Zamanın Sisi: Her şey Yolunda Giderken Bu Boşluk ve Eksiklik Hissi de Nereden Çıktı?
“Hayatımda her şey yolunda gidiyor. Ama sanki bir yerlerde bir eksiklik var.”
“İçimde tanımlayamadığım bir huzursuzluk hissediyorum.”
“Kendimi bir yere ait hissetmiyorum.”
Bu cümleler tanıdık geliyor mu?
Daha önce Sfumato Tekniğini duymuş muydunuz? Bunu duymadıysanız da Leonardo da Vinci’yi hepiniz bilirsiniz. Sfumato İtalyanca kökenli bir kelime olup, 'duman gibi' veya 'sis gibi' anlamına gelir. Resimde Sfumato, belirli bir teknik olarak, yumuşak geçişler ve belirsiz sınırlar oluşturarak detayların bulanıklaştırılmasını ifade eder. Resme sis perdesinin arkasından bakılıyormuş imajı verir.
15. yüzyılın sonlarından ortaya çıkan teknik, Rönesans döneminde Leonardo da Vinci tarafından geliştirilmiş ve mükemmelleştirilmiş.
Biz de tıpkı bu teknikte olduğu gibi içimizdeki zaman yolcusuyla sis perdesinin ardındakini görmeye çabalıyoruz. Ancak geçmiş ve gelecek arasındaki savruluşumuz bizi kendimize, içinde bulunduğumuz ortama ve zamana yabancılaştırıyor.
Belirsizlik, Beklentiler ve Kontrol Algısı

Neden Böyleyim Nasıl Değişebilirim? kitabındaki şu cümle bu durumu çok iyi ifade ediyor;
“Aşağıya düşüyorsun, tutunacak hiçbir şeyin yok, paraşütün bile. İyi haber; zemin de yok. Boşlukta yürüdüğün için değil, boşluğun bilincine vardığın için düşersin.”
Modern zamanda verdiğimiz soyut savaşların en temelinde kuşkusuz, belirsizlikle verilen mücadele yer alır. İlkel zamanlarda hayatta kalmak, hayvan saldırılarından korunmak, beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılamak durumundaydık. Enerji gerektiren ve bizi hayatta tutan sistemimiz savaşma-kaçma ya da donma tepkisini vermemizi sağlayan sempatik sinir sistemiydi. Biz şu anda bu sistemi belirsizlik içeren soyut durumlarda kullanıyoruz. Belirsizliğin içinde kendimizi güvende hissetmediğimiz ve “alarm” durumuna geçtiğimiz için zihnimiz kontrol edebileceği herhangi bir duruma ihtiyaç duyuyor. İyi veya kötü olma ihtimallerini içinde barındıran belirsizliğin yerine tanıdık olan ve bizim için belki de kötü olan seçeneği tercih etme eğiliminde olabiliyoruz.
Çocukluğumuz, içinde bulunduğumuz toplum ve ailemizin bize yüklediği amaç ve beklentileri öğrenmekle geçiyor. Sonrasında kendimizi keşfetme yolculuğuna çıktığımızda hayattan beklentilerimizin farklı olduğunu görebiliyoruz. Kimlik inşa sürecinde bu yüklerden kurtulmak istiyoruz. İşte tam da bu noktada her şey tam olsa da içimizde bir boşluk veya hayatımızda bir eksiklik varmış gibi hissediyoruz. Aslında temelde hem değişmek istiyor hem de kendimizi sürprizsiz rahatlığın kucağına bırakmak istiyoruz.
Rollo May; boşluk hissinin psikolojik kaynağı olarak güçsüzlüğü gösterir. Boşluk duygusu, yaşamımızla ilgili hiçbir şey yapamayacak kadar kendimizi “güçsüz” hissetmemizden kaynaklanır.
Nietzsche’ye Göre Dönüşümün Aşamaları

Bize Sunulanları Yüklenmek: Çocuklukta şekillenmeye hazır olan yanımız içinde bulunduğumuz toplum ve kültürün amaç ve beklentilerini üstlenir. Sevilmek, beğenilmek ve onaylanmak için bu yükleri yükleniriz.
Yüklerden Kurtulmak: “meli,malı” içeren zorunluluklardan kurtulma ve kendi beklenti ve amaçlarının farkına varma evresidir. Buradaki kurtulma durumunda elbette suçluluk, korku ve şüphe bize eşlik edecek. Ancak hissettiğimiz duygulara “rağmen” bırakma çabası değişimi başlatacak.
Yeni Değerler Üretmek: İkinci madde yeni değerler üretebilmemiz için bize bir özgürlük alanı oluşturuyor. Ancak sonrasında oluşturulacak olan yenilik tanıdık olmadığı için ve farklı hissettirdiğinden açılan boşluğu doldurmamızı engelleyen suçluluk ve utanç hayatımıza eşlik ediyor. İşte bu evrede kendimizde bir eksiklik hissediyoruz. Yargısız algılayabilme ve merak bu aşamada gelişmemizi sağlıyor.
Hayatı Erteleme

Nietzsche, yalnızca gerçek sanatçıların ve çocukların boza boza inşa ederken suçluluk duymadığını söyler.
“Geç kaldın, zamanını boşa harcayacaksın, yanlış yapacaksın, yetersizsin, pişman olacaksın!”
Çoğu zaman korkularımız, kaygılarımız ve ürettiğimiz olası senaryolar hapishanemiz haline gelir. Ancak en büyük korkumuz başımıza geldiğinde özgür hissederiz. Hatta şunu çok sık duyarız; yaşadığımız olumsuz durumun şiddeti, zihnimizde ürettiğimiz senaryodan çok daha az kaygı ve korku yaratır.
Çünkü başımıza gelmeden önce önlem almak istediğimiz ya da yaşanmasın diye harekete geçmediğimiz her senaryonun rahatsızlık seviyesi artarak devam eder ve ürettiğimiz senaryolarda kontrol elimizde değildir. Ancak başımıza gelen olaylarda kontrol ve çözüm yolu elimizdedir. Zihnimizdeki kurguladığımız her olay gerçeğe dönüşmez. Düşüncelere ve duygulara “rağmen” eyleme geçiyor olmak hayatımızın kontrolünü elimize almamızı sağlar. Duygu ve düşüncelerin davranışa geçmeden değişmesini bekleyemeyiz.
Erteleme “zayıf çocuk egomuza” dönmemiz demektir. İrademizle kendimizden ve gerçeklikten uzaklaşmamız gözlemci bakış açısıyla duygu ve düşüncelerimize bakabilmemizi sağlar. Duygularla aramıza bir mesafe koyar. İçimizdeki duyguların şiddeti azaldığında daha makul yanıtlar verebiliriz. Ancak bütün hayatımızı bu geri çekilmeler üzerine inşa edersek duygularımızdan ve kendimizle yüzleşmekten uzaklaşır ve kendimize yabancılaşırız. Ernest Becker bu durumu “sessiz geri çekilmeler” olarak tanımlar. İstemeyi, arzulamayı, ısrar etmeyi unuturuz. Bir yandan boşa geçtiğini düşündüğümüz zamana karşı suçluluk duyarız bir yandan da kendimizi ertelemenin konforuna bırakırız.
Çoğu zaman bu durumun sorumluluğunu geçmişte yaşadığımız olaylara bağlarız. Eylemsizliğin önüne koyduğumuz sebep durumun devam etmesine ve kurban sendromu yaşamamıza sebep olur. Psikoterapist Jeffrey Young bu konuda “Geçmişte ne kadar zarar gördüğümüz, değişim sorumluluğu almamanın bir bahanesi olmamalı.” der.
Yaşadığımız olaylarda sınırlarımız ihlal edilmiş, kendimizi savunamamış olabiliriz. Ancak bu durum sistemin devam etmesi veya edeceği anlamına gelmez. Üzerinde kontrolümüzün olduğu tek şey “şu an” ve “kendimiziz”.
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!