Havada Zehirli Bir Gaz Var
En iyi olmak isteyenlerin, hatta halihazırda en iyisi olduklarına emin olanların, kendilerinden başka bir yansıma göremeyenlerin, yaşamın tüm tekerleklerinin kendi arabası altında döndüğünü sananların eğittiği çocuklar, yönettiği ülkeler, etki ettiği kitleler yavaş yavaş zehirleniyorlar bu toksik düşün hırsından.

Şehre girer girmez hissediliyor diğerlerinden yavaş olduğun, baksan kendi bacaklarına bir maraton koşucususun oysa hissettiğin; bacakları yerinden oynamaz bir tombulsun.
İçeride hissettiğinle, dışarıda olanın mesafesi açıldıkça o aralığa doluyor büyüklerin hırlayan dişlerinin üzerindeki hırs zehri. Ayrıştıkça içimizdekinden zehirleniyoruz.
Zehirlendikçe yetersiz hissediyoruz, yetersiz hissettikçe yetinmiyoruz.
Asla o doğru yolu göremiyor, o yola giremiyoruz. Hatta, öyle bir yol olduğundan bile şüphe ediyoruz.
Arzularına yetişemiyoruz, beklentilerine cevap veremiyoruz. Kendimizle hırlayan dişler arasında seçim yapamadan, donup kalıyoruz. Ya korkmuşuz, ya da pes etmişiz.
Hayat bizi bu formu ile zehirlemiş, şimdi sadece derin bir yorgunlukla izliyoruz.
Kaçabileceğin hiçbir yer kalmamış, umut edebileceğin bir gram sihir kalmamış hücrelerinde.
Ve sen de başlamışsın artık yavaştan, hırlayan dişlerin ardından hırlamaya…
Dönüştüğünü fark etmeden, usul usul korktuğun, isyan ettiğin olmuşsun.
Zulm edenin zorbalığından öğrendiğin, zorba olmak olmuş, bilememişsin.
İtildiğin için itmeyi öğrenmişsin.
Sevilmediğin için, sevgiyi heba etmeyi.
Yetemediğin için, tatminsiz olmuşsun,
Kabul görmediğin için, tahammülsüz olmuşsun..
Ve bunların hepsine de güzel bir isim uydurmuşsun; çok “cool”sun!
Havada zehirli bir gaz var, sevgisizlerin, özensizlerin, kendinden kopmuşların, kaybolmuşların, ruhlarını egolarına satmış olanların hücrelerinden dışarı saldıkları narsizmin ağır kokulu zehri.

Hangi parfümü sıkarsan sık, kapatamazsın..
İster çaresizliğin, ezilmişliğin kokusu olsun bu, ister mağduriyetin, ister ulvi görevlerin yürüyen nişanesi olsun, ister ben böyleyimcilerin kokusu..
Hepimiz soluyoruz, her an, alıyoruz tam tanımlayamasak da o kokuyu…
Diğerlerine, dünyaya baka baka normlar içerisinde doğal adlettiğimiz her tür “psikolojik şiddet” bizleri kendimize bakma pratiğimizden yavaş yavaş mahrum bıraktı.
Bağımlılığımız özgürlük arzumuzdan diğerlerini kontrol etmeye yöneldi. Böylelikle sürekli savunmada kalan, karşılaştırmalar ile kendini var eden sistemimiz vahşileşip hırlayan bir bekçi köpeğine dönüştü.
Sahibimiz nereye biz oraya doğru; hırlıyoruz..
Sahibimizin kim olduğunu bilmeden “otomatik hırlıyoruz”
Karşılaştırmasız kendimize bakmayı becerebilirsek, kendi yolumuzun üzerindeki “ben”leri görmeyi, bir karşılaştırma yapacaksak bu benler üzerinden yaparsak, hırlayan ağzımızı kapatır, korkunç görünmemiz için ağzımıza takılmış olan ağızlığı fark edebiliriz.
Nefes aldığımız her yerde, toksik düşüncenin zehirlediği havayı soluyoruz.

O hava ciğerlerimizden geçip kanımıza karışırken, içeride “ben” diyebileceğin bir benlik yok ise, havada ne varsa kanımızda, aklımızda, zihnimizde de o oluyor.
İçeride tanıdığın bir “ben” varsa…
Sadece burnuna kötü kokular geliyor!
Gözlerini dışarıdan içeriye, kulaklarını kendi iç sesine döndür. Yaşamda güveneceğin, yegane şey, atan kalbin. Biraz orada kal.
Diğerleri ile birlik olmaya çalışmadan, bir eyleme katılmadan, önce kendi içinde karmakarışık olmuş düşünceler arasında kendi sesini duy.
Sonra hep beraber kalkarız ayağa, ama önce…
Duy.
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!