Modern Çağda İnsan ve Hafıza
İnsan olmak, hatırlamakla unutmak arasında bir yerde yaşamak demektir. Hafıza denilen şey sadece geçmişin arşivi değil; kimliğimizin, benliğimizin, yönümüzün yapı taşıdır. Unutmak ise yalnızca bir şeyleri hatırlayamamak değildir. Bazen unutmak, köklerinden kopmak, kendini kaybetmektir. Ve bu çağda belki de en çok yaşadığımız şey budur: unutmanın sıradanlaşması, hatırlamanın değerini yitirmesi. İşte tam da bu noktada, İslam geleneğinin en derin kavramlarından biri devreye girer: zikir.
Zikir, genelde sadece dil ile tekrarlanan bazı kelimeler olarak görülür. Oysa anlamı çok daha derindir.

Zikir, hatırlamak demektir. Ama neyi hatırlamak? Bu sorunun cevabı insanın varlık sebebinde gizlidir. Kur’an’a göre insan unutan bir varlıktır. Hatta insan kelimesinin bile 'nisyan' kökünden geldiği söylenir: unutan. Yani biz unutmak üzere yaratılmışız. Ama bu unutkanlık bir eksiklik değil, bir potansiyeldir. Çünkü unutabilen, yeniden hatırlayabilir. Ve hatırlamak, sadece bir bilgi değil; bir bilinç halidir.
Hatırlamak, kişinin kim olduğunu, nereden geldiğini, neye ait olduğunu ve nereye gittiğini yeniden düşünmesidir. Zikir, işte bu yüzden sadece bireysel değil; varoluşsal bir eylemdir. Her zikir, bir hafıza tazelemesi, bir benlik inşasıdır. Modern insanın yaşadığı kimlik bunalımı, sadece sosyal rollerin karmaşasından değil; derin bir hatırlayamama halinden kaynaklanır. İnsan eğer kendini neyin içinde inşa ettiğini unutursa, her şeyin içinde dağılır.
Zikir, modern psikolojideki farkındalık uygulamalarına benzer. Ama ondan fazlasıdır. Farkındalık, şimdiye odaklanmaksa; zikir, hem şimdiye hem asıl aidiyete yönelir. İnsan sadece ne yaptığını değil, neden yaptığını ve kim olarak yaptığını da düşünür. Bu düşünme hali, bir tür ruhsal toparlanmadır. Gün içinde savrulan zihin, zikrin ritmiyle toparlanır. Sözler tekrarlanır ama her tekrar, zihnin bir yerine dokunur. Her dokunuş, bir parçayı yerine yerleştirir.
Kur’an’da zikir, çokça tekrar edilen bir kavramdır. 'Beni zikredin ki, sizi zikredeyim.' (Bakara 152) ayeti, bu ilişkinin karşılıklı olduğunu gösterir. Yani hatırlayan sadece biz değiliz; hatırlandığımız da söyleniyor. Bu, inanılmaz bir yakınlık, bir aidiyet hissidir. Varlığın merkezinde unutmak varsa, bu merkeze tekrar dönmenin yolu zikirdir. Ve bu dönüş, sadece dua etmekle değil; bir yaşam biçimiyle mümkündür.
Zikir, gündelik hayatın içinde var olabilir.

Sabahın serinliğinde yürürken, bir kahve içerken, çocuk seslerini dinlerken, gökyüzüne bakarken... Her şey bir hatırlama vesilesi olabilir. Yeter ki o anda bilinçli bir duraklama olsun. Çünkü zikir, aynı zamanda durmaktır. Durmak ve fark etmek. Yaşadığını, hissettiğini, bir yere ait olduğunu... Modern hayatın sürekli ilerle baskısı, bu durma anlarını yok ediyor. Oysa insan durduğunda hatırlamaya başlar.
Hatırlamanın karşısında sadece unutkanlık yoktur; bazen de hatırlamak istememek vardır. Bazı şeyleri bastırırız, yok sayarız, unuttuğumuzu sanırız. Ama zikir, bu bastırılmış alanlara da ışık tutar. Çünkü hatırlamak, bazen acıtır. Ama aynı zamanda iyileştirir. İnsan neyle yüzleşirse, onunla barışabilir. Zikir bu anlamda bir içsel temizliktir. Her tekrar, birikmiş tozları siler. Kalbin yüzeyi yeniden parlar.
Kimlik inşası, zikirle kurulan bu bağın en önemli yönlerinden biridir. Çünkü kimlik, sadece sosyal etiketler değil; içsel bir sürekliliktir. Ve bu süreklilik, ancak hatırlamayla sağlanabilir. Hangi değerler seni inşa etti? Hangi ilkelerle yaşıyorsun? Hayatında neyi merkez alıyorsun? Bütün bu sorular, zikirle diri tutulur. Çünkü zikir sadece 'Allah' demek değil; neyin kutsal olduğuna karar vermektir. Ve bu karar, insanın iç dünyasında bir mihenk taşı gibi çalışır.
Unutmanın en yaygın olduğu çağda yaşıyoruz. Bilgi çoğaldı ama hafıza zayıfladı. Her şey kaydediliyor ama hiçbir şey hatırlanmıyor. Anılar dosyalara sığdırılıyor ama zihinde yankı bulmuyor. Bu yüzden zikir, sadece manevi değil; kültürel ve bireysel bir direniştir. Hafızaya sahip çıkmaktır. Sadece dini hafızaya değil; kişisel, toplumsal ve tarihsel hafızaya da... Zikirle gelen bilinç, insanı geçmişiyle, bugünüyle ve potansiyel geleceğiyle bütünler.
Zikir aynı zamanda bir ritimdir. Ve insan ritimle yaşar.

Kalbin atışı, nefesin döngüsü, günlerin geçişi... Zikir bu doğal ritme bir bilinç katmanı ekler. Namaz, bu ritmin en belirgin alanıdır. Günde beş kez yapılan bu hatırlama eylemi, sadece dini bir yükümlülük değil; zamanla kurulan bir ilişki biçimidir. Her vakit, hem zamanı hem kendini hatırlama fırsatıdır.
Bu hatırlama hali, insanın yalnızlığını da hafifletir. Çünkü unutmak, yalnızlaştırır. Kendini, geçmişini, yönünü unutan insan; bağlarını da yitirir. Zikir ise bağ kurar. Kendiyle, diğer insanlarla, evrenle, yaratıcıyla... Bu bağ, insanı merkezine çeker. Zihinsel dağınıklığın, duygusal karmaşanın içinde bir istikamet sunar.
Zikir aynı zamanda estetik bir deneyimdir. Sesin, anlamın, niyetin birleştiği o tekrar anları, bir tür içsel müziğe dönüşebilir. Bu müzik, sadece kulağa değil; kalbe hitap eder. Bu yüzden zikir meclisleri, sadece dua değil; bir sanat formudur da. Kelimelerin ahengi, ruhun titreşimine denk gelir. Bu titreşim, insanı başka bir bilinç düzeyine taşır.
Unutmak insani bir haldir. Ama bu halin içinde kaybolmamak için hatırlamanın yollarını diri tutmak gerekir. Zikir, bu yolların en etkililerinden biridir. Ve bu çağda belki de yeniden öğrenmemiz gereken şey, sadece yeni bilgiler değil; eski hakikatleri hatırlama biçimleridir.
Sonuç olarak, zikir bir görev değil; bir ihtiyaçtır. İnsan unuttuğu sürece savrulur. Hatırladıkça merkezine döner. Ve merkezine dönen insan, kim olduğunu yeniden bilir. Bu bilgi, sadece akademik değil; varoluşsal bir bilgidir. Seni ayağa kaldıran, sana yön veren, seni diri tutan bir bilinçtir. Unutmanın normalleştiği bu çağda, zikir hatırlamanın direnişi olabilir. Ve bu direniş, belki de insan kalabilmenin en sahici yoludur.
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!