onedio

TÜİK Haberleri

TÜİK ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. TÜİK ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Kaliteli Demokrasi, Güçlü Hukuk Devleti Olmayınca, Ekonomi De Küme Düştü
IMF’YE GÖRE TÜRKİYE 17. SIRADAN 19. SIRAYA İNECEKCHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, kaliteli demokrasi, güçlü bir hukuk devleti olmayınca ekonominin de güçlü olmadığını, refah ve gerçek bir büyüme yaratılamadığına işaret ederek, 'Türkiye Cumhuriyetin yüzüncü yılında dünyada ilk 10 ekonomi arasında yer almak istiyorsa demokrasi kalitesini arttırmamız ve tam manasıyla bir hukuk devleti olmamız lazım.Bu zihniyetle devam edersek değil en büyük 10 ekonomiden biri olmayı, G20’nin bile dışında kalmakla karşı karşıya kalacağız' dedi.CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, konuyla ilgili olarak yazılı açıklama yaparak şunları kaydetti:Kaliteli demokrasi, güçlü bir hukuk devleti olmayınca ekonomi de güçlü olmuyor, refah ve gerçek bir büyüme yaratmıyor.Türkiye Cumhuriyetin yüzüncü yılında dünyada ilk 10 ekonomi arasında yer almak istiyorsa demokrasi kalitesini arttırmamız ve tam manasıyla bir hukuk devleti olmamız lazım.Bu zihniyetle devam edersek değil en büyük 10 ekonomiden biri olmayı, G20’nin bile dışında kalmakla karşı karşıya kalacağız.IMF’ye göre Türkiye, 2013 yılında GSYH büyüklüğüne göre ülke sıralamasında 17’nciliğini korurken, bu yıl Hollanda ve Suudi Arabistan’a da geçilerek 19’unculuğa düşecek.Türkiye 2014’te, dünyanın önde gelen sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerini kapsayan  G20 ’de en alt sınıra doğru iniyor.  Büyük ekonomi sıralaması GSYH büyüklüğüne göre yapılırken, bir ülkenin asıl kalkınmışlığı ve refah seviyesini kişi başına GSYH’si gösteriyor.Kişi başına GSYH’ye göre yapılan sıralamada ise 2013’te bir basamak düşerek 65’inci olan Türkiye’nin bu yıl 2 basamak daha düşerek 67’nciliğe ineceği tahmin ediliyor.Türkiye, kişi başına GSYH’a göre sıralamada 2000 yılında dünya ülkeleri içinde dünyada 63’üncü sıradaydı. 2002 sonundan bu yana işbaşında olan AKP döneminde anlatılan “hızlı büyüme” masallarına rağmen Türkiye, 2000 yılındaki sırasının hala çok altında.Türkiye’nin kişi başına milli gelirde ise çok altlardaki sırasının giderek daha da aşağılara inmesi dünya ile karşılaştırmada kalkınmışlık ve refah düzeyinin giderek gerilediğini gösteriyor.2014’te öngörülen kişi başına GSYH’ye göre Türkiye, sadece Lüksemburg, Norveç, İsviçre, İsveç, Danimarka, Almanya, Fransa, ABD, Japonya gibi gelişmiş ülkelerin değil; İsrail, Umman, Bahreyn, Lübnan gibi Ortadoğu, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Estonya, Litvanya, Macaristan, Hırvatistan gibi eski Doğu Bloku ülkelerinin de altında kalıyor. Uruguay, Şili gibi Orta Amerika ülkeleri ve eski Sovyet ülkesi Kazakistan’ın kişi başına milli geliri Türkiye’den daha yüksek. Gabon, Panama, Venezuela, Palau, Barbados ve Şeyseller bile kişi başına gelirde Türkiye’nin önünde…IMF’ye göre Türkiye 2014 yılında 19’uncu sıraya düşecekBüyük ülke, itibarlı ülke, güçlü ülke olmanın yolu kaliteli demokrasiden geçiyor. Türkiye bugün Türkiye insani gelişmişlik sıralamasında 187 ülke arasında 90’ıncı sırada, basın özgürlüğü sıralamasında 179 ülke arasında 154’üncü, cinsiyet eşitliği bakımından 134 ülke arasında 120’inci sırada yer alıyor. Türkiye dünyada “hibrid rejim” ya da “yarı demokrasi” olarak geçiyor.Bağımsız ve tarafsız bir yargı olmazsa, güçlü bir ülke ve kaliteli bir demokrasi de olmuyor. Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından son açıklanan verilere göre 2002 yılında cumhuriyet savcılarının soruşturma evresinde bir dosyayı görme süresi 212 günken, bugün bu süre 363 gün.  2002 yılında Cumhuriyet Savcıları 2.953.000 dosyayı soruştururken, 2012 yılında 6.285.000 dosyayı soruşturmuş, soruşturulan her 2 dosyanın sadece 1’inde kamu davası açılmasına karar verilmiş. 2002 yılında Ceza Mahkemelerinde bir dava ortalama 232 gün sürerken bu süre 2011 yılında 291 güne çıkmış, 2012 yılında 229 güne inmiş. Yani 10 yılda 4 gün ilerleme sağlanmış. Hukuk mahkemelerinde de aynı trend devam ediyor. 2002 yılında bir dosya 174 günde görülürken 2012 yılında 232 günde görülmüş. 2002 yılında Yargıtay Ceza Daireleri ve Genel Kurulu’nda 244.000 dosya varken bu sayı 2012 yılında 770.000’e çıkmış. Bir dosyanın ortalama görülme süresi 2 kattan fazla artmış. 2002 yılında bir dosya 138 günde görülürken, 2012 yılında 306 günde görülüyor. Bu veriler de gösteriyor ki, Türkiye’de hukuk işlemiyor, yargı hızlı, adil ve bağımsız karar alamıyor.Türkiye Cumhuriyetin yüzüncü yılında dünyada ilk 10 ekonomi arasında yer almak istiyorsa, demokrasi kalitesini arttırmamız ve tam manasıyla bir hukuk devleti olmamız lazım. Eğer bir ülkede hukukun üstünlüğü olmazsa, yargı bağımsızlığı olmazsa, kuvvetler ayrılığı çalışmazsa, kaliteli ve gerçek demokrasi olmuyor. Kaliteli demokrasi, güçlü bir hukuk devleti olmayınca ekonomi de güçlü olmuyor, refah ve gerçek bir büyüme yaratmıyor.Gelir dağılımı adaletli olmayınca, kişi başına düşen gelir artmayınca, refah ve kalkınma bireye yayılmazsa da gerçek manada büyüme olmuyor İnsan hakları standartı yüksek olmayınca, ekonomi de güçlü olmuyor. Hukuk yoksa, demokrasi yoksa, güçlü ekonomi yoksa, o ülke itibarlı ve güçlü ülke de olmuyor. Bu nedenle de Türkiye sıralamalardaki yerini kaybediyor. Bu zihniyetle devam edersek, değil en büyük 10 ekonomiden biri olmayı G20’nin bile dışında kalmakla karşı karşıya kalacağız.IMF’ye göre Türkiye, 2013 yılında GSYH büyüklüğüne göre ülke sıralamasında 17’nciliğini korurken, bu yıl Hollanda ve Suudi Arabistan’a da geçilerek 19’unculuğa düşecek . Kişi başına GSYH’ye göre yapılan sıralamada ise geçen yıl bir basamak düşerek 65’inci olan Türkiye’nin bu yıl 2 basamak daha düşerek 67’nciliğe ineceği tahmin ediliyor.2000 yılında Türkiye dünyanın en büyük 18’inci ekonomisiydi.Cari fiyatlarla dolar cinsinden GSYH tutarına göre yapılan değerlendirmeye göre 2000 yılında Türkiye dünyanın 18’inci büyük ekonomisi konumunda bulunuyordu. Bülent Ecevit hükümetinin ABD’nin Irak operasyonuna destek vermemesi üzerine, yapılan manipülasyonla ani sıcak para çıkışı yoluyla ağır bir ekonomik kriz yaşatılan 2001 yılındaki hızlı küçülmeyle Türkiye büyük ekonomi sıralamasında 22’nciliğe düştü. İzleyen yıllarda yeniden büyümeye geçen Türkiye 2002’de 21’inci, 2003’te 18’inci, 2004’te 17’nciliğe yükseldi ve izleyen altı yılda bu sırayı korudu. Türkiye, 2011’de ise Endonezya’nın yükselişi sonucu 18’inciliğe indikten sonra 2012’de ise Hollanda’nın bir basamak düşmesi ile tekrar 17’nci oldu. 2013’te de bu sırayı koruyan Türkiye’nin bu yıl ise 2 basamak birden düşerek 19’unculuğa ineceği tahmin ediliyor.Üstelik IMF, Türkiye’nin 2013 yılı GSYH’sını 827.2 milyar dolar olarak öngörürken, TÜİK’in geçtiğimiz günlerde açıkladığı tutar 820 milyar dolarla bunun da altında kaldı. 2014 yılı için de hükümetin açıkladığı OVP’de yer alan 867 milyar dolarlık hedefe karşılık IMF tahmini bu yıl için 767.1 milyar dolar düzeyinde bulunuyor.2013’te sıralama fazla değişmedi…IMF’nin 8 Nisan itibariyle güncellediği veri tabanına göre 2013 yılında milli gelirde ilk 7 ülkenin sırası değişmedi. ABD 16 trilyon 780 milyar dolarla birinciliğini korurken, Çin 9 trilyon 181 milyar dolarla ikinci,  Japonya 4 trilyon 902 milyar dolarla üçüncü sırada yer aldı. Bu ülkeleri 3 trilyon 636 milyar dolarla Almanya, 2 trilyon 737 milyar dolarla Fransa, 2 trilyon 536 milyar dolarla İngiltere, 2 trilyon 243 milyar dolarla Brezilya izledi. Rusya 2 trilyon 118 milyarla bir basamak yükselip 8’inci olurken, İtalya 2 trilyon 71 milyar dolarla 9’unculuğa düştü. 1 trilyon 871 milyar dolarlık milli gelire sahip Hindistan’ın 10’uncu sıradaki yeri değişmedi.Sırasıyla Kanada, Avustralya, İspanya, Meksika, Güney Kore, Endonezya, Türkiye, Hollanda ve Suudi Arabistan dolar cinsinden GSYH’ye göre ilk 20 ülke arasında yer aldı.Suudi Arabistan ve Hollanda 2014’te Türkiye’yi solluyor…Tahminlere göre 2014 yılında, 17 trilyon 528 milyar dolarla ABD en büyük ekonomi olmaya devam ederken, ikinci sıradaki Çin’in GSYH’si 10 trilyon doları aşacak, üçüncü sıradaki Japonya’nın milli geliri de 4 trilyon 846 milyar dolara yükselecek.IMF projeksiyonlarına göre 2014 yılında da ilk 20 ülkenin sıralaması çok fazla değişmezken, en dramatik değişimi Türkiye yaşayacak. 18’inci sıradaki Hollanda ile 19’uncu sıradaki Suudi Arabistan’ın birer basamak yükselmesi sonucu Türkiye 2 basamak birden düşerek 19’unculuğa inecek.G20 dışında kalma riski var…AKP döneminde Türkiye’nin ekonomik büyümesi, cari açığı patlatma pahasına, “sıcak para” ile finanse edildi, sözü edilen “hızlı” büyüme masalının aksine, “el parası” ile kağıt üzerinde sahte bir büyüme sağlandı. Ancak bunun ülkeye ve topluma bir hayrı dokunmadı. Türkiye 2014’te, dünyanın önde gelen sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerini kapsayan  G20’de en alt sınıra doğru iniyor .Ekonomik hacim mi halkın refah düzeyi mi?Büyük ekonomi sıralaması GSYH tutarına göre yapılırken, bir ülkenin GSYH büyüklüğünün nüfusu ile de orantısı bulunuyor. Çin, Hindistan gibi kalabalık nüfuslu ülkelerin ilk 20 ekonomi arasına girmesine, bu ülkelerin kalkınmışlığının yanı sıra, hatta ondan daha fazla nüfus faktörü etki ediyor. Bir ülkenin kalkınmışlığı ve refah seviyesini ise asıl kişi başına GSYH’si gösteriyor. Asıl bakılması gereken, kişi başına milli gelir sıralamasında Türkiye’nin nerede olduğu ve AKP döneminde nereden nereye geldiği…İlk 20 ekonomi arasında yer alan Türkiye’nin kişi başına milli gelirde ise çok alt sıralarda bulunması ve sıralamadaki yerinin giderek aşağılara inmesi ülkenin kalkınmışlık ve refah düzeyinin dünya ile karşılaştırmada göreli olarak gerilediğini gösteriyor.Türkiye, kişi başına gelirde 67’nciliğe düşüyor…Türkiye, 2013 yılında GSYH büyüklüğüne göre ülke sıralamasında 17’nciliğini korurken, kişi başına milli gelire göre ülkeler sıralamada ise bir basamak düşerek 65’inci oldu. 2014’te ise Türkiye’nin 2 basamak birden düşerek 67’nciliğe ineceği öngörülüyor.2012’de Türkiye,  TÜİK’e göre 10 bin 497 dolar, IMF’ye göre 10 bin 523 dolar olan kişi başına milli geliri ile 64’üncü sırada yer alıyordu. 2013’te ise Türkiye IMF’ye göre 10 bin 815 dolar olan ancak TÜİK’in 10 bin 782 dolarla daha da düşük açıkladığı kişi başına GSYH ile 65’inciliğe geriledi. 2014’te ise OVP’deki 11 bin 277 dolarlık hedefe karşılık IMF,  9 bin 920 dolarlık kişi başına milli gelir öngörüyor. Bu da Türkiye’nin 2 basamak daha düşerek 67’nciliğe inmesi anlamına geliyor. Bu da AKP’nin 11 yılı aşan iktidarında “hızlı büyüme” masallarına rağmen halkın refah düzeyini dünyanın gerisinde bıraktığının; dünya ile karşılaştırmada göreli olarak halkı yoksullaştırdığının kanıtı…Kişi başına gelirde Gabon’un bile gerisindeyiz…IMF projeksiyonlarına göre kişi başına milli gelirde Lüksemburg bu yıl 116 bin 134 dolarla açık ara birinciliğini koruyacak. Lüksemburg’u 99 bin 574 dolarla Norveç,  96 bin 635 dolarla Katar, 86 bin 145 dolarla İsviçre, 61 bin 889 dolarla Danimarka izleyecek.2014’te öngörülen kişi başına GSYH’ye göre Türkiye, sadece Lüksemburg, Norveç, İsviçre, İsveç, Danimarka, Almanya, Fransa, ABD, Japonya gibi gelişmiş ülkelerin değil; İsrail, Umman, Bahreyn, Lübnan gibi Ortadoğu, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Estonya, Litvanya, Macaristan, Hırvatistan gibi eski Doğu Bloku ülkelerinin de altında kalıyor. Uruguay, Şili gibi Orta Amerika ülkeleri ve eski Sovyet ülkesi Kazakistan’ın kişi başına milli geliri Türkiye’den daha yüksek. Gabon, Panama, Venezuela, Palau, Barbados, Şeyseller bile kişi başına gelirde Türkiye’nin önünde…Ekonomisi “iflas” etti denilen Yunanistan’ın kişi başına milli gelirinin 2014’te 22.6 bin dolar, Kuzey Kıbrıs’ın ise 24.2 bin dolarla Türkiye’yi ikiye katlıyor.
Türkiye'nin Korkutan Yoksulluk Rakamları
- 22 milyon kişi aylık 527 TL ile geçiniyor! Nüfusun yüzde 40’ı “sızdıran çatı” altında yaşıyor! Kendisine yeni giysi alamayanlar yüzde 35 - Yoksulluğun siyasi istismarını bitirmek için: Oy karşılığı yardım yerine sosyal adalet ve sosyal yardımı hak olarak veren sosyal devlet CHP Parti Meclisi Üyesi, İstanbul Milletvekili Umut Oran, gelir dağılımı ve sosyal adalete ilişkin TÜİK verileriyle derlediği araştırma sonuçları en zenginle en yoksul arasındaki farkın giderek açıldığını, milyonlarca insanın temel gereksinimlerini drahi karşılamayadığını ortaya koydu. Umut Oran'ın açıklaması şöyle: AKP politikaları Türkiye’de gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluğu kronikleştirdi. Resmi verilere göre en zengin ve en yoksul yüzde 10’luk nüfus arasındaki gelir farkı 14 kata ulaşıyor. OECD ortalamasının çok üzerindeki Gini katsayısı da Türkiye’deki kronik gelir dağılımı adaletsizliğini gösteriyor. TÜİK’in makyajlı istatistikleri, farklı göreli yoksulluk sınırı ölçütlerine göre 7,3-22,3 milyon arasındaki yoksul sayılarına işaret ediyor. Türkiye’nin en düşük bazda bile, birçok önemli ülkenin toplam nüfusundan fazla yoksulu bulunuyor. AKP, gelir dağılımını da düzeltmek, yoksulluğu yenmek istemiyor. Çünkü, yoksulluktan besleniyor, yoksul milyonların bu durumunu kullanarak oya tahvil ediyor. Yoksul aileleri erzak-kömür yardımlarıyla kendine bağımlı yapıp oyunu almaya devam eden AKP, onların hep yoksul ve kendine bağımlı kalmasını, iktidarının devam garantisi olarak görüyor. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin son yıllarda düzelmek bir yana daha da artması dikkat çekiyor. En yoksul yüzde 10’luk nüfusu barındıran haneler, toplam gelirden AKP’nin iktidarda ilk yılı olan 2003’te yüzde 2.3 oranında, 2005’te ise yüzde 2.2 pay almıştı. En varlıklı yüzde 10’luk kesimin gelirden aldığı pay ise 2005-2012 döneminde yüzde 28.7’den yüzde 31.1’e yükseldi. 2005’teki 13 katlık gelir farkı, izleyen yıllarda hep bunun üzerinde seyretti, 2012 itibariyle 14 katın üzerinde gerçekleşti. Ücretli-maaşlı çalışanlar bordrolarında yazan geliri beyan ederken, sermaye kesimindekilerin gelirlerini daha düşük beyan etmeleri nedeniyle bölüşüme konu gelir pastasının gerçek hacmi ortaya çıkmıyor, gelir dağılımı da olduğundan daha iyimser bir tablo ortaya koyuyor. Yani, gelir dağılımındaki gerçek uçurum, TÜİK verilerine yansıyandan çok daha derin; görünürdeki adaletsizlik de buzdağının sadece uç kısmı. AKP’nin halka empoze etmeye çalıştığı “ekonomide başarı”, büyüme-kalkınma masallarına rağmen, on iki yılı aşan iktidarı döneminde uyguladığı ekonomi politikaları, korkunç bir gelir dağılımı adaletsizliği ve ciddi boyutlarda bir yoksulluk tablosu ortaya çıkardı. AKP’nin ekonomi politikaları Türkiye’de gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluğu kronikleştirdi.  Türkiye son 12 yılda, yoksul milyonların durumunu siyaseten istismar eden; sosyal yardımları parti yandaşlığı koşuluna bağlayan; böylece kendine bağımlı bir sadaka toplumu ortaya çıkararak bunu oya tahvil eden ve bu şekilde iktidarını sürdüre gelen AKP’ye tanık oldu. Gelirin yarısı nüfusun yüzde 20’sine ait Türkiye’de korkunç boyutlarda bir gelir dağılımı adaletsizliği yaşanıyor. TÜİK’in en son Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2012 yılındaki durumu yansıtıyor. Buna göre en üstteki yüzde 20’lik nüfus diliminde yer alan hane halkları, toplam gelirin yüzde 46.6’sını alırken, en alttaki yüzde 20, gelirden sadece yüzde 5.9 pay alabiliyor. En üstteki ile en alttaki arasında 8 katlık bir gelir farkı var. En varlıklı yüzde 20’lik nüfus gelirin yarıya yakınını elde ederken, nüfusun yüzde 80’i kalan yarısını paylaşıyor. Zengin-yoksul arasındaki makas açıldı Ancak en varlıklı ve en yoksul yüzde 10’luk dilimler esas alındığında ise fark 14.1 kata ulaşıyor. 2012 itibariyle en varlıklı yüzde 10’luk nüfus gelirin yüzde 31.1’ini alırken, en yoksul yüzde 10’un payı sadece yüzde 2.2’de kalıyor. Gelir dağılımındaki bu adaletsizliğin son yıllarda düzelmek bir yana daha da artması dikkat çekiyor. En yoksul yüzde 10’luk nüfusu barındıran haneler, toplam gelirden AKP’nin iktidarda ilk yılı olan 2003’te yüzde 2.3 oranında, 2005’te ise yüzde 2.2 pay almıştı. Bu pay 2010, 2011 ve 2012 yıllarında da yüzde 2.2 olarak gerçekleşti ve 2003’tekinin altında kaldı. En varlıklı yüzde 10’luk kesimin gelirden aldığı pay ise 2005-2012 döneminde yüzde 28.7’den yüzde 31.1’e yükseldi. En zengin ve en yoksul yüzde 10’luk kesimler arasında 2005’teki 13 katlık gelir farkı, izleyen yıllarda hep bunun üzerinde seyretti, 2012 itibariyle 14 katın üzerinde gerçekleşti. Yani gelir dağılımı bu dönemde düzelmek bir yana biraz daha bozuldu. AKP adaletsizliği kronikleştirdi… Bir ülkede milli gelirin dağılımının adaletli olup olmadığını ölçmeye yarayan Gini katsayısı da gelir adaletsizliğinin kronikleştiğini, uçurumun daha da büyüdüğünü gösteriyor. 2005’te 0.380 düzeyinde bulunan Gini katsayısı 2012 itibariyle de 0.402 oldu. Gini katsayısı 0 ile 1 arasında değerler alıyor ve değerin yükselmesi eşitsizliğin artması anlamına geliyor. Örneğin herkesin aynı gelire sahip olduğu bir toplumun Gini katsayısı 0 olurken, tüm gelirin bir kişide toplandığı toplumun Gini katsayısı 1 çıkıyor. Gelir uçurumunda görünen buzdağının sadece ucu… TÜİK, yıllık eşdeğer hane halkı kullanılabilir gelirini 2012 itibariyle 11 bin 859 (Aylık 988) TL olarak baz alıyor. Hane halkları yüzde 10’luk nüfus dilimleri halinde yoksuldan zengine doğru sıralandığında 2012’de en alttaki dilimde 2 bin 599 (Aylık 217) lira olan yıllık eşdeğer hane halkı kullanılabilir geliri, en üst dilimde 36 bin 905 (Aylık 3 bin 75) lira oldu. Ancak anket yöntemiyle yapılan gelir araştırmasında sonuçlar verilen yanıtlara göre elde ediliyor. Ücretli-maaşlı çalışanlar bordrolarında yazan geliri beyan ederken, sermaye kesimindekilerin gelirlerini daha düşük beyan etmeleri nedeniyle bölüşüme konu gelir pastasının gerçek hacmi ortaya çıkmıyor, gelir dağılımı da olduğundan daha iyimser bir tablo ortaya koyuyor. Üst gelir grubundakilerin gerçek beyanda bulunmaması nedeniyle maaş-ücret gelirleri yüzde 46,5’lik oranla toplam gelir içinde en fazla paya sahip, müteşebbis gelirleri ise yüzde 20.4’le bunun yarısından bile az gözüküyor. 2012 yılda GSYH cari fiyatlarla 1.4 trilyon TL olurken, 11 bin 859 TL olarak baz alınan eşdeğer hane halkı kullanılabilir geliri anılan yılda 73 milyon 604 bin kişi olan nüfusla çarpılınca 873 milyar TL’lik bir büyüklük ortaya çıkıyor. Milli gelirin bir kısmının “kullanılabilir gelir” olmadığı, yani hanelere girmediği dikkate alınsa bile üst-orta ve üst kesimlerin beyan etmediği önemli boyutta bir gelir olduğu anlaşılıyor. Yani, gelir dağılımındaki gerçek uçurum, TÜİK verilerine yansıyandan çok daha derin; görünürdeki adaletsizlik de buzdağının sadece uç kısmı. Yoksul sayısı birçok ülke nüfusundan fazla… TÜİK, 2012 yılında eşdeğer hane halkı kullanılabilir “medyan” gelirini yıllık 9.030 TL olarak baz alıyor ve bu medyan gelirin yüzde 40, yüzde 50, yüzde 60 ve yüzde 70’i üzerinden çeşitli “göreli yoksulluk sınırları” belirliyor. Bu farklı yoksulluk sınırlarına göre de  7.3 milyon-22.3 milyon kişi arasında değişen farklı yoksul sayıları ve yüzde 10-30 arasında yoksulluk oranları hesaplıyor. 22 milyon kişi aylık 527 TL ile geçiniyor! Eşdeğer hane halkı kullanılabilir medyan gelirin yüzde 40’ı olarak baz alındığında yoksulluk sınırı yıllık 3.612 (Aylık 301) TL çıkıyor ve buna göre 7 milyon 344 bin kişilik yoksul sayısı ortaya çıkıyor. TÜİK, yüzde 50’lik çıtaya göre yıllık 4.515 (Aylık 376) TL yoksulluk sınırı ile toplam 11 milyon 998 bin yoksul sayısı hesaplıyor. Yoksulluk sınırı olarak medyan gelirin yüzde 60’ı (Aylık 451 TL) baz alındığında toplam 16 milyon 741 bin; yüzde 70’i (Aylık 527 TL) baz alındığında ise 22 milyon 252 bin yoksul sayısı ortaya çıkıyor. Baz alınan yoksulluk sınırına göre değişen yoksul sayısının son 5 yılda 545 bin-1.7 milyon kişi arttığı görülüyor. Ancak resmi istatistiklerde baz alınan en yüksek yoksulluk sınırı bile, yoksulluğun boyutunu yansıtmaktan uzakta bulunuyor. TÜİK, 2012 itibariyle yüzde 70’lik medyan gelire göre yoksulluk sınırını aylık 527 TL olarak baz alarak bunun üstünde eşdeğer hane halkı kullanılabilir geliri olanları yoksul sayısına dahil etmiyor. Türk-İş ise Türkiye’de dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırını Aralık 2012 itibariyle 3 bin 208 TL olarak açıklamıştı. Bunu hane halkı başına düşündüğümüzde aylık 802 TL’ye denk geliyor. Yıllık 9.030 (Aylık 753) TL olan eşdeğer hane halkı gelirinin yüzde 100’ünü de aşan bu tutar dikkate alındığında ülkedeki yoksul sayısının 22.3 milyonun çok çok üzerinde olduğu görülüyor. Nüfusun yüzde 40’ı “sızdıran çatı” altında yaşıyor! TÜİK araştırması, eksiklikleri ve yanıltıcı yanlarına rağmen, Türk halkının ekonomik koşullarına ilişkin oldukça çarpıcı veriler de ortaya koyuyor. Buna göre; nüfusun yüzde 40.6’sının konutunda “sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçevesi” gibi sorunları var. Konutunda izolasyondan dolayı ısınma sorunu yaşayanların oranı payı önceki yıla göre 5 puan artarak yüzde 46.6’ya çıktı. Nüfusun yüzde 27.4’ü oturduğu konutta odaların karanlık olması veya yeterli ışık alamaması gibi sorunlar yaşıyor. Nüfusun yüzde 61.3’ü hanesinin taksit ödemeleri ve borçları (konut alımı ve konut masrafları hariç) bulunuyor. Kendisine yeni giysi alamayanlar yüzde 35 Nüfusun yüzde 85.9’unun “evden uzakta bir haftalık tatil” yapacak parası yok. Nüfusun yüzde 61,8’i “beklenmedik harcamalarını” ve yüzde 78,8’i “yıpranmış ve eskimiş mobilyalarını yenileme” ihtiyacını ekonomik nedenlerle karşılayamayacak durumda. İki günde bir et, tavuk ya da balık içeren yemek masrafının karşılayamayanların oranı yüzde 43.9’a ulaşıyor.Hane halklarının yüzde 35.1’i kendisine yeni giysiler alamıyor. Ciddi finansal sıkıntıyla karşı karşıya olan nüfusun oranı olarak tanımlanan ve belirlenmiş 9 maddeden en az 4’ünü karşılayamama ya da mahrum olma durumunu tanımlayan “maddi yoksunluk” oranı yüzde 59.2’ye ulaşıyor. AKP yoksulluktan besleniyor… Yıllardır büyüme-kalkınma masalları ile göz boyayan; algı yönetimi yoluyla yarattığı illüzyon sayesinde kitleleri “ekonominin çok iyi yönetildiğine” inandıran AKP’nin ekonomi politikalarının yol açtığı gerçek tablo böyle. AKP’nin, gelir dağılımını iyileştirmek, yoksul sayısını azaltmak gibi bir hedefi de olmadı, aslında bu çarpıklık onun işine de yaradı.Çünkü AKP, yoksulluktan beslendi, yoksul milyonların bu durumunu istismar edip, oya tahvil etmeyi tercih etti. Yoksul halkı erzak-kömür yardımlarıyla kendine bağımlı yapıp oylarını almaya devam eden AKP, onun hep yoksul ve kendine bağımlı kalmasını, iktidarının devamının garantisi olarak gördü. SOSYAL DEVLET İÇİN “AİLE SİGORTASI” ÖNERMİŞTİK CHP olarak, sosyal devlet ilkesini tesis amacıyla geliştirdiğimiz “Aile Sigortası Kurumu” (AS-KUR) modelini 2011 genel seçimleri öncesi kamuoyuna açıklamıştık.  Bu konuda TBMM’ye yasa teklifi de verdik. Benzerleri daha önce Meksika, Brezilya gibi ülkelerde uygulanmış ve yoksullukla mücadelede son derece başarılı sonuçlar elde edilmiş olan bu modelde ısrarlıyız, kararlıyız. AS-KUR modeli ile sosyal yardım kurumlarının tek çatı altında toplanması ve bu yardımların tek elden yürütülmesini amaçlıyoruz. Bu model, hem kısa vadede yoksulluğu yenmek için muhtaç durumdaki ailelere her ay düzenli nakdi yardım yapılmasını, hem de yoksulluğu uzun vadede azaltmak için kapsamdaki ailelerin çocuklarını düzenli sağlık kontrolü ve okula göndermeleri koşulunu içeriyor. Aylık ödemelerin hanedeki kadının adına açılan hesaba yapılmasını öngörüyoruz. Nüfusun en yoksul kesimine sağlanan nakit akışıyla kısa vadeli yoksulluğu azaltabiliriz. Eğitim ve sağlık kontrolü koşuluyla da uzun vadeli yoksullukla mücadelede yetişmiş insan kaynağını artırarak ülkeyi kalkındırıp ileri götürebiliriz. Mesleki eğitim kurslarını da içeren Aile Sigortası, AKP’nin sıcak paraya dayalı istihdam yaratmayan büyüme modelinin aksine istihdam artışı sağlayacak, Türkiye’nin kronik işsizlik sorununun çözümüne katkı sağlayacaktır. Sağlıklı ve eğitimli yeni nesillerin yetişmesinin garantisi olacak Aile Sigortası ile çocuk işçiliği sona erecek, çocuklarımızın sağlık ve eğitim hizmetlerinden eşit bir şekilde yararlanmasını da sağlayacaktır.   Sonuç olarak sosyal adalet, sosyal yardım bir haktır. Bu hak ancak sosyal demokrasinin uygulandığı, sosyal devletlerde karşılıksız olarak verilir. Unutmayalım ki eğitim ve gelir düzeyi ne kadar artarsa toplum bilinçlenir ve hakkına sahip çıkar. AKP iktidarını devam ettirmek için sürekli eğitim sistemini değiştirerek eğitim düzeyini düşük tutmakta, ekonomide rakamlarla oynayarak düşük gelir düzeyini saklamakta, böylelikle oy karşılığı vatandaşına yardım yaparak yoksulluğu siyasi istismar aracı olarak kullanmaktadır.
AKP Cepte Para Ağızda Tat Bırakmadı
İftar sofraları el yakıyor: 4 kişilik ailenin ramazanda iftar ve sahur sofrasının maliyeti 1900 TL’yi aşıyor! CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, bugün başlayan ramazan ayında iftar ve sahur sofralarının maliyeti ile ücretlilerin gelirlerini kıyaslayan bir inceleme yaptı. Umut Oran, 40 temel gıda maddesinin bir yılda yüzde 17 zamlandığını ve aylık iftar-sahur sofrası maliyetinin 4 kişilik ailede 1900 TL’yi aştığını bildirdi. Memur-Sen’in imzaladığı toplu sözleşme gereği memur ve emeklilerine Temmuz ayında zam yapılmayacağını da anımsatan Umut Oran, “AKP cepte para ağızda tat bırakmadı. İftar sofraları el yakıyor” dedi. Konuyla ilgili yazılı açıklama yapan CHP’li Oran, şunları kaydetti: - Oruç ibadetini yerine getiren bir kişinin, gerekli günlük enerji, vitamin ve mineralleri alabilmesi ve sağlıklı biçimde yaşam aktivitelerini sürdürebilmesi için günde yaklaşık 3 bin kaloriye ihtiyacı bulunuyor. Buna göre orta halli dört kişilik bir ailenin Ramazan ayı boyunca yapacağı mütevazı iftar ve sahur sofralarının maliyeti 1.900 TL’yi aşıyor. Bu tutarın 1.354 TL’sini iftar, 555 TL’sini de sahur sofralarının maliyeti oluşturuyor.- Mutfak yangın yeri gibi: Halkın en fazla tükettiği 40 temel gıda ürünündeki yıllık ortalama fiyat artışı yüzde 17’ye yaklaşıyor. - Bir asgari ücret, dört kişilik mütevazı bir Türk ailesinin Ramazan ayı iftar ve sahur maliyetinin yarısına dahi yetmiyor, aynı tarih itibariyle ortalama SSK emekli aylığı bunun ancak yarısını karşılayabiliyor. Ortalama memur emeklisi aylığının ancak yüzde 80’ine yetebildiği aylık iftar ve sahur maliyeti, ortalama memur maaşı ile ancak karşılanabiliyor. - Zengin-yoksul arasındaki uçurumu derinleştiren AKP, lüks otellerde verdiği gösteriş ve israfa dayalı pahalı iftarlarla bu kutsal ayı da özünden kopardı, rahmet, bereket ve mağfiret ayı olan Ramazan’ı adeta festivale dönüştürdü. AKP’nin ihmal ettiği dar gelirli ve yoksul kesimler ise hayat pahalılığı yüzünden her yıl biraz daha güç ekonomik koşullarda iftarını açmaya çalışıyor. Rahmet ve bereket ayı olan Ramazan, bu yıl uzun ve sıcak yaz günlerine denk geldi. Bu kutsal ayı adeta bir festivale dönüştürme gayretindeki “AKP zenginleri”nin gösteriş, israf ve şaşaasının aksine, iktidarın yıllarca ihmal ettiği dar ve sabit gelirli milyonlar, her yıl biraz daha pahalanan iftar ve sahur sofralarının maliyetini  karşılamaya, bu koşullarda Ramazan’ı idrak etmeye çalışacak. AYLIK İFTAR VE SAHUR MALİYETİ 2 BİN TL’YE YAKLAŞIYOR Oruç ibadetini yerine getiren bir kişinin, gerekli günlük enerji, vitamin ve mineralleri alabilmesi ve sağlıklı biçimde yaşam aktivitelerini sürdürebilmesi için günde yaklaşık yaklaşık 3 bin kaloriye ihtiyacı bulunuyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) resmi verileri ve piyasadan derlediğimiz fiyatlarla yaptığımız araştırmada, günlük 3 bin kalori esasına göre orta halli dört kişilik bir ailenin iftar ve sahurda yapabileceği gıda tüketiminin günlük asgari maliyetini en uygun fiyatlarla yaklaşık 64 TL olarak hesapladık. Buna göre mütevazı koşullardaki bu ailenin Ramazan ayı boyunca yapacağı iftar ve sahurların toplam maliyeti 1.900 TL’yi aşıyor. Bu tutarın 1.354 TL’sini iftar, 555 TL’sini de sahur sofralarının maliyeti oluşturuyor. Orta halli dört kişilik mütevazı bir Türk ailesinin Ramazan ayı iftar ve sahur sofralarının maliyetinin geçen yıla göre yüzde 20’ye yakın, son üç yılda ise yüzde 75 dolayında pahalandığı görülüyor. Hayat pahalılığı hız kesmezken, ücret, maaş ve aylıkları yerinde sayan çalışan ve emekli kesim, tarımsal faaliyetle geçinenler ve diğer dar ve sabit gelirlilerin alım gücü reel olarak geriliyor, bu kesimler giderek daha da yoksullaşıyor. Yıllardır izlediği politikalarla kendi yakın ve yandaşlarını zengin, yoksulları ise daha yoksul hale getiren AKP iktidarı, servet uçurumunu giderek daha da derinleştiriyor. İftar sofraları sürekli pahalanan halkın Ramazan ayını huzur içinde idrak etmesi giderek zorlaşıyor. AKP iktidarı, halka ağız tadıyla bir Ramazan geçirmeyi bile çok görüyor. MUTFAK YANGIN YERİ GİBİ...Mayıs sonu itibariyle son bir yılda TÜFE bazında genel enflasyon yüzde 9.66, Endekste yer alan 130 gıda ürünündeki ortalama artış ise yüzde 14.11 olarak açıklandı. Gofret, kraker, kek, tahıl gevreği, badem içi, cips, kakao, çikolata gibi fantezi ürünler dışarda tutulup, halkın en fazla tükettiği 40 temel gıda ürünü baz alındığında ise bu ürünlerdeki ortalama artış yüzde 17’ye yaklaşıyor. TÜİK’in “TÜFE madde sepeti ve ortalama fiyatlar” verisine göre Mayıs 2013-Mayıs 2014 döneminde gıda grubunda en çok pahalanan ürünlerin başında yüzde 71.9’la kuru fasulye ve yüzde 55.9’la patates geliyor. Son bir yılda kuru barbunya yüzde 50.2, pirinç yüzde 45.1, mercimek yüzde 32.8, yumurta yüzde 25.7, tereyağı yüzde 24.3, elma yüzde 19.6, balık yüzde 19.1, buğday unu yüzde 17.5, beyaz peynir yüzde 17, semizotu yüzde 16, kaşar peyniri yüzde 15.6, sucuk yüzde 14.1, şehriye ve ekmek yüzde 13.6, makarna yüzde 13.5, yoğurt yüzde 13.1, dana eti yüzde 12.5, çay yüzde 11.6, su yüzde 10.7, reçel yüzde 10.5, margarin yüzde 10 zamlandı. Bulgur, süt, baharat, zeytin, şeker, maydanoz, tuz, salça ve salatalıkta yüzde 2 ile yüzde 9.9 arasında değişen oranlarda yıllık fiyat artışları yaşanırken, domates, sivri biber, kuru soğan, patlıcan, limon, kabak, tavuk eti ve ay çiçek yağı ise ucuzladı. Halkın en çok tükettiği 40 temel gıda maddesinde son bir yıldaki ortalama fiyat artışı yüzde 16.8 olarak gerçekleşti. İFTAR SOFRASI KURMAK ZORGelirleri reel olarak gerileyen ücretli-maaşlılar başta dar ve sabit gelirli kesimlerin, ekonomik nedenlerle Ramazan’ın manevi hazzını yaşamaları da giderek zorlaşıyor. Mayıs 2014 itibariyle net 846 TL olan asgari ücret dört kişilik mütevazı bir Türk ailesinin Ramazan boyunca iftar ve sahur maliyetinin yarısına dahi yetmiyor. Aynı tarih itibariyle 1.002 TL olan ortalama SSK emekli aylığı bu maliyetin ancak yarısını karşılayabiliyor. Aynı tarihte 1.529 TL olan ortalama memur emeklisi aylığının ancak yüzde 80’ine yettiği aylık iftar ve sahur maliyeti, 2 bin 167 TL olan ortalama memur maaşı ile ancak karşılanabiliyor, ancak diğer ihtiyaçlar için ise para kalmıyor. Ortalama Bağ-Kur tarım emekli aylığı aylık iftar ve sahur maliyetinin ancak üçte birine, ortalama Bağ-Kur esnaf emekli aylığı da ancak yarısına yetebiliyor. MEMURA TEMMUZ’DA ZAM DA YOK, ENFLASYON FARKI DA AKP’nin adeta yan kuruluşu niteliğindeki Memur-Sen’in, “kraldan çok kralcı” bir yaklaşım sergileyerek hükümetle yaptığı sözleşme yüzünden bu yıl Temmuz ayında memurlar ne zam ne de enflasyon farkı alabilecekler. Hükümetle Memur-Sen arasında Ağustos ayında imzalanan ve 2014 ile 2015’i kapsayan toplu sözleşme, kamu çalışanları açısından son yılların en kötü örneğini oluşturdu. Memur-Sen, hükümetin memur ve emeklilerine Ocak ve Temmuz aylarında “yüzde 3 + yüzde 3 + enflasyon farkı” önerisi yerine yılın tümü için 123 liralık seyyanen zammı kabul etmişti. Bu nedenle memurlar ve memur emeklileri, ilk kez bu yıl Temmuzda zam alamadığı gibi maaşlara enflasyon farkı da yansımayacak. AKP RAMAZANI DA ÖZÜNDEN KOPARDI Halkımızın yüzlerce yıllık kavram ve değerlerinin içini boşaltan, dini siyasete, siyaseti ise haram servetini büyütmeye alet eden AKP iktidarında Ramazanların da eski tadı kalmadı. Zengin-yoksul arasındaki uçurumu derinleştiren AKP, yarattığı mutlu azınlığa lüks ve şatafat, milyonlara ise yoksulluk ve tevekkülü layık gördü. AKP döneminde bir yandan lüks ve savurganlık, öbür yandan açlık ve yoksulluk arttı. AKP, lüks otellerde verdiği gösteriş ve israfa dayalı pahalı iftarlarla bu kutsal ayı da özünden saptırdı. AKP, rahmet, bereket ve mağfiret ayı olan Ramazan’ı adeta festivale dönüştürdü. AKP’nin ihmal ettiği dar gelirli ve yoksul kesimler ise giderek artan hayat pahalılığı yüzünden her yıl biraz daha eriyen alım güçleri ile kıt ekonomik koşullarda iftarını açmaya, oruç ibadetini yerine getirmeye çalışıyor. Halkımızı oluşturan işçi, memur, çiftçi, emekliler ve diğer dar ve sabit gelirliler Ramazan ayı boyunca piyasadaki bazı fırsatçıların fahiş zamlarıyla karşı karşıya kalacaklar. Ramazan’ın bitiminde ise bayramı var. Bayramlar, küslerin barıştığı, uzak olanların kavuştuğu, özellikle çocuklar için bayramlıkların alınıp, harçlıkların verildiği günlerdir. Oysa dar ve sabit gelirli kesimler Ramazan ayını zor çıkaracak. Ağustos ayındaki Köşk seçimlerine odaklanan hükümetin, milyonların sıkıntılarına duyarsız kalma hakkı yoktur. Hükümet, bu kesimleri rahatlatacak ekonomik tedbirleri ivedilikle almalıdır.
İstanbul'un Nüfusu 130 Ülkeyi Geçti
Cumhuriyetin ilk yıllarında 1927 sayım yılında 806 bin 863 kişi olarak açıklanan İstanbul'un nüfusu, 2013 sonu itibarıyla 14 milyon 160 bin 467 kişiye ulaşarak mega kente dönüştü.AA muhabirinin Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden yaptığı hesaplamalara göre, 76,6 milyonluk Türkiye'nin yüzde 18,4'ünü İstanbul'un nüfusu oluşturuyor. Başka bir deyişle ülkedeki her 100 kişiden 18,4'ü İstanbul'da ikamet ediyor. Nüfusuyla Küba, Belçika, Yunanistan, Macaristan, Tunus, Portekiz, Çek Cumhuriyeti, BAE, İsveç, Beyaz Rusya, İsviçre, Avusturya'nın da aralarında bulunduğu 130 ülkeyi geride bırakan İstanbul, son 5 yılda nüfusuna 1 milyon 245 bin 309 kişi ekledi. Kilometrekareye düşen 2 bin 275 kişi ile aynı zamanda Türkiye nüfusunun en yoğun olduğu kent olan İstanbul nüfusuyla yaklaşık 3 Ankara, 6,5 Antalya ve 187 Bayburt ediyor. Nüfus artışı durmayan ve 2009-2013 döneminde yıllık ortalama 249 bin kişi artan İstanbul'un nüfusuna her 4 ayda bir Bayburt, her 6 ayda bir Giresun ve her yıl da bir Karaman eklendi. Cumhuriyetin 100. yılında 16,5 milyon olması bekleniyor Resmi istatistik rakamlarına göre cumhuriyetin ilk yıllarında 1927 sayım yılında 806 bin 863 kişi olarak açıklanan İstanbul nüfusu, 1945 yılında 1 milyonu aştı. 1950 yılında 1 milyon 166 bin 477 kişi olarak belirlenen nüfus, 1960 yılında 1 milyon 882 bin 92 kişi, 1965 yılında 2 milyon 293 bin 823 kişi, 1970 yılında 3 milyon 19 bin 32 kişi, 1980 yılında 4 milyon 741 bin 890 kişi, 1985 yılında 5 milyon 842 bin 985, 1990 yılında 7 milyon 309 bin 190 kişi, 2000 yılında da 10 milyon 18 bin 735 kişiye ulaştı. TÜİK projeksiyonlarına göre İstanbul'un nüfusunun 2015 yılında yaklaşık 14,6 milyon, 2020 yılında 15,8 milyon, 2023 yılında da 16,5 milyon kişiyi aşması bekleniyor. İstanbul'un 14 milyon 160 bin 467 kişilik nüfusuyla geride bıraktığı ülkeler ise şöyle: 'Senegal (13,6 milyon), Zambiya (13,1 milyon), Zimbabve (13 milyon), Çad (12,8 milyon), Güney Sudan (11,3 milyon), Küba (11,2 milyon), Belçika (11,2 milyon), Gine (10,8 milyon), Yunanistan (10,8 milyon), Tunus (10,8 milyon), Portekiz (10,6 milyon), Ruanda (10,5 milyon), Çek Cumhuriyeti (10,5 milyon), Somali (10,5 milyon), Haiti (10,4 milyon), Benin (10,3 milyon), Burundi (10,2 milyon), Bolivya (10 milyon), Macaristan (9,9 milyon), İsveç (9,6 milyon), Belarus (9,5 milyon), Dominik Cumhuriyeti (9,4 milyon), Azerbaycan (9,2 milyon), Avusturya (8,5 milyon), Honduras (8,4 milyon), Birleşik Arap Emirlikleri (8,3 milyon), İsviçre (8 milyon), İsrail (8 milyon), Tacikistan (8 milyon), Bulgaristan (7,3 milyon), Sırbistan (7,2 milyon), Hong Kong (7,2 milyon), Papua Yeni Gine (7 milyon), Paraguay (6,7 milyon), Laos (6,6 milyon), Ürdün (6,5 milyon), Eritre (6,3 milyon), Libya (6,2 milyon), Togo (6,2 milyon), Sierra Leone (6,2 milyon), El Salvador (6,2 milyon), Nikaragua (6,1 milyon), Danimarka (5,6 milyon), Kırgızistan (5,6 milyon), Finlandiya (5,4 milyon), Slovakya (5,4 milyon), Singapur (5,3 milyon), Türkmenistan (5,2 milyon), Norveç (5,1 milyon), Lübnan (4,8 milyon), Kosta Rika (4,7 milyon), Orta Afrika Cumhuriyeti (4,6 milyon), İrlanda (4,6 milyon), Gürcistan (4,5 milyon), Yeni Zelanda (4,5 milyon), Kongo Cumhuriyeti (4,4 milyon), Filistin (4,4 milyon), Liberya (4,3 milyon), Hırvatistan (4,3 milyon), Bosna Hersek (3,8 milyon), Umman (3,8 milyon), Porto Riko (3,7 milyon), Kuveyt (3,6 milyon), Moldova (3,6 milyon), Moritanya (3,5 milyon), Panama (3,4 milyon), Uruguay (3,3 milyon), Ermenistan (3 milyon), Litvanya (3 milyon), Arnavutluk (2,8 milyon), Moğolistan (2,8 milyon), Jamaika (2,7 milyon), Namibya (2,1 milyon), Lesoto (2,1 milyon), Slovenya (2,1 milyon), Katar (2,1 milyon), Makedonya (2,1 milyon), Botsvana (2 milyon), Letonya (2 milyon), Gambiya (1,8 milyon), Gine Bissau (1,7 milyon), Gabon (1,7 milyon), Ekvator Ginesi (1,6 milyon), Togo (1,3 milyon), Estonya (1,3 milyon), Mauritius (1,3 milyon), Svaziland (1,2 milyon), Bahreyn (1,2 milyon), Doğu Timor (1,1 milyon), Cibuti (865 bin), Kıbrıs (862 bin), Fiji (858 bin), Reunion (821 bin), Guyana (785 bin), Bhutan (737 bin), Komorlar (724 bin), Karadağ (620 bin), Makao (582 bin), Batı Sahra (567 bin), Solomon Adaları (561 bin), Lüksemburg (537 bin), Surinam (534 bin), Yeşil Burun Adaları (492 bin), Malta (416 bin), Guadeloupe (403 bin), Martinique (394 bin), Brunei (393 bin), Bahamalar (351 bin), İzlanda (324 bin), Maldivler (317 bin), Belize (313 bin), Barbados (274 bin), Fransız Polinezyası (268 bin), Vanuatu (265 bin), Yeni Kaledonya (259 bin), Fransız Guyanası (229 bin), Mayotte (213 bin), Samoa (188 bin), Sao Tome ve Principe (187 bin), Saint Lucia (167 bin), Guam (159 bin), Curaçao (151 bin), Kiribati (106 bin), Seyşeller (91 bin), Antigua ve Barbuda (86 bin), Man Adası (85 bin), Andorra (76 bin), Dominika (71 bin), Bermuda (64 bin), Guernsey (63 bin), Oransal olarak en fazla Antalya'nın nüfusu arttı 2009-2013 dönemine bakıldığında, oransal olarak yüzde 12,42 ile en fazla Antalya'nın nüfusu arttı. 2009 yılında 1 milyon 919 bin 729 kişi nüfusu bulunan Antalya, 5 yılda 238 bin 536 kişi artarak 2013 sonunda 2 milyon 158 bin 265 kişiye ulaştı. Söz konusu dönemde nüfusu en fazla artan ikinci il yüzde 11,66 ile Şanlıurfa oldu. 2009 yılında 1 milyon 613 bin 737 nüfusu bulunan kent 2013 sonunda 1 milyon 801 bin 980 kişiye yükseldi. Aynı dönemde, Tekirdağ'ın nüfusu yüzde 11,63, Gaziantep'in nüfusu yüzde 11,53, Şırnak'ın nüfusu yüzde 10,41, Kocaeli'nin nüfusu da yüzde 10,10 artış gösterdi. Başkent Ankara ise 5 yıllık sürede 394 bin 281 kişi artış gösterdi. 2009 yılında 4 milyon 650 bin 802 kişi olan Ankara, 2013 sonunda 5 milyon 45 bin 83 kişiye ulaştı. 12 ilin nüfusu düştü 2009-2013 döneminde 12 ilin nüfusunda azalma görüldü. Nüfusu azalan illerin başında Yozgat geldi. 2009 yılında 487 bin 365 kişinin Yozgat'ın nüfusu 5 yıllık dönemde yüzde 8,85 azalarak 2013 sonunda 444 bin 211'e geriledi. Aynı dönemde Ardahan'ın nüfusu yüzde 4,98, Tokat'ın nüfusu yüzde 4,12, Zonguldak'ın nüfusu yüzde 2,94, Kırıkkale'nin nüfusu yüzde 2,19, Kars'ın nüfusu yüzde 1,84, Çorum'un nüfusu yüzde 1,59, Sivas'ın nüfusu yüzde 1,50, Erzurum'un nüfusu yüzde 0,96, Trabzon'un nüfusu yüzde 0,90, Isparta'nın nüfusu yüzde 0,71, Amasya'nın nüfusu da yüzde 0,70 azaldı. AA
Din Kültürü Ve Ahlak Bilgisi Öğretmenleri Doktorlardan Hızlı İş Buluyor
TÜİK, 2011-2020’de Türkiye’de bir yükseköğretim programından lisans ve önlisans düzeyinde mezunların istihdam oranları ve iş bulma sürelerine ilişkin yaptığı araştırmayı “Yükseköğretim İstihdam Göstergeleri, 2021” adıyla yayımladı.TÜİK verilerine göre Din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği, temel bilimleri ve tıbbı geride bırakarak en kısa sürede iş bulan mesleklerin başında yer aldı.
Türkiye'de 10 Yılda 2,5 Milyon Futbol Sahası Büyüklüğünde Tarım Arazisi Yok Oldu
Türkiye’de son 10 yılda, 2 milyon 573 bin futbol sahasına denk gelen 27 milyon 825 bin 64 dekar tarım arazisinin, imara, inşaata kurban gittiği ortaya çıktı.Antalya Ticaret Borsası (ATB), Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden yola çıkarak, Türkiye’nin 2004-2013 yılları arasında kaybettiği tarım arazisi miktarını ortaya koyan bir çalışma yaptı. TÜİK verilerinden derlenen rakamlara göre Türkiye’de son 10 yılda toplam 27 milyon 825 bin 64 dekar tarım arazisinin kaybedildiğini belirten ATB Başkanı Ali Çandır, “2004 yılında 265.9 milyon dekar olan tarım arazisi varlığı, 2013 sonu itibariyle 238.1 milyon dekara düşmüş. Aradaki fark 27.8 milyon dekar. Türkiye son 10 yılda tarım topraklarının yüzde 10.46′sını kaybetmiş durumda” dedi.Bu rakamlara göre Türkiye’nin yıllık kaybının 2.7 milyon dekar, günlük kaybının ise 7.623 dekar olduğuna işaret eden Ali Çandır, “Bunun anlamı, günlük 705 futbol sahası kadar tarım toprağımız, tarım dışı faaliyetlere kurban edilmiş. Yani 10 yılda 2 milyon 573 bin futbol sahası büyüklüğünde tarım arazisi yok oldu” dedi.EN ÇOK KAYIP, TAHIL AMBARI KONYA’DAAraştırmada 81 ilden 62′sinde tarım topraklarında azalma yaşandığı, 19′unda ise artış olduğu belirlendi. 62 ilde yaşanan kayıp 29 milyon 555 bin 704 dekarken, 19 ildeki 1 milyon 730 bin 640 dekarlık artış nedeniyle toplamdaki Türkiye toplam kaybı 27.8 milyon dekar olarak gösterildi. En çok kayıp ise Türkiye’nin tahıl ambarı olarak nitelendirilen Konya’da gerçekleşti. Konya, tarım topraklarının yüzde 27.35′ini, yani 7 milyon 161 bin dekarını kaybetti. İkinci sırada Yozgat yüzde 24.91′ini, yani 1 milyon 991 bin dekarını kaybetti. Üçüncü sırada ise Diyarbakır yüzde 24.66′sını, yani 1 milyon 968 bin dekar tarım toprağı yok oldu.EN ÇOK KAYIP YAŞANAN İLLERTarım topraklarını inşaata, imara kurban veren iller sıralamasında ilk 10 sıradaki iller Konya, Yozgat ve Diyarbakır’ın ardından şöyle: “Kars yüzde 37.55, 1 milyon 272 bin dekar. Adana yüzde 20.22, 1 milyon 204 bin dekar. Afyonkarahisar yüzde 18.90, 1 milyon 97 bin dekar. Kahramanmaraş yüzde 18.51, 816 bin dekar. Malatya yüzde 21.30, 772 bin dekar. Edirne yüzde 20.71, 762 dekar. Tekirdağ yüzde 16.93, 654.000 dekar.”Kaybedilen tarım arazisi miktarı 600.000 ila 100 dekar arasında değişen iller ise Samsun, Mardin, Ankara, Kayseri, Çorum, Kırşehir, Bursa, Adıyaman, Osmaniye, Kütahya, Erzincan, Kırklareli, Muş, Elazığ, Hatay, Gümüşhane, Balıkesir, Antalya, Ordu, Aksaray, İzmir, Zonguldak, Sinop, Aydın, Erzurum, Kocaeli, Bitlis, Kastamonu, Düzce, Muğla, Sakarya, Bilecik, Karabük, Gaziantep, İstanbul, Hakkari ve Bolu.ARTAN İLLER62 ildeki büyük kayba karşın 19 ilde ise tarım arazisi alanı arttı. Bu illerin başında 264.000 dekarla Van geliyor. İkinci sırada Isparta tarım arazilerini 243.000 dekar artırırken, sırayla Şanlıurfa 231.000, Manisa 183.000, Ardahan 147.000, Bayburt 123.000, Kırıkkale 108.000, Eskişehir 96.000, Çankırı 64.000, Ağrı 52.000 dekar artırdı.NEDEN KAYBEDİYORUZ?Ali Çandır, ATB’nin çalışmasına ilişkin tarım topraklarının kaybedilmesi nedenlerini ise şöyle sıraladı:“Tarım topraklarının insanların şahsi menfaatleri nedeniyle imara açılması. Plansız ve çarpık kentleşme. Yanlış tarım politikaları ve yasal düzenlemeler. Toprakların miras yasası nedeniyle küçülmesiyle tarımın rantabl olmayışı ve bu nedenle tarım topraklarının farklı sektörlere kayması. Turizm nedeniyle yapılan gereksiz büyüklükteki konaklama alanları. Toplum olarak aşırı lüks tüketim alışkanlığı.”KORUMAK HEPİMİZİN BOYNUNUN BORCUDünyada sorunların temelini gıda ve suya ulaşımın oluşturacağına dikkat çeken Çandır, “Tarım topraklarımızı korumak hepimizin boynunun borcudur. Topraklarımız olmadan beslenme politikalarını oluşturamayacağımız gibi, toplumumuzun besin ihtiyacının karşılanmasını da tehlikeye atmış oluyoruz. Bu durum günümüzde kendini sadece fiyatlar düzeyinde belli ediyorken, durumun böyle devam etmesi halinde gelecek kuşakları büyük tehlikeyle baş başa bırakmış olacağız. Ayrıca tarımın stratejik önemi, çevremizde yaşanan olaylar nedeniyle her geçen gün daha fazla insan tarafından görülmekte ve anlaşılmaktadır. Günümüzde bazı ülkeler tarım ve gıda ürünlerini cephane olarak görmekte ve hatta kullanmaktadır. İleride açlık, kıtlık gibi terimlerle karşılaşmak ve kötü durumlara düşmek istemiyorsak şimdiden önlemlerimizi almalıyız” diye konuştu.SON KURBAN KONYAALTI’NDATürkiye’nin meyve, sebze, zeytin, narenciye, endüstri bitkileri, üzüm, incir gibi katma değeri yüksek, kıymetli ve gerçekten ihraç edilen ürünlerinin Marmara, Trakya, Akdeniz, Ege ve bir miktar Güneydoğu’da yetiştiğini belirten Antalya Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Vahap Tuncer ise şunları söyledi:”Bunların toplam alanı da Türkiye’deki tarım arazilerinin yüzde 11′i. Türkiye tarımsal katma değerinin yüzde 70′i bu alanlarda yetişiyor. Ancak bu alanlar çok ciddi imar, sanayi ve turizm baskısı altında. Türkiye tarımda geleceğini kurtarmak ve bu anlamda söz sahibi olmak istiyorsa bu bölgelere yapılacak sanayi ve enerji yatırımlarını başka bölgelere kaydırmak, turizm tesislerini deniz- kum- güneş ötesinde çeşitlendirerek başka alanlara kaydırmak zorundadır. Bu bölgelerdeki nüfusu hızla artan kentlerde yerleşim alanlarını birinci sınıf tarım arazileri ve meyve bahçeleri üzerinde değil, marjinal tarım arazileri üzerinde değerlendirmelidir. Bu çerçevede Batı Çevre Yolu’nun açılması Konyaaltı’nda birinci sınıf 1600 dekar meyve bahçesinin elden çıkmasına yol açmıştır. Burada yapılan planlama, komşu mahallelerde de planlama baskısı ve talebini artırmıştır. Daha plan hayata geçirilmeden Bahtılı, Çakırlar, Doyran ve Karatepe bölgesindeki çiftçilerden de imar talebi gelmeye başladı. Halkta yaratılan ‘şehirli olacağız, şapkayı atıp kravat takacağız’ algısının onların kurtuluşu olmadığı anlatılmalıdır.” DHA - Zete
Türkiye Tüketiminin 4'te 1'i İstanbul'da Yapılıyor
Türkiye İstatistik Kurumu 'Bölgesel Hanehalkı Tüketim Harcaması' verilerini açıkladıTürkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 'Bölgesel Hanehalkı Tüketim Harcaması' verilerinin 2013 yılıyla ilgili sonuçlarını dün açıkladı. Buna göre, Hanehalkının toplam tüketim harcamalarının en yüksek olduğu bölge yüzde 23,5 ile İstanbul olurken, en az tüketim yüzde 1,8 ile Kuzeydoğu Anadolu yapıldı.Bu araştırmanın 2011-2012-2013 yıllarına ait verilerinin birleştirilmiş sonuçlarına göre toplam tüketim harcamasının yüzde 23,5’i İstanbul’da oturan hanehalkları tarafından yapıldı.Ege 8 puan gerideBugün gazetesinde yer alan habere göre, Ege yüzde 15’lik oranla ikinci sırada yer aldı, onu yüzde 11,9 oranı ile Akdeniz izledi. Harcamaların sadece yüzde 1,8’i Kuzeydoğu Anadolu'daki hanehalkları tarafından gerçekleştirildi. Harcama gruplarının bölge içindeki dağılımına bakıldığında hanehalklarının harcamalar içinde gıda ve alkolsüz içecek harcaması payının en yüksek olduğu bölge yüzde 27 ile Güneydoğu Anadolu. En düşük bölge yüzde 16,3'le İstanbul.Anadolu’da kiralar düşükKonut ve kira harcamalarına en yüksek payı ayıran bölge, yüzde 29,3 ile İstanbul oldu. Oran, Kuzeydoğu Anadolu ve Ortadoğu Anadolu'da yüzde 22,6’da kaldı.T24