Popülist Liderlerin Oyun Kitabı: “Yeter Söz Milletin” Ama “Millet” Kim?
Popülizm, yalnızca bir siyasi üslup değil; çağımızın ruhunu yakalayan, kimi zaman onu yönlendiren bir strateji. “Halkın sesi” olduğunu iddia eden liderler, “millet”i nasıl tanımlıyor? Kimleri bu tanımın dışına itiyor, hangi duygularla kendine bağlıyor ve iktidarı nasıl pekiştiriyor? Bugün bu sorulara, dünyadan örneklerle yanıt arayalım.
Son yıllarda siyaset, programlardan çok hikâyelerle; fikirlerden çok duygularla konuşuyor.

“Halkın sesi olmak”, “elitlere karşı savaşmak”, “ülkenin gerçek sahipleri”ni korumak... Bu ifadeler artık yalnızca seçim sloganları değil; siyaset dilinin, ritminin ve kurumlarla ilişkimizin bir parçası. Popülizmin merkezinde ise şu iddia yatıyor: “Yeter söz milletin.” Ama asıl mesele şu — o millet kim?
Popülizmi diğer siyaset tarzlarından ayıran şey, siyaseti bir çıkar çatışması değil, bir ahlak mücadelesi olarak anlatmasıdır. Popülist lider, kendisini “ahlâken saf halkın tek gerçek temsilcisi” olarak konumlandırır; karşısındakileri ise “yozlaşmış elitler” diye tanımlar. Burada “halk” zaten var olan bir topluluk değil, liderin diliyle inşa edilen bir kimliktir. “Biz” dediği anda bir “onlar” da belirir: medya, muhalefet, akademi, göçmenler ya da dış güçler. Böylece siyaset bir tercihler alanı olmaktan çıkar, ahlaki bir sınav hâline gelir.
Peki bu anlatı neden tam da bugün bu kadar güçlü?
Küreselleşme, şehirleşme ve dijitalleşme yalnızca ekonomiyi değil, gündelik hayatın temposunu da değiştirdi. Bu dönüşümden kendini dışarıda hisseden kesimler, “bizim bildiğimiz düzen elden gidiyor” duygusuna kapıldı. Popülist söylem bu kırgınlığı sahiplendi, ona net bir hikâye verdi: “Yeter söz milletin” denildiğinde, aslında kaybolan bir bütünlüğü yeniden kurma vaadi işitiliyor.
Ekonomik tablo da bu duyguyu pekiştiriyor. 2008 krizi, pandemi ve ardından gelen enflasyon dalgaları sadece gelirleri değil, güven duygusunu da sarstı. Orta sınıf güvencesizleşti; “sistem çalışıyor ama bizim için değil” algısı yaygınlaştı. Popülist lider bu noktada devreye giriyor: karmaşık sorunlara teknik çözümler değil, onur, görünürlük ve adalet vaat ediyor. Halkın gözünde “düzene çomak sokan” kişi, sistemi gerçekten anlayan kişi hâline geliyor.
Bir başka faktör ise dijital çağın siyaset dili. Sosyal medya algoritmaları kısa, duygusal ve kutuplaştırıcı mesajları ödüllendiriyor. Nüanslı analizlerin değil, keskin cümlelerin çağı bu. Popülist liderler bu ortamda ustalaşmış durumda: gündemi onlar belirliyor, tartışmayı onlar çerçeveliyor. Dahası, partilere ve medyaya güven azaldıkça “düzeni tamir etmektense sarsmak” fikri daha cezbedici geliyor. Demokrasi sabırsızlığa yenik düşüyor; güçlü lider, hız ve kesinlik vaat ettiği ölçüde değer kazanıyor.
Bu “oyun kitabı” farklı ülkelerde farklı biçimlerde oynansa da, temel hamleler benzerdir.

Lider önce “halkın tek sesi” olduğunu ilan eder. Bu iddia muhalefeti “millet iradesine karşı duran azınlık” konumuna iter. Ardından ülkenin her meselesi —ekonomi, göç, güvenlik, eğitim, aile— birer kriz olarak sunulur. “Varoluşsal tehdit” hissi, karmaşık sorunları basitleştirir. Aynı anda iç ve dış “düşmanlar” belirir: içeride medya ve bürokrasi, dışarıda Brüksel, Washington ya da “küresel elitler.” Kurumlarla yaşanan sürtüşmeler “vesayetle mücadele” diye anlatılır. Yargı ve parlamento gibi fren–denge mekanizmaları “ayak bağı”na indirgenir. Siyaset akılla değil, duyguyla yapılır; “biz”in değerleri yüceltilirken “onlar”ın görüşleri gayrimeşrulaştırılır. Bu atmosferde bilgi değil, aidiyet öne çıkar.
Bu tabloyu somutlaştırmak için birkaç örnek:
ABD’de Donald Trump, “bataklığı kurutacağız” sloganıyla Washington’daki düzeni hedef aldı; medyayı “halk düşmanı” ilan etti. Brezilya’da Jair Bolsonaro, suç ve ahlak temalarını merkeze alarak toplumu ikiye böldü. Hindistan’da Narendra Modi, millî gurur ve kalkınma söylemini çoğunlukçu bir halk tanımıyla birleştirdi. Macaristan’da Viktor Orbán, “Brüksel ve liberal elitler”e karşı ulusal egemenliği yücelterek devletin yapısını dönüştürdü. Arjantin’de Javier Milei, “siyasi kastı dağıtma” iddiasıyla öfkeyi radikal bir değişim vaadine dönüştürdü. Farklı tarihsel bağlamlara rağmen hepsinde aynı cümle yankılanıyor: “Yeter söz milletin” ama o milletin kim olduğuna lider karar veriyor.
Popülizmle demokrasinin ilişkisi düz bir denklem değil; gerilimli bir ortaklık. Riskler açık: kurumların zayıflaması, yargı ve medya bağımsızlığının erimesi, kutuplaşmanın kalıcılaşması… Ama popülizm bütünüyle karanlık bir olgu da değil. Görmezden gelinen temsil açıklarını, bölgesel eşitsizlikleri, adalet talebini siyaset sahnesine taşır. Rahatsız edici de olsa, toplumsal kör noktaları görünür kılar. Kısacası, “sistemin neyi duymadığını” bize hatırlatır.
Peki ne yapılmalı?

Her “halkçı” vurguyu popülizm sanmak kolaycılıktır. Esas fark, “tek meşru temsil” iddiasındadır. Bilgiyle duyguyu ayırmayı öğrenmek, sosyal medyadaki yankı odalarına direnmek demokrasinin en temel savunusudur. Kurumların yavaşlığı bir kusur değil, keyfî güce karşı sigortadır. “Biz” ve “onlar” dengesine saplanmadan, çoğul bir dil kurmak gerekir. Çünkü siyaset sadece liderlerden ibaret değildir; yerel meclislerden sivil topluma kadar uzanan her alan “millet”in gerçek sesidir.
Son söz şu olabilir: “Yeter söz milletin” kulağa demokratik bir vaat gibi gelir; öyledir de. Ama asıl mesele, o milletin kimlerden oluştuğuna kimin karar verdiğidir. Popülizmi anlamak, işte bu sorunun cevabını kimin, nasıl ve hangi dille verdiğini görmektir. Bu mercekle baktığımızda, yalnızca liderleri değil, onların arkasındaki duygusal enerjiyi ve kırılgan kurumları da daha berrak görürüz.
Meraklısına:
Dinçşahin, Şakir. “Populism of Religious Conservative Parties In Turkey: A Psychoanalytical Approach.” Eklektik Sosyal Bilimler Dergisi, 1(1), 2023.
Dinçşahin, Şakir. “A Symptomatic Analysis of the Justice and Development Party’s Populism in Turkey, 2007–2010.” Government and Opposition, 47(4), 2012.
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!