Kalabalıklar Çağında Toplumun Yitimi
Modern çağın en çarpıcı paradokslarından biri, teknik olarak hiç olmadığı kadar 'bağlantılı' olduğumuz halde, sosyolojik anlamda 'birlik' duygusunu kaybetmiş olmamızdır. İnternetten anlık iletişim kurabiliyor, dünyanın öbür ucundaki olaylara dakikalar içinde tepki verebiliyoruz. Ancak bu yoğun temas hali, derinlemesine toplumsal bağ üretmiyor; daha çok yüzeysel, geçici ve kırılgan etkileşimler doğuruyor.
Bugün çoğu insan, büyük kalabalıkların içinde yaşarken, gerçek bir 'biz' duygusundan yoksun bir yalnızlık deneyimliyor.

Bu nedenle, toplum olamamanın anatomisini anlamak artık salt teorik bir tartışma değil, doğrudan geleceğimizi belirleyen bir zorunluluk haline gelmiştir.
Émile Durkheim, toplumsal dayanışma kavramını ortaya koyarken, bir toplumu ayakta tutan unsurun yalnızca kurumsal yapılar değil, bireyler arasında paylaşılan ortak bilinç olduğunu vurgulamıştı. Bugün geldiğimiz noktada bu ortak bilinç büyük ölçüde parçalanmış durumda. Yerine, sosyal medyada birkaç günlüğüne var olan kampanyalar, kısa ömürlü topluluk duyguları ve bireysel fayda merkezli etkileşimler geçti. 'Trend' olan bir meseleye on binlerce kişi aynı anda ses verebiliyor, fakat bu tepki kalıcı bir toplumsal harekete dönüşmüyor. Yani kalabalıklar var ama toplum yok. Bu kopukluk, gençlerin sosyal kimliklerini inşa etme biçimlerinde de kendini gösteriyor. Kök salmak yerine, akışkan ve geçici aidiyetlere yöneliyorlar.
Zygmunt Bauman’ın Akışkan Modernite kavramı bu dönüşümü anlamada güçlü bir çerçeve sunar.

Bauman’a göre modern birey, kalıcı bağlardan çok geçici bağlantılar kurmakta, bu nedenle de sürekli bir belirsizlik içinde yaşamaktadır. Özellikle genç nesiller için bu belirsizlik, karar alma süreçlerinde belirginleşmektedir. Kalıcı ve uzun vadeli planlar yerine kısa vadeli tecrübeler ön plana çıkıyor. Bu, kimi zaman yaratıcılığı ve esnekliği artırsa da, risk alabilme kapasitesini sınırlıyor. Çünkü kökleri olmayan bireyler, radikal kararlar almakta da zorlanıyor. Akışkanlık, bireyi hareketli kılıyor ama aynı zamanda kırılganlaştırıyor. Bu kırılganlık, toplumsal bağların güçsüzleşmesine ve ortak hedeflerin giderek yitirilmesine neden oluyor.
OECD’nin 2024 tarihli Youth Outlook raporu bu durumu somut rakamlarla destekliyor. Rapora göre, gençlerin yaklaşık %60’ı 'belirsizlik kaygısı' nedeniyle kariyer tercihlerinde güvenli seçeneklere yöneliyor. Yaratıcı sektörler, girişimcilik ya da riskli görülen alanlara ilgi düşük kalıyor. Türkiye’de TÜİK’in son araştırmaları, 18–24 yaş arası gençlerin %70’inin 'kamuya girme' arzusunu önceliklendirdiğini ortaya koyuyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2023 Future of Jobs raporu ise geleceğin mesleklerinin yarısının henüz icat edilmediğini vurguluyor. Bu veri, gençlerin aslında belirsiz bir geleceğe hazır olması gerektiğini gösterirken, onların büyük çoğunluğunun hala 'güvenli alanlarda' kalmayı tercih ettiğini düşündüğümüzde ciddi bir çelişki ortaya çıkıyor.
Bu çelişkiyi kırmanın yolu, gençleri radikal kararlar alabilen bireyler haline getirmekten geçiyor. Burada radikal karar, kör cesaret ya da bilinçsiz bir başkaldırı değildir. Aksine, verileri analiz edebilme, farklı ihtimalleri tartma ve sonunda kendi yolunu seçme iradesidir. Ancak bu irade, hata yapma özgürlüğü tanınmadığı sürece gelişmez. Eğitim sisteminde hata, çoğunlukla cezalandırılan ya da utandırılan bir deneyimdir. Oysa hata, karar alma kaslarının güçlenmesini sağlayan en doğal öğrenme alanıdır. Korumacı reflekslerle sürekli olarak güvenli alanlara yönlendirdiğimiz gençler, aslında geleceğin sorunlarını çözebilecek becerilerini geliştiremiyor.
Fridays for Future hareketi bu noktada dikkat çekici bir istisna sunar.

Greta Thunberg’in bireysel bir okul greviyle başlattığı hareket, kısa sürede milyonlarca genci sokaklara taşıdı. Burada önemli olan, bir bireyin cesaretinin küresel ölçekte kolektif bir harekete dönüşmesiydi. Gençler, çoğunluğun sessizliğine karşı kendi seslerini yükseltmeyi seçtiler. Bu örnek, radikal karar alma kapasitesinin toplumsal dönüşüm yaratabileceğini gösteriyor. Ancak bu tür girişimlerin sürdürülebilir olması için gençlere yalnızca cesaret değil, aynı zamanda kurumsal destek ve kültürel meşruiyet de sağlanmalı. Aksi halde bireysel kıvılcımlar, toplumsal yangına dönüşmeden sönüp gidiyor.
Toplum olamamanın anatomisini çözmek için üç boyutlu bir analize ihtiyaç var. Kültürel boyut, sorgulamanın hoş görülmediği, farklı düşünmenin bastırıldığı ortamları işaret ediyor. Kurumsal boyut, standartlaştırıcı eğitim sistemini ve bireysel farklılıkların törpülenmesini kapsıyor. Teknolojik boyut ise dijital dünyanın hız, tüketim ve yüzeysellik dayatmasını öne çıkarıyor. Bu üç boyutun kesişiminde yetişen gençler, karar verme süreçlerinde çoğunlukla edilgenleşiyor. Onları radikal karar alabilen bireyler olarak yetiştirmek istiyorsak, bu üç baskıyı da sorgulamak ve yeniden yapılandırmak zorundayız.
Asıl mesele, sayısal çoğunluğun yarattığı kalabalıklar ile değerler etrafında örgütlenen toplum arasındaki ayrımı idrak edebilmektir. Kalabalık, rastlantısal bir yakınlıktan ibarettir; aynı mekânda, aynı gündemde yahut aynı ekranda buluşanların tesadüfi kümelenmesidir. Oysa toplum, bireylerin özgür iradesiyle seçtiği bir ortaklıktır; krizlere, çatışmalara ve belirsizliklere rağmen devam edebilen bir bütünlüktür.
Bu yüzden toplum olmak, yalnızca birlikte yaşamak değil; birlikte anlam üretmek, birlikte sorumluluk almak ve birlikte geleceği kurma iradesi gösterebilmektir.Eğer genç kuşakları sürekli olarak güvenli alanlarda tutar, hata yapma ihtimalinden uzaklaştırır ve eleştirel düşünme cesaretini törpülersek; geriye yalnızca birbirine benzeyen, risk almaktan kaçınan kalabalıklar kalır. Oysa kalabalıklar, ilk kriz anında çözülür; toplumu ayakta tutan ise bireylerin özgürce aldığı kararların ortaklaşa biçimde süreklilik kazanmasıdır. Bu nedenle gençlere kazandırılması gereken en temel beceri, 'radikal karar alma yetisi'dir. Radikal karar, rastgele bir başkaldırı değil; tarihsel sürekliliği kırıp yenilikçi bir yol açabilme kudretidir.
Unutulmamalıdır ki bireysel cesaret olmadan toplumsal cesaret inşa edilemez. Toplumsal dönüşümün motoru, daima kendi özgürlüğünün farkında olan ve bu özgürlüğü ortak iyinin hizmetine sunabilen bireyler olmuştur. Gençlerin hata yapma özgürlüğü, eleştirel sorgulama alışkanlığı ve risk alabilme kapasitesi, yalnızca onların kişisel geleceğini değil, toplumun varlık koşullarını da belirleyecektir. Gerçek bir toplum, işte bu cesareti içselleştirmiş bireylerin omuzlarında yükselecektir.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!