onedio
article/comments
article/share
Haberler
Mütareke İstanbul’undan Nazi İşgaline: Roza Eskenazi’nin Sınır Tanımayan Sesi ve Direnişi

etiket Mütareke İstanbul’undan Nazi İşgaline: Roza Eskenazi’nin Sınır Tanımayan Sesi ve Direnişi

İstanbul’un sisli bir sabahında, Pera Palas’ın ağır kapısından içeri giren kalabalığı düşün: Üzerinde ütülü üniformasıyla bir İngiliz subayı, valizini güçlükle sürükleyen Rus mülteciler, Levanten tüccarlar, meraklı gazeteciler… Salonlarda büyük siyasetin ve savaş sonrası dünyanın geleceği konuşulurken, birkaç sokak ötede bambaşka bir tarih yazılmaktadır. Kafe-aman’larda, meyhanelerde, gece kulüplerinde; yani İstanbul’un gece dünyasında. İşte o dünyanın seslerinden biri, belki de en unutulmaz olanı Roza Eskenazi’dir.

Roza’nın hikâyesi yalnızca bir şarkıcının yükseliş ve düşüş hikâyesi değildir.

Roza’nın hikâyesi yalnızca bir şarkıcının yükseliş ve düşüş hikâyesi değildir.
greekreporter.com

O, imparatorluğun çözülüşüyle birlikte şekillenen, mütareke yıllarının işgal altındaki İstanbul’unun ve ardından savaşın karanlığına gömülen Atina’nın içinden geçen çok katmanlı bir hayatın özetidir. Bir yanda Pera Palas’ta dolaşan generaller, diplomatlar, ajanlar; diğer yanda aynı şehrin arka sokaklarında şarkı söyleyen, dans eden, çoğu zaman da görmezden gelinen kadınlar. Roza tam da bu iki dünyanın kesiştiği yerde durur.

Yaklaşık 1895 civarında İstanbul’da yoksul bir Sefarad Yahudi ailesinde Sarah Skinazi adıyla doğar. Aile kısa süre sonra hâlâ Osmanlı toprağı olan Selanik’e taşınır. Çocukluğu baştan sona hareket hâlindedir: Evde Ladino, sokakta Türkçe ve Yunanca, farklı dinlere ve kültürlere ait ritüeller, sesler, diller… Okula düzenli devam edemez ama okumayı yazmayı komşu bir kadından öğrenir. Ergenliğe geldiğinde, sahneye duyduğu tutku aile baskısıyla sert biçimde çarpışır. Evin içinde “kız çocuğunun sahneye çıkması” büyük ayıptır; ama o gizlice dans eder, şarkı söyler, tiyatro kostümleri taşır. Sonunda, tüm itirazlara rağmen sahneye çıkar; önce dansçı, sonra şarkıcı olur. Artık “Sarah” değil, sahne adıyla “Roza”dır.

Bu erken dönem, onun müzikal kimliğinin omurgasını oluşturur. Selanik, Pire, Atina hattında; Osmanlı kafe-aman geleneğiyle Rum eğlence kültürünün, Anadolu türkülerinin, İzmir ekolünün iç içe geçtiği bir ortamda büyür. Türkçe, Yunanca, Ladino, Ermenice gibi dillerde söyleyebilmesi, onu kısa sürede tavernalarda ve kabarelerde aranan bir isim yapar. Çok geçmeden, Atina’ya yerleşir ve burada kariyeri sıçrama yapar.

1929’da Columbia için yaptığı ilk kayıtlarla birlikte taş plak dönemi başlar. 1930’lar boyunca yüzlerce şarkı kaydeder ve dönemin en çok dinlenen kadın seslerinden birine dönüşür. Bu kayıtlar arasında “Kanarini Mou Glyko” (Benim Tatlı Kanaryam) gibi kendi imzasını taşıyan şarkılar olduğu gibi, Smyrneiko Minore gibi İzmir ekolüne ait eserlerin yorumları da bulunur. “Kanarini Mou Glyko”daki hüzünlü neşe, onun karakteristik tonunu çok iyi gösterir: Sanki aynı anda hem gülümser, hem içten içe sızlar. Sözlerdeki hafiflik, melodideki derinlikle birleşir.

Rembetiko, o dönemde hâlâ güçlü biçimde “alt sınıfların” müziği olarak görülmektedir.

Rembetiko, o dönemde hâlâ güçlü biçimde “alt sınıfların” müziği olarak görülmektedir.
ekmekvegul.net

Liman işçilerinin, mübadillerin, küçük suçluların, gece hayatının müdavimlerinin, esrar içilen tekinsiz kahvelerin dünyasıdır bu. Aşk, ihanet, yoksulluk, uyuşturucu, hapishane, göç ve sürgün… Roza tüm bu temaları, hem kadın hem de Yahudi bir sanatçı olarak, erkek egemen bir sahnede yorumlar. “Eimai Prezakias” (Ben Bir Uyuşturucu Bağımlısıyım) gibi şarkıları, dönemin otoriter rejimi tarafından ahlaka aykırı bulunup sansüre uğrar. Uyuşturucu, yeraltı dünyası, yasa dışı ilişkiler… Resmî ideolojinin toplumdan silmek istediği ne varsa, rembetiko sözlerinin arka planında dolaşır. Roza’nın sesinde bu gerçekler romantikleştirilmeden, yumuşatılmadan ama çıplak bir melodramın içinde dile gelir.

Repertuvarının bir diğer önemli bölümü, Anadolu ve Ege geleneğine ait melodilerin Rumca/Yunanca sözlerle yeniden söylenmiş hâlleridir. Zeybek tavrını taşıyan, eşkıya hikâyeleri anlatan türkülerin Rumca versiyonları, Ege’nin iki yakasındaki ortak hafızayı görünür kılar. Türkçe sözlü varyantları da olan melodiler, Roza’nın sesinde yeni bir kimliğe bürünür ama isyan ve hüzün duygusu dilden dile değişmez. “Smyrneiko Minore” gibi eserlerde, kaybedilmiş şehirlerin, geride bırakılmış evlerin gölgesi dolaşır; notalar arasında, mübadeleyle kopan hayatların sızısını duyarsın.

Roza’nın çok dilli repertuvarında “Ouzo, Hasís” gibi şarkılar da vardır. Bu parçalar, hem dönemin içki ve esrar kültürüne, hem de rembetikonun “yoldan çıkmışlık”la ilişkilendirilen imajına ışık tutar. Oysa bu şarkıları yalnızca “marjinal” unsurları yücelten eserler olarak görmek eksik olur; aynı zamanda toplumun dışladığı insanların gündelik gerçekliğinin kayda geçirilmiş hâlidirler. Roza bu dünyayı uzaktan egzotik bir bakışla değil, içerden bir tanıklıkla anlatır.

Onun hikâyesini benzersiz kılan, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarıdır. 1940’ların başında İtalya’nın saldırısı, ardından Almanya’nın Yunanistan’ı işgaliyle ülke karanlığa gömülür. Açlık, baskı, ihbar, toplu tutuklamalar ve deportasyonlar günlük hayatın parçası olur. Roza artık Atina’dadır ve Yahudi kökenli, çok tanınan bir sanatçıdır. Bu durum onu açık hedef hâline getirir. Hayatta kalabilmek için sahnede kazandığı görünürlüğü ve ilişkilerini kullanmak zorundadır.

Resmî kayıtlarda Hristiyan göründüğü sahte bir vaftiz belgesi edinir.

Resmî kayıtlarda Hristiyan göründüğü sahte bir vaftiz belgesi edinir.
www1.wdr.de

Ayrıca bir Alman subayıyla ilişki kurar; dışarıdan bakıldığında pek çok kişinin ahlaki açıdan sert şekilde yargılayabileceği bu seçim, onun için hayatta kalmak ve başkalarını koruyabilmek için açılan dar bir aralıktır. Alman karargâhında geçirilen akşamlar, kulağına çalınan konuşmalar, askeri hareketlilikle ilgili dedikodular, zamanla işgale direnenlerle paylaşılabilecek değerlere dönüşür. Evinde Yunan direnişçilerini ve İngiliz ajanlarını saklar; kimi Yahudilerin toplama kamplarına gönderilmesini önlemek için risk alır. Artık sahnedeki “diva” ile kulis arkasındaki “direnişçi” birbirinden ayrılmaz bir hâle gelmiştir.

Bu ikili hayat uzun süre gizli kalmaz. 1943’e gelindiğinde kimliği ve faaliyetleri açığa çıkar, tutuklanır ve aylarca hapiste kalır. Nihayet çeşitli girişimler sonucu serbest bırakılır, ama savaşın geri kalanını yeniden yakalanma korkusuyla, daha sessiz ve görünmez biçimde sürdürmek zorundadır. Yine de o noktaya kadar yaptığı şey, hayatını tehlikeye atarak başkaları için bir koruma kalkanı oluşturmaktır. Direnişin büyük anlatılarında adı sık geçmese de anı kitaplarında ve biyografilerde Roza, Nazi işgali sırasında cesaret göstermiş figürlerden biri olarak anılır.

Savaş sonrası yıllarda kariyerinde iniş çıkışlar olur. Rembetiko bir dönem gözden düşer, yeni tarzlar öne çıkar; Roza köy şenlikleri, küçük gece kulüpleri, sonra yeniden hatırlanacağı televizyon programları arasında gidip gelir. Eski plaklar tozlu raflardan çıkarılır, “Kanarini Mou Glyko”, “Hariklaki”, “Ime Prezakias”, “Ouzo Hasís” gibi kayıtlar yeni kuşaklar tarafından keşfedilir. Onu bir kez daha sahneye çağırırlar; yaşı ilerlemiş, sesi eskisi kadar gür ve esnek değildir ama hâlâ benzersiz bir ifade gücü taşır.

Bugün Roza Eskenazi’yi dinlerken, sadece nostaljik bir rembetiko figürü duymayız. Aynı anda birden fazla şeye tanıklık ederiz: Osmanlı’nın çözülüşüne, mütareke İstanbul’unun parçalanmış dünyasına, göçmenlerin ve mübadillerin acısına, modernleşmenin getirdiği yeni eğlence kültürüne, faşizmin karanlığına ve buna karşı verilen küçük ama son derece cesur bireysel mücadelelere. Onun sesi, tüm bu hikâyeleri taşıyan kırılgan ama inatçı bir hatıradır.

Bazı hayatlar tek bir pasaportla, tek bir kimlikle, tek bir dille anlatılamaz. Roza Eskenazi’ninki tam da böyle bir hayattır. Pera’nın gölgeli sokaklarından Selanik’in arka avlularına, oradan Atina’nın kulüplerine, Nazi işgali altındaki gizli evlere, taş plaklardan bugünün dijital kayıtlarına uzanan, sınır tanımayan bir ses. Şarkı bittiğinde alkışlar kesilir, ışıklar söner; ama o ses, tarihin içinden bugüne sızmaya devam eder.

Meraklısı için:

Charles King, Pera Palas’ ta Gece Yarısı, (çev: Ayşen Anadol), İstanbul: Kitap Yayınları, 2019.

Twitter

LinkedIn

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
1
1
0
0
0
0
0