onedio
article/comments
article/share
Haberler
İki Dünya, Bir Söz: Yelda Altunal

etiket İki Dünya, Bir Söz: Yelda Altunal

Son zamanlarda aklımda bir soru var: Neden insanlar hep iki ayrı kimliğe sıkışmak zorunda kalır? Hep bir “ya o ya bu” meselesi…

Ama Yelda Altunal bu ezberi çoktan bozmuş görünüyor. Hem sahnelerde sözünü söylüyor hem de üniversite amfilerinde öğrencilerine yine sözleriyle sesleniyor. Aslında bize bu iki kimliğin sandığımız kadar farklı olmadığını gösteriyor.

Yelda’nın müziğinin odağında sözler var. Ve bu sözler aslında üniversitedeki ders anlatımıyla aynı yerden besleniyor. Birisinin notası var, diğerinin müfredatı. Belki de ikisi de kalıp değil ve içine ne konulursa o oluyor. Yelda da tam olarak bunu yapıyor değil mi? Bu dönüşümde ortak paydalar ne kadar var?

Yelda’nın müziğinin odağında sözler var. Ve bu sözler aslında üniversitedeki ders anlatımıyla aynı yerden besleniyor. Birisinin notası var, diğerinin müfredatı. Belki de ikisi de kalıp değil ve içine ne konulursa o oluyor. Yelda da tam olarak bunu yapıyor değil mi? Bu dönüşümde ortak paydalar ne kadar var?

Ne güzel söylediniz. Evet, müfredat da nota da aslında birer çerçeve. İkisi de tek başına anlam üretmez; içine konulan düşünce, duygu ve yorumla hayat bulur. Ders anlatırken bir konunun tarihsel bağlamını, neden-sonuç ilişkilerini ve insan hayatındaki karşılığını tartışırım. Müzikte ise aynı yolu, ses ve söz üzerinden yürürüm. Amfide kavramlarla kurduğum bağı, müzikte melodilerle ve imgelerle kurarım. İkisinde de amacım, karşımdakine sadece “bilgi” ya da “melodi” aktarmak değil; bir anlam alanı açmak, orada birlikte düşünmek ve hissetmektir. Farklı araçlar gibi görünseler de ikisi de bana aynı şeyi hatırlatır: Anlatmak, aktarmak, paylaşmak aslında bir davet çıkarmaktır. Dinleyiciyi ya da öğrenciyi, kendi hikâyesiyle buluşabileceği bir alana davet etmek… Sanırım bu yüzden, ders anlatırken de şarkı söylerken de aynı özeni göstermeye çalışıyorum.

Gençlerle olan temasın dönüştürücü etkisinden bu esnada söz edebilir miyiz?

Tabii. Ama şöyle, gençlerle temas, benim için tek yönlü bir aktarım değil; karşılıklı bir etkileşim. Onlar, yaşadıkları çağın ritmini, dilini ve duygusunu doğrudan taşıyorlar. Bu ritim bazen bana unuttuğum bir soruyu, bazen de hiç düşünmediğim bir ihtimali hatırlatıyor. Mesela derste anlattığım konu her neyse, onlarla konuşurken yeniden keşfederim; müzikte ise dinleyicinin dünyasından sızan imgeler ve duygular şarkılara karışıverir. Onlarla temas, bana kendi kalıplarımı fark ettirir ve gerektiğinde o kalıpları kırmam için yüreklendirir. 

Belki de iktisat gibi sistemin tam odağında olan bir konuda bile eleştirel bir alan açabilmek mümkündür; bu alternatif alanı açarken “dönüşüm” sürecinde müziğinin rolü ne kadar büyük? 

İktisat, çoğu zaman soğuk veriler ve sistem diliyle anılır. Ama o verilerin arkasında gerçek hayatlar, gerçek hikâyeler vardır. Eleştirel alanı açmak, tam da bu hikâyeleri görünür kılmakla mümkün. Ben akademik çalışmalarımda da derslerimde de bunu yapmaya çalışırım. Örneğin kadınların iş gücüne katılımı üzerine verileri tartıştırırken, sadece istatistikleri okumayız. Her sayının arkasında hayat hikâyeleri olduğunu anamaya çalışırız: Bir öğrencinin kendi çevresindeki kadın girişimcilerden, bir başka öğrencinin ailesinden örnekler getirerek sayıları somutlaştırırız. Böylece teorik kavramlar, günlük yaşamla buluşuverir. 

Müzikte ise bu, başka bir düzlemde, ses ve söz düzlemindedir. Derslerimde eleştirel düşünceyi kavramsallaştırır; müzikte ise ona duygusal bir alan açarım. İkisinin birleştiği yerde, sadece zihni değil, kalbi de dönüştüren bir etki oluşur. O yüzden müzik, en azından benim hikâyemde, bu dönüşümün kalbinde yer alıyor.

Yelda iki farklı dünyada kendi sözüyle var oluyor. Söz, ancak karşılığı varsa özgürleşir. Peki bu bağlamda, sahnede de sınıfta da karşılık görmek için neye ihtiyaç var? Sözleri sadece yankılardan ibaret kılacak olan o duvarın ötesine geçirmek için iki ayrı sahnede de kalıplar nasıl kırılabilir? 

Sözün özgürleşmesi için önce duyulması, sonra da anlaşılması gerek. Sahnede de sınıfta da karşılık görmek, bir tür ortak alan yaratmaktan geçiyor. Dinleyici ya da öğrenci, yalnızca pasif bir alıcı olduğunda söz duvara çarpar ve yankılanır; ama o alanın parçası olduğunda, söz kendi yolunu bulur. Bunun için kalıpları kırmak şart: Sahnede dinleyiciyle mesafeyi azaltmak, sınıfta hiyerarşiyi esnetmek… İki yerde de aynı şeyi ararım: Karşılıklı bir merak, samimi bir bağ ve birlikte düşünmeye, hissetmeye açık bir zemin. O zemini kurduğunda, söz artık yalnızca senin değil; hepimizin olur.

Yelda’nın ders anlattığı üniversite koridorları da müziğini icra ettiği sahneler de aslında aynı hayalin parçası; ezberin ve kalıpların dışında bir alan açmak. Bunu bir direniş olarak kabul edebilir miyiz? Müziği de eğitimi de dönüştürücü bir yere çekmenin önemini “kendi hikayeni yazarak” vurguladığını söyleyebilir miyiz?

Evet, bunu bir direniş olarak tanımlayabilirim. Ama gürültülü ya da sloganik bir direnişten değil, daha derinden, daha kalıcı bir yerden bahsediyorum. Hem üniversite koridorlarında hem sahnede açmaya çalıştığım alan, ezberin ve kalıpların dışına çıkma cesaretini davet eden bir alan. Bu, sadece bilgi aktarmak ya da bir şarkı söylemek değil; mevcut yapıya “başka bir yol mümkün” demek.

Müziğimde de bu tavrın izleri var. “Gökkuşağı Altında”, Boğaziçi’nde kayyum rektöre karşı verilen mücadele sırasında doğdu. Sözleri, bir kampüsün içinden, umut ve direnişin renklerini taşıyan bir çağrıydı. “Pencere Arkasında” ise toplumsal eşitsizliklerin görünmez ama derin yarıklarını anlattığım bir şarkı; pencereden dışarı bakarken, yağmurlu bir havada eğimli bir caddeyi katı atık arabasıyla aşmaya çalışan bir işçiyle içsel diyaloğumla şekillendi… “Sevgin Öldürüyor” ise kadın cinayetlerine karşı duyduğum öfkenin ve yasın bir ifadesi.

Tüm bu şarkılar, aslında aynı hikâyenin farklı sayfaları. Akademide de benzer bir yaklaşımım var: Öğrencilerime yalnızca bilgi aktarmak değil, o teorilerin hayatla kesiştiği yerleri göstermek istiyorum. Çünkü dönüşüm, ancak kendi hikâyeni yazmaya başladığında mümkün oluyor. Bu hikâye bazen bir sınıfta başlayan bir tartışma olur, bazen bir şarkının içinde büyür. Ama hangi biçimde olursa olsun, hayattaki gayem hep aynı: Anlatmak, işaret etmek ve böylece değiştirmek.

Sahnede kendi sözünü söylemek, sınıfta gençlerin 'söz' lerine alan bırakmak. Belki de müziğin de eğitimin de gerçek karşılığı tam olarak burada anlamlanıyor.

Sahnede kendi sözünü söylemek, sınıfta gençlerin 'söz' lerine alan bırakmak. Belki de müziğin de eğitimin de gerçek karşılığı tam olarak burada anlamlanıyor.

Yelda’nın hikayesinde sadece dersler ve şarkılar yok. Masanın üzerindeki kalın kitapların, laptop ekranındaki akademik makale taslaklarının, stüdyo kayıtlarının arasında gidip gelen bir hayat var. Üniversitedeki kimliğine ait rakamlar ve teoriler tıpkı şarkı sözleri gibi dünyaya dair başka bir şey söyleme çabası belki de. Ama mesele sadece akademiyle sınırlı değil. Müzik dünyasının kendi sınırları, kuralları, görünmez duvarları da var. Biraz müzisyen olmanın yorucu taraflarından bahsedelim mi? Başlı başına ciddi bir mücadele söz konusu…

Evet, müzisyen olmak çoğu zaman sahnede görünen o kısa anlardan ibaret sanılır; oysa asıl hikâye, kulisin arkasında ve müzik sektörünün görünmeyen taraflarında saklı. Bir şarkının ortaya çıkması, o ilham anından ziyade, ekonomik koşullar, sektörün rekabetçi yapısı, dağıtım kanalları, dijital platformların algoritmalarıdır. Tüm bunlar yaratım sürecine doğrudan etki eder. Bazen bağımsız kalmak için ödediğin bedel, konfor alanından vazgeçmek olur.

Üstelik müzik dünyasının kendi kalıpları da vardır. “Dinleyicinin beklentisi” diye dayatılan, “piyasa” diye meşrulaştırılan bu kalıplar, bazen tıpkı akademideki katı şablonlar gibi özgür üretimin önüne geçer. Benim için mesele, her iki dünyada da bu görünmez duvarları fark etmek ve mümkünse onları aşmak.

Akademide rakamlarla, kavramlarla uğraşırken de, stüdyoda bir sözün peşinden giderken de aslında aynı şeyi yapıyorum: Dünyaya başka bir yerden bakmaya çalışıyorum. Ama bu, romantik bir arayıştan çok, başlı başına ciddi bir mücadele. Çünkü hem akademide hem müzikte, kendi sesini korumak, bazen en büyük direniş biçimi oluyor.

Akademi ve müzik birbirinde Yelda’nın hikayesinde hiçbir zaman kopmuyor.

Birinde eksik kalan, diğerinde tamamlanıyor. Sahneye çıkıyor; kendine, gençlere, söze alan açıyor. Derse giriyor; teorinin, müfredatın arasında kendi sözleriyle bağlamları genişletiyor. 

İkisi de birbirinden farklı değil, İkisi de özgürlük alanı yaratma yolları. İster sınıfta ister sahnede, Yelda’nın sözleri karşılığını fazlasıyla buluyor. 

Müzik de öğretim de karşılık bulursa ve sahici bir sözle birleşirse işte o zaman belki de gerçekten bir şeyleri dönüştürmenin kapısı aralanır ve Yelda Altunal o kapının tam eşiğinde. 

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0