasındaki farkı öğrettiler. Bir ağaca baktığımda artık sadece gövdesini ya da dallarını değil, onun yaşadığı mevsimleri, taşıdığı izleri, rüzgârla kurduğu ilişkiyi görebiliyorum. Sanatı derinleştiren şey de tam olarak bu farkındalık.
Doğa, benim için hem bir sığınak hem de bir iyileşme alanı. Ne kadar yorulsam ne kadar kırgınlık biriktirsem de doğanın içinde durduğumda içimin yavaş yavaş toparlandığını hissediyorum. Bunu resimlerime taşırken de aslında o iyileşmeyi başkalarıyla paylaşmak istiyorum. Çünkü peyzaj dediğimiz şey, dışarıdan bakınca sadece bir manzara gibi görünse de aslında hepimizin ortak bilinçaltında bir “eve dönüş” duygusuna karşılık geliyor. Benim amacım da bu duyguyu yakalamak, tuvalde saklamak ve izleyiciyle buluşturmak.Her çizgide, her gölgede, her renk geçişinde aslında tek bir evrensel cümle var:
İnsan doğanın bir parçasıdır ve ona döndüğünde her şey iyileşir.
Burak Sarpkaya, BAUN-GSF

Hayatınızda çizim ve tasarımın 'kendinizi bildiniz bileli' var olduğunu belirtiyorsunuz. Bu erken keşif, Grafik Tasarım eğitiminiz sırasında size nasıl bir avantaj sağlıyor? Sizi sadece 'güzel' bir görüntü oluşturmanın ötesine geçerek, tasarımla bir duygu veya düşünce bırakmaya iten en güçlü motivasyon nedir?
Bazen bir şeyleri akışına bırakmanız gerekir. Benim hedeflerim Grafik Tasarım veya
Animasyondu, çünkü dijitale daha çok yatkınım. Ama bir şeyler istediğiniz gibi gitmeyince tabii ki B planına uymanız gerekir. Ben de öyle yaptım. Madem dijitalde daha etkiliyim, o zaman işlerimi dijitalde yapıp hayata ve sanata dökmem gerekirdi.
Benim için tuttuğumu koparmak önemli. O yüzden ben de tuttuğumu koparmaya karar verdim. Her iş çaba ister, evet; ama Baskı Sanatları, faaliyet anlamında daha hareketli ve çaba göstermeniz gereken bir bölüm. Çalıştıkça gerçekten sanatçı olduğumu zamanla hissettim ve Baskı Sanatları bölümünü benimsedim. Böylece hayatı da öğrendim.

Şu sıralar özellikle kısa animasyonlar, illüstrasyonlar, afiş tasarımları ve araştırmaya dayalı projeler üzerinde yoğunlaştığınızı ve yeni teknikler denemekten çekinmediğinizi görünüyor. Bu farklı disiplinler (örneğin illüstrasyon ve afiş tasarımı gibi, çalışmalarınızda yer alan), size yaratıcı süreçte birbirini besleyen hangi farklı bakış açılarını kazandırıyor?
Serigrafi aslında diğer baskı tekniklerine göre bence daha eğlenceli ve renkler anlamında daha çeşitli. Önce çizimlerimi dijital ortamda yapıyorum. Bilerek renk sayılarını düşük tutmaya çalışıyorum. Sonra Adobe Lightroom'dan fotoğrafın parlaklığını vs. ayarlıyorum.
Ardından kendi tarzımdaki yazı fontlarını ekleyerek, Çizgi Roman veya dergi kapağı gibi hâle getirip, Adobe İllüstratör uygulamasından renk tonlarını düşürüyor ve Serigrafi baskı alabilecek şekilde düzenliyorum. Tabii ki tasarıma logomu eklemeyi ihmal etmiyorum. Son olarak baskısını alıyorum.

Bir projede çalışırken kendinizi ve dünyayı nasıl algıladığınızı keşfettiğinizi söylüyorsunuz. Tasarımın, izleyici üzerinde bir etki bırakma veya bir farkındalık yaratma gücünü nasıl tanımlarsınız? Bu bağlamda, size en çok ilham veren, sosyal/kişisel bir konuya odaklanan bir çalışmanızdan bahseder misiniz?
Tarzım ve sanatçı üslubum aslında tamamen Hip-Hop ve 90'lar Amerikan kültürü üzerine. Fakat tek farkı, kendimden bir şeyler katmak. Bu yola çıkarken çok düşünmedim. Ben buydum ve kağıda kendi zihnimi yansıtmalıydım. Herhangi bir mesaj verme çabam pek olmadı. Sadece yaptığım çalışmalardan saygınlık kazanmayı ve bu kültüre katkı sağlamayı hedefledim. Hip-Hop kültürüyle alakalı çizgi roman tarzında çizimler yapıp bunu dijital ortamda düzenliyor ve baskıya geçiriyorum. Tüm mesele bu aslında.
Balıkesir Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nin size sunduğu akademik kadro, bienaller, atölyeler ve Erasmus gibi olanakların mesleki gelişiminize nasıl katkı sağladığını düşünüyorsunuz? Mezun olduktan sonraki kariyer yolculuğunuzda, bu eğitim ortamından edindiğiniz hangi temel bilgi veya beceriyi 'iz bırakmak' istediğiniz alanda en çok kullanmayı hedefliyorsunuz?
Öncelikle düzeltme yapayım: Sadece 6-7 ay eğitim aldım, o da üniversite sınavı senemdi. Bu bölüm bana teknik anlamda daha doğal çalışabileceğimi ve daha fazla yaratıcılık gösterebileceğim sanat yollarını öğretti. Baskı Sanatları için gelecek açısından konuşacak olursam, aslında farklı planlarım var.
Kıyafet tasarlamayı ve bunun üzerine baskılar yapmayı planlıyorum. Tabii ki bunu zaman gösterecek. Birden çok fikrim var ama ilk başta belirttiğim gibi, akışına bırakmayı tercih ediyorum. Hayatın ne getireceğini bilemiyorum. Sadece inanarak çalışıp yoluma bakacağım. Bugün burada olmak bile büyük şans.
İrem İlden, Müjde Sayın ve Burak Sarpkaya ile gerçekleştirilen bu samimi röportajlar, sanatın yaşamla iç içe geçmiş, dönüştürücü gücünü ve genç yeteneklerin azmini ortaya koymuştur.
Sanatçılarımızın her biri, hocalarının yol göstericiliğiyle kendi sanatsal dilini oluşturmuş, geleneksel tekniklerle (yağlı boya, sulu boya, karakalem) modern yaklaşımları (Pop Art, oyun tasarımı, serigrafi) harmanlayarak, kültürel miras ile güncel estetik arasında sağlam bir köprü kurmuştur.
Bu çalışmaların ortak mesajı, sanatın karşılaşılan her türlü zorluğa rağmen cesurca ilerlemek için bir motivasyon kaynağı olduğudur. Öğrencilerimizin her biri, kendi sergilerini açma , kendi oyun evrenlerini inşa etme ve özgün bir imza bırakma gibi büyük hedeflerle çalışmaya devam etmektedir.
Genç sanatçılarımızla gerçekleştirdiğimiz röportajların hayata geçirilmesindeki katkılarından dolayı Dr. Öğretim Üyesi Osman Aday'a, destekleri için ise Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Selvihan KILIÇ ATEŞ ve Dr. Öğr. Üyesi Altay ALDOĞAN'a teşekkür ederiz. Genç sanatçılarımızın başarı hikayelerinin, fakültemiz ve tüm sanat camiası için ilham kaynağı olması dileğiyle.
Hepsinin yolu açık olsun…
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

