Sessiz Çürüme: İnsanın İçine Dönüş İsyanı
Zamanın ağırlaştığı, hayatın görünmez bir tozla kaplandığı yıllardan geçiyoruz. Toz duman içinde kalan günler… Son on beş yıldır hayatımızın her alanında bir gevşeme, bir çözülme, bir kabuk dökülmesi var. Ekonomideki dalgalanmalar, kültürel hafızanın sönmesi, sanatın yorgunluğu, toplumun iç sesindeki çatlaklar… Ama tüm bu tablonun altında yatan daha derin bir gerçeklik var: İnsan değişiyor. Belki de bu yüzden dünya değişiyor.
O değişimin hikâyesini yazmak istedim; bizim hikâyemizi!
Ekonominin Sesi Kısıldıkça, İnsan İçine Konuşmaya Başlar

Ekonomik çalkantı genelde soyut rakamlarla konuşulur: enflasyon, alım gücü, faiz, büyüme, daralma… Reel büyüme-küçülme “maksi-mini” ekonomik düzensizlikler…
Oysa günlük yaşamda ekonomi çok daha duygusal bir şeydir. Bir babanın ay sonu hesaplarını sessizce deftere işlemesi, bir gencin gelecek hayalini “şimdilik askıya alması”
Ekonomik krizler insanın iç ritmini bozar. Kimyasını bozar. Yaşama arzusunu köreltir.
Çünkü insan, ancak geleceğe inanıyorsa bugününü rahat yaşayabilir.
Son yıllarda Türkiye’de sokaklar bile bunu düşünüp taşınmış gibi:
Esnafın yüzü asık, öğrencinin gözü yorgun, yaşlıların konuşması kısa.
Kimse derdini derinlemesine anlatamıyor çünkü herkes aynı yükün bir başka türünü taşıyor.
Ekonominin sesi kısıldıkça, aslında toplum sessizleşir. Sessizlik bozulmanın değil, kaygının, toplumsal vurgun yemenin işaretidir.
Sosyal Dokunun Sökülen İplikleri de hileliymiş! İnsan İnsanla Ne Zaman Bu Kadar Arasına Mesafe Koydu?
Bu topraklarda insan ilişkileri her zaman güçlüydü. Bir kahvede tanımadığın biriyle bile üç dakika içinde akraba sayılırdın. Bir çay, bir sohbet, bir tebessüm… İnsan insana iyi gelirdi. Kahvenin hatırı kırkyıldan kırk saniyeye indi.
Son yıllarda, görünmez bir duvar örüldü; Kapılar kapandı, balkondaki çamaşır ipleri bile komşuluk kadar sessizleşti. Mahalleler hâlâ ayakta ama ruhları gölgelenmiş durumda.
Kutuplaşma yalnızca siyasal bir kavram değil; duygusal bir kopuş haline geldi.
Artık “O başka türlü düşünüyor” demiyoruz; “O bizden değil” diyoruz.
Bu küçük cümle, toplumsal dokuyu incelten, saygıyı eksilten, güveni eriten bir cümle.
Sosyal medyanın parlak ekranlarında herkes çok yakın gözüküyor. Ama gerçekte hiç kimse kimsenin sesini duymuyor. Herkes konuşuyor, kimse dinlemiyor.
Belki de en büyük çürüme burada başlıyor;
Birbirimizin iç dünyasına dokunamaz olduk.
Sanatın solgun yüzüne bakamaz olduk! Aynalar Tozlanınca Ruh Kendini Göremez hale geldi, tozla tuz buz olduk!
Sanat toplumun nabzıdır. Nabız yavaşladığında ilk sanat susar.
İşte bu çağda sinema, edebiyat, müzik, resim birer gölge gibi geziyor etrafımızda.
Aynı filmler, aynı hikâyeler, aynı yüzler… Dizileri izleyip dizimizi dövüyoruz.
Bir zamanlar sinemada insanın ruhunu yakan bir isyan vardı: şimdi “is” kaldı” perde “yan”a kaydı!
Bugün çoğu hikâye, güvenli limanlarda dolaşan gemiler gibi: Risk almayan, yenilik aramayan, sadece “seyirci bunu seviyor” diye girilen yollar. Ah o meşhur söz “toplum bunu istiyor!”
Artık şarkılar kalpten çok algoritmadan doğuyor. Notalardan daha çok algoritma belirliyor akışı! Bir süredir müzik sektöründe gelecek kaygısının sesi, melodilerin önüne geçti.
“Dinlensin yeter” duygusu, “ömrü olsun” isteğinin yerini aldı.
Kitaplar, düşünceler değil; paylaşımlık cümleler üretmeye başladı. Okur artık hızlı tüketime alıştı. Hızın olduğu yerde derinlik büyümez. Sanattaki çürüme aslında sanatçının değil, toplumun ruh yorgunluğudur. Çünkü sanat, toplumun aynasıysa; aynaya bakıp göremediğimiz şey kendimizi kaybediyor oluşumuzdur.
Modern Yalnızlıkları Çoğaltıyoruz!

Biliyor musunuz: İnsanlar Kalabalıkken Daha Çok Üşür!
Yalnızlık artık sessiz bir oda değil; kalabalık bir meydan: herkes aynı ekranlara bakıyor ama kimse aynı hayatı yaşamıyor.
Bir metrobüs düşünün. Sabahın erken saatleri.
Yaşlı bir amca çantasını sıkıca tutmuş, genç bir kadın kulaklığında dünyayı susturmuş, bir öğrenci sınavın yükünü omuzlamış…
Aralarında sadece birkaç santimetre var ama aralarındaki mesafe yüzyıllar kadar geniş.
İşte bu yalnızlık, bu mesafe insanın kendini unutmaya başlamasının alametidir.
Benliğini kaybeden insan ötekini de kaybeder. Geride kalanda olmaz!
Sonra toplum birden kalabalık olur ama birlik olamaz.
Modern yalnızlık, insanın içindeki boşluğun büyüyüp dış dünyaya taşmasıdır.
Peki nasıl başladı çürüme: ne ara bu kadar hızlandı?
Çünkü hayatın ritmi değişti. Çünkü kirlendik. Çünkü beyaz değil artık kimse!
Eskiden insan bir gün içinde bir duyguyu yaşar, onu sindirir, sonra diğerine geçerdi.
Şimdi bir saat içinde üç korku, beş haber, iki kaygı onlarca cinnet, fokur fokur kaynayan endişe kokulu sokaklarda, caddelerde yaşıyoruz.
Bir zamanlar bilgi ağır ağır gelirdi, şimdi fırtına gibi çarpıyor.
Bir zamanlar insan birbirine zaman ayırırdı; şimdi zaman insana yetmiyor, zamanla insan da ayrılıyor!
Bir zamanlar umut, sabırlı bir misafirdi; şimdi kapıdan içeri girmeden dönüyor.
Hayat otobanında çürüme hızlandı çünkü insanın iç ritmi, hayatın hızına yetişemiyor.
Peki Bunca Şeye Rağmen Bu Karanlıkta Bir Işık Var mı?

Evet var. Hem de ne ışık: O Işık Hâlâ İnsan.
İnsanın içindeki ışık kolay sönmez. Tarih boyunca toplumlar yorgun düştü, değerler çözüldü, kültürler eridi, uygarlıklar çöktü kayboldu…
Ama insan yeniden kurmayı bildi!
İnsan yeniden ayağa kalkmasını bildi!
Bugün de aynı güç var bizde.
Kendini duymak için.
Hayatı sindirmek için.
Bir anın değerini yeniden anlamak için.
Gerçekten dinlemek.
Bir komşunun nefesindeki sıkıntıyı duyacak kadar, bir dostun sessizliğini anlayacak kadar…
Sanatta, düşüncede, iletişimde…
Derinlik insanı iyileştirir; sığlık yaralar.
Büyük sözlerle değil; küçük iyiliklerle.
Bir kap yemek, bir omuz, bir “sen yalnız değilsin” cümlesi.
İnsan olmanın özü, başka bir insanın yükünü hafifletmektir.
Bu çürüme bir çöküş değil, bir eşik:
Şu anda içinden geçtiğimiz dönem, bir sona işaret etmiyor.
Tam tersine, bize bir uyarı veriyor:
“Kendini unutursan dünya da seni unutur.”
Bozulma, insanın kendine dönüşünü davet eden bir kapıdır.
Her karanlık dönem gibi bu dönem de yeni bir insanlığın nüvesini taşıyor.
Belki de bugün sorulması gereken tek soru şudur:
Biz nasıl bir insanlık bırakmak istiyoruz?
Ve bunun için kendimize hangi hâli yakıştırıyoruz?
Bu soruya vereceğimiz cevap, toplumun geleceğini belirleyecek en güçlü projedir.
Çünkü çürümeyi durduracak olan ekonomi değil, siyaset değil, teknoloji değil…
İnsanın insanla yeniden kuracağı bağdır.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

