onedio
article/comments
article/share
Haberler
Ruh, Zihin, Beden Dengesine Suyun Şifası

etiket Ruh, Zihin, Beden Dengesine Suyun Şifası

Bugün “sürdürülebilir eğitim için bütünsellik: ruh, zihin ve beden birliği” hakkında yazacağım ve bunu “su” üzerinden yapacağım. Güzel bir deneme olacak. Bir eğitimci olarak her sene takip ettiğim İyi Bir Eğitim Platformu tarafından düzenlenen Sürdürülebilir Eğitim Sempozyumunun ana teması bu sene “ruh -zihin ve beden” üçlemesi olarak belirlenmişken, konuya da tam uymuş oldu. Bu sene sempozyumda akademiden sanata, psikolojiden spora, ilham verici isimler var. 11-12-13 Kasım, Antalya – Granada Luxury Belek’te yapılacak sempozyumda Oylum Talu’nun moderatörlüğünde; Prof. Dr. İrfan Erdoğan, Güven İslamoğlu, Prof. Dr. Kemal Sayar, Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak, Şermin Yaşar, Tamer Levent ve Murat Murathanoğlu, üç gün boyunca bilgi, sanat ve ilhamı aynı sahnede olacak, eğitimde, kültürde ve insan gelişiminde bütünsel bakış açısını ele alacak. Bu gönüllü programı bu sene de ilgiyle izleyeceğim. Şimdi konuya gireyim.

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Bütünsellik Nedir?

Bütünsellik Nedir?

Bütünsellik, evrenin temel bir yasası olarak, insanlığın varoluşsal yolculuğunda her zaman bir rehber olmuştur. Sürdürülebilir eğitim bağlamında, ruh, zihin ve beden bütünlüğünü sağlamak, bireyin yalnızca entelektüel değil, aynı zamanda duygusal ve fiziksel potansiyelini de ortaya çıkarmayı amaçlar. Bu yaklaşım, insanın evrenle, doğayla ve kendi özüyle olan bağını yeniden keşfetmesini sağlayarak, bireysel ve kolektif bilinci bir araya getiren bir eğitim anlayışını savunur. Bütünsellik, bireyi izole bir varlık olmaktan çıkarır ve onu kainatın bir parçası, bir ağacın dalı, bir yaprağın dokusu gibi gören bir perspektif sunar.

Eğitimin rolü, bu bütünsel bakış açısını bireylere kazandırmak ve onların evrenle uyumlu bir yaşam sürmelerine olanak tanımaktır. Geleneksel eğitim sistemleri genellikle zihinsel becerilere odaklanırken, ruhsal ve fiziksel boyutları ihmal edebilmektedir. Ancak sürdürülebilir bir eğitim modeli, bireyin tüm yönlerini kucaklayarak hem kendi iç dünyasında hem de çevresiyle barışık bir denge kurmasını hedefler. Bütünsellik felsefesi, bireyin zihinsel kapasitesini geliştirirken aynı zamanda duygusal zekasını ve fiziksel sağlığını güçlendirmeyi, böylece doğayla ve evrenle uyumlu bir “birliktelik” kültürünü teşvik etmeyi önerir.

Bu bağlamda, eğitim, bireyi evrenin bir yansıması olarak gören ve onu bu bütünün bir parçası olarak yetiştiren bir araç haline gelir. İnsan beyninin evrenle zihinsel, fiziksel ve duyusal bağlantısı, eğitimin yalnızca bilgi aktarımı değil, aynı zamanda bireyin kendi varoluşsal anlamını bulma süreci olduğunu gösterir. Sürdürülebilir eğitim, bu bütünsel yaklaşımı benimseyerek, bireylerin kendilerini ve çevrelerini anlamalarını, doğayla uyum içinde yaşamalarını ve evrensel bir bilinçle hareket etmelerini sağlar. Böylece, eğitim, bireyi ve toplumu dönüştüren bir köprü olarak, bütünsellik ilkesini hayata geçirir.

“Su”yun Şifası

“Su”yun Şifası

Su… 

Yüzyıllardır hem bilim insanlarının, hem filozofların, hem de şairlerin dilinden düşmeyen bir kelime. Dışarıdan bakıldığında sıradan, saydam, renksiz, şekilsiz bir sıvı. Ama içine biraz dikkatle baktığımızda, hem insanı hem de evreni taşıyan en büyük mucize olduğunu fark ederiz. Çünkü suyun hikâyesi sadece damlalardan ibaret değildir; ruhun dinginliğini, zihnin berraklığını ve bedenin canlılığını içinde taşır.

Biz insanlar çoğu zaman suya yalnızca biyolojik bir ihtiyaç gibi bakarız. Susayınca içer, temizlenmek için kullanır, yazın serinlemek için kendimizi ona bırakırız. Oysa bu yaklaşım, suyun hakikatini görmemizi engeller. Su yalnızca yaşamı sürdürmek için değil, yaşamı anlamak için de vardır. Eğer ruh, zihin, beden dengemizi yeniden kurmak istiyorsak, suya bakış açımızı da değiştirmemiz gerekir. Çünkü su, bize hem doğanın yasalarını hem de içsel yolculuğumuzu anlatan en yalın öğretmendir.

Su ve Ruhun Derinliği

Bir akarsuyun kenarında oturduğunda, dalgaların birbirine çarpıp geri çekilişini izlediğinde, aslında kendi iç dünyana da bakarsın. Suyun sesi, insan ruhunun sesine benzer: Bazen sakin, bazen coşkulu, bazen de taşkın. Ve en önemlisi, hiçbir zaman durmaz. Akış, ruhun en temel gerçeğidir.

Tarih boyunca suyun ruh üzerindeki bu etkisi fark edilmiş ve tedavilerde kullanılmıştır. Osmanlı döneminde Edirne’deki II. Bayezid Külliyesi bunun en güzel örneğidir. Burada ruhsal rahatsızlıkları olan hastalar, su sesleriyle, kuş cıvıltılarıyla ve ney gibi sakin müziklerle tedavi edilirdi. Kubbelerin içinden yankılanan su sesi, insanın içine işleyen bir terapiydi. Bugün orası bir sağlık müzesi, ama hâlâ dolaşırken o sakinliği hissedersin.

Ruh, suya bakınca kendi yansımasını görür. Kainat yaratılmadan dahi Yaratıcının arşında bulunan su bize, ne kadar bulanık olursan olalım, zamanla berraklaşabileceğimizi nazikçe hatırlatır. Ve bazen ruhumuz ne kadar taşkın olursa olsun, sonunda kendi yatağımızı bulacağımızı kendi üzerinden ispatlar. Ne kadar yalnız ve parçalanmış hissetsek de, aslında tüm sevdiklerimizle bir bütün olduğumuzu kendi bütünlüğünde gösterir. İşte bu yüzden suyun ruh üzerindeki etkisi sadece estetik değil, şifalıdır.

Zihin ve Suyun İlişkisi

Zihin ve Suyun İlişkisi

Bilimin sınırlarını zorlayan araştırmalardan biri, Japon bilim insanı Masaru Emoto’nun deneyleriydi. Emoto, suya farklı sözcükler, müzikler ve niyetler yükleyip ardından donmuş kristallerini inceledi. “Sevgi” ve “Teşekkür” yazılı şişelerden alınan kristaller muhteşem altıgen yapılar oluştururken, “nefret” ya da “kötülük” gibi negatif ifadeler bozuk, çirkin ve enerjisi düşük kristaller ortaya çıkardı. Aslında moleküler boyutta gözlemlenen bu deneyin çıplak gözle gözlemlenebilir halini siz de evde deneyebilirsiniz. Bir kontrollü deney yapmak için içine bir avuç pirinç attığınız aynı şartlardaki iki su dolu bardağı farklı odalara koyun. Yukarıdaki deneydeki gibi, birine olumlu, diğerine olumsuz cümleler kurun. Bir hafta sonunda sudaki berraklıkları ve farklılıkları kendiniz görün. 

Aklın sınırlarını zorlayan bu deneyler hala sıkça tartışılsa da, bize güçlü bir metafor bırakır: Düşüncelerimiz yani zihnimiz suyu, su da düşüncelerimizi şekillendirir. Ve unutma, bedenimizin büyük kısmı sudan oluşuyor. Yani zihnimizden geçen her kelime, her duygu aslında bedenimizdeki suya da yansıyor olabilir.

Bugün nörobilim de suyun zihinsel işlevlerdeki rolünü kabul ediyor. Beynimizin %75’i sudan oluşuyor. Küçük bir su kaybı bile konsantrasyonu azaltıyor, hafızayı zayıflatıyor. Yorgun hissettiğimizde bir bardak su içmek, bazen kahveden bile daha hızlı bir etki yapabiliyor.

Hülasa, zihin berraklığı için su şart. Ama mesele yalnızca içmek değil; suyla kurduğumuz duygusal ilişki de zihinsel sağlığımızın bir parçası.

Beden ve Suyun Canlılığı

İnsan bedeni su olmadan var olamaz. Kanımızın, hücrelerimizin, kaslarımızın, organlarımızın her birinde su vardır. Vücudumuzda gerçekleşen bütün biyokimyasal süreçler su sayesinde olur. Enerji üretiminden toksinlerin atılmasına, sindirimden bağışıklık sistemine kadar her şey suyla mümkündür.

Modern tıpta hâlâ “hidroterapi” yani suyla tedavi yöntemleri kullanılmaktadır. Termal sularda yapılan banyolar, eklem ve kas rahatsızlıklarında büyük fayda sağlar. Soğuk su uygulamaları iltihapları azaltır, sıcak su kasları gevşetir. Birçok sporcu, antrenmanlardan sonra kaslarını soğuk suya sokarak iyileşme sürecini hızlandırır.

Ama suyun beden üzerindeki etkisi yalnızca tıbbi değildir. Suya girmenin insanda yarattığı hafiflik hissini düşün. Suyun kaldırma kuvveti, bedenimizi adeta yeniden doğmuş gibi hissettirir. Belki de bu his anne rahminde de su ortamında oluşumuzdan gelir. O an sadece fiziksel değil, duygusal bir yükten de kurtuluruz.

Ayrıca beden için su yalnızca ihtiyaç değil, bir hafıza temizleyicidir.

Suyun Medeniyetlerle Dansı

İbn Haldun, meşhur Mukaddime’sinde çok dikkat çekici bir tespitte bulunur: Su kenarında yaşayan toplumlar daha üretken, daha akıllı ve daha erdemli olurlar. Çünkü suyun bolluğu, yaşamın her alanını besler; tarımı, ticareti, kültürü, bilimi…

Tarihe baktığımızda da bu tespitin doğru olduğunu görürüz. Mezopotamya uygarlıkları Fırat ve Dicle’nin, Mısır medeniyeti Nil’in, Çin uygarlığı Sarı Irmak’ın etrafında gelişmiştir. Bugün de büyük şehirlerin çoğu ya bir deniz, ya bir nehir, ya da bir göl kenarındadır. İstanbul, Paris, Londra, New York… Hepsi suyun medeniyetleri nasıl şekillendirdiğinin kanıtı olarak gözlerimizin önünde durur.

Ama burada elbette mesele yalnızca ekonomik ya da coğrafi değildir. Su kenarında yaşayan insanlar doğayla daha derin bir ilişki kurar. Dalga sesleri, sürekli değişen mavi manzaralar, ufuk çizgisi… Bunlar zihni genişletir, insanı daha özgür hissettirir.

Modern Dünyada Suya Yabancılaşma

Modern Dünyada Suya Yabancılaşma

Ne yazık ki bugün şehir hayatında suyla olan bağımız zayıflamış durumda. Beton yığınları arasında yaşıyor, plastik şişelerden su içiyoruz. Çeşme kültürü, mahallelerin buluşma noktası olan sebiller, sokak çeşmeleri neredeyse yok oldu. Çocuklar artık dere kenarında oynamıyor, yağmurda ıslanmak yerine şemsiyelerimizin altına saklanıyoruz. Mevlana hazretlerinin nisan kaplarını günümüzde sadece müzelerde görünce hatırlıyoruz. Üstelik manasını dahi bilmeden…

Mevlana hazretlerinden günümüze nakledilen şu cümleler bize önemli bir farkındalığı hatırlatır;

“Nasıl ki bahar ve özellikle nisan ayında yağan yağmurlar toprağı bereketlendirir, canlandırırsa, insana da böyle hayat verir, hem bedenine hem ruhuna şifa olur.”

Oysa Mevlana hazretleri üzerinden anlatmayı seçtiğim üzere, suyla kurduğumuz bu doğrudan temas, ruh–zihin–beden dengemiz için hayatiydi. Şimdi ekranların başında oturuyor, zihnimizi sürekli bilgiyle dolduruyoruz ama suyun dinginleştirici sesine kulak vermiyoruz.

Sonuç: Kaygılı, yorgun ve huzursuz bir toplum.

İşte bu noktada suya bakış açımızı değiştirmeliyiz. Onu yalnızca içilecek bir sıvı değil, bir öğretmen, bir rehber gibi görmeliyiz. Su bize akışı, kabullenişi, arınmayı ve yeniden doğmayı öğretir.

Özetlemek gerekirse, su bize şu üç temel dengeyi bir bütünsellikle ve aynı anda sunar:

Ruh için: Huzur ve teslimiyet. Suyun sesi ruhu sakinleştirir, ona akışın doğallığını hatırlatır.

Zihin için: Netlik ve berraklık. Zihnimizdeki karmaşa, suyun berraklığıyla dengelenir.

Beden için: Canlılık ve sağlık. Hücrelerimiz sudan beslenir, onunla yenilenir.

Ama bu üçlü dengeyi kurmak için suya yalnızca araç gözüyle bakmamalıyız. Suyu tükettiğimiz kadar, onunla düşünsel ve duygusal bağ kurmalıyız. Bir bardak su içerken farkında olarak içmek, bir nehir kenarında sadece akışı izlemek, yağmurun altında birkaç dakika durup ıslanmayı seçmek… Bunların hepsi bizi dengeye taşır.

Ruh, zihin, beden bütünlüğü ancak suyla kurulan bu bilinçli ilişkiyle mümkündür.

Su, bize sürekli aynı mesajı verir: Ak, değiş, yenilen. Onu anlamak, aslında kendi varlığımızı anlamaktır. Çünkü biz de sudan ibaretiz.

Bugün birey olarak da, toplum olarak da en çok ihtiyacımız olan şey denge. Kaygılar, hız, tüketim, bencillik, bilgi bombardımanı arasında ruhumuz yoruluyor, zihnimiz bulanıyor, bedenimiz hastalanıyor. Bu döngüyü kırmanın en basit ve en derin yolu, yeniden suya dönmek.

Suya sadece susuzluğumuzu gideren bir madde gibi değil; ruhumuzu, zihnimizi ve bedenimizi besleyen bir bütünlük olarak bakmalıyız. Suyla ilişkimizi değiştirmek, aslında kendimizle ilişkimizi değiştirmektir.

Ve unutma: 

Suyun yolculuğu, senin yolculuğundur. Bir damla gibi başladın, okyanusa doğru akıyorsun. 

Yeter ki akmaya devam et.

Instagram

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
1
0
0
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda chevron-right-grey
Reklam