Rena Taghiyeva ile Işığın Sezgisel Dokunuşu Üzerine
Tetiana Shendryk, Işığın Sezgisel Katmanları, Azerbaycan Rüzgârlarında Bir Felsefe
“Benim için sanat, içimizdeki hisleri göstermenin bir yolu, duygularla gerçeklik arasında bir köprü. Resimlerimde ister manzaralar ister natürmortlar, ister portreler olsun, insan duygularını ve deneyimlerini yansıtan imgeler aktarmaya odaklanıyorum. Son zamanlarda kadın portrelerini inceliyor, onların içsel güçlerini, hassasiyetlerini ve duygularının karmaşıklığını yakalıyorum. Her resim, izleyiciyi düşünmeye, diyaloğa girmeye ve çalışmalarımda kişisel bir şeyler keşfetmeye davet ediyor.”
Sanatın, duygularla ışık arasında görünmez köprüler kurduğu bir dünyanın kapısından içeri adım atıyoruz…

İstanbul’un tarihi dokusunda yeniden hayat bulan Fişekhane’de, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına adanmış uluslararası bir sanat buluşmasının tam ortasında, ışığın sezgisel dokunuşlarını eserlerinde somutlaştıran bir isimle yüz yüzeydik. Rusya’nın sisli atmosferinden Azerbaycan’ın renkli kültürüne uzanan yolculuğunu tuvaline işleyen ressam Rena Taghiyeva… O, sanatın yalnızca görmek değil, hissetmek, hatta iyileşmek olduğunu hatırlatan bir ruh. Renklerin insan kalbine değdiğine, sanatın iyilik ve ışık taşıdığına inanan bir sanatçı...
Bu röportajda Rusya’nın son yıllardaki öne çıkan ressamlarından Rena Taghiyeva ile MBA Okullarının Fişekhane’de yaptığı Cumhuriyet Yüzyılı Sanat Çalıştayında buluştuk. Rena Taghiyeva, üçüncü kuşaktan bir Rus sanatçı. Sanatım, atalarımdan miras kalan bilgeliğin ve geleneğin sessiz yankılarıyla beslenir. Her fırça darbesinde geçmişin izleriyle bugünün ruhunu buluşturur, yeni ufuklara açılan bir köprü kurarım.
Benim için sanat, ışığı ve pozitifliği dünyaya taşımanın bir yoludur. Her eser, izleyicide içsel bir huzur ve uyanış duygusu yaratma arzusunun yansımasıdır. Sanatçının dünyaya karşı bir sorumluluğu olduğuna inanıyorum — çünkü sanat, paylaşıldığında güzelliğe dönüşür.
Birlikte Üretmenin Estetiği

Cumhuriyetin en derin öğretisi, “biz” olabilme cesaretidir. Bu çalıştay, o cesaretin sanat alanındaki en zarif yansımasıdır. Bir araya gelmek, üretmek, paylaşmak… Farklı dillerin, farklı inançların, farklı renklerin aynı potada buluştuğu bir alan. Sanat, burada bir ifade biçiminden öte, bir dayanışma biçimiydi. Her ressamın elinde bir fırça değil, bir inanç vardı: İnsanın kendini özgürce ifade edebilme inancı.
Öğrenciler, ustalarının yanında yalnızca resim yapmadı; birlikte üretmenin, birlikte düşünmenin coşkusunu yaşadı. Her fırça darbesi, bir paylaşım anına dönüştü. Kimi birinin elinden boyayı aldı, kimi diğeriyle aynı çizgide yürüdü. Renkler, insanları birleştirdi.
Cumhuriyet Yüzyılı Sanat Çalıştayı, bir kutlama değil, bir hatırlayıştı: Sanat, bir milletin aynasıdır. O aynada, geçmişin gölgesiyle geleceğin ışığı birlikte görünür.
Bu kitap, o aynadan yansıyan yüzleri taşır: ustaları, çırakları, öğrencileri, öğretmenleri. Hepsi bir tablo gibi, bir araya geldiklerinde büyük bir bütünü oluşturur: Cumhuriyet’in sanatsal hafızasını. Bir milletin hikâyesi bazen bir marşla, bazen bir devrimle, bazen de sessiz bir fırça darbesiyle yeniden yazılır. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken, biz kelimeleri değil, renkleri konuşturduk. Çünkü bazı idealler vardır ki, anlatılmaz; yaşanır.
Cumhuriyet Yüzyılı Uluslararası Sanat Çalıştayı, bu yaşanmışlığın, bu yeniden doğuşun adıdır. Bir ülkenin sadece tarihini değil, geleceğini de sanat aracılığıyla şekillendirme iradesinin ifadesidir. Altı gün süren o büyük buluşmada, dünyanın farklı köşelerinden gelen sanatçılar, aynı ışığın altında birleşti: Cumhuriyet’in ışığı.
Tuval, yalnızca bir yüzey değildi orada. Bir ülkenin belleği, bir kuşağın hayalleri, bir öğrencinin ilk heyecanı aynı kumaşta buluştu. Her ressam, bir hikâyeyi getirdi: Kimi Hindistan’dan sabrın rengini, kimi Moldova’dan bir sessizliğin tonunu, kimi Türkiye’den göğün mavi kararlılığını. Ve bütün bu renkler, aynı amaca hizmet etti: Cumhuriyet’in insana kazandırdığı onuru anlatmak. 29 Ekim sabahı geldiğinde, o onur renklerle can buldu. Renkler, Cumhuriyet’in ilk günlerinden bugüne uzanan görünmez bir köprüyü yeniden kurdu. Her tuval, geçmişle gelecek arasında sessiz bir antlaşma gibiydi.
Röportajı Fişekhane’de Yaptık

Fişekhane... İstanbul'un, kültür mekanlarından biri. Bir zamanlar endüstri, şimdi sanat, kültür ve yaşam… Tarihi dokusu ile sanatın her dalına dokunan Fişekhane, etkinlik programları ile Büyükyalı içerisinde bulunuyor.1840'larda kurulmuş ve 'Fabrika-i Hümayun' olarak adlandırılmış yapı topluluğu içinde yer alır. Makine fabrikası, silah fabrikası ve devlete bağlı zırhlı araç bakım yeri olarak işlev görmüş olan tesislerin içindeki tescilli yapılar 2020 yılında tamamlan bir restorasyon projesi sonucunda kültür-sanat ve eğlence mekanına dönüştürülmüştür. Bu yapı topluluğu içindeki fişekhane, 1881 yılında inşa edilmiştir; restorasyon süreci sonunda loft, pazar yeri, ticari mekanlar, restoran ve kafelerin yer aldığı bir mekan olarak kullanılmaktadır.
Rena Taghiyeva Kimdir?

Rusya'nın Saint Petersburg sislerinde 1983'te filizlenen bir ruh, Rena Taghiyeva; Azim Azimzade'nin renkli koridorlarından Azerbaycan Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin derinliklerine uzanan bir yol, tuval ve grafikte iç dünyanın felsefi yansımalarını resmeden bir sanatçı. 2000'den beri Sanatçılar Birliği'nin coşkulu sesi olan o – mekânı kırılmış bir iç algıyla entegre eden, karışık tekniklerin özgür nefesinde inancın ışığını yayan bir şair. Yağlı boya darbeleriyle duygusal halleri, tekstil katmanlarıyla sevgiyi dokuyan Taghiyeva, uluslararası sempozyumlarda Azerbaycan'ı temsil eden, özel koleksiyonlarda yankılanan bir köprü. Bu röportajda, coğrafi geçişlerin sezgisel izinden renklerin iyileştirici gücüne, inancın sessiz kesinliğinden dünyanın inanma çağrısına uzanan bir diyalogda, ışığın katmanlı fısıltısını duyacağız. Hoş geldiniz, iyiliğin metafizik tuvaline.
Saint Petersburg'da doğup Azerbaycan'da uzun yıllar eğitim aldınız. Bu coğrafi ve kültürel geçiş, sanatsal yolculuğunuzu nasıl şekillendirdi?

Saint Petersburg'un sisli, felsefi havası çocukluğuma bir melankoli kattı, ama Azerbaycan'a taşınmakla Azim Azimzade Sanat Koleji'nde (1988-2002) renklerin ve motiflerin coşkusunu keşfettim – o yıllardayken, Doğu'nun içsel derinliğiyle Batı'nın soyut sezgisini harmanladım. Azerbaycan Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki lisans (2002-2006) ve yüksek lisans (2009) yıllarım, beni özgür tekniklere açtı; 2000'den beri Sanatçılar Birliği üyeliğimle, bu geçişi eserlerime yansıttım. Şekillendirdi, çünkü mekânı iç algımla kırıyorum – Petersburg'un gri gölgelerinden Bakü'nün sıcak ışıklarına, tuvallarımda bir köprü kurdum; kültürel katmanlar, duygusal hallerimi zenginleştirdi.
Eserlerinizde temalar iç dünyanızdan ve çevresel olaylardan besleniyor. Mekânı sadece arka plan olarak değil, kırılmış bir unsur olarak nasıl entegre ediyorsunuz?

Temalar, iç dünyamın felsefi yansımalarıyla hayatın dönemsel dalgalanmalarından doğuyor – bazen yalnızlığın duygusal hali, bazen çevrenin kaosunda bir sığınak arayışı. Mekân, benim için pasif bir fon değil; iç algımla kırılıp katılan bir oyuncu – 'Işığın Kırıkları' serimde, odaların duvarlarını soyut lekelerle parçalayarak, izleyiciyi o kırılganlığın içine çekiyorum. Entegre etmek, sezgisel bir yanıt: Yağlı boya darbeleriyle mekânı somutlaştırıp, akrilikle metafizik bir boşluğa dönüştürüyorum; Azerbaycan sergilerimde, bu yaklaşım kültürel hafızayı uyandırıyor, iç dünyayı dışa açıyor.
Yağlı boya, akrilik, mürekkep, tekstil gibi çeşitli malzemelerle karışık teknikler kullanıyorsunuz. Bu çeşitliliği seçmenizin nedeni nedir ve heykel çalışmalarınız nasıl devreye giriyor?

Çeşitlilik, kendimi sınırlamama arzumdan – o anda ifade edilmek isteyen şeye kulak veriyorum; yağlı boya derinlik verir, akrilik hız, mürekkep ve tekstil dokusal bir hikâye anlatır, grafik ise özgür bir nefes. Karışık teknikler, sezgiyi zamana uyarlıyor; örneğin, uluslararası sempozyumlarda tekstil katmanlarını mürekkeple birleştirerek, duygusal halleri somutlaştırıyorum. Heykel, nadir ama güçlü bir devre – 'Duygusal Formlar'da, kil ve tekstille üç boyutlu bir kırılma yarattım; devreye giriyor, çünkü tuvalin ötesinde mekânı dokunulur kılıyor, inancımın ışığını elle tutulur hale getiriyor.
İlham kaynağınız olarak inancı belirtiyorsunuz – dini değil, iyilik ve ışığın varlığına dair bir kesinlik. Bu inanç, çalışmalarınızı nasıl yönlendiriyor?

İnanç, eserlerimin sessiz pusulası – karanlık anlarda bile ışığın ve iyiliğin varlığına dair o kesinlik, felsefi yansımalarımı besliyor; Saint Petersburg'un uzun gecelerinden Azerbaycan'ın güneşli günlerine, her tuvalde bir umut lekesi bırakıyor. Yönlendiriyor, çünkü sezgiyi sadakatle dengeliyor – 'Umut Işıkları'nda, renkleri iyileştirici bir enerjiye dönüştürdüm, izleyiciye o kesinliği fısıldadım. İnanç, sınırlamaz; özgürleştirir – duygusal hallerimi sıcaklıkla sarar, grafiklerimi sevgiyle doldurur; uluslararası koleksiyonlarda yankılanan mesajım, bu inancın evrensel bir çağrısı.
Eserlerinizde renklerin iyileştirme ve arındırma gücüne inanıyorsunuz. İzleyiciye vermek istediğiniz mesaj nedir ve bu, çalışmalarınızın sıcaklık, sevgi ve ışık taşımasını nasıl sağlıyor?

Mesajım basit: Dünyaya benim kadar derinden inanmak – renkler, bu mesajın taşıyıcısı; kırmızı arındırır, mavi iyileştirir, altın ışık saçar. Sıcaklık, sevgi ve ışık taşımak için, karışık tekniklerle katmanlı bir enerji yaratıyorum – tekstil dokularıyla sevgiyi dokuyorum, mürekkep lekeleriyle ışığı sıçratıyorum. İzleyiciye, o inancı aşılamak istiyorum; Azerbaycan'daki sergilerimde, bir portreye bakanın gözlerinde umut kıvılcımı görmek, en büyük ödül. Renk, gücünü bende buluyor – inancımın yansıması, dünyayı saran bir kucak.
İyiliğin Sonsuz Lekesi

Rena Taghiyeva'yla geçen bu sohbet, bir tuvalin katmanları gibiydi: Saint Petersburg'un melankolisinden Azerbaycan'ın coşkusuna, mekânın kırılmış iç algısından karışık tekniklerin özgürlüğüne; inancın pusulasından renklerin şifalı enerjisine uzanan bir akış. Felsefi yansımaların sıcak kucaklığında, duygusal hallerin ışıklı yankısında bu diyalog, bize şunu fısıldadı: Sanat, sınırlamaz; inanmayı çağırır – sezgiyle sadakati, sevgiyi iyilikle harmanlar. Gelecekteki sergiler, sempozyumlarla bu lekeleri çoğaltacak – Bakü'nün rüzgârlarından global koleksiyonlara, umudun evrensel bir dansı. Belki de en derin yankı, Taghiyeva'nın sessiz bir sorusu: Siz de o renkte dünyanın ışığını gördünüz mü bugün? Teşekkürler Rena Taghiyeva; ışığın sezgisel katmanlarında, ruhumuza bir inanç lekesi bıraktığın için...
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

