‘Ruh, Zihin, Beden’ Bütünlüğünün Eğitime Katkıları
Sürdürülebilir Eğitim Zirvesi, 2025
Başından beri takip ettiğimiz Türkiye’nin önde gelen eğitim habitatlarından Sürdürülebilir Eğitim Sempozyumunun da ana teması “Bütünsellik: Ruh – Zihin – Beden” olunca bu konu üzerine bir şeyler yazmak, sorular sormak, cevaplar almak istedik. SES 2025 zirvesinin katılımcılarından Uğur Batı ile konuştuk. Birçok soru sorduk. Birçok cevap aldık.
Zirvenin bu seneki teması “Bütünsellik” olarak açıklandı.

Bütünsellik, yeni bir felsefe gibi görünmesine rağmen evrenin yasası gibi ve milyonlarca yıldır bizimledir. Bütünsellik, evrene ve doğaya ve insana yeni bir bakışla yaklaşıyor, kendi başına bir dünya olduğunu sanan insanlığın önüne de “birliktelik” kültürünü koyuyor. İnsan beyni, tüm evrenle zihinsel, fiziksel, duyusal bir bağlantıya sahip. O, kainatın bir parçası gibi, bir ağacın ve yaprağın ve her şeyin…
Eğitimin, insanın ve toplumun geleceğine dair en güçlü fikirlerin buluştuğu ve İyi Bir Eğitim Platformu tarafından düzenlenen sempozyumda akademiden sanata, psikolojiden spora, ilham verici isimler var. 11-12-13 Kasım, Antalya – Granada Luxury Belek’te yapılacak sempozyumda Oylum Talu’nun moderatörlüğünde; Ümit Kalko, Prof. Dr. İrfan Erdoğan, Güven İslamoğlu, Prof. Dr. Kemal Sayar, Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak, Şermin Yaşar, Tamer Levent ve Murat Murathanoğlu, üç gün boyunca bilgi, sanat ve ilhamı aynı sahnede olacak, eğitimde, kültürde ve insan gelişiminde bütünsel bakış açısını ele alacak.
Sürdürülebilir Eğitim için Bağlantısallık: Yaşamdaşlık ve Birlikte Öğrenme

Bağlantısallık, sürdürülebilir eğitimin temel taşlarından biri olarak, bireylerin yalnızca kendi iç dünyalarıyla değil, aynı zamanda çevreleri, doğa ve evrenle olan ilişkilerini güçlendirmeyi hedefler. Bu kavram, insanın evrendeki her şeyle bir ağ gibi bağlı olduğunu kabul eder ve eğitimi, bu bağlantıyı anlamaya ve yaşamaya yönelik bir süreç olarak yeniden tanımlar. Bağlantısallık, bireylerin birlikte öğrenme ve yaşamdaşlık yoluyla kendilerini ve toplumu geliştirmelerine olanak tanır; böylece, öğrenme sadece bireysel bir eylem olmaktan çıkıp kolektif bir deneyime dönüşür.
Eğitimde bağlantısallık, bireylerin doğayla, diğer insanlarla ve hatta kendi içsel benlikleriyle sürekli bir iletişim ve etkileşim içinde olmalarını teşvik eder. Geleneksel eğitim modelleri genellikle bireysel başarıya odaklanırken, bağlantısallık anlayışı, öğrenmeyi bir topluluk deneyimi olarak ele alır ve birlikte öğrenmenin gücünü vurgular. Bu yaklaşım, öğrencilerin empati, iş birliği ve karşılıklı saygı gibi değerleri içselleştirmesini sağlayarak, sürdürülebilir bir toplumun temelini oluşturur. Yaşamdaşlık, bireylerin birbirine ve çevreye karşı sorumluluk hissetmesini destekler, böylece eğitim, yalnızca bilgi aktarımı değil, aynı zamanda bir arada yaşama sanatı haline gelir.
Sürdürülebilir eğitim, bağlantısallık ilkesini benimseyerek, bireyleri evrenin bir parçası olarak görmeye ve bu bütünlük içinde anlam bulmaya yönlendirir. Bağlantıda kalmak, bireyin kendini izole bir varlık olarak değil, bir ağın parçası olarak algılamasını sağlar. Bu perspektif, eğitimin bireyleri doğayla uyumlu, birbirine destek olan ve ortak bir bilinçle hareket eden bireyler olarak yetiştirmesini mümkün kılar. Bağlantısallık, birlikte öğrenme ve yaşamdaşlık kültürünü güçlendirerek, sürdürülebilir bir geleceğin kapılarını aralar ve eğitimi, birey ile evren arasındaki köprü olarak yeniden tanımlar. Şimdi sorulara ve cevaplara geçelim.
1. Sürdürülebilir Eğitim Zirvesi (SES)’te bu sene ana tema 'Sürdürülebilir Eğitim İçin Bütünsellik: Ruh Zihin Beden.' Bu birliktelik içinde görüşünüz ne?

Sürdürülebilir eğitimde bütüncül bir yaklaşım, yani ruh, zihin ve bedenin uyumunu yakalamak, bana göre evrenin temel ritmiyle örtüşen bir vizyon. Nörobilim perspektifinden bakarsak, beyin bu üçlüyü ayrı ayrı değil, bir orkestra gibi yönetir; ruhsal derinlik olmadan zihin yorulur, bedensel hareket olmadan ruh susar, zihinsel netlik olmadan beden dağılır. SES'in bu teması, eğitimi salt bilgi yükleme olmaktan çıkarıp, bireyi bütüncül bir varlık olarak yeniden tanımlıyor. Benim deneyimimde, yıllarca verdiğim eğitimlerde gördüm ki, bir çocuğun ya da yetişkinin en derin öğrenmesi, bu üçlünün dans ettiği anlarda gerçekleşiyor – mesela bir doğa yürüyüşünde (beden), felsefi bir sohbetle (ruh) ve problem çözmeyle (zihin) birleştiğinde.
Bu birliktelik, sürdürülebilirliği sadece çevresel değil, insani bir boyuta taşır. Eğer ruhu ihmal edersek, zihin tükenir; bedeni unutursak, ruh yaralanır. Önerim, eğitim programlarında mindfulness egzersizlerini beden hareketleriyle, felsefi tartışmaları beyin temelli oyunlarla entegre etmek. Kendi hayatımda, kitap yazarken bu dengeyi kurduğumda – yürüyüşle fikirleri sindirerek, meditasyonla ruhu dinleyerek – eserlerim daha kalıcı oldu. SES gibi platformlar, bu bütünlüğü teşvik ederek, geleceğin eğitimcilerini dönüştürüyor; sonuçta, sürdürülebilir bir dünya, bütüncül bireylerden doğar.
2. BÜTÜNSELLİK” yeni bir felsefe gibi görünmesine rağmen evrenin yasası gibi ve milyonlarca yıldır bizimle. BÜTÜNSELLİK, evrene ve doğaya ve insana yeni bir bakışla yaklaşıyor, kendi başına bir dünya olduğunu sanan insanlığın önüne de “birliktelik” kültürünü koyuyor. İnsan beyni, tüm evrenle zihinsel, fiziksel, duyusal bir bağlantıya sahip. O, kainatın bir parçası gibi, bir ağacın ve yaprağın ve her şeyin. Eğitimde bunu nasıl ifade ederiz?
Bütüncül bakış, evet, evrenin kadim yasası; kuantum fiziğinden nörobilime kadar her şey, bağlantıları fısıldar bize. İnsan beyni, 86 milyar nöronuyla bir galaksiyi andırır ve bu nöronlar, dış dünyayla – bir ağacın kökleri gibi – iç içedir. Eğitimde bunu ifade etmek için, soyut kavramları somut deneyimlere dönüştürmeliyiz: Bir sınıfta, çocukların bir yaprağı inceleyip onun damarlarını kendi damarlarıyla ilişkilendirmesi, ya da bir meditasyon seansında evrenin nefesini hissetmesi. Benim 'Senin Ruhun Bütün Dünyadır' kitabımda da dediğim gibi, beyin evrenin bir yansıması; ayrılık illüzyonu, modern insanın yarattığı bir perde. Bunu eğitimde, hikaye anlatımıyla aşarız – bir çocuğa, 'Sen bir yaprak mısın, yoksa orman mı?' diye sorarak.
Eğitimde bütüncülüğü ifade etmek, pasif dinlemeyi bırakıp aktif bağlantı kurmayı gerektirir. Örneğin, bir dersin sonunda öğrencilerin 'Bugün evrenle nasıl konuştum?' diye yansıma yapması, zihinsel bağlantıyı pekiştirir. Yıllarca seminerlerde gördüm: Bu yaklaşım, öğrencilerin empatiyi artırıyor, çünkü kendilerini kainatın parçası olarak gördüklerinde, yalnızlık hissi eriyor. Sonuçta, eğitim bir ayna olmalı; bireyi evrene, evreni bireye yansıtmalı ki, birliktelik kültürü kök salsın.
3. Karar alma süreçlerinde duygusal zeka ile rasyonel düşünce arasındaki dengeyi nasıl kurabiliriz, özellikle belirsiz ortamlarda?

Karar alma, beyinde bir köprü; duygusal zeka (EQ) kalbi, rasyonel düşünce (IQ) aklı temsil eder. Dengeyi kurmak, ikisini rakip değil, ortak görmekle başlar – belirsiz ortamlarda, EQ panik tuzağından korur, IQ veri karmaşasını çözer. Nörobilimde, amigdala (duygusal merkez) ile prefrontal korteks (rasyonel) arasında bir diyalog var; stres altında amigdala baskınlaşır. Benim önerim, 'duraklama ritüeli': Karar anında, derin nefesle bedeni sakinleştirip, duyguları isimlendirmek – 'Bu korku mu, heyecan mı?' diye. Yıllarca danışmanlıkta gördüm: Bu, belirsizliği fırsata çevirir.
Özellikle kaosta, dengeyi pratik araçlarla pekiştirelim: Bir karar tablosu çizmek – sol sütun duygusal artılar/eksiler, sağ sütun rasyonel veriler. Sonra, bir 'üçüncü göz' ekleyin: Bir arkadaşın görüşü. Kitabımda 'Üzgün İnsandan Özgür İnsana'da bahsettiğim gibi, özgür kararlar bu dengeden doğar. Belirsizlikte, rasyonel yalnız kalırsa buz gibi, duygusal yalnız kalırsa fırtına olur; birlikte, pusula haline gelirler. Bu dengeyi kuran bireyler, hayatı bir sanat eserine dönüştürür.
4. Postmodern dünyanın kaotik yapısında bireylerin mutluluk arayışını nasıl yeniden tanımlayabiliriz?

Postmodern kaos, mutluluğu sabit bir hedef değil, akışkan bir dans olarak yeniden tanımlar – mutluluk, 'varmak' değil, 'yolculuk' olur. Beyin, dopamin döngüleriyle mutluluğu arar, ama kaosta bu döngüler kırılır; sosyal medya gibi tetikleyiciler sahte zirveler yaratır. Yeniden tanımlamak için, mutluluğu 'içsel bütünlük' olarak görelim: Ruhun huzuru, zihnin netliği, bedenin ritmi. Benim deneyimimde, seminerlerde katılımcılara sorduğum 'Mutluluk, bir an mı yoksa bir ritim mi?' sorusu, bu kaymayı tetikliyor. Kaos, mutluluğu bireysel değil, bağlantısal kılar – başkalarıyla paylaşılan anlarda gizlidir.
Yeniden tanımlama, pratikle olur: Günlük 'kaos meditasyonu' – belirsizliği kucaklayıp, 'Bu karmaşada ne hediye var?' diye sormak. Felsefi olarak, Stoacılar gibi, mutluluğu kontrol edebildiklerimizde aramak. Postmodern dünyada, mutluluk 'az ama derin'dir; bir kahve fincanında saklı bir sohbet, ya da bir kitap satırında yankılanan ilham. Bu tanımı içselleştirenler, kaosu bir düşmana değil, öğretmene dönüştürür – sonuçta, mutluluk, kaosun içinde filizlenen bir bahçe gibidir.
5. Sosyal medya çağında markaların tüketici hafızasında kalıcı olmak için hangi davranışsal stratejilere başvurması gerektiğini söylersiniz?
Sosyal medya, hafızayı bir nehir gibi akıtıyor; kalıcılık, akıntıya karşı bir kaya olmakla gelir – davranışsal stratejiler, nöromarketing'in anahtarı. Tüketici beyni, hikaye ve duyguyla bağlanır; kuru reklamlar unutulur, paylaşılan hikayeler kalır. Strateji bir: 'Duygusal yankı' yaratmak – bir markanın, kullanıcının acısını/zaferini yansıtan içerikler üretmesi, amigdalayı tetikleyerek hafızaya kazır. Benim 'Markethink' kitabımda dediğim gibi, davranış, veri değil, empatiyle şekillenir.
İkinci strateji, 'katılımcı hafıza': Kullanıcıyı oyuna dahil etmek – UGC (kullanıcı generated content) ile markayı 'bizim' kılmak. Sosyal medyada, algoritmalar dikkat çeker ama sadakat, toplulukla kalır. Örnek: Bir kahve markasının #SabahRitüeli kampanyası, kullanıcıların hikayelerini toplayıp paylaşması. Gelecekte, AI ile kişiselleştirilmiş deneyimler artacak. Kalıcılık, zorlama değil, rezonansla gelir – markalar, hafızada bir şarkı gibi yankılanmalı.
6. Yaratıcılığın bireysel ve kolektif düzeyde nasıl bir dönüşüm aracı olabileceğini örneklerle anlatır mısınız?

Yaratıcılık, bireysel düzeyde bir kelebek etkisi; bir fikir, iç dünyayı dönüştürür. Beyin, divergent düşünmeyle yeni yollar açar – birey, rutin zincirlerini kırar. Örnek: Bir ressamın tuvalde acısını renklere dökmesi, terapiye dönüşür; benim seminerlerimde, katılımcılar 'yaratıcı günlük' tutunca, stres %40 azalıyor. Bireysel dönüşüm, yaratıcılığın özgürleştirici gücü – üzgünden özgüre geçiş gibi.
Kolektif düzeyde, yaratıcılık bir dalga; gruplar, beyin fırtınasıyla inovasyon üretir. Örnek: Pixar'ın 'braintrust' toplantıları, filmleri kolektif yaratıcılıkla efsaneleştirir – bireysel fikirler, grup dinamiğiyle büyür. Toplumlarda, açık kaynak projeleri gibi, yaratıcılık krizleri çözer; pandemi sırasında sanat kolektifleri, umut yaydı. Dönüşüm aracı olarak, yaratıcılık bireyi güçlendirir, toplumu birleştirir – sonuçta, bir kıvılcım ormanı yakar.
7. "Fantastik Bir Unsur Dil" kavramı üzerinden, dilin hayal gücünü ve gerçekliği nasıl dönüştürdüğünü nasıl yorumluyorsunuz?

'Fantastik Bir Unsur Dil', dilin sihirli bir mercek olduğunu söyler; kelimeler, hayal gücünü gerçekliğe dokur. Nörolojide, dil prefrontal korteksi ateşler, soyut kavramları somutlaştırır – bir metafor, beyni yeniden kablolar. Yorumum: Dil, gerçekliği dönüştürür çünkü beyin, anlatılanı yaşar; 'uçan halı' hikayesi, çocuğun özgürlük hayalini gerçek kılar. Benim kitaplarımda, dilin 'ruhun mimarı' olduğunu söylerim – fantastik unsur, sınırları eritir.
Hayal gücünü dönüştürmede, dil bir portal; Tolkien'in elf dillerinde olduğu gibi, yeni kelimeler yeni dünyalar doğurur. Gerçeklikte, politik retorikle kitleleri harekete geçirir – Martin Luther King'in 'rüya' metaforu, tarihi değiştirdi. Eğitimde, fantastik dil kullanmak, çocukların yaratıcılığını patlatır. Sonuçta, dil pasif değil, dönüştürücü; fantastik unsuruyla, hayal ettiklerimizi var eder.
8. Kurumlar ile bireysel yetenekler arasındaki ilişkiyi güçlendirmek için co-creation modellerinin rolü nedir?
Co-creation, kurumları bir monologdan diyaloğa taşır; bireysel yetenekler, kurumun kalbi olur. Nörobilimde, işbirliği oksitosin salgılatır, güveni artırır – yetenekler, baskı altında değil, ortak yaratımda parlar. Rolü: Köprüler kurmak; bireylerin fikirlerini kurum stratejisine entegre etmek. Örnek: Google'ın '20% zaman'ı, çalışanların projeleriyle inovasyon doğurdu. Benim danışmanlıkta gördüğüm, co-creation motivasyonu %50 yükseltir.
Güçlendirmede, rolü dönüştürücü; kurumlar statik değil, organik büyür. Modellerde, atölyeler ve feedback döngüleri şart – birey 'sahip' hisseder. Gelecekte, hibrit ekiplerle co-creation standart olacak. Sonuçta, yetenekler kurumun yükü değil, motoru; co-creation, bu motoru ateşler.
9. Toplumsal krizlerde ikna ve iletişim bilimlerinin dönüştürücü gücünden nasıl faydalanabiliriz?

Toplumsal krizlerde, ikna ve iletişim bir fener; panik yerine umut yayar. İletişim bilimi, framing ile gerçekliği şekillendirir – krizde, empati odaklı mesajlar amigdalayı sakinleştirir. Faydalanmak için: Hikaye anlatımı kullanmak; veri kuru kalır, hikaye bağ kurar. Örnek: COVID'de, WHO'nun kişisel hikayelerle aşı iknası, oranları artırdı. Benim 'ikna bilimleri' çalışmalarımda, krizde dinleme %70 başarı getirir.
Dönüştürücü güç, şeffaflıkta yatar; iletişim, korkuyu bilgiye çevirir. Strateji: Çokkültürlü diyaloglar kurmak, sahte haberleri nötralize etmek. Faydalanma, liderleri eğitmekle başlar – kriz, iletişimle fırsat olur. Sonuçta, ikna bölmez, birleştirir; toplumları yeniden inşa eder.
10. İnsanın özgürleşmesi için içsel boşlukları doldurmanın anahtarı olarak neyi önerirsiniz?

İçsel boşluklar, özgürlüğün kapısını kilitleyen gölgeler; anahtar, 'tutku keşfi'dir. Nörobilimde, boşluk dopamin açlığı yaratır; doldurmak, anlamlı eylemlerle olur. Önerim: Her bireyin 'neden'ini bulmak – bir hobi, bir amaç. Benim kitabımda, üzgün insan tutkuyu kaybeder; özgür insan onu kucaklar. Örnek: Bir danışanım, resimle boşluğunu doldurup kariyer değiştirdi.
Anahtar, farkındalık pratiği: Günlük 'boşluk taraması' – 'Bu boşluk ne fısıldıyor?' diye sormak. Özgürleşme, dış başarı değil, iç uyumla gelir; meditasyon ve journaling yardımcı olur. Sonuçta, boşluklar düşman değil, rehber; doldurmak, insanı kanatlandırır.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!