onedio

Suç Duyurusu Haberleri

Suç Duyurusu ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Suç Duyurusu ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Marmara İletişim'de İki Asistan Okuldan Atıldı
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ndeki iki araştırma görevlisi, Gezi eylemleri sırasında yasal sendikal haklarını kullanarak iş bırakma eylemine katıldıkları için açılan soruşturma sonrasında okuldan atıldı. 8 araştırma görevlisine de kıdem durdurma cezası verildi. Fakültenin dekanı Yusuf Devran, daha önce de öğrencilerin fişlenmesi, öğretim üyelerinin tehdit edilmesi ile gündeme gelmişti. Geçtiğimiz Haziran ayında KESK'in iş bırakma kararına uyarak Gezi Protestolarına destek veren Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden 2 Araştırma Görevlisi okuldan atıldı. Marmara Üniversitesi'nde haftalardır öğretim görevlileri ve öğrenciler Dekan Prof. Yusuf Devran'ın keyfi uygulamalar içinde olduğunu iddia ederek protesto eylemleri düzenliyorlardı. Marmara İletişim Fakültesi Dekanlığı, Gezi olaylarına katılan 8 asistana 2 yıl kıdem durdurma cezası verdirmişti. Son olarak dün çıkan karara göre Dr. Figen Algül ve Araştırma Görevlisi Can Özbaşaran okuldan atıldılar. Yasal sendikal eylemi 'cumhuriyeti ortadan kaldırmak' olarak gösterdi İki hocanın okuldan atılma gerekçeleri dilekçede şöyle ifade edildi. 'Cumhuriyetin niteliklerinden herhangi birini değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya yönelik eylem yapmak; ideolojik, siyasi, yıkıcı, bölücü amaçlarla eylemlerde bulunmak veya bu eylemleri desteklemek suretiyle kurumların huzur, sükûn ve çalışma düzenini bozmak; boykot işgal, engelleme, işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak ya da bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik etmek, yardımda bulunmak.' Kararı YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya verecek Şimdi Gözler YÖK'e çevrildi. Araştırma Görevlileri bir hafta içinde YÖK'e itiraz edebilecek. Son kararı YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya verecek. Son yıllarda hep fişleme ve tehditler ile gündeme geldi Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, son yıllarda, dekanı Yusuf Devran'ın öğrenci fişlemeleri, bazı öğretim üyelerine yönelik tehdit ve baskı uygulamalarıyla da sürekli gündemde olan bir okul. Devran daha önce de yüksek lisans mülakatına girecek olan öğrencilere yönelik yaptığı fişleme ile gündeme gelmişti. Yüksek lisans mülakatına giren bir öğrenci listesinde Kürt kökenli öğrencilerin isimlerinin yanına 'PKK'lı' anlamına gelen 'P' harfi ile işaretlenmişti. Devran, fişleme listesiyle ilgili 'bu resmi bir evrak değil' diyerek daha önce suçlamaları reddetmişti. Yusuf Devran daha sonra Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gözde Yılmaz'ın savcılığa yaptığı başvuru ile yeniden gündeme geldi. Okula alınacak yüksek lisans ve doktora öğrencileri için verdiği listeyi jüri üyesi olarak kabul etmeyen Doç. Dr. Gözde Yılmaz'ı tehdit eden Devran, Yılmaz'ı hedef de göstermişti. Doç. Dr. Yılmaz, bu tehditler üzerine savcılığa suç duyurusu yaparak, koruma talep etmişti. Doktora jürisi üyesi doçenti tehdit etmişti Dekan Devran'ın hedef tahtasına oturttuğu hocalar ve araştırma görevlileri sosyal medya üzerinden bazı öğrencilerin tehditlerine maruz kalmışlardı. Doç. Dr. Yılmaz'ı da koruma talep etmeye yönelten bu durumdu. Sosyal medyada ve çeşitli mecralarda Devran'ın 'ülkücü' öğrenciler ile sıcak ilişkiler içinde olduğu ve onun hedef haline getirdiği kişilerin bu kesimlerin tehditlerine maruz kaldığı da sıkça yer aldı. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde son yıllarda sıklaşan ülkücü öğrenciler ile solcu ve Kürt öğrencilerin örgütlenmeleri arasında çıkan kavgaların sonrasında da dekanın, öğrencilerin bir kesimine yönelik bu yakınlığı dile getirilmiş ve eleştirilmişti. Fakültesini dünyanın gündemine taşıdı ama nasıl? Gezi Parkı eylemleri sonrasında da hızını kesmeyip sendikalı araştırma görevlilerinin hakkında yasal sendikal haklarını hiçe sayıp soruşturma başlatan ve cezalar yağdıran Devran, bu uygulamaları ile TBMM gündemine de dünya akadami çevrelerinin en saygın isimlerinin de aralarında yer aldığı karşı imza kampanyalarına da neden olmuştu. 24 ülkede yüzlerce üniversitede görev yapan 1431 akademisyenin imza attığı 'Akademinin özgürlüğü, bizim özgürlüğümüz' adlı protesto metninde Noam Chomsky, Judith Butler ve Nancy Fraser gibi dünyanın tanıdığı isimler de vardı. Akademik alanda her hangi bir başarı yerine, bir dönemin 'kışla' eleştirilerini hatırlara getiren uygulamaları ile fakültesini sürekli gündemde tutan Yusuf Devran'a yönelik bu protesto metninde imzası bulunan Chomsky, Butler gibi isimlerin araştırmaları ve kimi teorileri İletişim Fakültelerinde verilen derslerde okutuluyor. CNN Türk
Başbakan'dan 5 İsme Suç Duyurusu
Başbakan'dan Ali Fuat Yılmazer, Emre Uslu ve Önder Aytaç, Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş ile Zaman gazetesi yazarı Mehmet Kamış hakkında savcılığa suç duyurusu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , Ali Fuat Yılmazer , Emre Uslu , Önder Aytaç , Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş ile Zaman gazetesi yazarı Mehmet Kamış hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Yılmazer, Uslu ve Aytaç hakkında yurtdışına çıkış yasağı konması istendi. Ali Fuat Yılmazer hakkında suç duyurusu Anadolu Ajansı'nın haberine göre, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kendisine iftira ve hakarette bulunduğu iddiasıyla eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer hakkında suç duyurusunda bulundu. Dilekçede, 'Yılmazer'in yurt dışında taşınmaz satın aldığı, yurt dışına çıkarak, bir daha dönmeyeceği şeklinde duyum alındığı' bildirilerek, Yılmazer hakkında soruşturma yapılması ve yurt dışına çıkış yasağı konulması için mahkemeye başvurulması istendi. Erdoğan'ın avukatları Ali Özkaya, Muammer Cemaloğlu ve Burhanettin Sevencan'ın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği suç duyurusu dilekçesinde, Yılmazer'in, katıldığı televizyon programında açıklamalarda bulunduğu belirtildi. Yılmazer'in, özetle, 'Ergenekon Örgütü Davası olarak bilinen ve içinde 20'nin üzerinde iddianame ile birleştirilen davaların olduğu ana dava, Balyoz, Odatv, İnternet Andıcı, Devrimci Karargah davaları ile bu davalardaki tutuklamaların Başbakan'ın bilgisi ve talimatıyla olduğu; eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, Mehmet Haberal, Hurşit Tolon, Engin Alan, Hanefi Avcı, Ahmet Şık gibi kişilerin Başbakan'ın talimatıyla tutuklandıkları, davaların başından sonuna kadar bizzat Başbakan tarafından yönetildiğini' beyan ettiği anlatıldı. 'Başbakan'ın kimseyi tutuklama veya tutuklattırma yetkisinin olmadığı' vurgulanan dilekçede, Erdoğan'ın, ülkede gerçek bir hukuk devletinin yerleşmesi için çetelerle, örgütlü suç yapılarıyla, vesayet rejimleriyle mücadele edilmesi konusunda soruşturma mercilerine her türlü desteği verdiğine işaret edildi. 'Ergenekon adı altında bir suç örgütünün varlığı' iddiasına ilişkin istihbarat raporları devletin 'üst yöneticilerince' arz edildiğinde, Erdoğan'ın bunlarla ilgili tedbirlerin alınması talimatı verdiği belirtilen dilekçede, İlker Başbuğ'un, 'hükümeti cebren yıkma' iddiasıyla ifadeye çağrılması konusunda Başbakan'ın bilgilendirilmesinin doğal olduğuna dikkat çekildi. Dilekçede, şunlar kaydedildi 'İfadeye çağrılma ayrı şey, ifadeye giden herkesin tutuklanması için bir oluşum yapmak ayrı şeydir. Şüpheli, adı geçen davaların bir kısım sanıklarıyla ilgili ifadeye çağrılma kısmında sunulan bilgiyi kasten çarpıtarak ve belki de yaptığı bir kısım suç teşkil eden fiillerin ortaya çıkması endişesiyle kasıtlı olarak müvekkile iftira atmaktadır. Yaşadığımız günlerde ortaya çıkan yeni bilgiler ve paralel yapılanma iddiaları nedeniyle bu davalarda yargılanan ve haksız yere hapis yattığını ileri süren kişilerin de çokluğu karşısında, şüpheli bu insanları müvekkilime karşı kışkırtmakta ve toplumsal kargaşa çıkmasını istemektedir.' 'Başbakan, Başbuğ'un tutuklanmasının haksızlık olduğunu beya etti' Erdoğan'ın, hukuka uygun yürütüldüğüne inandığı süreçlere sonuna kadar sahip çıktığı, kamu görevlilerini yüreklendirdiği belirtilen dilekçede, ancak bu soruşturmaların 'dalga dalga' yapılması ve 'hukuka aykırı soruşturma yapılıyor ve sahte delil üretiliyor' eleştirisini ciddi bulması üzerine 'Bu dalga dalga operasyonlar milleti boğacak' dediği ve yanlış gördüklerini kamuoyu önünde dile getirdiği hatırlatıldı. Dilekçede, Erdoğan'a, Başbuğ'un ifadeye çağrılacağı bilgisi verildiği, onun da 'Genelkurmay Başkanlığı yapmış emekli bir komutanın ifadeye çağrılması' nedeniyle gerekli insani hassasiyetle davranılması konusunda görüşünü açıklayıp, talimat verdiği anlatıldı. 'Bugün bile Erdoğan'ın anlayamadığı bir şekilde, Türkiye Cumhuriyeti'nin meşru Genelkurmay Başkanı'nın 'terör örgütü kurmak ve yönetmek' iddiasıyla tutuklandığı ve Anayasa'nın 145. ve 148. maddesinin açık hükümlerine rağmen özel yetkili ağır ceza mahkemesinde yargılandığı' kaydedilen dilekçede, Erdoğan'ın, 'Başbuğ'un, terör örgütü kurucu ve yöneticisi olarak nitelendirilerek suçlanmasının haksızlık ve yanlış olduğunu, bunun kabul edilemez bir iddia olduğunu' tüm süreçlerde beyan ettiği aktarıldı. O günlerde bazı gazetelerde ve görsel medyada, Erdoğan'ın bu açıklamalarının eleştirildiği hatırlatılan dilekçede, 'İnternet Andıcı' davasının doğrudan hedefi AK Parti ve partili milletvekillerince kurulan hükümet olmasına ve partinin davaya müdahilliğine rağmen hiçbir duruşmaya katılınmadığı ifade edildi. 'Başbakan, Başbuğ'un tutuklanmasından bile soradan haberdar oldu' 'Erdoğan'ın, Başbuğ'un değil tutuklanmasını istemesi, tutuklanmasından bile sonradan haberdar olduğu' belirtilen dilekçede, 'Yılmazer'in, iftira attığı' kaydedildi ve şu ifadeler kullanıldı: 'Nedim Şener ve Ahmet Şık olayı da aynen buna benzemektedir. Şüpheli ve örgütlü olarak beraber hareket ettikleri bir kısım kamu görevlileri ile basın yayın organlarındaki yandaşlarınca ülkemize özgü, henüz yayınlanmamış, bağlı oldukları hoca ve kamu görevlileri hakkındaki bir kitabın daha matbaadayken basılıp yok edilmesi ve yazarının tutuklanmasına sebep olacak bir süreç işletmiştir. Buna gerekçe olarak da olayla hiç ilgisi olmayan ve kanunlarımızdaki tek istisna hüküm olan Basın Kanunu'nun 25/1. maddesi gerekçe yapılmıştır. Müvekkil Sayın Başbakan, şüpheli ile beraber hareket eden kamu görevlilerinin artık kamu görevi ile bağdaşmayan davranışlara girdikleri ve baş amaçlarının olduğuna dair kendisine arz edilen bilgiler sonucu bir kanaate vararak, şüpheli ile bir kısım kamu görevlilerinin görevinden alınması talimatını vermiştir. Müvekkilimin haberi olmadığı bir konudan iftiraya uğraması ancak suç işleyenlerin suçlarını başkası üzerine yıkma çabası olarak izah edilebilir. Zaten Nedim Şener de hem yayın anında attığı tweetlerle hem de öncesindeki açıklamalarıyla Sayın Başbakan'ın süreçten haberinin olmadığını açıklamıştır.' 'Yılmazer suç iftirasında bulundu' Yılmazer'in diğer kişilerin tutuklanması hususundaki beyanlarında da benzer iftira ve hezeyanlar olduğu kaydedilen dilekçede, Yılmazer'in, 'Tüm tutuklamaları biz yaptık' demesinin 'suç itirafı' olduğuna yer verildi. 'Savcılığın, bu suç itirafından yola çıkarak, bu soruşturmalarda görev alan kamu görevlileri içinde 'paralel bir yapının' olup olmadığını tespit etmesinin beklendiği' bildirilen dilekçede, Yılmazer'in, 'kendisiyle beraber hareket eden örgütlü yapıdan gözleri uzaklaştırmak ve başka kişilere suç atmak gayreti içinde olduğu' ifade edildi. Dilekçede, 'Yılmazer'in yurt dışında taşınmaz satın aldığı, yurt dışına çıkarak, bir daha dönmeyeceği şeklinde duyum alındığı' bildirilerek, Yılmazer hakkında soruşturma yapılması ve yurt dışına çıkış yasağı konulması için mahkemeye başvurulması istendi. Emre Uslu ve Önder Aytaç hakkında suç duyurusunda bulundu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın avukatları, daha önce Twitter hesaplarından yaptıkları paylaşımlar nedeniyle hakkında suç duyurusunda bulundukları Önder Aytaç ve Emre Uslu hakkında soruşturma yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdu. Başvuruda, 'Uluslararası casusluk faaliyeti ile elde edilen gizli görüşme kayıtlarının Youtube'a konulan 'konu başlığı' ve şüphelilerin yürüttükleri psikolojik harp taktikleri içinde kullandıkları 'Başçalan' ismi ile yapılması ve en son bu casusluk olayını da sahiplenmeleri, casusluk faaliyeti hakkında önceden açıklamaları dikkate alındığında, bu suçun da olağan şüphelileri içinde olmaları muhtemeldir' denilerek, 'yurt dışına kaçma ihtimali olan' Aytaç ve Uslu hakkında 'gerekli tedbirlerin alınması' istendi. Erdoğan'ın avukatları Ali Özkaya, Muammer Cemaloğlu ve Burhanettin Sevencan, Twitter hesaplarından 'suç teşkil eden dinlemeleri yayınlamaları' nedeniyle geçtiğimiz günlerde suç duyurusunda bulundukları Aytaç ve Uslu ile ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına dün bir başvuru yaptı. Avukatlar, Aytaç ve Uslu hakkında şikayet konusu soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Bilişim Suçları Soruşturma Bürosu Savcısı Mehmet Ali Ethemoğlu'na verdikleri dilekçede, Uslu ve Aytaç hakkında değişik tarihlerde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduklarını, savcılığın da şikayet konusunu soruşturduğunu belirtti. 'ABD, Belçika, Kanada ve İsrail'e uçak bileti alındı iddiası' 'Son günlerde basın yayın organları ve sosyal medyada, Fethullah Gülen grubuna/örgütüne mensup bazı kamu görevlileri ile gazeteci ve eski polislerin yurt dışına kaçtığı, diğerlerinin de kaçacağı, yarınki seçimden hemen sonrası için ABD, Belçika, Kanada ve İsrail'e uçak bileti aldıklarının konuşulup yazıldığı' ifade edilen dilekçede, şunlar kaydedildi: 'Dün itibarıyla (27 Mart 2014), ülkemizin en kritik ve gizli toplantılarının yapıldığı makamlardan birisi olan Sayın Dışişleri Bakanımızın makamında, Dışişleri Bakanı, Dışişleri Müsteşarı, MİT Müsteşarı ve Genelkurmay 2. Başkanının Suriye ile ilgili çok gizli bir toplantısının ortam dinlemesi yoluyla olduğu söylenen bir şekilde ve 'uluslararası casusluk' faaliyeti kapsamında dinlendiği ve şüphelilerin Twitter hesapları olarak açtıkları ve kullandıkları 'Başçalan' ismi altında, 'Başçalanın Seçim Güdümlü Savaş Planı 1-1, www.youtube.com' adresinden internete servis edildiği görülmektedir. Bu casusluk faaliyeti ile ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma başlattığı basına yansımıştır.'' 'Olağan şüpheliler içindeler' 'Önder Aytaç'ın, bu yayın internete düşmeden bir gün önce, Samanyolu kanalında, Suriye ile savaşa girilme ihtimali olduğu yönünde bilgisinin olduğunu söylediği' ifade edilen dilekçede, 'Uluslararası casusluk faaliyeti ile elde edilen gizli görüşme kayıtlarının Youtube'a konulan 'konu başlığı' ve şüphelilerin yürüttükleri psikolojik harp taktikleri içinde kullandıkları 'Başçalan' ismi ile yapılması ve en son bu casusluk olayını da sahiplenmeleri, casusluk faaliyeti hakkında önceden açıklamaları dikkate alındığında, bu suçun da olağan şüphelileri içinde olmaları muhtemeldir' denildi. Dilekçedenin ekinde, Aytaç ve Uslu'nun 'basına yansıyan bilet örneklerinin' bulunduğu bildirilerek, 'ileride soruşturmaların sonuçsuz kalmaması için şüpheliler ile ilgili gerekli tedbirlerin alınması' talep edildi. Dilekçenin 'şüpheliler' kısmında ise Aytaç ve Uslu'nun yanı sıra, 'berabergoturdukbizbuyollarda.com' adlı internet sitesi içerik sağlayıcıları da yer aldı. Başbakn'ın sesinden dolayı eleştiren tweet atan Bülent Keneş ile Mehmet Kamış hakkında suç duyurusu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, attıkları tweetlerle kendisine hakaret ettikleri iddiasıyla Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş ile Zaman gazetesi yazarı Mehmet Kamış hakkında suç duyurusunda bulundu. Başbakan Erdoğan'ın avukatı Ali Özkaya, Muammer Cemaloğlu ve Burhanettin Sevencan tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verilen suç duyurusu dilekçesinde, Başbakan Erdoğan'ın ses tellerindeki rahatsızlık nedeniyle Van ve Diyarbakır mitinglerinde sesinin farklı çıktığı hatırlatıldı. Keneş ve Kamış'ın, Erdoğan'la 'alay edip aşağılayan' twitler attıkları kaydedilen dilekçede, Erdoğan'ın onur, şeref ve saygınlığını rencide eden, eleştiri ve ifade özgürlüğü sınırlarını aşan paylaşımlarda bulundukları belirtildi. Dilekçede, şüpheliler hakkında 'kamu görevlisine görevinden dolayı aleni hakaret' suçundan dava açılması istendi.T24
Gorbaçov İçin Suç Duyurusu: SSCB'yi Yıktı, Yargılansın
Rusya'da beş milletvekili, Sovyetler Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) son lideri Mihail Gorbaçov hakkında suç duyurusunda bulundu. BBC Moskova muhabiri Daniel Sandford'un haberine göre başsavcıya bir mektup gönderen milletvekilleri Gorbaçov'un, Sovyetler Birliği'nin dağılmasına neden olduğu gerekçesi ile yargılanmasını istedi. Parlametonun alt kanadı Duma'nın beş üyesi mektuplarında, dönemin Sovyetler Birliği vatandaşlarının referandumda ülkenin bütünlüğünün korunması yönünde oy kullandıklarına dikkat çekti. Milletvekilleri, Gorbaçov'un ise bu duruma karşın Sovyetler Birliği'nin dağılmasına izin verdiğini vurguladı. Başsavcı'ya suç duyurusunda bulunan milletvekillerinden ikisi, ülkenin lideri Vladimir Putin'in Birleşik Rusya Partisi'nden. Diğer milletvekillerinin ise ikisi Komünist Parti, diğer de milliyetçi Liberal Demokrat Parti üyesi. Milletvekillerinin atıfta bulundukları referandum 1991'de Sovyetler Birliği'nin oluşturan 15 cumhuriyetten dokuzunda yapılmıştı. Cumhuriyetlerden altısı referandumu boykot etmişti. Mihail Gorbaçov ise hakkındaki suç duyurusunun 'tamamen saçmalık' olduğunu söyledi. Yargılanmasının tarihi açıdan hiçbir şekilde makul olmadığını vurgulayan Gorbaçov, beş milletvekilinin sadece ünlü olmaya çalıştıklarını belirtti. Sovyetler Birliği Soğuk Savaş'ın son bulmasının ardından 1991'de dağılmıştı. Bu gelişme üzerine aralarında Ukrayna'nın da bulunduğu 14 ülke bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi.bbctürkçe
"Tevhid-Selam Bir Terör Örgütü, 7 Bin Kişi Değil 230 Kişi Dinlendi"
Yeni Şafak’ta yer alan haberde ‘Tevhid-Selam Kudüs Ordusu’ soruşturmasında 7 bin kişiyi yasa dışı dinlediği iddia edilen Savcı Çimen’den 10 sayfalık açıklamaYeni Şafak gazetesinin Tevdih-Selam Kudüs Örgütü soruşturması kapsamında 7 bin kişiyi yasa dışı dinlediğini ileri sürdüğü savcı Adnan Çimen iddiaları yanıtladı. “Derin yapının bir kanadının ilgili örgütün içinde bulunduğunu” saptadıklarını söyleyen Savcı Çimen, “Bundan haberdar olan derin yapılanma, yasal takibata uğramamak için soruşturmayla hiçbir ilgisi bulunmayan binlerce insanı dosya kapsamında dinlenmiş gibi gösterdi” dedi. Savcı Çimen, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı hakkında da suç duyurusunda bulunacağını söyledi. 24 Şubat’ta Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan bir haberde yer alan “7 bin kişinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen Tevhid-Selam Kudüs Ordusu isimli soruşturma kapsamında yasa dışı bir şekilde dinlediği” iddia edilen savcı Adnan Çimen, hukukçuların kullandığı adalet.org isimli internet sitesinden cevap verdi. Haberden sonra Büyükçekmece Savcısı olarak atanan Çimen, “7 bin kişi yasa dışı dinlendi yalanı” başlıklı yazısında, basının “asrın telekulak skandalı” şeklinde yapılan haberi “asrın iftirası” olarak değerlendirdi. Çimen, soruşturma kapsamında yaklaşık 230 kişinin dinlendiği belirtti ve 110 kişi hakkındaki dinleme kararını CMK’nın 250. maddesiyle yetkili mahkeme hâkimleri tarafından, yaklaşık 120 şüpheliye ilişkin dinleme kararlarını ise TMK’nın 10. Maddesiyle yetkilendirilen 5-6 farklı “özgürlük hâkimi” tarafından verildiğini söyledi. Yaklaşık 10 sayfalık yazısında Çimeni, “telekulak skandalı” olarak sunulan dosyada soruşturulanın “İran Devrim Muhafızları’na bağlı olarak Türkiye’de faaliyet yürüten ve Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok ve benzeri cinayetleri gerçekleştiren yabancı menşeli ve İran ajanlarınca yönetilen bir kanlı terör örgütü” olduğu vurgulandı. Çimen, soruşturmanın üç yıl önce ve “KCKPKK mensuplarına dair bir soruşturma kapsamında KCK/PKK bu örgüt içerisinde hareket eden derin bir yapılanmanın tespit edilmesiyle” başladığını belirtti. Dilekçede, “KCKPKK mensuplarına ilişkin yürütülen bir soruşturma kapsamında bu örgüt içerisinde hareket eden derin bir yapılanmanın tespit edildiğini soruşturmanın 3 yıl önce bu şekilde başladığını” anlatılırken, AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar ’ın “Kürt Ergenekonu” isimlendirdiği bu yapıya yönelik tespitlerinin doğru olduğu ileri sürüldü. Metinde, “Derin yapılanmanın bu faaliyetlerinin karar mercileri üzerinde ki etkisini Hürriyet Gazetesi yazarı Şükrü Küçükşahin’in 13.08.2012 günlü yazısında açıkça ortaya koyduğu” öne sürüldü. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu’nun dinlemeler sonrası yaptığı basın açıklamasına da atıfta bulunulan metinde “Salihoğlu hakkında da suç duyurusunda bulunulacağı” ifade edildi. Dilekçede sıralanan ve “cevaplandırılması istenilen” sorulardan bazıları şöyle: Ülkenin faili meçhul cinayetlerle karışması ve kaos ortamının oluşması için faaliyet içinde olan yapılar ve arkalarındaki irade kimdir? Müvekkilim ve ilgili cumhuriyet savcılarınca yaklaşık (3) yıl boyunca gizlilik içerisinde yürütülen soruşturma neden deşifre edilmiştir? Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın bu soruşturma ile ilgili olarak mevzuata aykırı olarak ve basındaki iftira kabilinden haberleri doğrular mahiyetteki basın açıklamasını yapması için kendisinden talepte bulunan olmuş mudur? Hakkında tarafımızdan yapılacak suç duyurusunda detaylandırılacağı üzere, Sayın Başsavcı, bir yargı mensubu olarak dinleme işlemlerinin nasıl yapıldığını bilmesine ve dolaylı dinlemelerin ne anlama geldiğini gayet iyi bilmesine rağmen neden gerçeğe aykırı içerikte bir basın açıklaması yapmak zorunda kalmıştır? Soruşturmanın basına yansıtılması terör örgütü ile ilgili yapılan takibatı neticesiz bırakmamış mıdır? Bu yayınlar örgüt elemanlarının kaçmalarına fırsat vermiş midir? Soruşturmanın gizliliği açıkça ihlal edilmemiş midir? Türk yargı tarihinde manşetlerden bu şekilde günlerce deşifre edilen ve gizliliği ihlal edilen bir örgüt soruşturması var mıdır? Bundan sonra meydana gelmesi muhtemel faili meçhul cinayetlerin sorumluları bu soruşturmayı deşifre edip, üzerini kapatmaya tevessül edenlerde olmayacak mıdır? Soruşturmanın tüm aşamalarının anlatıldığı, dinlemelerin nasıl yapıldığına dair bilgilere yer verilen suç duyurusu dilekçesi ve savcı Çimen’in 10 sayfalık yazısının tamamı şöyle: 24.02.2014 günü mesaiye gittiğimde bir kısım basın yayın organlarında yer alan“asrın telekulak skandalı” diye başlayan ve içeriğinde şahsımın ve bir Savcı arkadaşımın, Selam isimli hayali bir örgüt soruşturması kapsamında başta Sayın Başbakan olmak üzere, bakan, bürokrat, gazeteci, sivil toplum kuruluşu temsilcisi ve sair meslek gruplarından (7000) kişiyi yasal olmayan şekilde dinlediği iddiasıyla karşılaştım. Bu nedenle ilgili basın yayın organları hakkında Cumhuriyet Başsavcılıklarına suç duyurusunda bulundum. Söz konusu basın yayın organlarının dile getirdiği olayın “asrın telekulak skandalı mı” “yoksa asrın iftirası mı” olduğu iddialara verdiğim cevaplar okunduğunda takdir edilecektir. Yapılan yayınlarda şahsım hedef alınmakla birlikte, ayrıca topyekûn Yargı Camiasının da itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını müşahede ettim. Bu nedenle şikâyet dilekçemi sizlerle de paylaşma ihtiyacı hissettim. Şahsıma ve Yargı Camiasına yapılan bu yargısız infazın gereğini yine yargı kendi içerisinde hiçbir ön yargıya kapılmadan hukuk kuralları içerisinde çözecektir. En derin Saygılarımla… T. C. İ S T A N B U L CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA MÜŞTEKİ Adnan ÇİMEN – Büyükçekmece Cumhuriyet Savcısı VEKİLİ Av. Av. Cihan AYDIN, İstanbul Barosuna kayıtlı Meşrutiyet Mah. Rumeli Cad. No: 46 Kat 5 İç Kapı 6 Nişantaşı, Şişli / İSTANBUL ŞÜPHELİLER 1- İbrahim KARAGÜL – Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni 2- Fuat ATİK – Yeni Şafak Gazetesi Yazı İşleri Müdürü 3- İdris SARUHAN - Yeni Şafak Gazetesi Yazı İşleri Müdürü 4- Fatma DEMİRCİOĞLU – Yeni Şafak Gazetesi Haber Müdürü 5- Mustafa KAHRAMAN – Yeni Şafak Gazetesi Sorumlu Müdürü SUÇLAR 1- Basın yoluyla hakaret 2- İftira 3- Adli Soruşturmanın Gizliliğini İhlal DELİLLER 1- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın (kapatılan TMK’nın 10. Maddesiyle Yetkili) 2011/762 sor. sayılı dosyası 2- Yeni Şafak isimli gazetenin 24.02.2014 günlü ve devam eden günlerdeki nüshaları ve internet sayfası, OLAYLAR 24.02.2014 günlü Yeni Şafak isimli gazetenin manşetten verdiği “DERİN KULAK PENSİLVANYA” başlıklı haberin “Derin yapının en karanlık komplosu deşifre oldu. Darbe çetesinin hayali örgüt isimleri üreterek Başbakan Erdoğan, yakın çevresi, gazeteci, yazar, STK temsilcileri ve işadamlarının aralarında bulunduğu binlerce kişiyi 3 yıl boyunca dinlediği ortaya çıktı” şeklinde olduğu, devam eden 4-5 gün içerisinde de benzer yayınların sürdürüldüğü, müvekkilimin yasadışı dinlemeler yaptığı, bir cemaate mensup olduğu, bu yapılanmanın elemanı gibi çalışıp emir ve talimatları buradan aldığı, elde edilen mahrem bilgileri yurt dışına çıkarmak suretiyle casusluk faaliyeti içerisinde olduğu ve benzer iddiaların dile getirildiği saptanmıştır. Bu haberlerin değerlendirmesine girmeden, öncelikle müvekkilime ilişkin olarak şu hususları belirtmek isterim ki; Müvekkilim olan Büyükçekmece Cumhuriyet Savcısı Adnan Çimen 2005 yılında Adalet Müfettişi olarak atandığı görevinden yaklaşık 6 yıl sonra ayrılmış ve 07.03.2011 tarihinde Sultanahmet’te bulunan Adliyede genel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı olarak göreve başlamıştır. Talebi olmadığı halde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından CMK’nın mülga 250. Maddesiyle Görevli ve Yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı olarak yetkilendirilmiş ve bu görevine 24.03.2011 günü Beşiktaş’ta başlamıştır. Müvekkilim bu süreçte kendisine Başsavcı Vekili tarafından tevzien gönderilen birçok soruşturmayla birlikte, özellikle kamuoyunda yakından takip edilen bir kısım soruşturmaları yürütmüştür. Bu kapsamda; El Kaide terör örgütünün Türkiye sorumlusu (H.B.) ve örgüt üyelerininde içinde bulunduğu (60)’ı aşkın örgüt elemanı hakkında operasyon yaparak kamu davası açmış, PKK/KCK terör örgütüne yönelik olarak yürütülen ve kamuoyunda PKK/KCK İstanbul ana davası olarak adlandırılan soruşturmayla birlikte, terör örgütü lideri hükümlü Abdullah Öcalan’la görüşen yaklaşık (50) civarındaki avukata yönelik operasyonuda yürütmüş ve (2401) sayfalık iddianameyi hazırlayarak Mahkemesine teslim etmiştir. Gazete haberine konu soruşturmanın detaylarına ilişkin olarak basın yayın organlarında her ne kadar bir kısım bilgiler yer almış ise de tarafımızdan “soruşturmanın gizliliği ilkesini” ihlal etmemek için genel ibareler kullanılacaktır. Tarafımızdan dile getirilen ve hiç bahsedilemeyen hususların detayı ilgili dosya da mündemiçtir. Mahkeme tarafından ilgili belgeler istenildiğinde ne demek istediğimiz daha somut olarak anlaşılacaktır. Gazete haberine konu Tevhid/Selam Kudüs Ordusu isimli terör örgütüne ilişkin 2011/762 sor. sayılı dosya müvekkilime 08/04/2011 tarihinde Cumhuriyet Başsavcı Vekili tarafından tevzien gönderilmiştir. Söz konusu soruşturma dosyası PKK/KCK operasyonlarının başlaması ve bu suretle iş yoğunluğunun artması nedeniyle müvekkilimin talebi üzerine Cumhuriyet Başsavcı Vekili tarafından Cumhuriyet Savcısı İsmail Tandoğan’a 01.09.2011 tarihinde tevzi edilmiştir. CMK’nın 250. Maddesiyle Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığının kaldırılıp yerine TMK’nın 10. Maddesiyle Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kurulması ve Müvekkilim ile birlikte Savcı İsmail Tandoğan’a özel yetki verilmemesi nedeniyle dosya zorunlu olarak yeniden tevziye tabi tutulmuş ve Cumhuriyet Savcısı Adem Özcan’a 08/08/2012 tarihinde verilmiştir. Yukarıda ki izahtanda anlaşılacağı üzere soruşturma İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün ilgili Fezlekesi ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na (CMK’nın 250. Maddesiye Yetkili) gelmiş ve müvekkilime tevzi edilmiş, müvekkilim tarafından yaklaşık (5) ay yürütülmüş ve ilgili Cumhuriyet Savcısına devredilmiştir. Burada Tevhid/Selam Kudüs Ordusu Terör Örgütü hakkındaki soruşturmanın henüz sürdüğü gözönüne alınarak dosyanın içeriği hakkında sadece basına bilerek servis edilen bilgiler çerçevesinde masumiyet karinesine özen gösterilerek kısa açıklamalar yapılacaktır. Müvekkilime yönelik gazete haberleri gerçekleri ne kadar yansıtmaktadır? Bu sorunun cevabını vermek için söz konusu haberde yer alan iddiaları ayrı ayrı irdelemek her halde en sağlıklı yöntem olacaktır. Bu bağlamda; 1)- Tevhid/Selam Kudüs Ordusu Terör Örgütü müvekkilim tarafından uydurulmuş bir örgüt müdür ? Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütünün geçmişi ve Türkiye’de ki faaliyetleri doksanlı yıllara dayanmaktadır. Nitekim Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın (kapatılan) 1999/648 hazırlık ve 2000/111 iddia sayılı iddianamesiyle bahse konu örgüt mensupları hakkında kamu davası açılmıştır. Bu iddianameyle açılan davanın yargılaması neticesinde verilen hükmün bozulması üzerine, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 17.01.2013 günlü, 2006/294-2013/8 sayılı kararının temyizen incelenmesi sonucunda; Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2013/14623-2014/3651 sayı ve 31.03.2014 günlü kararıyla, Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütünü kurmak ve yönetmek suçundan (3) sanığa, üye olmak suçundan ise (5) sanığa verilen hapis cezaları onanmış, bu karar 11.04.2014 ve sonraki günlerde basında genişçe yer almıştır. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin söz konusu kararında, Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütünün amaçlarına, yapısına ve çalışma tarzına ilişkin olarak; “Türkiye’de mevcut anayasal düzeni yıkarak yerine İran İslam Devrimini model alan bir devlet kurmayı amaçladığı, bir kısım üyelerinin İran’a giderek askeri bir kuruluş olarak bilinen Kudüs Ordusu ve İran gizli servisi Sawama mensuplarından askeri ve örgütsel eğitimin yanında silah ve mühimmat yardımı aldıkları, İran’a ait istihbarat teşkilatları tarafından kullanıldıkları, bu teşkilat mensuplarıyla birlikte ülkemizdeki Halkın Mücahitleri örgütü mensupları, A.B.D, İsrail, Mısır, Irak ve İngiliz uyruklu şahıslar ile aydınlara yönelik silahlı eylemler gerçekleştirdikleri anlaşılmıştır.” tespit ve kabulünün yer aldığı, Örgütün yapısına ilişkin olarak “Tevhid/Selam Kudüs Ordusunun 765 Sayılı TCK’nın 146. ve 5237 Sayılı TCK’nın 309. maddeleri kapsamında Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasal düzenini cebren ihlal suçunu işlemek amacıyla vahamet arz eden elverişli eylemleri gerçekleştirdiği, 765 Sayılı TCK’nın 168 ve 5237 Sayılı TCK’nın 314. Maddeleri kapsamında silahlı terör örgütü olduğu kabul edilmiştir. Esasen Tevhid/Selam Kudüs Ordusu örgütünün silahlı terör örgütü niteliği ilk kez 12.11.2002 tarihinde Yargıtay’ca kabul edilmiş ve 08.11.2006 tarihinde de bu kabul sürdürülmüştür” şeklinde tespit ve kabulün derc edildiği, Ayrıca bahse konu terör örgütünün Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülmesi eylemlerinin de dahil olduğu (18) ayrı öldürme ve bombalama eylemini gerçekleştirdiğinin belirtildiği, Müşahede edilmiştir. Bahse konu karar tetkik edildiğinde mesele bütün detaylarıyla anlaşılacaktır. Görüldüğü üzere karşımızda Yargıtay tarafından 12.11.2002 tarihinde silahlı terör örgütü olarak kabul edilen, çok sayıda cinayet işleyen, İran bağlantılı ve İran Devleti için ajanlık faaliyeti yürüten, ihtiyaç duyduğunda siyasi cinayetler işleyerek Ülkemizi kaosa sürükleyen, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün terör örgütleri listesinde yer alan, El Kaide benzeri son derece profesyonel ve aynı oranda tehlikeli silahlı bir terör örgütü bulunmaktadır. Böyle bir örgütü müvekkilim tarafından uydurulmuş bir örgüt olarak sunmanın, ya İran Devleti ile bir kısım menfaat ilişkileri içerisinde olanları ya da girilmiş bir kısım kirli ilişkileri bulunanları kamufle edeceği açıktır. 2)- Bu soruşturma (4) sayfadan ibaret hayali bir ihbar mektubuna dayanılarak mı başlatılmıştır ? Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütü soruşturması, örgüt lideri olan H.A.Y’nin eşi K.Y’nin Bursa’da 08.08.2010 tarihinde M. Sencer Polis Merkezi’ne giderek, eşi ile ilgili bazı hususlarda ihbarda bulunmak istediğini beyan etmesi ve bahsolunan Polis merkezi tarafından ifadesinin alınması üzerine başlamıştır. Yani bu soruşturma, İstanbul ya da Bursa Emniyet Müdürlüklerinin istihbarata dayalı ve planlı bir örgüt soruşturması olmayıp, tamamen karı-koca arasındaki problemlerden kaynaklı olarak gerçekleşen ihbara binaen başlamış bir tahkikattır. 08.08.2010 tarihinde müvekkilim Cumhuriyet Savcısı Adnan Çimen Ankara bölgesinde Adalet Müfettişi olarak görev yapmaktadır. Müvekkilim bu ifadenin verildiği tarihten yaklaşık olarak (8) ay sonra 24.03.2011 tarihinde Özel Yetkili Savcı olarak göreve başlamıştır. Eğer müvekkilim Anayasa referandumu dahi gerçekleşmemişken ve henüz Cumhuriyet Savcısı olarak kürsüye dönmeyi aklından dahi geçirmezken başlamış bir tahkikatı uydurmakla suçlanıyorsa, artık bu da iftira, yalan ve kara propagandanın zirve halidir. Kaldı ki muhbir K.Y.’nin bahse konu Polis merkezinde verdiği bilgiler soruşturmanın gizliliği nedeniyle tarafımızdan yazılamasa da, adı geçen İran menşeli Ajanlık ve Operasyon timinin faaliyetlerine ilişkin çok önemli bilgileri içermektedir. Şu kadarını belirtelim ki; Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerini gerçekleştiren örgütün faaliyetleri ile cinayetleri işleyenlerden Cezaevinde bulunanların kimlerle irtibatlı oldukları, Devlet içerisinde bu örgütle irtibatlı olan derin yapılar ve yeni eylem planlarına dair çok önemli bilgiler verilmiştir. Bu soruşturmanın “binlerce kişi uydurma örgüt kapsamında dinlendi” kılıfıyla günlerce basında deşifre edilmesinin altında verilen bilgilerin önemi ve belirli çevreleri rahatsız etmesi yatmaktadır. Bursa ve İstanbul Emniyet Müdürlükleri tarafından istihbari çalışması (8) aya yakın sürdürülen tahkikat İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na (kapatılan CMK’nın 250. Maddesiyle yetkili) iletilmiş, Cumhuriyet Başsavcı Vekilinin inceleme ve olurundan geçtikten sonra soruşturmaya kaydedilmiş ve yine ilgili vekil tarafından müvekkilime tevzien verilmiştir. Tüm bu aşamalar Müvekkilimin bilgi ve onayı dışında ki süreçlerdir. Yargıtay tarafından silahlı terör örgütü olarak kabul edilen, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün terör örgütleri listesinde yer alan bir örgüte ilişkin evrakın bahsedilen aşamalardan geçip tevzien gelmesi karşısında yapılabilecek tek şey soruşturma defterine kayıtla başlamış soruşturmayı sürdürmektir. Bu her Cumhuriyet Savcısının CMK’nun 160 ve 161. maddeleri kapsamında yasal görevidir. Kaldı ki bu kadar insanın canına kıydığı kesinleşmiş yargı kararlarıyla sabit olan kanlı bir örgütün takibi bahsedilen Cumhuriyet Başsavcılıklarının kuruluş amacının gereğidir. Tüm terör örgütleri ve çetelere ilişkin soruşturmalar bu şekilde yürütülmektedir. Esasen “Türkiye’de mevcut anayasal düzeni yıkarak yerine İran İslam Devrimini model alan bir devlet kurmayı amaçladığı, bir kısım üyelerinin İran’a giderek askeri bir kuruluş olarak bilinen Kudüs Ordusu ve İran gizli servisi Sawama mensuplarından askeri ve örgütsel eğitimin yanında silah ve mühimmat yardımı aldıkları, İran’a ait istihbarat teşkilatları tarafından kullanıldığı” kesinleşmiş yargı kararlarıyla sabit olan bu terör örgütünün, diğer terör örgütlerinden farklı bir soruşturma usulüne tâbi tutulması gerektiğine ilişkin bir düzenleme de olmadığı ve olamayacağı da izahtan varestedir. Burada dikkat çekilmesi gereken bir hususta şudur ki; müvekkilimin bir örgüt uydurduğunu beyan eden ve Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcı’sının ifadesiyle her hangi bir yasa dışı eylemin bulunmadığı ifade edilen dosyaya ilişkin olarak atılan iftiradan sonra yayınlar aniden kesilmiş ve olayın üzerine gidilmemiş, “yüzyılın telekulak skandalı” denilen dosyanın içeriğine ilişkin olarak hiçbir bilgi paylaşılmamıştır. Endişemiz odur ki gerek yapılan yayınlardan gerekse Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın beyanlarından, son dönemin belki de bu en önemli terör soruşturması akamete uğratılmak ve kapatılmak istenmektedir. Şayet bu yola gidilirse, geçmişte aydınlar başta olmak üzere birçok cana kıymakta tereddüt etmeyen bu örgütün yapabileceği yeni eylemlerle akacak kanın mesulü dosyayı kapatanlar olacağı gibi ciddi suç delillerini barındıran bu dosya ileride yeniden gündeme gelecek ve ilgililer hukuki sorumluluktan kurtulamayacaklardır. Burada söz konusu örgütün yapabilecekleri konusunda tüm yetkilileri bir kez daha uyararak, müvekkilimin Türk Milleti adına yerine getirdiği Cumhuriyet Savcılığı görevinin bir gereği olarak vicdani sorumluluğumuzu yerine getirmek istiyoruz. 3)- Soruşturma kapsamında binlerce kişi dinlenmiş midir ? Basın yayın organlarının bir kısmında (7000) diğer bir kısmında (3000) olarak bildirilen ve Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın (2280) kişi dinlenmiş dediği 2011/762 sayılı soruşturma da 2011 yılı mart-2013 yılı aralık ayı arasında ki yaklaşık (33) ayda dinlenen kişi sayısı toplam olarak (230) kişi civarındadır. Mahkeme kararıyla dinlenen yaklaşık (230) kişiden; 2011 yılı mart-ağustos ayları içerisinde örgütün lideri ve çekirdek kadrosundan (30) civarında şüpheli müvekkilim Cumhuriyet Savcısı Adnan Çimen tarafından, 2011 mart-2012 ağustos ayları arasında (80) civarında şüpheli Cumhuriyet Savcısı İsmail Tandoğan tarafından, 2012 ağustos-2013 aralık ayları arasında (120) civarında ki şüpheli ise Cumhuriyet Savcısı Adem Özcan tarafından, Mahkemelerden yapılan talepler doğrultusunda verilen kararlarla dinlenilmiştir. Yapılan dinlemelerin tamamı yürürlükte bulunan mevzuata uygun olarak yapılan yasal dinlemelerdir. Dinleme kararlarından yaklaşık olarak (110) kişiye ilişkin taleplere CMK’nın 250. Maddesiyle Yetkili Mahkeme Hâkimleri tarafından karar verilmiş, Yaklaşık (120) şüpheliye ilişkin dinleme kararları ise TMK’nın 10. Maddesiyle yetkilendirilen ve kamuoyunda “özgürlük hâkimleri” olarak adlandırılan toplam 5-6 farklı Hâkim tarafından verilmiştir. Görüldüğü üzere bahse konu soruşturmada ki dinleme taleplerine Özel Yetkili Mahkemeler döneminde onlarca hâkim, bu Mahkemelerin kapanmasın sonra da özgürlük Hâkimleri tarafından karar verilmiştir. Dolayısıyla örgüt uydurulduğu ve adeta herkesin dinlenildiği yalanının ne kadar dayanaksız olduğu ve büyüklüğü ortadadır. Örneğin basın yayın organlarının iddialarını bir anlık doğru kabul edersek, bu durumda söz konusu Cumhuriyet Savcılarıyla birlikte dinleme kararı veren tüm hâkimlerin bu eylemi bilerek ve isteyerek işlediğini kabul etmek gerekir. Çünkü dinleme kararı verme yetkisi hâkimdedir. Hâkim tüm dosya ve belgeleri inceleyerek vicdani kanı oluştuktan sonra dinlemeye hükmeder. Burada doğrudan-dolaylı dinleme ve özellikle Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın (2280) rakamına nasıl ulaştığının üzerinde de biraz durmak gerekir. Hukuki anlamda dinleme; Mahkemeden karar alınmak suretiyle hedef yani hakkında dinleme kararı alınan şahsa ilişkin ilgili iletişim vasıta ya da vasıtalarının dinlenilmesidir. Bu dinleme doğrudan dinleme dediğimiz dinleme şeklidir. Peki dinlediğimiz şahsı arayan ya da dinlenen şahsın aradığı kişilerde dinlenmiş sayılır mı, bu hususta uygulama nasıldır? Malum olduğu üzere telefon görüşmesi iki tarafı olan bir faaliyettir. Hakkında dinleme kararı aldığınız bir şüphelinin diğer şahıslarla yaptığı görüşmelerin tamamını dinlemeniz yapılan işin doğası gereği zorunludur. Çünkü dinlenen şüphelinin kimleri arayacağını, ya da kimlerin bahsi geçen şahsı arayacağını önceden bilmek mümkün değildir. Bu kapsamda örneğin 3 ay boyunca dinlenen bir şüpheli (1000) kişiyi aramış, (2000) kişide şüpheliyi aramışsa, hukuki anlamda dinlenen kişi (1000+2000+1=3001) 3001 değil yalnızca (1) kişidir. Peki dolaylı olarak dinlenen şahıslar açısından özel hayatın gizliliği ihlal edilmiş olmaz mı? Yukarıda ki örnekten devam edersek, dolaylı olarak dinlenen (3000) kişiye ilişkin olarak şayet bu şahısların takip edilen suç ve ya suç örgütüyle alakası yoksa, görüşmelere ilişkin tüm kayıtlar soruşturma sürecinde ya da en geç evrak sonuca bağlanacağı aşamada imha edilir, hatta ses kayıtları dahi imha edilerek tutanaklar ilgili Zabıta memurları ve Soruşturma Savcısı tarafından imza altına alınır. Dolayısıyla suçla alakası olmayan şahıslara ilişkin görüşmeler hiçbir şekilde soruşturma dosyasına konulamaz, başka bir yerde kullanılamaz. Bu nedenle bu şahısların bir hak kaybına uğradığından da bahsolunamaz. Bu işlem tüm dünyada ve ülkemizde uzun yıllardır bu şekilde uygulanmaktadır. Dinlenen şahısla görüşen ve suçla ilgisi bulunmayan şahısların görüşmelerini kaydetmeyip ayıklayan bir teknoloji henüz icat edilememiştir. Dolayısıyla dinlenen şahsın yaptığı tüm görüşmeleri dinlemeniz teknik ve hukuki bir zorunluluktur. Meseleye bu açıdan bakıldığında Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcı’sının (2280) rakamını nasıl telaffuz ettiği daha iyi anlaşılmaktadır. Sayın Başsavcının göreve atandıktan sonra adliyede yapılan tüm iletişimin dinlenilmesi işlemlerini tek elden yürütmek üzere kurduğu Teknik Büro şu anda uygun görülen talepler neticesi Mahkeme Kararlarıyla dinlemeler yapmaktadır. Sayın Başsavcı acaba yapılan bu dinlemelerde hakkında karar alınan şüpheliyi arayan ve ya şüphelinin aradığı şahısları dinlemiyor mu? Eğer aksi söz konusu ise şüphelinin kendi kendine yaptığı konuşmalar mı dinlenmektedir? Kimin suçla ilgili görüşme yapacağını, kimin suçla ilgisiz olduğunu dinleme yapmadan önce tespit eden bir mekanizma mı bulunmuştur Görüldüğü gibi binlerce insanın dinlendiği iddiası büyük bir yalanın ötesinde çirkin ve seviyesiz bir iftiradır. 4- Gazete manşetlerinde resimleri yayınlanan ve iç sayfalarda listesi verilen şahıslar dinlenilmiş midir? Yukarıda izah edildiği şekilde K.Y’nin ihbarıyla başlayan soruşturmada bildirilen isimlere yönelik olarak dinleme kararları alınmış, daha sonra ki aşamalarda ise örgüt mensuplarıyla ve örgütle irtibatlı şahıslar dinleme kapsamına dahil edilmiştir. Bu bakımdan bu örgütle ilgisi bulunmayan hiç kimse için dinleme kararı alınmamıştır. Kaldı ki örgütle ilgisi olmadığı halde hakkında dinleme kararı alınan kimseler olsaydı zaten çoktan deşifre edilirdi. Bu açıdan gazetelerde verilen liste ve fotoğraflar asılsız ve uydurmadır. Telefonları mahkeme kararıyla dinlenilmekte olan örgüt üyeleriyle her hangi bir şekilde görüşen ancak örgütle irtibatı olmayanlara ilişkin dinleme kayıtları ise zaten soruşturma sürecinde peyder pey ve nihayet soruşturma nihayete erdiğinde imha edileceğinden, bunların dinlenildiğini söylemek teknik olarak söz konusu değildir. 5- Haberde geçen “Soruşturmayı yürütenler dört sayfalık ihbar mektubunun bir kenarına 'Tayyip Erdoğan' notu düştü. Belgelerin üzerindeki 'Tayyip Erdoğan' ibaresi daha sonra eklenen bir ok işaretleriyle belirgin hale getirildi. 5 kişiyle başlayan soruşturmaya önce Başbakan Erdoğan, daha sonra başta danışmanlar olmak üzere Başbakan'ın tüm çevresi dahil edildi” ibaresi doğru mudur ? Örgüt lideri H.A.Y.’nin eşi K.Y. İstanbul Emniyet Müdürlüğün de tespit edilen ifadesinde özetle; eşinin örgütsel faaliyetlerini anlatmış, örgüt üyelerine yönelik olarak eğitim notları ve sair örgütsel işleyişi notladığını ifade ederek, bu notların fotoğraflarını çekip getirebileceğini söylemiştir. Bu kapsamda gazete haberine konu belge ile bunun dışında çok sayıda belgeyi fotoğrafını çekerek Emniyete teslim etmiş, dijital ortamdaki bu belgeler fotoğraf haline getirilip soruşturma dosyasına konulmuştur. Yani dosyada bulunan bahse konu belgeyle birlikte birçok belgenin aslı soruşturma dosyasında bulunmamaktadır. Soruşturma dosyasındaki belgeler K.Y.’nin H.A.Y’nin belgeleri olduğu beyanıyla fotoğraflayıp getirdiği belgelerdir. Dolayısıyla Emniyet Müdürlüğü’nde ya da Cumhuriyet Başsavcılığı’nda bu belgelere ekleme yapılması söz konusu değildir. Dosyada ki belgeler incelendiğinde el yazıları dâhil tümünün fotoğraf oldukları rahatlıkla fark edilecektir. Bu yazıların K.Y’nin iddiasına göre örgüt lideri H.A.Y’nin eli ürünü olduğu düşünülmekte ise de, kesin sonuç ancak yapılacak kriminalistik incelemede ortaya çıkacaktır. Peki H.A.Y. Sayın Başbakan’ın ismini neden el yazısıyla yazmıştır? Bu husustaki tahminimiz şudur; sağ terör örgütleri dediğimiz El Kadie, Hizbullah ve Selam terör örgütlerine ilişkin yürütülen soruşturmalarda ele geçirilen dokümanlarda daha önce de sıkça görüldüğü üzere; örgüt kendi anlayışına göre Müslüman, münafık, kafir ve benzeri tanımlamalar yapmaktadır. Bu bağlamda Kur’an dan bir ayeti kendine göre yorumlayıp, bu ayetin kapsamına girdiğini düşündüğü şahısları da bu tür belgelerde kendince not etmektedir. Bu kapsamda söz konusu belgede Kur’an dan bir ayet yazılmış, bu ayetin olduğu satırdan üç ok çıkarılarak Nasrallah, Ahmedi Nejad ve Sayın Başbakan’ın adı ve soyadı yazılmıştır. Dolayısıyla şüpheli H.A.Y. kendi anlayışına göre bu isimleri bir ayetin kapsamında değerlendirmiştir. Bütün mesele bu iken, Ahmedi Nejat ve Sayın Başbakan’ın kalemle isimlerini yazmak suretiyle terör örgütü lideri yapıldıklarına dair beyanlar, en başta Sayın Başbakan’ın şahsına yapılmış bir hakaret ayrıca müvekkilim ile diğer Cumhuriyet Savcılarına atılmış büyük bir iftiradır. Kaldı ki Bakanlar Kurulu üyelerine ilişkin soruşturmaların nasıl yapılacağı Anayasa da açıkça tasrih edilmiştir. Müvekkilim mesleğin değişik kademlerinde görev yapmış ve mesleğini profesyonelce icra etmeye çalışan bir hukuk adamıdır. Sayın Başbakan ve ilgili Bakanlar ile bürokratlar hakkında nasıl soruşturma yapılacağını çok iyi bilmektedir. Sayın Başbakan’ın uzaktan yakından ilgisi bulunmayan bir örgütle ilintilendirilmesi, bu haberleri yapanların ayrıca utanmaları gereken bir husustur. 6- Müvekkilimin haberde belirtilen ve “Pensilvanya derin kulak, paralel yapı, çete” olarak adlandırılan yapılanmayla ilişkisi var mıdır? Müvekkilime yönelik bu iddia savunma yapmaya dahi değmeyecek derece açık bir karalama ve iftira olmakla birlikte birkaç hususu da kamuoyunun bilgisine sunmakta fayda görmekteyiz. Müvekkilim 2011 yılında İstanbul da görülen ve PKK/KCK ana davası olarak adlandırılan soruşturmalara ilişkin olarak operasyonlar yürütmüş, bu kapsamda o tarihte KCK Türkiye Meclisi sorumlularının aralarında bulunduğu üst düzey örgüt mensupları hakkında 2401 sayfalık iddianameyi düzenleyerek 19.03.2011 günü Mahkemeye teslim etmiştir. Bu iddianame PKK/KCK terör örgütünün yapısı, çalışma tarzı, yol haritası, ulaşmak istediği hedef ve çözüm sürecine ilişkin hilelerin dercedildiği kaynak bir eser mahiyetindedir. Müvekkilim bu iddianamede delilleriyle somut olarak PKK/KCK terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde ırkçılık esaslarına dayalı, Devlet otoritesi dışında alternatif paralel bir yapılanma hedefi güttüğünü ortaya koymuştur. Nitekim yazar Gökçe Fırat yakın tarihte kaleme aldığı “Paralel Devletler Savaşı” isimli kitabının önsüzünde “paralel yapı” ibaresinin PKK/KCK iddianamesinde müvekkilim tarafından ilk kez resmi bir belgede dile getirildiğini ve (4) yerde ifade edildiğini yazmıştır. Bu operasyonun hemen akabinde, örgüt adına terör örgütü hükümlüsü Abdullah Öcalan’la yakalandığı tarihten itibaren sürekli görüşerek Kandil-İmralı-Avrupa-KCK/TM dörtgeninde terör örgütünü ayakta tutan ve eşgüdümü sağladıklarına ilişkin kuvvetli deliller bulunan (50) civarında Avukata operasyon yapılmış ve söz konusu Avukatlar hakkında kamu davası açılmıştır. Bu ağır darbeleri alan ve idare sistemi adeta çalışamaz hale gelen örgütün yayın organı mahiyetinde ki Özgür Gündem gazetesi Müvekkilime yönelik karalama kampanyası başlatmış ve hakkında çok sayıda yazılar yazılmıştır. Bu yazılardan bir tanesi de Baki Gül isimli yazarın 2012 yılı mayıs ayında yazdığı yazıdır. Söz konusu yazar bu yazısında Müvekkilimin Fethullah Gülen cemaati mensubu olduğu yazmış, Odatv isimli internet siteside bu haberi kaynak belirterek sitesinde kullanmıştır. PKK/KCK terör örgütünün aldığı darbelerin etkisiyle oluşan kuyruk acısından mütevellit iftirası böylece internet sayfalarına girmiştir. PKK/KCK terör örgütünün “paralel devlet” kurmaya çalıştığını ilk kez resmi belgelerde dile getiren müvekkilimin “paralel yapı” mensubu olmakla suçlanması bir ironi olmanın yanında ve kendisine yapılabilecek en büyük saygısızlıktır. Ülkemizin her noktasında ve özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerinde gerçek paralel devleti tesis eden, yazılı bir anayasa hazırlayan, mahkemeler kurup yargılamalar yapan, zorla vergi toplayan, kurduğu sözde birliklerle şehir merkezlerinde bile yol kontrolleri yapan ve son beyanlarda Özerklik ilan edeceğini açıkça dile getiren, petrolden pay isteyen somut ve gerçek paralel devlet ortadayken bunlara en ufak bir söz söylemeyenlerin, hayatını tehlikeye atarak bu terör örgütüyle mevzuatın verdiği yetkiler çerçevesinde hukuki alanda mücadele eden ve Türk Milleti adına şerefiyle görev yapan müvekkilimi hedef seçmeleri bir gafletten öte açıkça ihanettir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti uluslar arası sözleşmelerde yer alan kriterler uygun gerçek bir hukuk devleti olduğunda, bunu yapanların yargı önünde hesap vermekten kurtulamayacağı inancında olmamız hukuka olan saygımızın bir gereğidir. MÜVEKKİLİM BU SORUŞTURMADA EN AZ KATKISI OLAN CUMHURİYET SAVCISI OLMASINA RAĞMEN NEDEN ÖZELLİKLE HEDEF HALİNE GETİRİLMİŞTİR? Müvekkilim PKK/KCK operasyonlarını yürüttüğü süreçte, aramalarda elde edilen belgelerden, terör örgütü mensubu olarak aktif faaliyet gösteren bir kısım şüphelilerin kimliklerinden, gizli tanık beyanlarından ve sair belge ve bilgilerden söz konusu terör örgütünün içerisine haber elemanı olarak sızmış ancak daha sonra örgütün bir parçası haline gelmiş kamu görevlilerinden oluşan bir derin yapılanmanın ayak izlerine rastlamıştır. AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar’ın çok isabetli bir biçimde “Kürt Ergenekonu” diye isimlendirdiği bu yapılanmanın örgütün çözülmesi yönünde bilgi sızdırmak bir yana, terör örgütü ile amaç ve eylemsel birliktelik kurduğu belirlenmiştir. Bu saptamalar ışığında yapılan operasyonlarda derin yapılanmaya mensup değişik kimlikler altında terör örgütünün amaçları doğrultusunda faaliyet sürdürenlere karşı Cumhuriyet Savcılarının CMK’nun 160. Maddesindeki görev ve yetkisi gereği yasal işlem başlatılmıştır. Kıyametin koptuğu nokta da işte bu soruşturmaların başlatılması olmuştur. Bu derin yapılanma fark edildiğini anlayınca olayı kamufle etme gayretine girmiştir. Bu kapsamda müvekkilim ve ilgili Cumhuriyet Savcılarınca yürütülen faaliyet, terör örgütü ile bütünleşmiş yapıları tasfiyeye yönelik olduğu halde, olay “siyasi iktidara yönelik bir komplo olarak” sunulmuş ve ne yazık ki bunda da başarılı olunmuştur. Devam eden süreçte Müvekkilim hedef haline getirilmiş, PKK/KCK İstanbul ana davası olarak adlandırılan iddianameyi henüz yazdığı ve örgütsel tehditlerin had safhada olduğu bir zaman diliminde iki kişi olan koruma sayısı bire indirilmiş, ayrıca tahsis olunan koruma aracı hiçbir gerekçe gösterilmeden alınmıştır. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığı süreçte hiçbir soruşturma geçirmediği ve üstün performansla çalışmalarını sürdürdüğü halde özel yetkisi kaldırılmış ve TMK’nın 10. Maddesiyle Yetkili Cumhuriyet Savcıları arasında yer bulamamıştır. Derin yapılanmanın bu faaliyetlerinin karar mercileri üzerinde ki etkisini Hürriyet Gazetesi yazarı Şükrü Küçükşahin 13.08.2012 günlü yazısında açıkça ortaya koymuştur. Burada şu hususun da belirtilmesinde fayda vardır; bir yandan hakkında birçok ağır nitelikli suçtan dolayı halen soruşturma yürütülmekte olan ve bir süre bu suçlardan tutuklu kalan kişilere usulsüz korumanın sağlandığı basına yansımakta iken diğer taraftan müvekkilimin yürüttüğü yüksek riskli soruşturmalara rağmen Devlet tarafından sağlanması gereken korumanın (belli kişilerin müdahalesi ile) yerine getirilmemesinin getirebileceği bütün olumsuz sonuçların hukuki ve vicdani sorumluluğu ilgili kişilere aittir. Müvekkilim tarafından başlatılarak yürütülen ve basında “telekulak skandalı olarak lanse edilen 2011/762 sor. numaralı dosya, İran Devrim Muhafızlarına bağlı olarak Türkiye’de faaliyet yürüten ve Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok ve benzeri cinayetleri gerçekleştiren Yabancı Menşeli ve İran Ajanlarınca yönetilen bir kanlı terör örgütü olmasına rağmen dinleme olayını manşetlerine çeken gazeteler örgütün bu yönünden hiç bahsetmemiş, hatta müvekkilim ile birlikte diğer Savcıların örgüt uydurduklarını iddia etmişlerdir. NEDEN? Müvekkilim yukarıda belirtildiği üzere KCK/PKK operasyonlarını yürütürken terör örgütü içerisinde bir kısım kamu görevlilerinden oluşan ve Devlet içerisinde hayati mevkileri işgal eden derin yapıya soruşturma sürecinde rastlamıştır. Bu kez de Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütüne ilişkin 2011/762 sayılı soruşturmada, Mahkeme kararıyla yapılan dinlemeler ve fiziki takipler sonucunda, derin yapının bir kanadının da bahse konu Tevhid/Selam terör örgütünün içerisinde fiilen yer alarak örgüte üst düzey istihbarat ve lojistik destek verdiği saptanmıştır. İşte bu tespitlerden haberdar olan derin yapılanma, yasal takibata uğramamak için “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” atasözünü doğrular şekilde, soruşturmayla hiçbir ilgisi bulunmayan binlerce insanı sanki bu dosya kapsamında dinlenmiş gibi gösterip bu kara propaganda ortamında kendisini gizlemek istemiştir. Ayrıca Müvekkilim tarafından başlatılan bu soruşturma, bahse konu Tevhid/Selam Kudüs Ordusu isimli terör örgütünün ülkemizde gerçekleştirmeyi planladığı kanlı cinayetlerle oluşturmak istediği kaos ortamını engelleme noktasında çok önemli bir rol oynamıştır. Nitekim takibata uğradıklarını fark eden örgüt üyeleri derin yapının adamları tarafından uyarılmıştır. Soruşturmayla örgütün faaliyetleri adım adım izlenmiş ve rahat hareket etmeleri engellenmiştir. Yıllarca kaos planları yapan örgütün bu soruşturmayla akamete uğrayan faaliyetleri, bu soruşturmayı yürüten Emniyet ve Yargı güçlerine karşı örgütte bir intikam duygusunun oluşmasına neden olmuştur. Bu kapsamda şu sorularda yapılan kara propaganda ve iftira haberlerinin arkasındaki niyetin açığa çıkması için cevaplanması gerekli sorulardır; Ülkenin faili meçhul cinayetlerle karışması ve kaos ortamının oluşması için faaliyet içinde olan yapılar ve arkalarındaki irade kimdir? Müvekkilim ve ilgili Cumhuriyet Savcılarınca yaklaşık (3) yıl boyunca gizlilik içerisinde yürütülen soruşturma neden deşifre edilmiştir? Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının bu soruşturma ile ilgili olarak mevzuata aykırı olarak ve basındaki iftira kabilinden haberleri doğrular mahiyetteki basın açıklamasını yapması için kendisinden talepte bulunan olmuş mudur? Hakkında tarafımızdan yapılacak suç duyurusunda detaylandırılacağı üzere, Sayın Başsavcı, bir yargı mensubu olarak dinleme işlemlerinin nasıl yapıldığını bilmesine ve dolaylı dinlemelerin ne anlama geldiğini gayet iyi bilmesine rağmen neden gerçeğe aykırı içerikte bir basın açıklaması yapmak zorunda kalmıştır? Soruşturmanın basına yansıtılması terör örgütü ile ilgili yapılan takibatı neticesiz bırakmamış mıdır? Bu yayınlar örgüt elemanlarının kaçmalarına fırsat vermiş midir? Soruşturmanın gizliliği açıkça ihlal edilmemiş midir? Türk yargı tarihinde manşetlerden bu şekilde günlerce deşifre edilen ve gizliliği ihlal edilen bir örgüt soruşturması var mıdır? Bundan sonra meydana gelmesi muhtemel faili meçhul cinayetlerin sorumluları bu soruşturmayı deşifre edip, üzerini kapatmaya tevessül edenlerde olmayacak mıdır? NETİCE-İ TALEP: Yukarıda detaylıca izah edildiği üzere, müvekkilime hakaret ve iftira eden, gizli bir soruşturmayı deşifre ederek sekteye uğratan ve örgüt mensuplarının kaçmalarını sağlayan şüphelilerden şikâyetçiyiz. Cezalandırılmasını talep ediyoruz. 02/05/2014 Adnan ÇİMEN
Avrupa'da Büyük Şike Skandalı
Federbet’in raporuna göre, Avrupa çapında 2013-2014 futbol sezonunda 110 karşılaşmada şike yapıldı.Merkezi Hollanda’da bulunan ve şikeyle mücadele eden bir sivil toplum kuruluşu olan Federbet’in, Avrupa Parlamentosu’na 3 Haziran 2014’te sunduğu son raporuna göre, Avrupa çapında 2013-2014 futbol sezonunda 110 karşılaşmada şike yapıldı. UEFA, 2013-2014 sezonunda Avrupa çapındaki karşılaşmalarda online şike olaylarında yüzde 20 oranında artış görülmesi üzerine futbol federasyonlarına soruşturma dosyaları göndermeye başladı. Bahis şirketleri üzerinden futbolcuların büyük miktarlar kazandığına dikkat çeken UEFA, Avrupa Parlamentosu’na sunulan raporda suçlamalarda artış rekoru kıran Kıbrıs Rum Yönetimi Futbol Federasyonu’na 31 dosya gönderdi. Online şikede Asya bahis şirketleri ile Çin mafyası ön plana çıkıyor. ARTIŞ REKORU KIRILDI Futbol çevrelerince uzun yıllardır bilinen bahis şirketleri üzerinden yapılan şike, Hollanda merkezli şikeyle mücadele sivil toplum kuruluşu Federbet’in Avrupa Parlamentosu’na 3 Haziran’da sunduğu raporla yeniden gündeme geldi. Federbet’in son raporuna göre, şike iddialarında sayısal olarak birinci sırayı İngiliz takımları önde bulunuyor ancak Kıbrıs Rum yönetimi ve Bulgaristan yaşanan artış hızında rekor kırıyor. Federbet’e göre, Avrupa çapında 2013-2014 futbol sezonunda 110 karşılaşmada şike yapıldı. Geçen sezona göre, bu sezon bahis şirketleri kullanılarak yapılan şikede ise 20 artış oldu. DÜNYA KUPASI’NDA BİLE MÜMKÜN AVRUPA Parlamentosu’na her yıl düzenli olarak şike raporu sunan Federbet’in Genel Sekreteri Francesco Branca, Brüksel’deki basın toplantısında, “Şike virüsü büyük bir hızla yayılıyor. Ulusal maçlarda şike yapıldığını söyleyince futbol federasyonları da UEFA da umursamıyor. Ancak şike Brezilya’daki dünya kupasında da mümkün” dedi. ‘GARiP MiKTARLAR’DAN 22 RUM FUTBOLCU iZLENiYOR GÜNEY Kıbrıs Futbol Federasyonu Başkanı Kostas Kutsokumnis, Rum takımlarının şike raporlarında öne çıkması üzerine önceki gün açıklama yaparak şike tablosunu net bir şekilde ortaya koydu. Kutsokumnis, UEFA’nın bu yıl içinde 7, son 4 yıl içinde ise 31 ayrı soruşturma dosyası gönderdiğini söyledi. Kutsokumnis, online şikenin Asya merkezli bahis şirketleri aracılığıyla gerçekleştiğini ve ‘garip miktarlarda’ bahisin Rum futbolcular tarafından oynandığını kaydetti. Rum polisi, 22 futbolcuyu takibe alırken, 2 futbolcunun ise hesaplarını incelemeye aldı. RESMİ SUÇ DUYURUSU YOK AMA RUM Polis Sözcüsü Andreas Angelides, bugüne kadar resmi bir suç duyurusu gelmediğini ancak iddiaları yakından takip ettiklerini söyledi. Kıbrıs Rum Yönetimi’nde, mahkeme kararı olsa bile telefon dinlemelerinin yasak olması ve bahisten kazanılan paranın ülkeye getirilmeyerek yurt dışındaki hesaplarda saklanması nedeniyle tespiti yapılamıyor. BANKALAR DENETiMDE Ekonomik krizdeki Güney Kıbrıs’ta bankaların IMF ve Avrupa Birliği denetiminde olması, şike gelirlerinin Ada dışında kalmasının en büyük nedeni olarak gösteriliyor. ŞİKEYE İNGİLTERE’DE 5 YIL HAPİS İNGİLTERE’de görülen ilk şike mahkemesinde, alt liglerde şike ayarlamak için ülkeye gelen Sri Lankalı Krishna Ganeshan ve Singapurlu Chann Sankaran 5’er yıl hapis cezasına çarptırıldı. Merkezi Brighton’da olan Conference South kulübü Whitehawk Futbol Kulübü’nde oynarken şike girişiminde bulunan futbolcu Michael Boateng’e şike kumpasındaki rolü nedeniyle 16 ay hapis cezası verildi. ÇİN MAFYASI ÖNE ÇIKIYOR KUZEY Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde faaliyet gösteren bahis şirketlerinin Hürriyet’e konuyla ilgili verdiği bilgilere göre, Güney Kıbrıs’taki online şike konusunda, Çin merkezli bahis şirketleri ve Çin mafyası öne çıkıyor. Bahis şirketlerinin her maç için kotası olması nedeniyle herhangi bir kişi kota sınırı kadar bahis oynayabiliyor. Bu noktada Çin mafyası devreye giriyor. PAYLAR ASYA’DAN Uluslar arası düzeyde örgütlenen Çin mafyası, dünya üzerinden yüzlerce bahis şirketine, kendi adamları adına binlerce hesap açıyor. Şikeye karışan futbolcular da başta Asya şirketleri olmak üzere tüm dünyada oynanan şikeli bahislerden gelir paylaşımına gidiyor. AMK Spor
'Kırmızılı Kadın'dan Erdoğan'a Suç Duyurusu
Kırmızılı Kadın Ceyda Sungur’un Avukatı İlkay Bahçetepe aracılığıyla bulunduğu suç duyurusunda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yanısıra eski İçişleri Bakanı Muammer Güler, eski İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ve İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu hakkında dava açılması istedi.Kırmızı elbisesi, omzundaki alışveriş çantası ve arkaya savrulan saçlarıyla, Türkiye’nin dört bir yanına yayılan Gezi Parkı protestolarını sembolü haline gelen ‘Kırmızılı Kadın’ Ceyda Sungur’a biber gazı sıkan Polis memuru Fatih Zengin’in yargılandığı davanın 2. duruşması görüldü. İstanbul Adalet Sarayı’nda bulunan İstanbul 18. Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya ‘Görevi kötüye kullanma’ suçundan 1 yıldan 3 yıla kadar hapsi talep edilen tutuksuz sanık Fatih Zengin katılmazken, şikayetçi Ceyda Sungur hazır bulundu. Hakim Muzaffer İren, sanık Fatih Zengin’in avukatına “Müvekkiliniz nerede?” diye sordu. Zengin’in avukatı Ayşe Hocaoğlu Memetoğlu da ” Müvekkilim raporlu” diye cevap vermesi üzerine Hakim İren, “Yine mi?” diye sordu. Avukat Memetoğlu da “Müvekkilinin bronşit rahatsızlığı nedeniyle raporlu olduğunu söyledi. Hakim Muzaffer İren, Adli Tıp Kurumu’na yazılan müzekkere cevap geldiğini belirterek, Ceyda Sungur’un randevu gününün belirlendiğini açıkladı. Hakim Muzaffer İren, Cumhuriyet Savcılığı Memur Suçları Bürosu’na yazılan yazıya cevap verildiğini ve olaya ilişkin emanete CD bulunmadığını, söz konusu CD’lerin dosyada olduğunun belirtildiğini söyledi. Sanık Fatih Zengin’in avukatı Ayşe Hocaoğlu Memetoğlu söz alarak, “Müvekkilim bronşit rahatsızlığı nedeniyle raporludur. Ayrıca olayın oluş şekline ilişkin CD’yi de mahkemenize sunuyoruz” diyerek bir adet CD’yi mahkemeye sundu. Ceyda Sungur’un avukatı İlkay Bahçetepe de olaya ilişkin diğer sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunduğunu dile getirip, “Emniyet Amiri ve diğer sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunduk. Ayrıca müvekkilimin Adli Tıp Kurumu’ndan raporunun aldırılmasını talep ediyoruz” dedi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Müdürlüğüne yazı yazılarak gaz sıkan, tekme atan model ’5′ kullanıcısının Fatih Zengin olduğunun ne şekilde tespit edildiği, tespite yarayan bilgi, belge, CD ve tanıkların acilen bildirilmesine karar veren hakim, sanık Fatih Zengin’in bir sonraki duruşmada hazır olması için tekrar davetiye çıkarılmasına hükmetti. Emniyet Amiri ve diğer sorumlular hakkında başlatıldığı belirtilen soruşturma dosyalarının İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan istenilmesine karar veren hakim, (olay sırasında sıkılan biber gazı dolayısıyla) şikayetçi Ceyda Sungur’un belirlenen randevu ile Adli Tıp Kurumu’na sevki ile kati raporun aldırılmasını kararlaştırıldı. İstanbul Valiliği’ne müzekkere yazılarak olaya ilişkin tüm görüntü kayıtları ile Teftiş Kurulu’nun soruşturma evraklarının incelenmek üzere istenilmesine karar veren mahkeme, eksikliklerin giderilmesi için duruşmayı 23 Temmuz 09.15’2 erteledi. 13 Mayıs’da görülen ilk duruşmaya sanık Fatih Zengin sağlık raporu sunarak duruşmaya katılmamıştı. Kamuoyunda ‘Gezi Parkı’ eylemleri olarak adlandırılan olaylar kapsamında 28 Mayıs 2013 günü İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla Kampüsü civarlarında çok sayıda göstericinin katıldığı bir eylemin meydana geldiği anlatılan iddianamede, gösteriye katılmak amacıyla olay yerine giden müşteki Ceyda Sungur’a ve etrafta bulunan açık kimliğiyle tespit edilemeyen bir kısım şahıslara herhangi bir uyarı yapılmadan şüpheli Fatih Zengin tarafından biber gazı sıkıldığı belirtildi. İddianamede, şüpheli Zengin’in bibergazını kullanırken ‘toplumsal olaylarda görevlendirilen personelin hareket, usul ve esaslarına dair yönerge ile gözyaşartıcı gaz silahları ve mühimmatları kullanım talimatlarına’ aykırı hareket ettiği vurgulandı. İddianamede bilirkişi raporunda yer alan fotoğraf ve video görüntülerinin açıkça tespit edildiği kaydedilerek şu ifadelere yer verildi: “Şüpheli polis memuru Fatih Zengin’in, müşteki Ceyda Sungur’a bir metreden daha az mesafeye yaklaşarak yüzünü hedef almak suretiyle biber gazı sıktığı, gazdan etkilenen müştekinin arkasını dönmesine rağmen şüphelinin gaz sıkmaya devam ettiği ve eylemin devamında çevrede bulunan göstericilere de yine benzer şekilde yakın mesafeden ve hedef gözeterek gaz sıktığı, göstericilerden birine tekme attığı, olayın müştekisinin eylemin öncesinde ve sonrasında herhangi bir taşkınlık yapmadığı buna rağmen bahse konu eyleme maruz kaldı.” İddianamenin sonuç kısmında şu ifadeler kullanıldı: “Şüpheli Zengin’in, müşteki Sungur’a yönelik eylemi her ne kadar zor kullanma yetkisine ilişkin sınırların aşılması suretiyle orantısız güç kullanma suçunu oluşturmakta ise de gerek olay yerindeki göstericileri hedef gözeterek biber gazı sıkması ve gerekse darp eylemini gerçekleştirmesi birlikte değerlendirildiğinde eylemin bir bütün halinde görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğunu, süphelinin savunmasının oluş ve dosya kapsamına aykırı olduğu ve bu süretle üzerine atılı suçu işlediği anlaşılmaktadır.” İddianamede şüpheli Fatih Zengin’in ‘Görevi kötüye kullanma’ suçundan 1 yıldan 3 yıla kadar hapsi talep ediliyor. Öte yandan Ceyda Sungur’un avukatı İlkay Bahçetepe İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na iki ayrı suç duyurusunda bulunduğu ortaya çıktı. Sungur’un Avukatı İlkay Bahçetepe, dün yaptığı suç duyurusunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Eski İçişleri Bakanı Muammer Güler, eski İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ve İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu hakkında dava açılması istedi. Ceyda Sungur’a çok yakın mesafeden bibergazı sıkılması yoluyla kimyasal silah kullanıldığı belirtilen dilekçede, bunun da işkence suçunu ve olası kasıtla öldürmeye teşebbüs suçunun oluşmasına azmettirilmesi suretiyle işlendiği vurgulandı. Eski tarihli diğer suç duyurusunda ise Avukat Bahçetepe, Çevik Kuvvet Şube Müdürü ve bibergazının kullanılması için talimat veren kimliği tespit edilemeyen amirlerin cezalandırılması talep etti. DHA
Soma'da Tazminat Talebine Skandal Savunma
Soma’daki maden faciasında yaşamını yitiren İsmail Değirmen’in eşinin açtığı davada şirket avukatları skandal bir savunma gönderdi. 393 bin liralık tazminat talebi için “Felaketi özlenir hale getirecek kadar çok” denildi Soma’da geçen 13 Mayıs’ta meydana gelen Türkiye’yi yasa boğan maden faciasında ateş düşen 301 aileden biri de Balıkesir’in Savaştepe ilçesinde İsmail Değirmen’in eviydi. Kardeşi Erkan Değirmen’in servisi kaçırması üzerine o gün ocağa tek giren İsmail Değirmen, madende yaşamını yitirdi. Faciayla ilgili adli soruşturmada Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan, Genel Müdür Ramazan Doğru ile İşletme Müdürü Akın Çelik’in de bulunduğu 8 kişi tutuklanırken, Değirmen’in eşi Gamze Değirmen de hukuk mücadalesi başlattı. Değirmen, çocukları Yağmur ve Mehmet Han Değirmen adına avukat Ünal Demirtaş aracılığıyla Soma Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, TKİ Genel Müdürlüğü Ege Linyit İşletmesi Müessese Müdürlüğü ve madeni işleten Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. aleyhine 390 bin lirası manevi, gerisi maddi olmak üzere toplam 393 bin liralık tazminat davası açtı. Gamze Değirmenci için 150 bin, çocukları için ise 120’şer bin lira manevi ayrıca her biri için 1000’er lira maddi tazminat istedi. Talep üzerine Soma 1. Asliye Hukuk Mahkemesi de, soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin mallarına tedbir kararı koydu. Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. avukatları buna karşılık mahkemeye savunma yazısı gönderdi. Olayda şirketin kusurunun olmadığını öne süren avukatlar madendeki yangının suikast sonucu olabileceği iddiasını dile getirdi. Avukatlar, kazayla ilgili soruşturmanın da devam ettiğini hatırlatarak, tedbir kararı için soruşturmanın bitmesinin beklenmesi gerekteğini savundu. Avukatlar, Değirmen’in eşi ve çocukları için istenen 393 bin TL tazminat tutarıyla ilgili de şöyle dedi: “Tutar, ’felaketi özlenir hale getirebilecek’ niteliktedir. Ayrıca bu ailenin istediği gibi mahkemenin her aile için 400 bin TL üzerinden tazminat hesaplaması durumunda, şirket 120 milyon 400 bin TL gibi ’uçuk’ bir tazminat tutarıyla karşı karşıya kalacaktır.” Avukatlar, tedbirin kalkmaması durumunda ise şirketin iflas edeceğini, 6 bin işçinin işsiz kalacağı gibi tazminat hakkı elde eden kişilerin de bu paralarını, şirketten tahsil edemeyeceğini ileri sürdü. ‘Tazminat 1 milyon TL olsa tüm önlem alınırdı’ Hacettepe Üniversitesi Maden Mühendisliği Maden işletme Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bahtiyar Ünver: “Maden gibi riskli iş kollarında çalışanların hayatlarını kaybetmeleri durumunda, işveren yüksek tazminatlar verilmeli. Kişi başı 1 milyon tazminat olsa, işveren her türlü önlemi alırdı. İşveren, tazminat konularının gündeme gelmesini istemiyor. Bu kaza, ilerideki olası kazaları engellemek için bir fırsat olabilir. Toplum tepkisi varken bu kanunu çıkarmanın tam zamanı. HABER MERKEZİ ABD’li madenciye 3 milyon TL! VATAN daha önce 2010 yılında Batı Virginia’nın Naoma kasabasındaki Upper Big Branch madeninde meydana gelen patlamada 29 madenci öldüğü kazayı gündeme getirmişti. Federal hükümetin atadığı bağımsız soruşturma komisyonu, madeni işleten Massey Energy şirketini suçlu buldu. Çünkü yangına yol açan ince kömür tozu birikmesi engellenebilir ve yangın önlenebilirdi. Şirketinin iş hayatı bitti, madeni devralan Alpha Natural Resources, ölenlerin ailelerine 1.5 milyon dolar (3 milyon TL), toplamda 209 milyon dolar tazminat ödemeye razı oldu. Türkiye’de nasıl hesaplanıyor? Türkiye’de 5510 sayılı sosyal güvenlik yasasının 21. maddesine göre, iş kazası üçüncü bir kişinin veya işverenin kusuru nedeniyle meydana gelmişse, bu iş kazası dolayısıyla SGK’nın yaptığı ve yapacağı tüm harcamalardan işveren ile üçüncü kişiler de sorumlu tutuluyor. Kaza sonrası Çalışma Bakanlığı müfettişlerinin hazırlayacağı rapor, işverenin ödeyeceği tutarın belirlenmesi açısından önemli. İşverenin kusuru yüzde 100’ün ne kadar altına inerse, ödeyeceği tutar da ona göre azalıyor. Yüzde 80 kusurlu bulunursa, tutarın yüzde 80’ini ödüyor. Yaşam tablosuna göre tazminat İş Hukuku Avukatı Mehmet Emin Şan, ABD ve Türkiye arasındaki tazminat farkını şöyle anlattı: “Türkiye’de Yargıtay’ın belirlediği PMF (Population Masculine et Feminine) tablosu var. Buna yaşam tablosu diyoruz. Bilirkişiler yaşamını yitiren çalışanın yaşı, aylık maaşı, toplum seviyesi, statüsünü saptıyor. ‘67 yaşına kadar yaşasaydı şu kadar para kazanabilirdi’ diye tespitte bulunuluyor. Ülkeler arasında değerler bir değil. Koşullar ve mevzuat farklı. Bizde kanun koyucuya bırakılıyor. Standart tazminat uygulanıyor. Orada tazminat belli. Bu iki durum çözülürse bu uçurum ortadan kalkabilir.” Eşimi bana versinler vazgeçeyim! Gamze Değirmen, şirketin savunmasına “Biz kanuni hakkımızın peşindeyiz. Kanuni hakkımızı almaya çalışıyoruz. Eğer şirkete bu tutar çok geliyorsa eşimi bana ve çocuklarıma geri versinler. Biz de bu tazminat davasından vazgeçelim” diye tepki gösterdi. Değirmen’in avukatı Ünal Demirtaş ise şirketin aba altında soba gösterdiğini belirterek, Yerel mahkemelerden sonuç alamazsak AİHM’e gideriz” dedi. Vatan
Nuri Bilge Ceylan'a Suç Duyurusu
Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazanan 'Kış Uykusu' adlı filmindeki bir sahnede ata işkence yapıldığını savunan Prof. Dr. Orhan Kural, ünlü yönetmen hakkında suç duyurusunda bulunacağını açıkladı.  İHA'nın haberine göre Prof. Dr. Orhan Kural, hazırladığı dilekçeyle bugün mahkemeye başvurarak, Nuri Bilge Ceylan hakkında suç duyurusunda bulunacağını söyledi. Filmdeki bir sahnede ata işkence yapıldığını savunan Kural, “Filmde bir atı tesadüfen gördüğünü söyledi bana. Ancak tesadüfen değil. Ata işkence yapılıyor. Nehirde çekiliyor. Üzerine biniyorlar. Avcılığı teşvik ediyorlar. Tavşan öldürülüyor. Dakikalarca hayvan can çekişiyor. Ondan sonra onu alıp evine götürüyor. Diyor ki ‘her hafta ava çıkıyorum.’ Avcılığı teşvik ediyor” dedi. Hiçbir zaman hayvanlar üzerinden prim yapılmasını kabul etmediğini belirten Kural, “Hayvan yasasına göre filmin içinde, ‘Kullanılan hayvan sahneleri veteriner eşliğinde çekilmiştir’ denmesi gerek” diye konuştu. Kural, Nuri Bilge Ceylan’ın kendisini aradığını söyleyerek, “Savcılığa veriyorum. İspat ederler. Uluslararası başarı sağlamış olabilir, tebrik ediyorum. Bu, her türlü hayvanı kullanıp, onları öldürüp bir köşeye atacak anlamına gelmez. Ben bunu popüler olmak için yapmıyorum. Buna suç duyurusunda bulunmazsam ‘Nuri Bilge Ceylan’a gücünüz yetmedi mi?’ derler. Ona da gücümüz yeter. Davayı açıyorum. Dün aradılar beni. Mahkemede görüşürüz dedim. Anlatmaya çalışıyorlar durumu. Demek ki korkuyorlar. Yapımcısıyla beraber aradılar. Onlara hem de böyle bir şey yapacak diğer kişilere ders olur. Hayvanları kullanmak, öyle öldürüp avcılığı desteklemek yakışmıyor. Filmi Fransa ’ya da şikayet ettik. Çünkü Türk yasalarının yasakladığı bir konu çekilmiş' dedi.İHA
'Arap Turist Görmek İstemiyorum' Diyen Leman Sam'a Suç Duyurusu
Leman Sam , “İstanbul’da artık saç ektirmiş Arap turist görmek istemiyorum” diyen oyuncu Cem Davran ’ı destekleyerek, “Saç ektirmeyenini de görmek istemiyorum Cem” dedi. Sam’ın bu sözlerinin -ardından Anadolu Arap Birliği başta olmak üzere birçok dernek ve STK Sam hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı. Daha önce “Hacca gitmem Araplar kazanamasın” çıkışıyla da Arapların tepkisini çeken Leman Sam, tartışılacak bir açıklamaya daha imza attı. Twitter’da “İstanbul’da artık saç ektirmiş Arap turist görmek istemiyorum” diyen oyuncu Cem Davran’a destek çıkan Sam, “Saç ektirmeyenini de görmek istemiyorum Cem” dedi. Öte yandan, Mardinin Midyat ilçesinde bulunan Anadolu Arap Birliği, Mıhallemi Derneği , Anadolu Arap Hareketi Derneği ve Şemikan Halkları Birliği Leman Sam’ın “Arapları görmek istemiyorum” sözü üzerine merkezi Midyatın Hebsınes köyünde buluna Mıhallemi Derneği önünde bir basın açıklaması yaparak Leman Sam hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söylediler. Anadolu Arap Birliği Derneği Başkanı Mehmet Ali Aslanın okuduğu basın açıklamasında şunlara yer verildi: “Leman Sam’ın Araplarla ilgili ısrarla yaptığı ötekileştirici , hakaret edici ve hedef gösterici sözlü beyanatları ile ilgili halkımıza ve kamuoyuna önemle duyrulur: Çevre , insan hakları savunuculuğu ve hayvan sever maskeleri ile Türkiye Kamuoyunu sempatisini kazanıp kandırmaya çalışan Leman Sam Araplara karşı ırkçılık zehrini kusmaya devam ediyor. IŞİD gibi örgütler de bu gibi düşüncesizce konuşanlar yüzünden eleman toplayıp güçleniyor. “Her şey Arap saçına döndü” “Anladıysam Arap olayım” gibi Araplarla ilgili hakaret edici söz ve deyim kullanan, köpeklerine Arap ismini takan bir toplumda büyüyen Leman Sam ile Cem Davran’ın sistemin kendine biçtiği kalıpların dışına çıkmasını beklerdik. Çünkü bizim bildiğimiz sanatçılar evrensel olup kendisini aşan bir iç aksiyon niteliğine sahiptir . Ama anlaşılan o ki hala sistemin büyük katliamlar ve zulümlerle ördüğü esaret zincirleri ve prangaları hala vicdanı , fikri ,ruhu hür olmayanların boynunda asılı duruyor. Nefret ,hakaret ve ihanet iftiraları ile dolu okutulan resmi ideoloji tarih kitapları belli ki Leman Samın kafasını ve psikolojisini epeyce bozmuş durumda. Leman Sam Arapları hedef göstererek ayırımcılık yapıyor ve nefret suçu işliyor. Ayrıca gündemde kalabilmek için Arapları kendine maşa olarak kullanmaya çalışması ile çok gülünç bir duruma düştüğünü hatırlatmak isteriz. Leman Sam ünlü olmanın verdiği yanıltıcı güvenle bu mübarek ramazan ayında bile Araplara çirkince saldırıyorsa kesinlikle psikologlar, Ruh sağlığı doktorları ve nörologlar tarafından iyi bir şekilde rehabilite edilip tedavi edilmesi gerektiğine inanıyoruz, çünkü ırkçılık bir ruh ve zihin hastalığıdır. Serbest denetimlilik birimlerinden de ricamız lütfen rehabilite edildiği süre içerisinde Araplardan en az 500 metre uzak tutulmasıdır. Çünkü hiçbir Arap , hatta vicdanlı hiçbir insan ırkçı bir insana yakın durmak istemez. Biz Araplar ve Mıhallemiler olarak Leman Sam ve gibilerine sadece acıyoruz. Gönüllü Arap doktorlarımız Leman Sam’ı ve ücretsiz bir şekilde rehabilite ve tedavi etmeye hazırdır. Türkiyede yaşayan Alevi , Sünni , Nusayri , Hristiyan , Müslüman farklı inançtaki tüm Arapları bu tür ,ötekileştirici nefret söylemlerini kınamaya davet ediyor ve bulundukları yerlerde Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyurusunda bulunmaya davet ediyoruz. Leman Sam’ın da medya yolu ile sarfettiği etik olmayan sözlerden dolayı tüm Araplardan ve insanlıktan özür dilemesinin bir borç olduğunu buradan hatırlatıyoruz.T 24