onedio
article/comments
article/share
Haberler
Post-Dijital Çağın Pedagojisi: Gelecek Okuryazarlığına Doğru Bir Manifesto

etiket Post-Dijital Çağın Pedagojisi: Gelecek Okuryazarlığına Doğru Bir Manifesto

İçinde bulunduğumuz zaman dilimine teknik ve takvimsel olarak baktığımızda, yapraklar 2001’den bu yana 21. yüzyılı işaret ediyor elbette; ancak zihin dünyamız, pedagojik söylemlerimiz ve kurumsal eğitim paradigmalarımız, bu yüzyılın henüz ilk çeyreğinde tanımlanmış olan bir kavramsal çerçevenin –“21. Yüzyıl Becerileri”nin– gölgesinde, adeta bir tarihsel zaman gecikmesiyle yol almaya devam ediyor. Peki, insanlık tarihinin belki de en sancılı, en hızlı ve en radikal dönüşümlerinden birinin ortasında, yüzyılın dörtte birini geride bırakmışken, hâlâ aynı terminolojik sınırlar içinde düşünmek ve konuşmak, bizi geleceğin o belirsiz ve muazzam ufkuna hazırlamaya gerçekten yetiyor mu? Yoksa bu kavram, dijital devrimin ilk şafağındaki o naif heyecanla kaleme alınmış, içeriği değerli olsa da artık bağlamı çoktan aşılmış, bu yüzden de “dünün dili” haline gelmiş, tarihsel bir belge niteliğinde mi?

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Eğitim kurumları, iş dünyasının stratejistleri ve gelecek tasarımcıları, on yıllardır bu beceriler dizisini –eleştirel düşünme, iş birliği, iletişim, yaratıcılık– konuşuyor ve kuşkusuz bu nitelikler insan potansiyelinin zamansız değerleri olarak önemini koruyor.

Eğitim kurumları, iş dünyasının stratejistleri ve gelecek tasarımcıları, on yıllardır bu beceriler dizisini –eleştirel düşünme, iş birliği, iletişim, yaratıcılık– konuşuyor ve kuşkusuz bu nitelikler insan potansiyelinin zamansız değerleri olarak önemini koruyor.

Ancak esas sorun, bu becerilerin tanımlandığı dünyanın, tanımlananın ötesine geçerek kökten bir şekilde dönüşmüş olmasında yatıyor; artık sadece “dijital çağda” değil, onun da ötesinde, “post-dijital” denebilecek, teknolojinin artık soluduğumuz hava kadar görünmez, deniz kadar kuşatıcı ve yerçekimi kadar kaçınılmaz olduğu yepyeni bir varoluşsal evredeyiz. Burada mesele, bir yazılım arayüzüne hükmetmek ya da bir veri tabanını sorgulamak değil; mesele, yapay zekânın yarattığı etik pusulada kaybolmadan yön bulabilmek, algoritmaların görünmez duvarları arasında özgür iradenin koridorlarını inşa edebilmek ve dijital araçların bizi dönüştürdüğü kadar, bizim de onları insanlığın asil amaçları doğrultusunda nasıl dönüştüreceğimizin bilgeliğine sahip olabilmektir.

İşte tam da bu epistemolojik kırılma noktasında, daha ileri, daha kuşatıcı ve daha cesur bir düşünsel ve pedagojik çerçeveye olan acil ihtiyacımız, bizi üç yeni ufka, üç yeni kavramsal kıtaya davet ediyor: Gelecek Okuryazarlığı, Post-Dijital Çağ Yetkinlikleri ve VUKA Dünyası Becerileri. Bu üçlü çerçeve, artık bir lüks ya da entelektüel bir merak değil, içinde yaşamaya mahkum olduğumuz gerçekliği anlamlandırabilmek ve ona yön verebilmek için temel bir var olma grameri, bir nevi modern hayatın dilbilgisi haline geliyor.

Öncelikle VUKA’nın soğuk ve çarpıcı gerçekliğiyle yüzleşmeliyiz: Volatility (Oynaklık/Değişkenlik), Uncertainty (Belirsizlik), Complexity (Karmaşıklık), Ambiguity (Muğlaklık/Anlam Belirsizliği). Bu dört sözcük, yalnızca bir yönetim teorisi jargonu değil, içinde yüzdüğümüz, nefes aldığımız ve kararlar aldığımız dünyanın yeni fiziksel yasaları, çağımızın temel ontolojik koşullarıdır. Her şey, öngörülebilir bir ivmeden ziyade, kaotik bir oynaklıkla saniyeler içinde şekil değiştiriyor; hiçbir şey artık kesin değil, her öngörü bir varsayım, her plan bir spekülasyon halini alıyor; en basit görünen olaylar bile, görünmez bağlantılar ve geri besleme döngüleriyle örülmüş akıl almaz bir karmaşıklık ağına dönüşüyor ve nihayet, karşımıza çıkan her durum, tek ve net bir doğru cevabın olmadığı, çok katmanlı ve muğlak bir anlamlar yumağı olarak beliriyor. Eski dünyanın o lineer, tahmin edilebilir, “sorun-cevap” düzeni, tarihin tozlu raflarındaki yerini çoktan aldı; VUKA, yalnızca yeni normalimiz değil, aynı zamanda yeni doğamız, yeni gerçekliğimizdir. Bu dünyada başarı, hazır cevapları hıfzetmekle değil, doğru, güçlü ve yapıcı soruları ısrarla sorabilmekle, belirsizliğin sisli ortasında paniğe kapılmadan, dingin bir merakla durabilmenin dayanıklılığıyla ve muğlaklığın içinde bile etik bir pusula ile yol almanın ahlaki kararlılığıyla mümkün olacaktır.

Peki, bu VUKA denizinin azgın dalgalarında sağlam bir gemiyle yol almak, pusulasız bir kayığa mahkum olmamak için hangi donanıma ihtiyacımız var?

Peki, bu VUKA denizinin azgın dalgalarında sağlam bir gemiyle yol almak, pusulasız bir kayığa mahkum olmamak için hangi donanıma ihtiyacımız var?

Cevap, Post-Dijital Çağ Yetkinliklerinde saklı. Dijital olan, artık ayrı bir “beceri” alanı, öğrenilmesi gereken bir dış araçlar seti olmaktan çıkıp, var oluşumuzun arka plan rutini, zihnimizin uzantısı, bedenimizin yeni organı haline geldi. Şimdi asıl mesele, bu dijital dokuyu, insanlığın kadim değerleriyle, derin yaratıcılıkla, felsefi sorgulamayla ve estetik duyarlılıkla nasıl harmanlayacağımız, onu nasıl anlamlı kılacağımızdır. Post-dijital yetkinlik, teknolojiyi kullanmanın çok ötesinde, onunla bir sinerji, bir diyalog, hatta bir aşkınlık ilişkisi kurmayı; onu, insanlığın hizmetinde bilge, şefkatli ve etik bir ortak, yaratıcılığın hizmetkarı haline getirmeyi gerektiriyor. Bu, yapay zekâdan bir resim yaptırmak değil, yapay zekânın sanat anlayışının sınırlarını ve önyargılarını felsefi bir titizlikle sorgulamaktır; bu, daha fazla veri toplayıp istatistik üretmek değil, verinin soğuk sayılarının ardındaki insan sıcaklığını, acıyı, umudu görebilmek ve ona dokunabilmektir.

Nihayet, tüm bu katmanların üzerine inşa edilmesi gereken en üst, en nihai ve en insani katman ise Gelecek Okuryazarlığıdır. UNESCO’nun da üzerinde çalıştığı bu derin ve kapsamlı kavram, geleceği pasif bir şekilde “tahmin etme” ya da “bekleme” eyleminden kökten kopararak, onu aktif, yaratıcı ve sorumlu bir şekilde “hayal etme”, “tasarımlama”, “kurgulama” ve nihayet “inşa etme” kapasitesi ve cesareti olarak tanımlar. Gelecek okuryazarı bir birey, trend raporlarını ezberlemez; onları eleştirel bir gözle yorumlar, çoklu ve alternatif senaryolar kurar, bu senaryoların etik ve ekolojik sonuçlarını tartar ve nihayet, arzu edilen, daha adil, daha güzel ve daha sürdürülebilir bir gelecek için, bugünden, şu andan, somut sorumluluk alır. Bu, sıradan bir beceri setinden ziyade köklü bir zihniyet dönüşümü, bir var olma biçimi, geleceği korkulacak bir bilinmezlik değil, birlikte şekillendirebileceğimiz bir hamur, üzerine sevgiyle eğilebileceğimiz bir sanat eseri olarak görmenin bilgeliğidir.

Öyleyse, eğitim camiasının kıymetli aktörleri, kurumların vizyoner liderleri ve çocuklarının ufkunu gerçekten önemseyen ebeveynler olarak kendimize dönüp cesurca sormalıyız: Çocuklarımıza, yalnızca mevcut sistemin içinde uyum sağlayacak, testleri geçecek, var olan mesleklere hazırlanacak dar becerileri mi öğretiyoruz; yoksa onları, henüz yazılmamış olan senaryoları yazacak, henüz kurulmamış olan şehirleri kuracak, henüz adı konmamış sorunlara çözümler üretecek, kısacası henüz var olmayan bir dünyanın mimarları olacak geleceğin okuryazarları olarak mı yetiştiriyoruz? Onlara verdiğimiz, imzalayıp teslim ettiğimiz o karneler, yalnızca geçmiş performansın kuru ve statik bir kaydı, bir arşiv belgesi mi; yoksa içinde “sistem düşüncesi”, “belirsizlikle yapıcı başa çıkma”, “etik algoritmik duyarlılık”, “yaratıcı inşa” ve “öngörülü sorumluluk” gibi başlıkların altında, bir insanın geleceğe dönük potansiyelini işaret eden, dinamik ve yaşayan bir yol haritası, bir gelecek pusulası mı?

İçinden geçtiğimiz çağ, “21. Yüzyıl Becerileri”nin rahat ve nostaljik sınırlarından sıyrılıp, Gelecek Okuryazarlığı’nın o uçsuz bucaksız, sorumlu ve cesur ufkuna doğru yelken açmanın, zihinsel bir göçün tam zamanıdır. Zira gelecek, sadece kaçınılmaz bir şekilde gelmekle kalmaz; onu derinlemesine okuyabilene, onun dilini anlayabilene, onunla diyaloğa girebilene ve onu en güzel, en insani biçimde yazma iradesini gösterebilene, en kıymetli sayfalarını, en parlak olasılıklarını cömertçe sunarak, samimi bir tebessümle gülümser. Bu yazı, bir vedadan ziyade bir uyanış çağrısı, dünün dilinde ısrar edenler için bir ağıt değil, yarının okuryazarlarını yetiştirmek isteyen herkes için, geleceğin şafağında yazılmış davetiyenin ta kendisidir. Ve bu davete icabet etmek, artık bir tercihten öte, insan olmanın, bu gezegende bilinçli bir iz bırakmanın en temel, en asli sorumluluğudur.

Zira insanlığın en büyük trajedisi, geleceği okuyamamak değil, onu yazma iradesini kaybetmiş olmaktır.

Instagram

X

LinkedIn

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda chevron-right-grey
Reklam