onedio
article/comments
article/share
Haberler
Kuantum Kandırmacaları

etiket Kuantum Kandırmacaları

Arkadaşlar hepinize selamlar.

Geçenlerde çok sevdiğim bir arkadaşım Hande Koyuncuoğlu ile podcast için çok keyifli bir söyleşi yaptık. Oradan dinlememiş olanlar için kuantum kandırmacalarına dair sohbetimizi buraya da sözel olarak taşımak istedim. 

Buyrun efendim 👇

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Hande: Merhaba! Şimdi size tuhaf bir soru: Hiçbir şey yapmadan, sadece bir başkasının varlığıyla değiştiğinizi hissettiniz mi? İşte, bugün öyle bir konumuz var ki... Anlattıkça hepimizi birbirimize dolayacak.

Hande: Merhaba! Şimdi size tuhaf bir soru: Hiçbir şey yapmadan, sadece bir başkasının varlığıyla değiştiğinizi hissettiniz mi? İşte, bugün öyle bir konumuz var ki... Anlattıkça hepimizi birbirimize dolayacak.

Evet. Bir önceki bölümde decoherence'i konusurken hep olasılıkların çöküşünden bahsettik. Ama bu çöküşün ilginç bir sonucu var: Parçacıkların tamamen bağımsız hale gelmesi beklenirken, bazı durumlarda sistemler arasında çözülmesi mümkün olmayan korelasyonlar oluşuyor.

Bu korelasyonlar, iki parçacığın birbirinden ne kadar uzakta olursa olsun, ölçüm sonuçlarının birbirini anında etkilemesi gibi garip bir durumu ifade ediyor. Yani, parçacıkların geçmişteki ortak kuantum durumları, onları sürekli bir bağ içinde tutuyor. Bu, bireyselliğin kaybolması değil, fiziksel gerçekliğin zorunlu olarak ilişkisellik kazanması demek. Kimlik silikleşmiyor; sadece mutlak bağımsızlık, fiziksel anlamda imkansızlaşıyor. Fizikte buna entanglement diyoruz. Bence bugün özgür irade veya gerçeklikten çok daha karmaşık bir meseleye dalacağız: Bağlantılık paradoksuna.

Ve bu bölümde bize eşlik edecek çok özel bir konuk var: Fizikçi, öğretmen, konuşmacı ve yazar Burçak Yüce. Hoş geldin Burçak.

Burçak: Anlattıkça hepimizi birbirimize dolanacak… ne güzel özetledin Hande. Hoş bulduk canım, seninle 'off the record' yaptığımız sohbetlerin tadına doyum olmuyor gerçekten. İnşallah bu sohbetimiz de en az onlar kadar keyifli olur, öyle olacağına inanıyorum.

Hande: Günümüzde bu derinliği yakalayabildiğimiz az sayıda insan var. Görece uzun yıllara dayanan tanışıklığımız ve dostluğumuz, bugün bu podcast bölümünde bambaşka bir bağlantıyla taçlanıyor. Fırsat buldukça yaptığımız o keyifli entelektüel sohbetleri, şimdi başkalarıyla paylaşma imkânı bulmak da ayrı bir meraklı beklenti.

Ve bu serimizin ritüeli olan o meşhur soruyla açılışı yapalım diyorum: Hem bu sorunun cevabıyla kendini de kısaca anlatmanı isteyeceğim. Burçak, sen nasıl bir kuralsızsın? Seni sen yapan ve daha önce hiç anlatmadığın şekilde kendini nasıl tanımlarsın?

Burçak: Ben başkalarının özgürlük alanını ihlal etmeden, iç sesini dinleyerek yol alan bir kuralsızım.

Burçak: Ben başkalarının özgürlük alanını ihlal etmeden, iç sesini dinleyerek yol alan bir kuralsızım.

İç sesimi rehber edinirken manevi değerleri göz ardı etmemeye gayret ediyorum. Yani yaratıcının koyduğu kuralları dikkate alarak yolculuğumu sürdürmeyi tercih ediyorum, bazen mümkün oluyor bazen olmuyor. Yolculukta hem ilahi aşkın hem de beşeri aşkın peşinden gidiyorum. Beşeri aşk bence insanı Allah aşkına ulaştıran bir prototip. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem misali. Öylece maddeden manaya geçebiliyoruz. Somut olarak deneyimlemeden soyut olana ulaşılamıyor sanıyorum. Bu dünyada bize bahşedilen en güzel duygu aşk ve hayranlık. Bu duyguları en çok hak eden de yüce yaratıcı. Hedefim bu aşkla, aşkın olana kavuşmak. Yaratılan maddelerin en ince detaylarına vakıf olmaya vesile olan fizik branşını okuduğum için bu anlamda çok mutlu ve tatminim.

Hande: Bugün konuşacağımız konunun ağırlığı öyle ki, sadece fizikçiler için değil, kelimelerle uğraşan herkes için de ayrı bir meydan okuma. 'Entanglement' diyoruz ama bu kelimenin kendisi bile, içinde taşıdığı dolanklığı dilde hissettiriyor. Önce bir çözülmesi lazım, anlam katmanlarının açılması lazım. Hatta belki, bu noktada sadece 'entanglement' değil, o çok sık kullandığımız 'quantum' kelimesinin de nereden gelip nasıl evrildiğini hatırlamakta fayda var. Çünkü kavramların kökenini bilmek, onları zihnimizde nasıl konumlandırdığımızı da etkiliyor. Ama ama... 'Quantum' ve 'entanglement' kelimelerinin dilbilimsel kökenlerini açıklamadan önce sana şu soruyu sormak istiyorum. Burçak, bu iki kelimeye odaklandığında, fizikten bağımsız olarak sana hangi fikirleri veya imgeleri çağrıştırıyor?

Burçak: Farsça bir kelime olan 'aşk', yine Farsça bir kelime olan 'Aşeka'dan geliyor. Aşeka 'sarmaşık' demektir. Bahçeye düşen sarmaşık tohumu nasıl bütün bahçeyi sarıp sarmalar, hatta dışarı taşarsa; gönle düşen aşk tohumu da bütün bedeni sarıp sarmalar, oradan etrafa yayılır. Yaradan da biz kullarını aşkla yarattığını pek çok ayette hissettiriyor. Zaten bizi yaratmak zorunda değildi değil mi? İşte bu aşk dolanıklık ilkesi ile kendini bize gösteriyor. Adeta aşk aşkıyla kainatı çelmiş sarmaşık misali hem kendine hem birbirimize dolamış bizleri. Yine Kur’an’da bize şah damarından yakın olduğu ayeti ile bunu bize hissettirmekte. Kaf suresi 16. ayet. Avatar filminde aslında bu konu çok güzel işlenmişti. Eva ağacı üzerinden herkes birbirleriyle dolanıktı hatırlarsak. Bu arada Avatar filminin Yakut Türk destanı Olonho'dan esinlenilerek hazırlandığını çoğu kişi bilmez.

Olayı biraz da fiziki açıdan bakarsak dolanıklık ilkesi nedir basit haliyle özetlemek isterim. Bunun için evrenin en başına, bilim insanlarının büyük patlama dediği ki aslında bu bir fışkırma... Hatta şu şekilde tarif edilir: sonsuz küçüklükteki bir hacimden sonsuz büyüklükteki bir maddenin fışkırması. Ve bu öyle bir patlama ki, zamanla gezegenler, uydular, güneşler, atmosfer, çiçekler, böcekler, hayvanlar, cemadat, nebadat, insan gibi son derece düzenli, simetrik, kusursuz yaratılmış ve birbirleriyle son derece uyumlu varlıklar oluşuyor. Kontrolsüz olması bence ve aklen mümkün değil. İşte bu anda, yani en başından itibaren hepsi birbirine dolanık. Yüzyıllar da geçse, evren gittikçe genişlese de bu bağlantı hiç kopmadı ve kopmayacak.

Peki nedir bu bağlantı? Klasik fiziği ve Einstein’ın düşüncelerini darmaduman eden dolanıklık? Einstein şaşkınlığını “mesafeler arası korkunç olay” diye isimlendirmişti. Neden böyle dedi? Çünkü Einstein’a göre hiçbir şey ışık hızından daha hızlı ilerleyemezdi. Ama kuantum dolanıklık bize gösteriyor ki maddeler ışık hızını bile ötesinde iletişime sahip. Yani kainatın ucundaki bir parçacık aynı anda eş parçacığıyla iletişim halinde. Bu parçacıkların arasında galaksiler kadar mesafe olsa bile. Yani bir kainatın bir ucunda, bir kainatın diğer ucunda bile olsa an dediğimiz zamanda birbirlerinden haberdarlar. İşte bilim bize bunu kanıtladı. Yani bir parçacık Spin yukarı hareket ediyor ise diğer parçacık hemen bundan haberdar olarak spin aşağı doğru hareket ediyor. Bunu kısaca bu şekilde özetleyeyim, gerisi çok karışık. Bak aşkla başladık, aşkla devam ediyor sohbetimiz :)

Hande: O zaman, şimdi bu karmaşık kavramların saklı hikâyelerine biraz dalalım.

Hande: O zaman, şimdi bu karmaşık kavramların saklı hikâyelerine biraz dalalım.

Quantum” kelimesini biz bugün öyle rahatça kullanıyoruz ki, sanki herkes çocukluğundan beri biliyormuş gibi. Ama kelimenin kökenine indiğimizde, aslında bambaşka bir hikâyeyle karşılaşıyoruz. Latince “quantus” kelimesinden türeyen “quantum”, “ne kadar?”, “hangi miktar?” gibi çok basit, ölçülebilir bir şeyi ifade etmek için kullanılıyordu. Yani olay tamamen miktarla, ölçüyle ilgiliydi. 17. yüzyılda fizikçiler maddeyi, enerjiyi anlamaya çalışırken bu terimi, “en küçük ölçülebilir miktar” anlamında bilim literatürüne soktular. Ama bu kavram asıl devrimini, 20. yüzyılın başında Planck ve Einstein’la yaptı. Planck’ın kuantum teorisi ortaya atılmadan önce bilim insanları, enerji akışının sürekli olduğunu düşünüyordu. Ama Planck dedi ki: “Hayır, enerji minik minik paketler halinde yayılıyor.” İşte bu paketlere “quantum” adını verdiler. Yani düşün, kelimenin çıkış noktası tamamen ölçülebilir, somut bir “birim” fikriydi ama şimdi biz o kavramı alıp bilinmezlik, belirsizlik, hatta neredeyse felsefi bir düzleme taşıyoruz. Bir de ironik olan şu ki, “quantum” kelimesi Latince’de o kadar basit ve sıradan bir soruyu temsil ediyor ki—“ne kadar?”—ama bilim dünyasında bugün “kesin bir cevabımız yok” dediğimiz her şeyin merkezine oturdu. Bence bu, kelimelerin zamanla nasıl evrildiğini, hatta bazen kendi anlamlarına bile başkaldırdıklarını gösteren harika bir örnek.

Entanglement” kelimesi ise aslında düşündüğümüzden çok daha eski ve sade bir kökene dayanıyor. İngilizce’de “tangle” fiili, 14. yüzyıldan itibaren “düğümlenmek”, “karmaşık bir şekilde birbirine dolanmak” anlamında kullanılıyor. Orta İngilizce’de “tanglen”, Eski Nors dilindeki “þongull” yani “ip yumağı” veya “örgü”yle akraba. Yani ilk anlamı çok fizikseldi; iplerin, tellerin, saçların karışması gibi basit ama çözülmesi zaman alan karışıklıkları tarif ediyordu. Ama işin güzel tarafı şu: Bu kelime tarih boyunca yalnızca fiziksel karışıklıkları değil, zihinsel ve duygusal karmaşıklıkları da anlatmak için kullanıldı. “Entangled in emotions”, “entangled in lies” gibi ifadelerle edebiyatta hep görünmez düğümleri, çözülmesi zor ilişkileri tarif etti. Burada, sadece bir karmaşanın ötesinde, bir tür ‘bağlılık’ ve ‘etkileşim’ hali söz konusu.

İşte tam da bu nedenle, 20. yüzyılda kuantum fizikçileri, parçacıkların klasik anlamda birbirine bağlı olmadan, ölçüldüklerinde anında birbirini etkilediği o garip duruma isim ararken, “entanglement” kelimesini seçtiler. Çünkü bu, düğümün gözle görünmeyen ama çözülmez halini çağrıştırıyordu; adeta doğanın görünmez iplikleri gibi. Yani kısaca, “entanglement” kelimesi önce ipleri, sonra kalpleri, şimdi de atomları birbirine doluyor — ve biz bu dolanıklığın tam içinde, gözle görülmeyen ama hissedilen bir bağlantının içinde yaşıyoruz. İşte bu noktada “quantum” ve “entanglement” kelimeleri bir araya gelerek, mikro düzeydeki parçacıkların birbirine uzaktan bağlı olduğu, klasik fizik kurallarıyla açıklanamayan bu durumu tanımlamak için birleşti. Schrödinger’in 1935’te ortaya attığı bu kavram, kuantum mekaniğinin en çarpıcı ve hala gizemini koruyan fenomenlerinden biri olarak biliniyor.

Aslında şimdi biraz dilbilim üzerine konuşalım; neticede sen de fizikçi olduğun kadar bir de yazarsın ve kelimelere karşı duyarlısın. Bu kelimelerin eski kökenlerinden hangisi seni en çok şaşırttı?

Burçak: Beni en çok şaşırtan neydi biliyor musun Handecim? Atom Yunanca’da bölünemez anlamındaki atomus’tan türemiştir. Ama günümüzde bırak atomu parçalamayı, çekirdek’teki tanecikleri oluşturan yapıları bile keşfettik. İlk olarak bunu duyduğumda gerçekten çok şaşırmıştım. Fizik derslerine girdiğimde sınıftaki öğrenciler de bu bilgiyi verdiğimde çok şaşırırlardı. Bu noktada şunu da söylemek istiyorum. Bilimi putlaştıran ve kutsallaştıran çok fazla insan var. Elbette bilimi hayata bakış açımızda sosyolojik olarak, felsefi olarak, ontolojik olarak referans alacağız. Ki bilim bana göre Allahın yaratma sanatı ama bilim kendisi bile yanlışlanabildiğini söylüyor yani hipotezler, teoriler çürütülebilir ve bu kötü bir şey değildir, bilim böyle böyle ilerler. Dün atom parçalanamaz derler sonra bir bakmışsın atom da parçalanmış hem de atom olması dediğimiz bir şehri paramparça edecek güçte bir enerji yayarak. Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombalarını biliyoruz. Bir de hidrojen bombası var ki atom bombasından çok daha güçlü. Yani tahrip edici gücü çok daha yüksek. Düşünsene gözle bile göremediğimiz minicik bir maddenin içinde bir şehri yok edebilecek güçte bir enerji saklı. Bu enerjiyi bu minik zerreciğin içine kim koydu ve bu enerji nasıl zapt ediliyor?

Hande: Benim de ilgimi çeken şu: Bu ip yumağı ve saç karışıklığından bahsedince aklıma geliyor.

Hande: Benim de ilgimi çeken şu: Bu ip yumağı ve saç karışıklığından bahsedince aklıma geliyor.

Ortaokul ve lise yıllarında çoğumuzun fiziğe ve matematiğe karşı bir mesafesi vardı; hatta çoğunlukla kaçınır, ön yargıyla yaklaşırdık. En fazla birkaç basit denklemle haşır neşir olmuş olabiliriz. Ancak günümüzde, sürpriz şekilde, hepimiz kuantumcu, kimyager, biyolog olduk; adeta bilimsel terminolojiyle donanmış bir kitleye dönüştük! Oysa bilimde mutlak gerçeklik yoktur; her hipotezin ardında bir belirsizlik, her açıklamanın bir sakıncası bulunur. Buna rağmen, kesinlik söylemleri şaşırtıcı bir biçimde yaygın.

Ve Burçak, kuantum dolanıklık — yani “entanglement” — gerçekten basitçe “her şey birbirine bağlıdır” diye geçiştirilebilecek kadar yüzeysel bir kavram mı? Feynman’ın eserlerine, çeşitli akademik makalelere daldım; fakat zihnim anladıkça daha da karmaşıklaştı. Fizik alanında derinleşmeyen biri için, özellikle matematiksel altyapısı olmayanlar için, bu teoriler oldukça zorlayıcı. Ama etrafıma bakıyorum; herkes popüler bilim modasına ayak uydurmuş, sanki kuantumun sırlarını çözmüş gibi konuşuyor. Kendi kapasitemde bir yetersizlik mi var diye düşünmedim değil. Öte yandan, ben konuya yabancı sayılmam; dilbilim alanında araştırmalar yaparken, kuantum teorilerinden ilham alan bazı kavramları anlamlandırmak bile zorlu olabiliyor. Hatta fizik okumaya başlayıp yarıda bırakan ya da mezun olamayan birçok örnek gördüm. Şöyle sözler bile var: “Fizikçi olmanın ilk kuralı: Her şeyin ne kadar karmaşık olduğunu fark ettiğinde ağlamamayı öğren.” Ya da “Fizik okuyanlar ikiye ayrılır: Kuantum mekaniğini anlamadığını kabul edenler ve yalan söyleyenler.” Yine bir başka ifade “Bir fizikçi için ‘yaklaşık olarak’ demek, ‘tamamen yanlış’ demekten bir adım ötededir.”

Öyleyse, kuantum dolanıklık nedir gerçekten? Bu görünmez bağlar, bizlerin algıladığı gerçeklikte, sosyal ilişkilerimizde, öğrenme süreçlerimizde nasıl tezahür eder? Senin bakış açından dinlemek isteriz. Bu dolanıklık sadece fiziksel bir fenomen midir, yoksa düşünce tarzımızı, kararlarımızı kökünden değiştirebilecek bir paradigmaya işaret mi eder?

Burçak: Senin hissettiğin şeyi aslında çoğu insan hissediyor: ‘Acaba yeterince anlayamıyor muyum?’ diye. Ama şunu bil: Kuantum fiziğini anlamakta zorlanmak çok normal, hatta fizikçilerin kendisi de çoğu zaman aynı şeyi söylüyor. Hatta senin de cümlelerini destekleyen şöyle bir söz var: ‘Kuantumu anladığını sanıyorsan, aslında hiç anlamamışsındır.’

Şimdi dolanıklık dediğimiz şey, basitçe şu: İki parçacığı öyle bir şekilde hazırlıyorsun ki, aralarında görünmez bir bağ oluşuyor. Bu bağ sayesinde, biriyle ilgili bir şey öğrendiğinde diğerini de anında biliyorsun. Mesafe hiç önemli değil; yan odada da olabilir, galaksiler ötesinde de. Ama bu durum ‘her şey zaten birbirine bağlıdır, hepimiz bir bütünüz’ gibi popüler söylemlerle karıştırılmamalı. Evet, metafor olarak güzel bir ilham kaynağı, ama bilimsel olarak dolanıklık çok özel şartlarda ortaya çıkan fiziksel bir olgu.

Asıl ilginç olan burada şu: Kuantum bize doğanın katı kurallarla değil, belirsizlikler ve olasılıklarla işlediğini gösteriyor. Bu da bizim düşünce tarzımızı değiştiriyor. Eskiden evreni tamamen kesinliklerle dolu sanıyorduk, şimdi görüyoruz ki işin içinde görünmez bağlar, sürpriz ihtimaller var. Yani dolanıklık hem gerçek bir fizik olayı, hem de bize hayatı, ilişkileri, öğrenmeyi yeniden düşünmek için çok güzel bir metafor sunuyor.

Hande: Özellikle popüler kültürde, bilimsel kavramların fazla basitleştirilip sloganlaştırıldığına sık sık şahit oluyoruz. Burçak, popüler kültürde 'her şey birbiriyle bağlıdır' şeklinde sadeleştirilen dolanıklık kavramı, sence bilimi romantize eden bir anlatım kolaycılığı mı, yoksa bu ifadede bilimsel gerçekliğin samimi bir izdüşümü var mı?

Burçak: Evet, çok güzel bir noktaya değindin.

Burçak: Evet, çok güzel bir noktaya değindin.

Gerçekten de popüler kültürde bilimsel kavramlar çoğu zaman şiirselleştiriliyor. ‘Her şey birbirine bağlıdır’ ifadesi kulağa hoş geliyor ama fizik açısından dolanıklık bundan daha özel ve teknik bir olgu.

Kuantum mekaniğinin temel yasaları arasında süperpozisyon ilkesi ve ölçüm postülası var. Yani bir parçacık ölçüm yapılana kadar tek bir durumda değil, birçok ihtimalin aynı anda süperpozisyonunda bulunuyor. Dolanıklık dediğimiz şey de, iki veya daha fazla parçacığın süperpozisyonlarının birbirine karışarak, tek bir ortak kuantum durumu oluşturması.

Örneğin iki elektron düşünelim. Birinin spini yukarıysa diğerinin kesinlikle aşağı oluyor, ama bunu ölçüm yapmadan bilemiyoruz. Ve bu ilişki aralarında ister bir metre ister ışık yılı olsun, kuantum mekaniğinin yasaları gereği korunuyor. İşte bu demin de bahsettiğim gibi Einstein’ın bile kafasını karıştırmıştı.

Şimdi, ‘her şey birbirine bağlıdır’ ifadesi bu bağlamda tam doğru değil. Çünkü dolanıklık, tüm evrenin otomatik olarak birbirine bağlı olması demek değil. Bu bağ, parçacıkların özel bir kuantum durumu altında hazırlanmasıyla ortaya çıkıyor. Yani bir fizik yasası var, ama o yasa belirli koşullar sağlandığında geçerli.

Ama işin güzel tarafı şu: Bu olgular bize evrenin klasik Newton yasalarındaki kadar basit ve deterministik olmadığını, olasılıklar ve belirsizlikler üzerine kurulu olduğunu gösteriyor. Popüler kültürde ‘her şey bağlıdır’ ifadesi bilimsel anlamda eksik olsa da, aslında kuantumun bize gösterdiği dünyayı daha insani bir dille yansıtan, samimi bir izdüşüm diyebiliriz.

Hande: Kuantum dolanıklık, halk arasında 'görünmez bağlar', 'enerji akışları' gibi metaforlarla yorumlanıyor. Sence bu tür spiritüalist yorumlar, kavramı anlamaya yardımcı mı olur yoksa bilimselliği sulandırıp popüler bir süse, bir modaya mı dönüştürür?

Burçak: Bu gerçekten çok önemli bir ayrım. Kuantum dolanıklık, bilim insanlarının onlarca yıl boyunca deneylerle doğruladığı son derece somut bir fiziksel olgu. Ama halk arasında çoğu zaman ‘görünmez bağlar’, ‘enerji akışları’, ‘ruhların birleşmesi’ gibi spiritüel metaforlarla anlatılıyor.

Şimdi, bu metaforların bazı faydaları var. Çünkü karmaşık bir kavramı günlük dile indirmek, insanların konuya ilgisini çekiyor. Bir lise öğrencisinin veya konunun uzmanı olmayan birinin ‘aa demek ki evrende görünmez bağlar varmış’ diye düşünmesi, bilimsel merakı tetikleyebilir. Yani bu tür benzetmeler bazen bir kapı aralıyor, insanları bilime yaklaştırıyor.

Ama işin riskli tarafı şu: Eğer bu metaforlar bilimsel gerçekliğin yerine geçmeye başlarsa, işte o zaman bilimsellik sulandırılıyor. Çünkü dolanıklık, öyle herkesin birbirine mistik şekilde bağlanması değil; çok özel koşullar altında, parçacıkların kuantum yasalarıyla birbirine bağımlı hale gelmesi. Einstein’ın ‘uzaktan ürkütücü etki’ dediği bu olay, defalarca deneyle doğrulandı, hatta bugün kuantum bilgisayarların, kuantum kriptografinin temelinde kullanılıyor. Yani çok teknik, çok ölçülebilir ve çok gerçek bir fenomen.

Spiritüalist yorumlar, bu somutluğu çoğu zaman yok sayıp, daha çok romantik bir dil kuruyor. ‘Enerji akışı’, ‘evrenin birliği’ gibi ifadeler kulağa hoş gelse de, bilimsel olarak dolanıklıkla aynı şey değil. Bu noktada Feynman’ın bir sözünü hatırlatmak faydalı: ‘Doğayı kandıramazsınız.’ Yani bilim, mistik bir benzetmeye değil, ölçüme ve matematiğe dayanıyor.

Bana göre, metaforları tamamen reddetmek de doğru değil. Çünkü metaforlar, konuyu sevdirmek ve anlaşılır kılmak için araçtır. Ama metaforun nerede bittiğini, fiziğin nerede başladığını iyi bilmek lazım. Eğer biz dolanıklığı ‘enerji bağları’ gibi anlatırsak, dinleyici büyülenir ama yanlış bir şey öğrenir. Eğer fiziğin kendi diliyle, ama sade örneklerle açıklarsak hem doğru kalırız hem de merak uyandırırız.

Sonuç olarak, bu spiritüel yorumlar bilime kapı araladığı ölçüde değerli olabilir, ama yerini aldığı anda bilimi gölgeleyen bir moda haline gelir. Bizim görevimiz de, o ilgiyi doğru yöne, yani gerçek fizik yasalarına kanalize etmek.

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Hande: Özellikle kuantum gibi karmaşık konularda, bilgiye erişimle bilginin hakkını vermek arasındaki çizgi iyice bulanıklaşıyor. "

Hande: Özellikle kuantum gibi karmaşık konularda, bilgiye erişimle bilginin hakkını vermek arasındaki çizgi iyice bulanıklaşıyor. "

Fizik teorilerini anlamak için fizikçi olmak gerekmez' diyenlerle 'anlamıyorsan konuşma' diyenler arasında gidip gelen bir tartışma var. Sence bu noktada bilimin halkla paylaşımı nasıl olmalı? Kuantum dolanıklık gibi yüksek soyut kavramlar, toplumsal düzeyde nasıl anlatılmalı, nerede frene basılmalı?

Burçak: Bence bu tartışmanın merkezinde şu var: Bilim, yalnızca uzmanların kapalı bir dünyasında kalmalı mı, yoksa herkesin anlayabileceği şekilde açılmalı mı?

Bir tarafta ‘anlamıyorsan konuşma’ diyenler var. Evet, bu tepkiyi anlamak mümkün; çünkü kuantum dolanıklık gibi konular çok hassas, yanlış anlatıldığında hızla efsanelere, hurafelere dönüşebiliyor. Ama öte tarafta da ‘fizikçi olmadan da öğrenebiliriz’ diyen bir kitle var ve bu da aslında bilime duyulan merakın göstergesi.

Bence doğru yaklaşım şu: Bilgiye erişim herkesin hakkı, ama bilginin hakkını vermek de bir sorumluluk. Yani kuantumu herkes öğrenebilir, ama fizikçinin diliyle öğrenemez. Burada görev, bilim insanlarına ve öğretmenlere düşüyor. Bizim yapmamız gereken, karmaşık matematiksel denklemleri değil, onların arkasındaki temel fikirleri, günlük hayattan benzetmelerle aktarmak. Mesela dolanıklığı anlatırken ‘iki parçacığın aralarında görünmez bir korelasyon var’ demek yeterli olabilir; ama bunu bir aşk hikâyesine ya da tamamen spiritüel bir metafora çevirdiğimizde frene basmamız gerekiyor.

Bilimin halkla paylaşımı bence iki katmanlı olmalı:

  • Merak uyandıran dil: Popüler bilim kitapları, belgeseller, podcastler, yani insanlara “bu konuya ilgi duymak normal, sen de sorabilirsin” dedirten bir dil.

  • Derinleşmek isteyenlere kapı: Daha teknik ama anlaşılır kaynaklar, halka açık dersler, çevrimiçi eğitimler. Yani merak eden kişiyi bir adım daha içeri davet eden bir yol.

Frene basılması gereken nokta, bilimin yerine hayal gücünün geçmeye başladığı yer. Yani kuantum dolanıklık bir sosyal bağ değildir; ama bir metafor olabilir. Burada çizgiyi iyi korumak gerekiyor.

Özetle, bilimin paylaşımı kapalı kapılar ardında olmamalı, ama aynı zamanda sınırları da net çizilmeli. İnsanlara kuantum gibi soyut kavramları anlatırken, onları küçümsemeden ama aynı zamanda yanlış beklentilere sokmadan ilerlemek bence en sağlıklı yol.

Hande: Kuantum dolanıklık, anlatılırken çoğu zaman bilimin elinden tutup metafiziğe göz kırpıyor. Popüler bilim kitaplarında ve seminerlerinde dolanıklık kavramı bazen 'evrenin derin sırrı' gibi mistik bir anlatıyla sunuluyor. Sence bu, bilime ilgiyi artıran bir strateji mi, yoksa insanları bilimden uzaklaştıran, anlaşılması zorlaştıran bir abartı mı?

Burçak: Bence bu tür mistikleştirmeler çift taraflı bir etki yaratıyor. Bir yandan insanların ilgisini çekiyor, bilime kapı aralıyor. Ama öte yandan, kuantum dolanıklığı ‘evrenin sırrı’ gibi abartılı bir dille anlatmak, gerçek fiziği gölgeleyip kavramı anlaşılmaz hale getirebiliyor. Yani ilgi çekici bir strateji olabilir ama dengeyi kaybettiğimiz anda bilimi popüler bir efsaneye dönüştürme riski var.

Hande: Son yıllarda bilimsel belirsizlik, sanki kültürel bir özgürlük manifestosuna dönüştü. Kuantum dolanıklık kavramı sence insanların deterministik dünya algısını kırmak için mi bu kadar popüler oldu? Yani, özgür irade arayışı ile bu kuantum belirsizliği arasında kültürel bir teselli mekanizması mı kuruluyor?

Burçak: Yine çok güzel bir soru. Evet, bence kuantumun bu kadar popüler olmasının sebeplerinden biri tam da bu. Klasik fizik bize deterministik, katı bir evren resmi çizmişti; her şey sebep-sonuç zincirine bağlıydı. Yani havaya bir bozuk para atarsın, havanın direncini, paranın yapıldığı maddeyi, rüzgârın hızını ve benzeri fiziksel nicelikleri ölçebilirsen paranın yazı mı tura mı geleceği sürpriz olmaz gibi bir mantık… Ama kuantum, belirsizliği ve olasılıkları ortaya koyunca, insanlar bunu kültürel bir özgürlük metaforuna dönüştürdü. ‘Evren kesinliklerle değil, ihtimallerle çalışıyor’ fikri, özgür irade arayışına da psikolojik bir teselli sundu. Bilimsel gerçeklik başka, kültürel yorumu başka; ama kuantumun cazibesi işte bu iki alanın kesişiminden geliyor.

Hande: Kuantum dolanıklık fiziksel bir olgu, başka alanlara taşırken dikkatli olunmalı.

Hande: Kuantum dolanıklık fiziksel bir olgu, başka alanlara taşırken dikkatli olunmalı.

Bir fizikçi olarak, kuantum dolanıklığın 'bir anda, mesafeden bağımsız etkileşim' özelliğiyle bilginin, düşüncenin veya bilincin de 'dolandığı' iddialarına nasıl bakıyorsun? Sınır nereye kadar uzatılmalı?

Burçak: Öncelikle şunu net söylemek lazım: Kuantum dolanıklık tamamen fiziksel bir olgu. Yani ölçülebilir, deneylerle tekrar tekrar doğrulanmış ve matematiksel olarak tanımlanmış bir durum. İki parçacığın, mesafeden bağımsız olarak ortak bir kuantum durumunu paylaşması, fiziğin sınırları içinde kalıyor.

Şimdi, bu olguyu bilince, düşünceye ya da bilgiye doğrudan taşımak bilimsel olarak doğru değil. Çünkü elimizde, bilincin ya da düşüncenin kuantum dolanıklıkla çalıştığını gösteren hiçbir kanıt yok. Bu iddialar güzel bir metafor olabilir, pratikte de buna benzer şeyler hayatımızda yaşamış olabiliriz. Mesela bilim insanları bazı keşifleri birbirlerinden çok uzakta olmalarına rağmen eşzamanlı bulmuştur. Ya da 100 maymun deneyi gibi… ama şu an için fizik yasalarıyla desteklenmiyor.

Bence sınır şöyle çizilmeli: Kuantum dolanıklığı doğrudan ‘bilinç dolanıklığı’ gibi kullanmak bilimi sulandırır. Ama metaforik anlamda ‘düşüncelerimiz, ilişkilerimiz de görünmez bağlarla birbirine dokunuyor’ demek, insanlara ilham verebilir. Yani fiziğin kesinliği ile felsefenin hayal gücünü birbirine karıştırmamak önemli.

Kısacası, dolanıklık fiziğin laboratuvarlarında kanıtlanmış bir gerçek; bilince dair iddialar ise henüz sadece yorum. O yüzden bu sınırın farkında olmak, bilimi hem korur hem de cazip kılar.

Burada şuna da değinmeden geçmek istemiyorum. Biliyorsun fizikte bu aralar yine çok popüler olan gözlemci etkisi durumu var. Malum çift yarık deneyi. Yani parçacık gözlemlendiğinde farklı, gözlemlenmediğinde farklı davranıyor. Gözlemlendiğinde olasılık bire iniyor ve parçacık gibi davranıyor, gözlemlenmediğinde ise olasılıklar artıyor ve dalga modeli gibi davranıyor. İşte bu nedenle ben de bu böyledir şu şöyledir demekte çoğu zaman zorlanıyorum ve Siyah Beyaz ayrımları çok keskin buluyorum. Genellikle hayatımda gri alanları kabul ediyorum.

Hande: Toplumsal eğilimler, kavramların benimsenmesinde önemli rol oynuyor. Sence, kuantum dolanıklık kavramı üzerinden yürütülen “her şey birbiriyle bağlantılıdır” söylemi, toplumun yüzeysel bir “anlam arayışı” içinde olduğu için mi bu kadar tutuyor? Yoksa bu, modern bireyin yalnızlık kaygısına bir yanıt mı?

Burçak: Bence bu iki etken bir arada çalışıyor. Kuantum dolanıklık üzerinden ‘her şey birbirine bağlıdır’ söylemi, toplumun yüzeysel bir anlam arayışını tatmin ediyor. İnsanlar karmaşık dünyada bir bağ, bir düzen arıyor ve bu tür ifadeler hızlıca kabul görüyor.

Ama bir diğer boyutu da çok önemli: Modern bireyin yalnızlık ve izolasyon kaygısı. Bu söylem, bilinçaltına bir tür teselli sunuyor; ‘ben tek değilim, her şey birbiriyle bağlı’ fikri, bireysel yalnızlığı hafifletiyor. Yani toplumsal kabul ve kişisel ihtiyaçlar birleşince, bu fikir popülerleşiyor ve hızla yayılıyor.

Sonuçta, bilimsel gerçeklik ile toplumsal psikoloji arasında bir kesişim noktası var. İnsanlar, soyut bilim kavramlarını bazen metafor olarak, bazen de kendilerini iyi hissettiren bir fener gibi kullanıyorlar. Burada kritik olan, bilimsel sınırları koruyarak, metaforu toplumsal anlam arayışıyla dengeli bir şekilde sunmak.

Hande: Karmaşık matematiği geride bırakıp hikâyeye odaklanmak, hem kapıyı açar hem de kapatır.

Hande: Karmaşık matematiği geride bırakıp hikâyeye odaklanmak, hem kapıyı açar hem de kapatır.

Popüler bilimde dolanıklık anlatılırken, çoğu zaman matematiği arka plana atıp metaforlar üzerinden ilerleniyor. Sence bu anlatım biçimi, kavramın özünü yanlış mı yansıtıyor yoksa kavranabilirliğini mi artırıyor? Bir bilim anlatıcısı olarak sen nasıl bir denge kuruyorsun?

Burçak: Bence popüler bilimde karmaşık matematiği arka plana bırakıp hikâyeye odaklanmak çift taraflı bir etki yaratıyor. Bir yandan, insanlar kavramın özünü tam anlamasa da ilgileniyor, merak ediyor ve anlayabileceği bir kapı açılıyor. Öte yandan, sadece metaforla anlatmak, kavramın matematiksel ve fiziksel gerçekliğini hafife almak riskini de beraberinde getiriyor.

Ben bir bilim anlatıcısı olarak, dengeyi şu şekilde kuruyorum: Hikâyeyi, günlük benzetmelerle ve metaforlarla başlatıyorum; merak uyandırıyorum. Ama ardından, kavramın sınırlarını ve neyi kesin olarak söylediğini netleştiriyorum. Yani önce merak, sonra doğruluk. Hikâye kapıyı açıyor; matematik ve fizik ise kapıyı sağlam şekilde kapatıyor. Böylece hem anlaşılır hem de doğru bir anlatım sağlanmış oluyor.

Kısacası, metaforlar ilham verir, ama bilimin özü her zaman hatırlanmalı; bu dengeyi korumak, bir bilim anlatıcısının en önemli görevi.

Hande: Burçak, bu derin ve zorlayıcı perspektifi bizimle paylaştığın için teşekkürler. Kuantum dolanıklık, popüler anlatımlardaki bulanıklığın aksine, bilimsel düşüncenin ufkunu zorluyor; ama bunu mistik bir sır gibi sunmak, meseleyi çarpıtmak ve entelektüel sorumluluktan kaçmak olur. Bu yüzden, kavramın etkisini anlamaya çalışırken, bilim ile spekülasyon arasındaki çizgiyi net tutmak zorundayız.

Yani özetle, Kuantum dolanıklık, yüzeyde mistik bir kavram gibi görünebilir ama özünde matematiğin ve deneyin ürünü. Bizim işimiz, bu karmaşık gerçekliği sadeleştirirken doğruluktan ödün vermemek. Popüler kültürde sıkça rastlanan abartıların ötesinde, bilimi olduğu gibi anlatmak, entelektüel dürüstlüğün gereği.

İşte tam burada her şey bizi çarpıyor! Bilgi peşinde koşturuyoruz, ama asıl mesele o bilme ateşi. Kuantumun görünmez bağları gibi, ne kadar çözmeye çalışsak da hep bir sır kalıyor. Bir sonraki bölümde, bu allure’u, o karşı konulmaz cazibeyi konuşalım diyorum. Cazibe gerçek mi, yoksa sadece anlattığımız hikâyelerin büyüsü mü? Bu çekimi çözmek için neyi göze alırsın? Bu gizemi birlikte çözmeye devam edeceğiz. Bizi dinlediğiniz için teşekkürler. Hoşça kalınız ve kendinize çok iyi bakınız.

Instagram

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda chevron-right-grey
Reklam