onedio
article/comments
article/share
Haberler
Komplo Teorileri: Herkesin Komplo Teorisi Kendine

etiket Komplo Teorileri: Herkesin Komplo Teorisi Kendine

Türkiye’de komplo teorileri, marjinal birkaç grubun merakı olmaktan çok uzak; neredeyse herkesin zihninde kendine göre “mantıklı” bir komplo anlatısı var. Kahvede, televizyon tartışmalarında, Twitter’da, aile WhatsApp grubunda… Kimisi için her şeyin arkasında “üst akıl” var, kimisi için Lozan’ın gizli maddeleri, kimisi için “faiz lobisi”, kimisi içinse “dünyayı yöneten görünmez Yahudi sermayesi” ya da “Amerikan emperyalizminin bitmeyen oyunu”. Detaylar değişse de ortak nokta şu: İnsanlar, kendi siyasi görüşlerine, hayat deneyimlerine ve korkularına en çok uyan komplo hikâyesine tutunuyor. Yani gerçekten de “herkesin komplo teorisi kendine”.

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Son yıllarda yapılan akademik çalışmalar, komplo teorilerinin rastgele dolaşan “uçuk fikirler” olmadığını gösteriyor.

Son yıllarda yapılan akademik çalışmalar, komplo teorilerinin rastgele dolaşan “uçuk fikirler” olmadığını gösteriyor.

İnsanlar bu teorilere üç temel nedenle sarılıyor: Dünyayı anlama, kendini güvende ve kontrol sahibi hissetme ve “biz”i olumlayıp “onlar”ı suçlama ihtiyacı. Türkiye’de dolaşan pek çok komplo anlatısı, Lozan’ın gizli maddeleri, “üst akıl” ve dış güçler, “Amerikan oyunu”, anti-Semitik teoriler, “faiz lobisi”, tam da bu ihtiyaçların, bizim tarihsel ve siyasal bağlamımıza uyarlanmış yerel versiyonları.

Lozan’ın gizli maddeleri iddiası bunun çok iyi bir örneği. Anlatı kabaca şöyle: Lozan’da aslında gizli hükümler var, bize maden çıkarmayı, petrol bulmayı yasakladılar; 100 yıl dolunca zincirler kırılacak, Türkiye birden atağa kalkacak. Gerçekte Lozan’ın kamuya açık, defalarca basılmış bir metni var; “yüz yıl sonra bitecek” tarzı bir madde yok. Ama bu teori, tarihsel travmalarla birleşince çok cazip geliyor. Çünkü şunu ima ediyor: “Biz aslında çok güçlü ve zengin bir ülkeyiz, sadece dış güçler ayağımıza pranga vurdu.” Yani başarısızlık, yoksulluk, adaletsizlik gibi duyguları, içerideki siyasi-ekonomik tercihlerle değil, dışarıdaki “gizli el” ile açıklama imkânı veriyor.

“Üst akıl” ve “dış güçler” söylemi de aynı işlevi görüyor. Ekonomi bozulsa, kur yükselse, bölgede savaş çıksa, hemen devreye giren bir anlatı bu: “Bunlar tesadüf değil, Türkiye’yi istemiyorlar, oyun büyük.” Elbette uluslararası ilişkilerde çıkar çatışmaları, kirli pazarlıklar var; bunu kimse inkâr etmiyor. Ama komplo dili, karmaşık süreçleri tek bir kötü aktöre indirgemeyi seviyor. Böylece hem dünyayı basitleştiriyor, hem de içeride hesap sorulması gereken pek çok aktörü görünmez hâle getiriyor. Araştırmalar, insanların özellikle belirsizlik ve kriz dönemlerinde bu tür açıklamalara daha çok sarıldığını gösteriyor: Belirsizlik arttıkça, “birileri bilinçli olarak yapıyor” demek daha rahatlatıcı geliyor.

Türkiye’deki anti-Semitik komplo teorileri ise bu “dış güç” meselesinin en zehirli hâli. “Yahudi lobisi”, “Siyonizm her şeyi kontrol ediyor”, “dünya finansını Yahudiler yönetiyor” gibi cümleler hem medyada hem sokakta sık sık karşımıza çıkıyor. Siyasi aktörler zaman zaman bu retoriği bilinçli olarak kullanıyor. Seçmenler de kendi siyasi pozisyonlarına göre bu söylemi benimsiyor ya da reddediyor. Yani ortada sadece “kendiliğinden yayılmış bir halk inancı” değil, aynı zamanda bilinçli olarak kullanılan bir siyasal dil var. Komplo teorisi burada sadece bir “yorum” değil, önyargıyı besleyen bir yakıt gibi çalışıyor.

“Faiz lobisi” hikâyesi de yine Türkiye’ye özgü ama evrensel bir kalıbın yerelleşmiş hâli. Ekonomik dalgalanmalar sırasında sık sık şu anlatı kuruldu: “Uluslararası faiz lobisi Türkiye’nin büyümesini istemiyor, faiz üzerinden Türkiye’ye saldırıyor.” İnsanların bu söylemi kabul ya da reddetmesi, doğrudan kendi siyasi görüşleriyle örtüşüyor. Yani aynı olaya bakan iki kişiden biri “dış komplo” görüyor, diğeri “iktidarın sorumluluğu”nu. Komplo teorileri, insanların zaten sahip olduğu siyasi ve ideolojik pozisyonlara uyduğu sürece kabul görüyor; tersine olduğunda ise kolayca reddediliyor.

Bu noktaya kadar saydığımız örnekler Türkiye’den ama aslında dünya sahnesi de aşağı yukarı aynı mantıkla işleyen komplo hikâyeleriyle dolu.

Bu noktaya kadar saydığımız örnekler Türkiye’den ama aslında dünya sahnesi de aşağı yukarı aynı mantıkla işleyen komplo hikâyeleriyle dolu.

Lady Diana’nın ölümü, İngiltere’de yıllardır “saraya karşı halk” duygusunu besleyen bir zemine dönüştü. Resmî açıklama, hız yapan bir şoför ve talihsiz bir kaza anlatısı sunarken; olayın komplo versiyonunda “Kraliyet onu susturmak için öldürdü, hamileydi, kabul etmediler” gibi iddialar dolaşıyor. Araştırmalar, Diana komplolarına inananların, başka ilgisiz komplolara da daha açık olduğunu gösteriyor; yani mesele tek bir olaya takılıp kalmaktan çok, genel bir “arka planda hep bir oyun var” bakışı.

11 Eylül saldırıları ise ABD için hem gerçek bir travma hem de dev bir komplo evreni yarattı. Bir grup için bu saldırı, El Kaide’nin gerçekleştirdiği bir terör eylemi; bir başka grup için ise “Bush yönetiminin ya da derin devletin kendi halkına yaptığı operasyon.” Binaların kontrollü patlatıldığı, uçakların aslında başka yerlere indirildiği, Pentagon’a füze atıldığı gibi senaryolar, özellikle devlete zaten güvensiz olanlar için çok çekici. İnsanlar, olay ne kadar büyük ve sarsıcıysa, “sıradan bir açıklamayı” o kadar yetersiz buluyor; yani büyük olay, büyük komplo gerektiriyor.

Son yılların en kritik alanlarından biri de sağlık ve bilimle ilgili komplo teorileri. “Aşılar çocukları otistik yapıyor”, “ilaç firmaları aslında kanserin çaresini biliyor ama saklıyor”, “iklim değişikliği biliminsanlarının uydurması” gibi iddialar artık küresel. Douglas ve arkadaşlarının derlediği araştırmalar, sağlık komplolarına inananların daha az aşı yaptırdığını, doktora daha az güvendiğini, alternatif tıpa kaydığını gösteriyor. Bu da sadece bireysel bir tercih meselesi olmaktan çıkıp, toplum sağlığını tehdit eden bir noktaya gidiyor. Benzer şekilde iklim değişikliği hakkında “bilimsel konsensüsün aslında bir komplo olduğu”na inananlar, çevreye duyarlı davranışlara daha az istek gösteriyor.

Peki bütün bunların ortak paydası ne: bilme ihtiyacı, kontrol ihtiyacı ve kimlik ihtiyacı. İnsanlar karmaşık, rastlantısal ve tatsız gerçeklerle yüzleşmek yerine, daha tutarlı görünen ama kanıtı zayıf hikâyelere sığınabiliyor. Kendini güçsüz hissettikçe, “en azından perde arkasındaki oyunu çözdüm” demek içsel bir rahatlama sağlıyor. Bir de bunların üstüne, “biz aslında çok özel ve büyük bir milletiz ama dünya bizi kıskanıyor, engelliyor” tarzı kolektif narsisizm eklendiğinde, dış güç ve komplo anlatıları iyice güçleniyor. Bu hikâyeler kısa vadede rahatlatıcı olsa da, uzun vadede kurumlara güveni zayıflatıyor, toplumsal kutuplaşmayı artırıyor, siyasi katılımı düşürebiliyor ve kimi zaman şiddeti meşrulaştıran bir zemin oluşturabiliyor.

Bu durum, komplo teorilerinin hiç haklılık payı olamayacağı anlamına gelmiyor. Gerçek komplolar, örtbas edilen skandallar, gizli operasyonlar tarih boyunca oldu, oluyor. Araştırmacıların vurguladığı nokta şu: Her kuşkulu olayı otomatik olarak dev bir planın parçası saymak, hem bizi yanlış yönlendirebiliyor hem de gerçek sorunlarla yüzleşmeyi erteliyor. Türkiye’de de dünyada da komplo teorileri, yaralı bir özgüvenin, kamu kurumlarına duyulan haklı güvensizliğin ve siyasetçilerin işine gelen bir söylemin kesiştiği yerde büyüyor.

Bu yüzden belki de asıl zor soru şu: Başkalarının “absürt” bulduğumuz komplo teorileriyle dalga geçmek kolay; peki ya bizim çok mantıklı bulduğumuz, “elbette böyle” diye düşündüğümüz anlatılar?

Bu yüzden belki de asıl zor soru şu: Başkalarının “absürt” bulduğumuz komplo teorileriyle dalga geçmek kolay; peki ya bizim çok mantıklı bulduğumuz, “elbette böyle” diye düşündüğümüz anlatılar?

Onlar ne kadar kanıta, ne kadar sadece duymak istediklerimize dayanıyor? Komplo teorileriyle dolu bir dünyada gerçekten eleştirel olmanın ilk adımı, başkalarının değil, kendi komplo hikâyemizi sorgulamaktan geçiyor olabilir.

Belki yapılabilecek en basit şey, her “Lozan’ın gizli maddesi”, “üst akıl”, “faiz lobisi”, “onlar dünyayı yönetiyor” cümlesini duyduğumuzda önce şu soruyu sormak: Bu anlatı gerçekten kanıta mı dayanıyor, yoksa sadece duymak istediğim şeyi mi söylüyor? Tamamen komplosuz bir dünya hayal etmek ne kadar safsa, her şeyi komploya indirgemek de en az o kadar kolaycı. İkisi arasındaki dar ama sağlam bir çizgide yürümek zorundayız.

Meraklısı için: 

Douglas, Karen M., et al. 'Understanding conspiracy theories.' Political Psychology 40 (2019): 3-35.

Twitter

LinkedIn

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda chevron-right-grey
Reklam