Kadının Sessiz Gücü: Sanatla Yeniden Doğuş
Bir sanatçının ruhunun derinliklerine, Anadolu’nun sessiz ama güçlü hikâyelerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Onun eserlerinde, kadınların alın teri, toprağın bereketi ve geçmişin izleri bir araya geliyor. Kırmızının tutkuyla çarpan yüreği, yeşilin umutla filizlenen dalları ve ipten örülmüş bedenlerin sessiz direnişi, bu röportajın kapısını aralıyor. Trabzon’un kırsal dokusundan İstanbul’un çok katmanlı hafızasına uzanan bu sanat serüveni hem köklerinden besleniyor hem de evrensel bir dil konuşuyor. Ressamın tuvalinde, insan-ı kâmil olma arayışı, çıplaklığın özgürleştirici isyanı ve doğanın iyileştirici gücü birleşiyor. Şimdi, bu anlam arayışının tanığı olmaya, sanatın dönüştürücü gücüne dokunmaya hazırız.
Eserlerinizde Anadolu kadınının emeğini ve gücünü sembolik öğelerle nasıl işliyorsunuz?

Anadolu kadını, benim sanatımda yalnızca bir figür değil; belleğin, direnişin ve emeğin taşıyıcısıdır. Un çuvallarından elde ettiğim iplerle oluşturduğum bedenler, yalnızca materyal değil, bu kadınların taşıdığı yükü, geçmişin katmanlarını ve dirençlerini simgeler. Sırtında çocuk taşıyan figür, tarlada eğilen kadın, dokuma motifleri… Bunlar hep Anadolu kadınının sessiz gücünü taşıyan imgeler.
“İnsan-ı kâmil olma yolunda bir çaba” dediğiniz sanat anlayışınız, hangi kişisel deneyimlerden şekilleniyor?
Bu anlayış, içsel bir yolculuğun, bedenle zihnin ve ruhun uyumunu aramanın bir yansıması. Sanat benim için sadece dış dünyaya değil, içe doğru da bir kazı çalışmasıdır. Yaşadığım kırılmalar, tanıklık ettiğim adaletsizlikler, öğretmenlik mesleğinde karşılaştığım hikâyeler ve kişisel dönüşümlerim bu anlayışı besledi. Resimlerimde yer alan figürlerin göz hizasında olmaları, çerçevenin dışına taşmaları, aslında bu içsel yolculuğun izlerini taşır. Gün bittiğinde heybeme koyduklarım vicdani rahatsızlık vermiyorsa, kamil olmaya bir adım daha atmış oluyorum kendi içime doğru.
Çıplaklık kullanımını eserlerinizde bir manifesto gibi görünüyor; bu tercihinizi biraz açar mısınız?

Çıplaklık benim için teşhir değil, arınmadır. Bedenin örtüsüz hâli, sistemin dayattığı rollerden sıyrılmış hâlidir. Bazen travmayı, bazen özgürleşmeyi, bazen de yeniden doğuşu temsil eder. Resmimdeki çıplak figürler, bastırılmış olanların haklı öfkesinin sahnesidir. Onlar bir isyanın, bir çığlığın taşıyıcısıdır. Giyinmek kapatmaktır bu bazen bedeninizde bazen fikrinizle olur... Çıplak olmak lazım...
Renk paletinizde kırmızı ve yeşilin baskınlığı tesadüf mü, yoksa bir anlam taşıyor mu?Kesinlikle bilinçli. Kırmızı; kan, öfke, doğurganlık ve dönüşümü simgelerken, yeşil; doğa, umut ve iyileşme metaforudur. Bu iki renk arasındaki gerilim, eserlerimin dramatik yapısına da hizmet eder. Özellikle figürlerin yer aldığı alanlarda bu renkleri, ruhsal yoğunluk yaratmak için seçiyorum. Ayrıca, bu iki rengin zıt olmaları sebebiyle, kendi aralarında barış içinde var olabildiklerini göstermeyi amaçlıyorum.
İstanbul ve Trabzon gibi farklı coğrafyalarda şekillenen sanat yolculuğunuz, eserlerinize nasıl yansıyor?

Trabzon'un kırsalında, hayatın kadın emeğiyle nasıl iç içe geçtiğini gözlemledim. İstanbul ise çok katmanlı, tarihsel ve politik bir hafızaya sahip. Bu iki coğrafya arasındaki gerilim, eserlerime hem doğal hem de toplumsal bir doku olarak yansıyor. Taşra ile metropol arasında sıkışmış figürlerim bu yüzden hem evrensel hem yerel. Kadına bakış her coğrafyada farklıdır; ancak Trabzon’da yaşamış olmak, ayakta kalabilmek için beni kişisel olarak daha dirençli kıldı. Bu da resimlerimde kadının var edici yönünü göstermeme neden oldu. Ezilen kadından ayakta kalıp yaşamı var eden kadını gösteriyorum... Bu direnci anamın gözlerinden ve onun gibi her şekilde ayakta kalan çalışkan ve direngen göz yaşlarını sadece inekleriyle paylaşan Trabzonlu kadınlardan aldım...Şehirdeki kadınlarla harmanlıyorum... Aslında hepimiz aynıyız demeye çalışıyorum.
Gelecek projelerinizde hangi temaları keşfetmeyi planlıyorsunuz?

“İple örülmüş beden” projemle başladığım metaforik hafıza araştırmasına devam edeceğim. Kozaya sarılı figürler, ipten dağlar üzerinde yürüyen kadınlar ve dönüşüm sürecindeki bedenler… Ayrıca göç, toplumsal hafıza ve mitolojiyle çağdaş kadın bedeninin kesiştiği anlatıları daha derinlemesine işlemeyi düşünüyorum. Ayrıca tezim de çalıştığım benlik, görme olgusu, portreler üzerinde çalışıyorum… Derdim var ve bu dertlerim insan ve doğa ile ilgili. Bu kapsamda, çalışmalarım aracılığıyla tarihe bir not düşmeyi ve tanıklık etmeyi amaçlıyorum. Unutturmamak için sanatın geleceğe köprü olma imkânlarını kullanacağım.
Eserlerinizi sergilerle dijital platformda buluşturdunuz; bu iki ortam arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?

Fiziksel sergilerde mekânla kurduğum ilişki çok önemli. Ancak dijital platformlar da eserlerimin hikâyesini daha geniş bir kitleyle buluşturma imkânı sunuyor. Özellikle Instagram’da kullandığım detaylı hikâye anlatımıyla, sadece görsel değil, düşünsel bir bağ da kurmaya çalışıyorum. Bu nedenle fiziksel ve dijital varlığımı birbirini tamamlayan alanlar olarak görüyorum. Ama anladığım ve gördüğüm dijitalde bakılıp geçilen ve takipçi sayısı arttıran işler magazinsel çalışmalar dikkat çekiyor ve kişisel olarak kurduğunuz ilişkiler, paranızın olması sizi çok iyi bir sanatçı yapıyor… Ne anlattığınızın bir önemi olmuyor. Aynı durum sanat ortamlarında da geçerli... Bir farkla bazen bir izleyici tablonun önünde uzun kalıp sorular sorabiliyor. İki dünya da sanatla ilgilenmiyor paranız ve çevreye endeksli dünyalar… Ve bu dünyalarda birileri sizi sanatçı yapıyor, çok satan yapıyor...Sanatla ilgilenenler de görünmüyor ...
Sosyal medya paylaşımlarınızda sıkça görülen sembolik objeler (bohça, ip gibi) takipçilerinizden nasıl tepkiler alıyor?

Çok güçlü geri dönüşler alıyorum. İp, bohça, kumaş parçaları gibi semboller izleyicide kişisel çağrışımlar yaratıyor. Çocukluğunu hatırlayan, kaybettiklerini hatırlayan ya da kendi hikâyesini bulup yazan takipçiler oluyor. Sanatın kolektif belleği harekete geçirmesi açısından bu semboller çok işlevsel.
Sanat yolculuğunuzu belgelemek için hikayeleri kullanıyorsunuz; bu yöntemi neden tercih ediyorsunuz?

Çünkü sanat benim için sadece sonuç değil, süreçtir. Hikâyeler, sadece eserin değil, o eserin ortaya çıkışındaki ruh hâlinin, mekânın, düşüncenin izlerini taşır. Takipçilerimle bu süreci paylaşmak, onları sadece izleyici değil, tanık hâline getiriyor. Böylece sanat daha kişisel, daha geçirgen ve daha insani bir hâl alıyor. Hikayesi olmayan bir şey yok dünyada, soyut resimde ise hikaye var... Çünkü insanın anlam arayışıyla bağıntılıdır. Çocuklara hikayeleştirerek öğretisiniz başka türlü öğrenemez... Hikaye bağ kurdurur. Birlikte olmayı sağlar. Toplumlar da tüm bu hikayeler mitler üzerine kurulmuştur. Öğretmen olarak deneyimlediğim bir durumdur bu; hikayeniz yoksa üretemezsiniz.
Ve son söz

Ressamın dünyasına adım atmak, bir nehrin yatağında akmak gibiydi hem sakin hem coşkulu hem derin hem berrak. Onun sanatında, Anadolu kadınının emeği, kırmızının öfkeli çığlığı ve yeşilin şefkatli kucağıyla can buldu. Çıplak figürler, zincirlerinden kurtulmuş bir ruhun özgürlük şarkısını söyledi. Trabzon’un toprağıyla İstanbul’un nabzı arasında köprüler kuran bu eserler, bize hem kendimizi hem de insanlığın ortak hikâyesini hatırlattı. Sanatçının her bir fırça darbesi, ipi, sembolü, bir çağın yükünü ve umudunu taşıyor. Bu buluşma, içimizde yeni bir pencere açtı; dünyaya, kadına, sanata başka bir gözle bakmayı öğretti.
Röportaj için teşekkür ederim @foleyayse_ayseayyildiz
Yaşasın sanat!
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!