onedio

Kuraklık Haberleri

Kuraklık ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Kuraklık ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Türkiye’ye Ciddi Kuraklık Uyarısı: Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Kuraklık Krizi Geliyor
Meteorolojik veriler ışığında Eylül ayına yönelik yağış tahminlerinin “çok kötü” gelmesi, uzmanların alarm zillerini çaldırdı. X’te Hava Forum hesabından yapılan paylaşımda, ülkemizin ciddi bir kuraklık kriziyle karşı karşıya olduğunu vurgulandı. Açıklama, “Bu işin şakası yok!” ifadeleriyle başladı ve su tasarrufu çağrısıyla devam etti. Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük bir kuraklık dönemiyle karşı karşıya olduğunu belirten kurum, “Herkes elini taşın altına koymalı, su tasarrufu kampanyasına dahil olmalı. Su kesilince değil, şimdi bir şeyler yapmalıyız…” sözleriyle dikkat çekti.
Endişelendiren Manzara: Sular Çekildi, Yol Ortaya Çıktı
Adıyaman’da kurak geçen yaz mevsimi endişenlendiren görüntüler ortaya çıkardı. Adıyaman-Gölbaşı karayolu Çamgazi Baraj Göleti altında kalıyordu. Ancak suların korumasıyla karayolu yeniden ortaya çıktı. Tedirgin eden görüntüler kameralar tarafından kaydedildi.
Yeni Sıcak Hava Dalgası Geliyor: Cuma Günü Zirve Yapacak!
Hava sıcaklıkları yeni haftada artışa geçecek. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada hava sıcaklıklarının işe ve doğu bölgelerde mevsim normalleri üzerinde seyredeceği belirtildi. Günden güne artacak olan hava sıcaklıkları 22 Ağustos Cuma günü pik yapacak. İşte 18 Ağustos-24 Ağustos arası hava sıcaklıkları.
Dikkat! Uzmanlar Uyarıyor: İşte Türkiye'nin Susuz Kalma Tehlikesiyle Karşı Karşıya Olan 5 Şehri
Türkiye'nin su rezervleri her geçen gün daha da kritik bir duruma evriliyor. Özellikle kurak geçen kış ayları ve artan sıcaklıklar, barajlardaki doluluk oranlarını dip seviyelere çekti. Uzmanlar, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde su kullanım alışkanlıklarımızın gözden geçirilmesi gerektiği konusunda ısrarla uyarılarda bulunuyor. İşte Türkiye'de barajlarında en az su kalan ve acil önlem alınması gereken 5 şehir 👇
Edebiyat Tarihinin En İyi 25 Giriş Cümlesi
Yazarlar puslu zamanların büyülü namelerini bize söylerken, içimize dokunan kelimeler beğendikleri bir yere geçip oturmaktaydı. Serçelerin şarkısı, ulusların yıkılışı, medeniyetin hançerleri, melankoliye meyilli kahraman veya anti-kahramanlar bize kulaklarımızı dört açmamızı söylüyorlardı. Bulundukları yerlerden... PS: Eğer bu galeriyi okumaya niyetliyseniz devam edin. Birkaç satır okuduktan sonra burada daha fazla olmak isteyeceksiniz. Bu yüzden devam edin. Burada kalmaya devam edin. Kendinize bakın, hala tek parçaysanız o zaman bu haberi okumanız için bir sorun yok demektir.
Keban Barajı'nda Su Çekildi, Tarım Başladı
GÜNEYDOĞU Anadolu Projesi (GAP), Türkiye’nin gerçekleştirdiği yüzakı eserlerinden. ’Yedi Küpeli Gelin’ olan Fırat Nehri’ne yapılması planlanan 7 barajdan ilki Keban Barajı, 1974 yılında yapıldı. Fırat’a takılan ’ilk küpe’ olan Keban Baraj Gölü’nde bugün kuraklık nedeniyle sular iyice çekildi ve göl sahasında ortaya çıkan tarlalarda tarım yapılıyor. 40 yıl önce su tutan baraj gölünde balıkçılığa başlayan köylüler, suların çekildiği 170 kilometrekarelik alana şimdi traktörleriyle girip, fasulye, nohut ve karpuz ekmeye başladı. Elazığ’da 1974 yılında su tutmaya başlayan Keban Baraj Gölü’nde su kodunun 845’e ulaşması nedeniyle, baraj gölünün etrafında bulunan 675 kilometrekarelik tarım alanı sular altında kaldı. Elazığ’ın Ağın, Keban, Kovancılar, Palu ile Tunceli’nin Pertek ve Çemişgezek ilçelerinde baraj gölü etrafında yaşayan köylüler de tarımın yanı sıra gölde balıkçılığa başladı. Aradan geçen 40 yılda Keban Baraj Gölü, Fırat’ın azgın sularına gem oldu. Baraj elektrik üretimi ve sulamayla ekonomiye büyük katkılar sağladı. Ancak geçen yıldan itibaren etkili olan kuraklık nedeniyle Keban Baraj Gölü’ndeki su seviyesi hızla düşmeye başladı. Geçen yılın Nisan ayında 839 olan su kodu, bu yılın Nisan ayında 830’a indi. Kuraklıkla birlikte daha önce su altında kalan 675 kilometrekarelik alanda, suların çekilmesiyle 170 kilometrekarelik alanda tarlalar yeniden ortaya çıktı. SU ÇEKİLDİ, EKİM BAŞLADI Elazığ’ın Ağın, Keban, Kovancılar, Palu ilçelerinde Keban Baraj Gölü’ne kıyısı bulunan köylerde yaşayanlar suların çekildiği 170 kilometrekarelik alanda yeniden çiftçiliğe dönerek bu alanları ekmeye başladı. Köylüler bir zamanlar su ile kaplı alanlara, şimdi traktörleriyle girip önce buğday, arpa ekti. Bu günlerde de fasulye, nohut ve karpuz ekimi başladı. Balıkçılığı bırakanlardan Saim Sarıkaya, nohut ektiğini belirterek, 'Nohut ekiyoruz. Havalar kurak gittiği için, su seviyesi düştü. 6- 7 yılda bir böyle kuraklık yaşanıyor' dedi. 'ÇİFTÇİLİK YORUCU' Balıkçılıkla geçimini sağlayan Hayrettin Canpolat da, bir zamanlar suyla kaplı alana şimdi karpuz ektiğini belirterek şöyle konuştu: 'Asıl mesleğim balıkçılıktı, baraj gölüne su gelmeyince ne yapalım artık balık tutmak yerine karpuz ekiyorum. Daha önce geçimimi balıkçılıkla sağlıyordum, kuraklık nedeniyle su gelmeyince karpuz, nohut ekmeye başladık. Yetkililer zamanında suyun gelmeyeceğini söyleselerdi gecikmezdik. Alışık olmadığım için çiftçilik bana zor geliyor ve çok yorucu.' Mehmet Emin Demirkapı ise, hayvancılık yapmaya başladığını dile getirerek, 'Sular çekilince bu alanda, hayvanlarımı otlatmaya başladım. Baraj gölünde su olmadığı için onlara burada su veremiyorum. Bölgedeki bizlerin durumu bu yıl hiç iyi değil. Baraj gölü havzasındaki arazilerin tümüne ekim yapıldı. Artık nasıl yapacağız, biz de bilmiyoruz' diye konuştu. Fırat’ın 7 küpesinden ilki TÜRKİYE sınırları içerisinde 1263, toplam uzunluğu 2 bin 800 kilometre olan 720 bin kilometrekare toplama havzasına sahip olarak nitelendirilen Fırat Nehri üzerinde Türkiye’nin enerji ihtiyacının önemli bölümünü karşılayan dev barajlar yaptırıldı. Eski başbakanlardan Süleyman Demirel’in kısa adı ‘GAP’ olan Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında ‘7 Küpeli Gelin’ olarak nitelendirdiği Fırat Nehri üzerinde Elazığ’da Keban Barajı, Malatya ve Elazığ’da Karakaya Barajı, Adıyaman ve Şanlıurfa’da Atatürk Barajı, Şanlıurfa’nın Birecik İlçesi’nde Birecik Barajı ve Gaziantep’te Karkamış Barajı yapılmış, nehrin sularını taşıyan birbirine paralel toplam 52 kilometre uzunluğundaki 2 Şanlıurfa tüneli ile su Harran Ovası’na ulaştırılmıştı. Türkiye’nin ilk dev yatırımı ELAZIĞ’ın Keban İlçesi’nde Fırat Nehri üzerinde 1965 ile 1975 yılları arasında elektrik üretimi amaçlı inşa edilen Keban Barajı, enerji açısından Türkiye’nin ilk dev yatırımlarından biri olarak görülüyor. Kurulduğunda Türkiye’de üretilen elektriğin yüzde 20’sini tek başına karşılayan baraj o dönem 9 milyar liraya mal oldu. Özellikleriyle Türkiye’nin, Atatürk Barajı’ndan sonra en büyük yapay gölü olan Keban Baraj Gölü, doğal göllerle bir arada sıralandığında Van Gölü, Tuz Gölü ve Atatürk Baraj Gölü’nün ardından 4’üncü sırada yer alıyor. Baraj gölünün Murat Nehri Vadisi boyunca uzunluğu 125 kilometre ve genişliği yer yer değişiyor. Keban baraj gölünde elektrik üretiminin yanı sıra su avcılığı yapılmakta ve balık üretimi de gerçekleştiriliyor. Göl üzerinden feribotla Elazığ’ın Ağın, Tunceli’nin Pertek ve Çemişgezek ilçelerine geçiş yapılabiliyor. Keban barajı 8 tribün ile yıllık 6 milyar 200 milyon kilovat saat enerji üretme kapasitesine sahip. Baraj gölü altında kalan 212 yerleşim biriminde yaşayan yaklaşık 30 bin kişi de tahliye edilmişti. ÖZELLİKLERİ Gövde dolgu tipi: beton ağırlıklı kayşa Kurulu güç: 1.330 megawat Yükseklik: 210 metre Göl hacmi: 31.000 hektametreküp Göl alanı: 675 kilometrekare Şahismail GEZİCİ/ELAZIĞ, (DHA)
Cüneyt Arkın: "Ben James Bond Olmayı Reddedince Roger Moore'u Yaptılar"
Türk sinemasının efsanevi ismi Cüneyt Arkın , İngiliz ajan James Bond karakterinin başrolde olduğu Bond serisinde oynaması için teklif aldığını söyleyerek, “Adamlar buraya kadar geldiler ama ben sıcak bakmadım. Benim yerime de Roger Moore ’u James Bond yaptılar” dedi. Cüneyt Arkın, “Hollywood’da özel hayat falan kalmıyor. Ne istediğin gibi gezebiliyorsun ne de dostlarla bir-iki laf edebiliyorsun. Burada da özel hayatım yoktu ama milletimin içindeydim en azından. Kendi çöplüğümde ötüyordum. Yıllar sonra bir davette Ömer Şerif’le karşılaştık. ‘Her şeyim var ama vatanım yok’ dedi bana. O dolarları kazanabilmek için vatansız olacaksın arkadaş. Bu da bana uymaz” diye konuştu. “Panzehir” ile uzun bir aranın ardından beyazperdeye dönen Türk sinemasının efsanevi ismi Cüneyt Arkın, Hürriyet gazetesinden İzzet Çapa 'ya konuştu. İzzet Çapa’nın Cüneyt Arkın ile yaptığı söyleşinin bir kısmı şöyle: Bizanslılara mı, hayata karşı mı savaşmak, hangisi daha zordu? Savaşçılık genlerimde var. Sülalem Tatar soyundan; Kırım’dan gelmişler. Babam da İstiklal Savaşı gazisiydi. Eskişehir’de doğup büyüdüğüm bozkırlar için “Engerek yılanı bile yaşamaz” denirdi. Güneş toprağı öylesine yakardı ki, fırına girmiş gibi olurdunuz. Bir yanda kuraklık, bir yanda hastalık almış başını gidiyordu. Kediden geçtik, bir uçurtmam bile yoktu diyorsunuz... Ne uçurtması? Bütün oyuncaklarım, hatta bilyelerim bile topraktandı. İki odalı kerpiçten bir gecekonduydu oturduğumuz yer. Düşün, tuvaleti bile en az evin 200 metre dışındaydı yahu... Gerçekten de film gibi... Öyle zamanlar olurdu ki ablalarım, anam, babam toprağı kazardı, bulduğumuz acı kökleri yerdik. Açlık onursuz bir şeydir, insanı insanlıktan çıkarır. Uzun yıllar, bu onursuzluğun sefaleti ile yaşadım. Üstüm başım hep hayvan ve ekşi küspe koktuğundan diğer çocuklar benden uzak dururdu. Mutsuzluk, umutsuzluk diz boyu... Çok da mutsuz değildim açıkçası. Çocukluğun en iyi tarafı sorumluluk hissinin olmaması ve ben de bütün sorumluluklardan uzaktım. Fakat ister istemez sonradan yükleniyor sorumluluk omuzlara. Öyle tabii. Fakülte yıllarımda da hep çalıştım. İstanbul’da Tıp Fakültesi’nde okurken ilk iki yılımı Sirkeci’de bir otel odasını iki inşaat işçisiyle paylaşarak geçirdim. Ders zamanı okula gider, kalan zamanda da onlarla inşaatlarda çalışırdım. Bir yanda anatomi dersi, öte yanda inşaat işçiliği... Stajımı yaptıktan sonra az çok hasta tedavi edebilir duruma geldiğimde hocam Cihan Abaoğlu beni evlere hastabakıcı olarak göndermeye başladı. Hastanın başında 24 saat bekleyip, acil durumda müdahale etmekti görevim. Fakat tabii yeri geldiğinde adamı tıraş da ediyordum, altını da temizliyordum. Cebiniz para gördü mü peki? Ayda burs parası olarak 60 lira alırdım. Hastabakıcı olarak bir eve gittiğim zaman ise günde 15 lira kazanıyordum. Ama ev sahiplerinin artık yemeklerini önüme koymaları çok ağrıma giderdi. İlk paramı aldığımda fırına koşup paranın hepsiyle ekmek aldım. Çiğnemeden yuttum, patlayana kadar yedim. Sonunda da kustum. Ekmeğin yanında biraz da peynir alsaydınız... Ekmekleri görünce açlık korkumu yeniyor, huzur buluyordum. Yıllar sonra bile kaldığım otel odalarında baş ucumdaki komodinin üzerine bir somun ekmek koyar, ancak ona bakarak uyuyabiliyordum. Bu tünelin sonunda hiç mi ışık yok Cüneyt Bey, hep mi böyle karanlık? Öğrencilik yıllarımda hoş günler de geçirdim. Eskişehirli birkaç arkadaş beraber kalıyorduk. Adam başına 45 lira kira düşüyordu. Ben hikâyeler karalıyorum, Tekin (Elagöz) şiir yazıyor, Cengiz (Çelikten) de düz yazı denemeler. Cengiz ayrıca iyi balıkçıydı... Hah şöyle, güzel bir balık yiyelim bari en azından. (Gülüyor) Haftada bir Cengiz tuttuğu palamutları getirirdi, yanına da bir şişe 75 kuruşluk Güzel Marmara şarabı açardık. Cemal Süreya, Turgut Uyar gibi isimler de aramıza katılır, sohbetin dibine vururduk. Kadife yumuşaklığında bir sesi vardı Cemal Süreya’nın. O muhabbetlere doyum olmazdı. Acı tatlı günlerle fakülte bitti... Peki ya sonra? Hocalarım üniversitede kalıp akademik kariyer yapmam için çok ısrar etti. Ama ben elimde bir tek steteskopla tuttum yine Anadolu’nun yolunu. Yıl 1963, Artist dergisinin yarışmasına katılıyorsunuz. Doktorluğu bırakıp oyuncu olmak büyük bir kumar değil miydi? Aslında nörolog olmak istiyordum ama boş kadro yoktu. Hastanede boğaz tokluğuna çalışıyorsun. Kadrolu olmadığın için yemek de vermiyorlar. Hoş ben hemşirelerin yemeklerini yerdim ama (gülüyor)... Yakışıklı olmanızın avantajını kullanıyordunuz anlaşılan. Çalışmaktan, yakışıklı olup olmadığımın farkında bile değildim. Üniversite son sınıfta bir kız gelip, “Gözlerin ne güzel öyle yeşil yeşil” deyince, hayatımda ilk kez bir aynaya baktım, ulan hakikaten yeşilmiş... Ancak o zaman, 23 yaşında fark ettim gözlerimin rengimi. Ve kızların peşinden koşmaya başladınız... Para yok, pul yok nasıl koşacaksın? Bir defasında beraber olduğum kadının iç çamaşırlarıma iğrenek bakmasını hiç unutmam. Niye kirli miydi? Hayır, yamalı da, kirli de değildi. Onları anam Sümerbank pazarından alıp kendi elleriyle dikmişti. Ama çivitle o kadar çok yıkamıştı ki kirli gibi duruyordu. O gün ceketimi satıp iç çamaşırı aldım kendime. Bu olay nasıl içime işlemişse, şöhret olduktan sonra durmadan atlet, kilot alıyordum. Hastalık haline gelmişti bende. Sinemada çılgınca işler yaptınız. Özel hayatınızda da var mıydı böyle delilikleriniz? Olmaz mı? Bir keresinde Paris’te Ajda’nın misafir edildiği köşkte yemeğe davetliyiz. Hülya Koçyiğit, Erkan Özerman falan da var. Baktık at üstünde bir adam geldi davete. Otomobil daha icat edilmemiş miydi? (Gülüyor) Cüneyt Arkın’dan dayak yemek ister misin İzzet? O kadar da yaşlı değiliz. Neyse adam elmas kralı Tosunyan’mış. Masadakilere elmas dağıtmaya başladı. Ben de biraz içmişim. “Ulan” dedim kendi kendime “Sen atla gelirsin de ben gelemez miyim”... Eyvah eyvah! O kafayla çıktım evden. Paris’te şiir gibi bir pazar yeri vardır, meyveler sebzeler atlı arabalarla gelir. Oradan bir at satın aldım. Atladım sırtına, Ajda’nın evinin kapısına dayandım. İnan oraya kadar nasıl geldim bilemiyorum. Ajda’nın o anki suratı hâlâ gözümün önünde (gülüyor). Yılmaz Güney’i aratmıyorsunuz kafanıza eseni yapmak konusunda. Yılmaz müthiş bir insandı. Bazen bana gelirdi, oturup içerdik. Anadolu geleneklerine göre saygı icabı kadehi alttan tokuşturmak gerekir. Kim daha alttan vurursa karşısındakine o kadar saygı duyuyor demektir. Kim kazanırdı bu “yarışı”? Sen daha alttan vuracaksın, ben daha alttan vuracağım derken bir gün baktım Yılmaz evin bodrumuna inmiş. Oradan aşağısı yok ya (gülüyor)... Öylesine güzel dostluğumuz vardı ki... 12 Mart döneminde Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz’ın hak ettiği ödülü siyasi nedenlerle ona değil bana verdiler. Ben de reddettim tabii. Tavrı ne oldu? “Ağam helal olsun, içkiler benden” dedi. Artist dergisinin yarışmasında neler oldu? Aslında ondan önce Eskişehir’de askerlik yaparken, bizim kışlanın yakınında Göksel Arsoy ile birlikte “Şafak Bekçileri”ni çeken Halit Refiğ ile tanışmıştım. Yarışmaya girmemi Halit Abi istedi. Kazanınca da “Gurbet Kuşları”nda verdiği rolle sinema maceram başladı. Peki Dr. Fahrettin Cüreklibatur’u Cüneyt Arkın yapmak kimin fikriydi? Artist dergisinin yöneticisi Recep Ekicigil, Cüneyt Gökçer’in Cüneyt’ini, Arkın Kitapevi’nin sahibi Ramazan Arkın’ın da Arkın’ını birleştirip beni öyle lanse etti. Çapkınlık günleri de başlamıştır şöhretle birlikte herhalde. Vallahi hiç vaktim yoktu çapkınlığa falan. Cumartesi pazar dahil günde 16 saat çalışırdım. Senede 24 film çektiğim olurdu. (O ana kadar sessizce bizi dinleyen eşi Betül Hanım lafa giriyor...) - B.A: Şah döneminde Cüneyt, İran’da öyle meşhurdu ki kadınlar Fahrettin diyorlar başka bir şey demiyorlardı... Evli miydiniz o zaman? B.A: Gizli gizli çıkıyorduk. Beni etrafa sekreteri diye tanıştırıyordu. O aralar İran’dan Stella Sait diye bir kadın geldi, prensesmiş. Kadın nasıl aşık bizimkine anlatamam. Cüneyt’e hediye etmek için avuç dolusu mücevher getirdi. C.A: Meğer mücevherler kraliyet ailesine aitmiş. Hepsini iade ettik tabii. Kadın inanılmaz zengin, saçını yaptırmak için sabah kalkar uçakla Tahran’dan Paris’e gidermiş düşünsene. B.A: Sonunda Cüneyt için bileklerini kesip intihar etmeye kalktı. Nasıl sabrettim bütün hepsine bilmiyorum. C.A: İlber Ortaylı bir gün yemekte bunlardan bahsetti bana. “Ulan sen nereden biliyorsun?” diye sordum. “Senin yüzünden neredeyse İran’la Türkiye arasında savaş çıkacaktı” dedi. B.A: Vallahi güzel de kadındı ha. Evet deseydin, bütün İran şimdi senindi. C.A: Demek seni ne kadar seviyormuşum ki gözüm hiçbir şey görmüyormuş. Betül Hanım, nasıl tanıştınız Cüneyt Bey’le? B.A: Bir toplantıda karşılaştık. Biri Hanya’dan, diğeri Konya’dan gelmiş iki insandık... Herkes Cüneyt Arkın diye peşinden koşuyor, ben bir köşede oturmuş hiç ilgilenmiyorum. Bu tavrım dikkatini çekmiş olmalı ki, geldi dansa davet etti. C.A: Yahu ben öyle yalnızdım ki o kalabalığın içinde. Halbuki en popüler olduğunuz günler... C.A: Kiminle konuşacaksın ki? Atıf Yılmaz, Lütfi Akad, Halit Refiğ ile zaman zaman şiirden, edebiyattan falan bahsederdik. Onların dışında kafa dengim kimse yoktu. O gün baktım Betül de yalnız, dikkatimi çekti. Betül Hanım’ın ailesi tepki gösterdi mi kızlarının Türkiye’nin en meşhur jönüyle birlikte olmasına? B.A: Hem de nasıl! İlk günlerde “Asla olmaz böyle şey” diye kıyameti kopardılar. C.A: Sonra babası beni tanıdı; doktorluk geçmişimi, Anadolu geleneğimi falan öğrendi de öyle razı oldu. Cüneyt Arkın’a “Nayır” diyen kadın oldu mu hiç? Hiçbir kadınla o kadar yakın ilişkiye girmedim, öyle bir cevap alacak teklifte de bulunmadım. Duyan da karşımda bir melek oturduğunu sanır... Bir kanatlarınız eksikmiş Cüneyt Bey... (Gülüyor) Sözü hep çapkınlığa getirmeye çalışıyorsun ama vallahi yoktu o taraklarda bezim. Betül’le nişanlı olduğumuz dönem birkaç ufak maceram olmuştur o kadar. Zaten bu yüzden yapmadık dedikodu bırakmadılar arkamdan. Ne tür dedikodular? Bir ara ayrıldık Betül’le. Tek başıma dolaşıyorum geceleri, birkaç duble içip eve dönüyorum. Kadınlarla hiçbir ilişkim yok, kapatmışım o defteri. Bir gün arkadaşlarla oturuyoruz; “Sen şey misin?” dediler. Şey ne demek? Eşcinsel mi? Zamparalık yapmayınca etrafa da bu dedikoduyu yaydılar. Zaten öyle çok yalanlar yazılıp çizildi ki hakkımda... Bir gazete patronu Türkan Şoray ile aşk yaşadığımı söylememi bile istedi. Durup dururken neden aşık olacakmışsınız Türkan Şoray’a? Gazetenin tirajı düşüyormuş, bunu hazmedemiyorlardı. Sansasyon lazımmış. Birden kafam attı, “Ben nişanlıyım, Türkan da Rüçhan Adlı ile beraber. Siz bizi kendiniz gibi mi sanıyorsunuz? Şöhret uğruna gururumuzu feda etmeyiz” dedim ve vurdum kapıyı, çıkıp gittim. Arkamdan “Cüneyt, bittin oğlum sen, öldün. Bak gazeteler hakkında neler yazacak” diye bağırmaya başladı. “Türkan Şoray uğruna intihar etti” diye yazamayacakları kesin.... Onu yazmadılar ama o günden sonra gazeteler en iğrenç iftiralarla saldırdılar. En kötüsü de “Cüneyt Arkın, karısı ve çocuklarının olduğu evde erkeklerle seks partisi yapıyor” diye yazmalarıydı. Gerçekten fazla abartmışlar... Neyse aradan birkaç yıl geçti, Gülşen Bubikoğlu ile film çekiyorduk. Setin dışında müthiş bir kalabalık, bizi görmek için toplanmış. Baktım bu meşhur gazete patronu geldi. Kalabalığa şöyle bir baktı; “Gerçekten halkın sevdiği sanatçıya, kimsenin gücü yetmezmiş. Yenildik!” dedi. Sonra bir de utanmadan “Sizin şöhretiniz benim de param ve gücümle Türkiye’de neler yaparız kim bilir” demez mi! Cevap bile vermedim, çünkü değmezdi. Şöhretin bedelini ruhen olduğu kadar biraz fiziksel olarak da ödediniz sanırım... Biraz lafı hafif kalır. Malkoçoğlu’nun çekimleri sırasında balkondan atın sırtına atlayacaktım. At ürküp kaçtı, kıç üstü betona çakıldım. İnanılmaz bir acı duyuyordum. Alt tarafım tutmuyordu. Doktordum, anladım omurgam kırılmış, felç olmuştum. Korkunç bir duygu olmalı... Tek düşündüğüm şey çalışamayacak olmamdı... Karım ve iki oğlum açlığa mahkum olacaklardı. Ertesi gün teşhis kondu, sol bacağım artık benim değildi. Geceleri uyuyamıyordum. Betül sabahlara kadar ağlıyordu. Bir gece aklıma delice bir şey geldi. İntihar değil herhalde? Dur da dinle... Sürünerek mutfağa gittim, titriyordum, boğuluyordum. Masanın üzerindeki ekmeği aldım, öptüm alnıma koydum. Boğazlanmış bir hayvan gibi “çalışmalıyım, çalışmalıyım” diye ağlıyordum. Kararımı verdim, ayağa kalkıp... (Cüneyt Arkın’ın burada gözleri doluyor, konuyu değiştiriyoruz). Kaç kırık var vücudunuzda? Kalbim hariç her yerimde kırık var (gülüyor). Şaka bir yana bu işi yapmak için ya sevdalanacaksın ya da manyak olacaksın. Bir dönem alkol problemiyle de “boğuştunuz”... Düşün daha 25-26 yaşındayken girdim bu dünyaya. Yılın neredeyse 365 günü çalışıyordum. Ayda bir-iki kadeh içmek hakkım bile yoktu. Her sabah 7’de sağlıklı, refleksleri saat gibi çalışan bir şekilde sette olmam lazımdı. “Benim” diyen dublörden fazla at üstünde koşturup, oradan oraya zıplıyordunuz üstelik. Mecburen 45 yıl 72 kiloda kaldım. Trombolinlerim, yüksek atlama sırığım, atlarım, hepsi bu kiloya göre ayarlanmıştı. Bedenim değil ruhum yorulmuştu. Kendime ait hiçbir şey yoktu hayatımda. “Şişede balık olayım” bari mi dediniz? Önce akşamları birkaç duble ile başladı. Altı ay sonra şişeleri dipliyordum. Bir gece Safa Önal boş şişelere bakıp “Sen sarhoş olmak için değil ölmek için içiyorsun, intihar ediyorsun” demişti. “Yolun sonuna” yaklaştığınızı ne zaman fark ettiniz? Bir gece Kulüp 12’nin kapısındaki iri yarı adam sinirime dokundu. “Buranın fedaisi misin?” dedim “Evet, haracını da ben yerim” deyince “Silahın var mı?” diye sordum. Bir Smith&Wesson çıkardı, elinden alıp kurşunlarını boşalttım sonra içine tek bir kurşun koyup namluyu kafama dayadım. Filmlerde çok gördüm ama gerçek hayatta Rus ruleti oynayan biriyle ilk kez konuşuyorum. Çektiniz mi tetiği? Çektim ama patlamadı. Silahı fedaiye uzattım “Şimdi sıra sende” dedim. Korkudan gözleri büyümüştü. O an anladım ki artık ölüm hakkımı kullanıyorum. Kırılma noktası bu olay mı oldu? Evet. Ardından bir psikiyatra gittim, durumu anlattım. Adam “Sonun ya ölüm ya intihar, kendinden öç alıyorsun” dedi, “Senin yaşında genç bir adam bütün bunları kaldıramaz”... Sonradan bu acı tecrübeleri gençlere ders vermek adına paylaştınız. 20 yıla yakın Türkiye’nin dört bir yanını gezdim. Gençlere alkol ve uyuşturucu konusunda bilgiler verdim, ailelerle dertleştim. Çünkü aile değerleri sağlam olursa çocuklar da bu belalardan uzak kalıyor. James Bond olmayı reddettiğiniz konusunda bir şehir efsanesi dolanır dillerde. Efsane falan değil, gerçekten reddettim... Adamlar buraya kadar geldiler ama ben sıcak bakmadım. Benim yerime de Roger Moore’u James Bond yaptılar. Hoppala! Ayağınıza kadar gelen fırsatı niye elinizin tersiyle itiyorsunuz? Hollywood’da özel hayat falan kalmıyor. Ne istediğin gibi gezebiliyorsun ne de dostlarla bir-iki laf edebiliyorsun. Burada da özel hayatım yoktu ama milletimin içindeydim en azından. Kendi çöplüğümde ötüyordum. Yıllar sonra bir davette Ömer Şerif’le karşılaştık. “Her şeyim var ama vatanım yok” dedi bana. O dolarları kazanabilmek için vatansız olacaksın arkadaş. Bu da bana uymaz. Biraz da hayal kırıklıklarınızdan söz edelim. “Dünyayı Kurtaran Adam” gelmiş geçmiş en kötü filmler arasında gösteriliyor. Türk sinemasında o kadar kalitesiz filmler çekildi ki “Dünyayı Kurtaran Adam” onların yanında zemzemle yıkanmış gibi kalır. O filmde emek vardır, absürddür, saçmadır ama kötü değildir. O peluş canavarlar dillere destan... İskeletleri de, canavarları da gece sabaha kadar uğraşıp ben yapıyordum. Sabah olunca da çekimlerde parçalıyordum. Bunca film arasında neden hiç kötü adamı oynamadınız? Oynamaz olur muyum? “Yaralı Kurt”taki topal kiralık katil rolüyle ödül bile aldım. Yeni filmim “Panzehir”de de bir kez daha kötü adamım çok şükür. Niye “Çok şükür” dediniz? (Gülüyor) Artık kötü adamlıkta para var. Bizim oğlan (Murat Arkın) girdi önce “Panzehir”e. “Baba birlikte oynayalım mı?” dedi. Onunla oynamak büyük zevk benim için. Bir de mafyayı çok iyi tanırım ben, hayatım onların içinde geçti. Rolün hakkını verebileceğimi düşündüm. Yönetmenimiz Alper Çağlar da çok iyi bir iş çıkardı. Hollywood ayarında sıkı bir film oldu. Konusu ne filmin? Çağa ayak uydurup “kurumsallaşan” acımasız bir mafya babasını canlandırıyorum, bizim oğlan da benim gençliğimi oynuyor. Filme, Türkiye dışında Norveç, Amerika, İtalya, Fransa ve Almanya olmak üzere beş ayrı ülkeden oyuncular katıldı. Çatışma sahnelerinde polise 12 ihbar yapılmış, hatta Bülent Ersoy da Zincirlikuyu’dan geçerken gerçek sanıp “Niye dövüyorsunuz çocukları?” diyerek çekimleri durdurdu (gülüyor).T24
Bafa Gölü'nde Korkunç Manzara
Ege Bölgesi’nin en büyük gölü olan Bafa’daki kirlilik üst düzeye ulaşırken göldeki yeşil peltemsi görüntüden sonra da şimdi de köpürme başladı. Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD), acil önlem çağrısı yapıp canlı yaşamının bitmeye başladığı gölün aksi takdirde su formundan önce bataklık, ardından da kara formuna dönüşeceği uyarısında bulundu.Aydın'ın Söke ile Muğla'nın Milas İlçeleri'ni birbirine bağlayan karayolunun kenarındaki Bafa Gölü, can çekişmeye devam ediyor. Gölde iki hafta önce başlayan yeşil alg istilası ve balık ölümlerinin ardından suda köpürmeler meydana gelmeye başladı. Göldeki gelişmeleri günlük takip eden EKODOSD, geçen pazar günü alarmı en üst seviyeye çıkardı. Kaybedecek tek bir saatin bile olmadığına dikkat çeken EKODOSD Bilim Danışmanı Süleyman Demirel Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Erol Kesici, 'Bafa Gölü, son yılların en kötü görünümüne bürünüyor. Bafa Gölü'nde 15 gündür artarak devam eden biyolojik kirlilik gölde aşırı ötrofikasyona (fosfat kirlenmesi) doğru gidiyor. Göllerin yaşam süreçlerinin en son evrelerini oluşturan hiperötrofik (hücre hacmindeki artış dolayısıyla olan büyüme) seviyesine gelmek üzere. Gölde yıllar öncesi Kapıkırı ve Gölyaka kesiminde başlayan zehirli alg çoğalması görünür düzeyde gölün her tarafını kaplama aşamasındadır. Bu tip gidiş de ötrofikasyon Bafa Gölü gibi sulak alan ekosistemlerini bozarak burada yaşayan kuş, balık ve diğer canlıların azalmasına ya da yok olmasına neden olabilir. Ötrofikasyonun ileri safhalarında oksijen tükeneceği için ilgili sistem önce bataklığa sonra giderek çayıra dönüşerek su formundan kara formuna geçebilir. Dünyada, bu tür kirlilik aşamasına gelen ve zehirli alglerin aşırı oranda çoğaldığı göllerin ürünleri yasaklanmaktadır. Balıkları ve beslendikleri canlıların yavrularının büyüme gelişme alanları yok olmakta, yaşanamaz hale gelmektedir. Bu yıl uzmanlar-yetkililerin ülkemizde yağışların yetersiz olması nedeniyle kuraklık yaşanacağını belirtmektedirler. Bu durum çok ciddi sorunları olan Bafa Gölü içinde kirliliğin artması canlıların yaşamlarının ve sağlıklarının tehlikeye girmesi demektir' dedi. EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü de eskiden gölün sadece belli bölgelerinde olan kirliliğin giderek daha arttığını, Söke-Bodrum Karayolu kenarındaki bölümlerini etkilediğini söyledi. Sürücü, 'Göldeki su yeşil bir boyadan farksız bir durumda. Bafa Gölü'nün Güney bölgesi olan Bodrum yolunun da yeşil bir renge büründüğü, koylarda biriken alglerin ise ilginç görüntüler oluşturduğu görülüyor. Şu anda en kötü durum ekonomisi turizme dayalı birçok işletmenin bulunduğu Kapıkırı ve Gölyaka bölgesinde. Buraların hem görüntü olarak hem de koku olarak çok kötü durumda olduğu görülüyor. Vatandaşlar çaresiz durumda. Bu kirlilik için bir an önce harekete geçilmezse, daha kötü günlerin geleceği kaçınılmazdır. Uşak, Denizli ve Aydın'dan gelen bu kirliliği yaratanların, Bafa'nın bu durumundan haberi bile yoktur. Kirliliğe katkı yapanları Bafa'ya getirerek, bu benzersiz güzelliği ne hale getirdiklerini, buradaki ekosistemi nasıl bozduklarını, göl kıyısında yaşayan insanların yaşamlarını nasıl etkilediklerini yerinde göstermek gerekir' diye konuştu. Latif SANSÜR / SÖKE (Aydın), (DHA) 
2055'te Dünya Nasıl mı Olacak?
Dünya gelecekte nasıl olacak? Kullandığımız teknolojiler neye benzeyecek? Yaşam standardımız ne olacak? “Ekosistemin dengesi bozulacak mı, seller ve kuraklık artacak mı, kutuplarda buz kalacak mı, kalmayacak mı?” gibi onlarca soru akılları kurcalar durur. Kendi kendimize tüm bu soruları sorduğumuzda hem iyi hem de kötü açıdan bazı şeyler düşünürüz.Fox’ta yayınlanan Animation Domination isimli yetişkin komedi ve animasyon programı, 2055 yılına karşılaşmamız muhtemel dehşetli yaşamı neşeli anlatımlı bir tanıtım animasyonuna çevirdi. Geleceği insanlık için oldukça karanlık bir şekilde gösteren kısa filmde beklenenin aksine ne bir uçan araba var ne de harika bir yaşam. Aksine, Mad Max’teki gibi çeteler etrafta kol geziyor, açlık had safhada… Buyrun bir de siz göz atın.Play Tuşu