Dijital İkiz: Suretler Filmi Gerçek Oluyor
Bugün, insanlık tarihinin en derin dönüşümlerinden birinin eşiğinde bulunuyoruz. Bu dönüşüm, ne sadece teknolojik bir sıçrama, ne de yalnızca ekonomik bir devrim. Bu, insan olmanın anlamını yeniden tanımlayan bir kırılma noktasıdır.
Yıllarca dijital dünyada varlığımız, pasif temsillerle sınırlıydı. Sosyal medya profilleri, oyun karakterleri, avatarlar… Hepsi kim olduğumuzu göstermek içindi. Ama artık mesele sadece “nasıl göründüğümüz” değil, “neler yapabildiğimiz.”
Bu size 2009 yapımı Bruce Willis’in başrol oynadığı bilim kurgu filmi “Suretler”i (Surrogates) hatırlattıysa, yalnız değilsiniz.

Son 15 yılda bu filmi belki 100 kişiye izlemesini tavsiye etmiştim. Son gelişmeler ışığında yeniden izlemek lazım. O zamanlar bu fikir ne kadar uzak bir distopya gibi geliyordu, değil mi? Peki, size bu senaryonun, donanım tabanlı robotlarla değil ama yazılımlarla, şu an gerçeğe dönüşmeye başladığını hatırlatsam?
Bakın, pek çok teknoloji uzmanı, geçmiş tüm dijital verilerini (e-postalarını, yazılarını, sosyal medya etkileşimlerini) bir yapay zekaya yükleyerek kendi dijital ikizini oluşturmaya başladı. Kendileri gibi düşünen, konuşan ve konular hakkında yorum yapan bir dijital ikiz. Artık yetişemediği konularda kendi dijital kopyasına danışıyor. Yakında sosyetede bu bir akım haline gelirse şaşırmayacağım.
Bu, bir dönüm noktası. Çünkü dijital dünyadaki varlığımız, artık sadece kim olduğumuzu gösteren pasif profillerden, bizim adımıza eylemde bulunan aktif vekillere dönüşüyor. Ve bu dönüşüm, insan olmanın ne anlama geldiğine dair en temel soruları yeniden sormamıza neden oluyor. Bu yeni gerçeklikten, yani 'dijital suretler' çağının şafağından bahsetmek istiyorum.
Bu dönüşüm sadece felsefi değil, aynı zamanda ekonomik bir tsunami. Dijital ikiz pazarı 2030’da 156 milyar dolara ulaşacak. Yapay zeka avatarları 652 milyar dolarlık bir sektöre dönüşüyor. Ve henüz filizlenen AI ajanları pazarı, 2030’da 50 milyar doları aşacak.
Bu rakamlar, sadece yatırım fırsatlarını değil, insanlığın dijitalleşme hızını da gösteriyor. NVIDIA, Meta, OpenAI, Soul Machines… Hepsi bu yeni gerçekliğin mimarları.
İkiz, Avatar ve Ajan

Bu yeni dünyayı anlamak için üç temel kavramı birbirinden ayırmamız gerekiyor.
Dijital İkiz: Bu kavram endüstriden doğdu. Bir uçak motorunun veya bir fabrikanın, sensörlerden gelen gerçek zamanlı verilerle sürekli güncellenen, yaşayan, sanal bir kopyasını düşünün. Mühendisler, bu dijital ikiz üzerinde testler yaparak, fiziksel motorda bir arıza oluşmadan aylar önce bunu tahmin edebilirler. Dijital ikiz, bir şeyin nasıl 'olduğunu' ve nasıl 'olacağını' simüle eden dinamik bir modeldir.
Avatar: Bu hepimizin aşina olduğu bir kavram. Sosyal medyadaki profil resmimiz, oyunlardaki karakterimiz. Avatar, dijital dünyada nasıl 'görünmek' istediğimizi temsil eden, büyük ölçüde statik bir maskedir.
Ve işte şimdi, her şeyi değiştiren üçüncü parça geliyor: Otonom Ajan… ChatGPT'nin 'Ajan Modu' gibi sistemler, bu kavramın ilk örnekleridir. Artık yapay zekaya sadece soru sormuyoruz, ona görevler veriyoruz. 'Haftaya Berlin'e en uygun iş seyahatini planla' dediğinizde, bu ajan sizin takviminizi kontrol ediyor, bütçenizi biliyor, uçuş sitelerini tarıyor, otelleri karşılaştırıyor ve size en iyi seçenekleri sunuyor. Ajan, 'eylemde bulunan' motordur.
OpenAI CEO’su Sam Altman, en son ChatGPT Pulse özelliğini duyurdu. Bu da ajan modunun bir aşama ötesi anlamına geliyor. Altman uyurken bile Pulse özelliği onun için araştırma ve analizlerine devam ediyor. Ajan modundan farkı ise, bütün çalışmalarınızla ilgili analiz yapıp, etki değerlendirme sonuçlarını sunuyor olması.
Şimdi bu üçünü birleştirelim. Biyometrik verilerimizi, sağlık kayıtlarımızı, tüm dijital ayak izimizi toplayan bir kişisel dijital ikiz düşünün. Bu, bizim yaşayan veri modelimiz. Bu veriyi, bize benzeyen ultra-realistik bir avatarla görselleştirin. Ve son olarak, bu veri ve görseli kullanarak bizim adımıza kararlar alan, e-postalarımızı yanıtlayan, hatta bizim yerimize sanal toplantılara katılan bir otonom ajanı üzerine ekleyin.
İşte o an, 'Suretler' filmindeki senaryo, yazılım olarak hayat bulur. Artık pasif bir temsilimiz değil, aktif bir vekilimiz var.
Gerçek Dünyadaki Etkileri

Bu teknoloji sadece bir fantezi değil; şimdiden dünyayı değiştiriyor.
Sağlık sektörünü ele alalım. AIBODY adında bir şirket, hastaların kalp verilerinden yola çıkarak, o kalbin birebir çalışan bir dijital ikizini yaratıyor. Cerrahlar, ameliyattan önce bu sanal kalp üzerinde defalarca pratik yapabiliyor, farklı senaryoları test ederek en güvenli yolu buluyorlar. Bu, kelimenin tam anlamıyla hayat kurtaran bir simülasyon.
Ya da Unlearn.AI şirketinin yaptığını hatırlatayım. Yeni bir ilacın test sürecinde, bazı hastalara ilaç, bazılarına ise plasebo, yani etkisiz bir madde verilir. Unlearn, hastaların verilerinden bir dijital ikiz oluşturarak, o hastanın plasebo alsaydı ne olacağını tahmin ediyor. Bu sayede, daha az sayıda gerçek insanın plasebo alması gerekiyor ve ilaç geliştirme süreci hem hızlanıyor hem de daha etik hale geliyor.
Eğitimde, Imperial College Business School, profesörlerinin dijital avatarlarını yarattı. Bu avatarlar, dünyanın farklı yerlerindeki öğrencilerin sorularını 7/24 yanıtlıyor. Öğrenciler, karşılarında bir robottan ziyade, kendi hocalarının dijital bir kopyasını gördüklerinde kendilerini daha güvende hissediyorlar. Bu, en iyi eğitmenlerin bilgisini binlerce kişiye ölçeklendirmenin bir yolu.
Bu örnekler, verimlilik ve erişim adına inanılmaz fırsatlar sunuyor. Ama madalyonun bir de diğer yüzü var.
Aynadaki Benlik

Sanal dünyada kullandığımız avatarlar, sadece birer araç değildir. Onlar bizi şekillendirir. Stanford Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, 'Proteus Etkisi' adını verdikleri bir olguyu ortaya koydu. Deneyde, kendilerine daha uzun boylu avatarlar atanan kişilerin, sanal bir müzakerede daha özgüvenli davrandıkları görüldü. Daha da ilginci, bu etki sanal dünyadan taştı. Aynı kişiler, deneyden sonra, gerçek hayattaki yüz yüze bir müzakerede bile daha iddialı davrandılar.
Düşünün... Avatarınız sizden daha cesursa, siz daha mı cesur olursunuz? Avatarınız daha dışa dönükse, siz de mi öyle olursunuz? Biz araçlarımızı şekillendiririz, sonra da araçlarımız bizi şekillendirir.
Bu, kimliklerimizi keşfetmek için harika bir oyun alanı olabilir. Ama aynı zamanda bir tehlike barındırır. Dijital suretimiz bizim adımıza otonom kararlar almaya başladığında, 'gerçek ben' ile 'dijital ben' arasındaki çizgi nerede başlar, nerede biter? Hangi eylemden kim sorumludur? Bu, 'kimlik parçalanması' dediğimiz bir riski doğurur.
Ve belki de en derin soru şu: MIT profesörü Sherry Turkle'ın yıllardır uyardığı gibi, makinelerle kurduğumuz bu 'ilişkiler', gerçek insan bağlarını nasıl etkileyecek? Turkle, makinelere arkadaşlık, anlayış ve teselli için döndüğümüzde, birbirimizden beklentilerimizi azalttığımızı ve en nihayetinde 'empatiyi unuttuğumuzu' söylüyor.
Dünya Ekonomik Forumu’nun son raporunda bir cümle dikkat çekiyor: “Geleceğin dijital ekonomisinde güven, en değerli para birimidir.” Çünkü tanıdık bir yüz, artık bir insan olmayabilir. Bir siyasetçinin, bir sanatçının, hatta bir sevdiklerimizin sesi bile dijital olarak taklit edilebilir. Bu yüzden etik ilkeler, teknolojiden daha hızlı gelişmek zorundadır. Aksi halde “kim olduğumuz” kavramı tarihin en büyük kriziyle yüzleşecektir.
Gerçek bir arkadaşlık, zorluklarıyla, anlaşmazlıklarıyla, öngörülemezliğiyle güzeldir. Peki ya biz, bu 'dağınık' insan ilişkileri yerine, her zaman bizi anlayan, her zaman bizimle aynı fikirde olan, mükemmel şekilde optimize edilmiş dijital yoldaşları tercih etmeye başlarsak ne olur?
Seçim Anı

'Suretler' filmindeki tehlike, insanların fiziksel olarak tembelleşmesi değildi. Asıl tehlike, gerçek hayattan, onun getirdiği risklerden, acılardan ve en önemlisi, otantik bağlardan vazgeçmeleriydi.
Bugün karşı karşıya olduğumuz senaryo da bu. Tehlike, fiziksel robotların sokakları doldurması değil. Tehlike, hayatlarımızı bizim adımıza yaşayan 'yazılım suretleri'nin, gerçek etkileşimlerin yerini alması.
E-postalarımızı, takvimlerimizi, sosyal ilişkilerimizi, hatta belki de en kişisel anlarımızı onlara delege ettiğimiz bir gelecek.
Fütürist Ray Kurzweil gibi bazıları, bunun insanlığın bir sonraki evrimsel adımı olduğunu, hatta ölümsüzlüğe giden bir yol olabileceğini düşünüyor. Belki de haklıdır. Ama bu yolda neyi feda ettiğimize dikkat etmeliyiz.
Bu teknolojiler, insanlığı daha verimli, daha sağlıklı, daha bağlantılı hale getirebilir. Ama aynı zamanda kimliğimizi, mahremiyetimizi ve özgünlüğümüzü tehdit edebilir. Bu nedenle, dijital suretler çağında bir “insanlık manifestosu”na ihtiyacımız var. Bir dijital etik anayasası. Çünkü teknoloji artık sadece bir araç değil, varoluşsal bir uzantıdır.
Bu teknolojiyi durduramayız ve belki de durdurmamalıyız. Ama onu nasıl kullanacağımızı seçebiliriz. Hangi görevleri otomasyona devredeceğimizi, ama hangi insani deneyimleri ; mesela bir dostla yapılan içten bir sohbeti, bir zorluk karşısında gösterilen dayanışmayı, bir hatanın ardından gelen affetmeyi asla devretmeyeceğimizi belirleyebiliriz.
Önümüzdeki on yıl içinde, belki de her birimizin kendi kişisel yapay zeka ajanı olacak. Bize inanılmaz bir verimlilik ve kolaylık sunacaklar. Ama o gün geldiğinde kendimize sormamız gereken soru şu olacak: Ben, hayatımın hangi kısımlarını dış kaynak olarak kullanmaya hazırım? Ve hangi kısımlar, ne pahasına olursa olsun, 'insan' kalmalı?
Sorulması gereken soru, dijital suretlerimiz olup olmayacağı değil. Asıl soru, onlara sahip olduğumuzda, bizlerin nasıl insanlar olmayı seçeceğidir. Belki bir gün avatarlar bizim adımıza konuşacak.
Ama bugün, kendi adımıza düşünmeye devam etmeliyiz.
Zuhal Mansfield / 8 Ekim 2025
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!