onedio

Hizbullah Haberleri

Hizbullah ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Hizbullah ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Suriye: Esad 'Rahat Bir Nefes Almakta' Haklı Mı?
Beşar Esad ve Esad liderliğindeki yönetim kalıcı... Esad'ın en yakın müttefiki ve koruyucularından Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın aslında bunu söylemesine de gerek yoktu.Zira bu artık, çoğu gözlemci ve uzmanın yanı sıra Esad'ı yerinden etmeye uğraşan Batılı diplomatlar, hatta Suriye muhalefeti içinde daha gerçekçi bazı unsurlar arasında bile kabul gören bir varsayım.Nedeni de basit. Denklemdeki bazı unsurlarda köklü değişiklikler yaşanmadığı sürece -ki yakın gelecekte buna dair bir işaret yok- Esad'a görevi bırakması için yeterli baskıyı oluşturabilecek veya rejim değişikliği yönünde müzakerelere götürebilecek şartların varlığı öngörülmüyor.Yine aynı şekilde, kavgacı ve asabi isyancı muhalif grupların askeri zafer elde etmeleri de o kadar uzak bir hayal.İsyancı grupların bölgedeki destekçileri hala askeri zafer peşinde olabilir ama sahne arkasında ipleri elinde tutan Batılı güçler hiçbir zaman buna yanaşmadı.Müzakereler aracılığıyla varılacak bir anlaşma da uzak bir ihtimal.Mevcut durumda makul bir anlaşmanın yolu, muhalefetin ve muhalefeti destekleyenlerin Beşar Esad ve hükümetinin 'bazı kozmetik reformlarla' iktidarda kalmasını kabul etmelerinden geçiyor. Bu da, isyancıların 'var olma nedenlerini çürütmeden' kabul edemeyecekleri bir durum.Bunu dışındaki tüm durumlar, rejimin ciddi imtiyazlara gitmesi için dışarıdan güçlü bir baskı yapılmasını gerektirir. Bu da, Ukrayna nedeniyle Washington ve Moskova'nın arasının açıldığı bir dönemde, gerçekleşmesi zor bir durum.Ukrayna'daki kriz Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i, Suriye konusunda Amerikalıların yanında yer almak yerine, karşı tutumunu güçlendirmeye teşvik etti.Esad üzerindeki baskı artık öyle hafifledi ki Suriye lideri, birkaç ay önce ortaya atılan devlet başkanlığı görev süresini iki yıllığına uzatmak yerine, yedi yıl daha başkanlık koltuğunda oturmak için tekrar seçilmeye hazırlanıyor.Geçtiğimiz hafta sonu Esad, Suriye ordusunun başarıları ve Şam'ın isyancıların kontrolündeki bazı bölgelerde ablukaya alınan mahallelerin kısmen sakinleşmesini sağlayan bölgesel ateşkeslerle varılan 'ulusal uzlaşı' sayesinde Suriye'deki krizin 'tersine döndüğünü' söyledi.Fakat bunların hiçbiri, hükümetin görünürde kesin bir askeri zafer elde edebileceği anlamına gelmiyor.Hasan Nasrallah'ın da dediği gibi gerçekleşmesi en muhtemel tahmin, isyancıların hükümetin şartlarına uymayı reddetmesi durumunda ki, öyle olacak gibi görünüyor, uzatmalı bir 'yıpratma' savaşı yaşanacağı yönünde.Mevcut durumda çatışma, istikrarsız bir çıkmazda. Hava kuvvetlerinin denetlenmemesi, Rusya’dan büyük miktarlarda askeri malzeme gönderilmesi ve İran'ın yanı sıra Lübnan ve Irak'taki silahlı Şii müttefiklerinden aldığı destek sayesinde 'terazinin rejim tarafı' daha ağır basıyor.Esad'ı ziyaret eden Rus bir yetkilinin aktardığına göre Esad, 'askeri müdahalelerin faal safhalarının bir yıl içinde sona ereceği' daha sonraki aşamasının ise 'teröristler ve intihar bombacılarıyla mücadele etmek olacağı' tahmininde bulunuyor.Bu, gerçekleşmesi istenilen bir dilek olabilir. Ama silahlı muhaliflerin ülkenin kuzeyinde, doğusunda ve güneyinde saflarını sıklaştırmasına rağmen, hükümet Şam çevresinde ve Suriye'nin batısıyla merkezindeki bölgelerde gücünü sağlamlaştırmaya devam ediyor.Carnegie Endowment düşünce kuruluşundan uzman Yezid Sayigh, 'Eğer mevcut eğilimler devam ederse ki etmeyeceğine dair güçlü bir kanıt yok, o zaman rejim, 2015 sonuna kadar kritik bir kitleyi etkin olarak kontrol edebilecek ve baskın bir pozisyonda olacak' diyor.Devlet Başkanı Esad'a karşı direnişin, Irak Şam İslam Devleti'ne (IŞİD) bağlı militanların varlıklarını giderek daha çok güçlendirdiği ülkenin Irak sınırına yakın doğu bölgeleriyle sınırlı kalacağını düşünmek gerçek dışı olmaz.Bu işlerin ürkütücü bir şekilde tersine de dönmesi aynı zamanda. Yaklaşık 16 ay önce, isyancıların baskısı altındaki rejimin çöküşünün yakın olacağını söyleyen uzmanlar dahil çoğu gözlemci sözlerini yutmak zorunda kaldı.Peki, bundan 16 ay sonra, biz de aynı şeyi yapıyor olacak mıyız?Bu mevcut yapıda çok da olası görünmüyor.Başta Rusya, İran ve müttefikleri olmak üzere Devlet Başkanı Esad'ın destekçileri, muhaliflerle sahadaki isyancıları destekleyen bölgeler güçler ve Batı'nın karmakarışık gruplarına kıyasla daha sağlam, tutarlı ve açık sözlü olduklarını gösterdi. Bu değişmeyecek bir durum.Muhaliflerin sürekli didişen, yerel, kaygı verici hale gelen ve hiçbir zaman saygın görülmeyen sürgündeki liderleri ile sahadaki kaotik, herkesin kavga halinde olduğu, İslamcı radikallerin de gideren öne çıktığı çok sayıda farklı muhalif grupların aksine, Şam rejim ve rejime bağlı silahlı kuvvetler daha sağlam ve uyumluydu.Teorik olarak her şey tersine dönebilirdi. Ama bu, son üç yılda yaşanan her şeyin de tam tersi yönde ilerlemesiyle gerçekleşebilirdi.Siyasi muhalif liderlerin bir araya gelebilir ve ülke içindeki gerçek güçlerin saygın temsilcilerine dönüşebilirlerdi. Merkezi ve otoriter bir askeri yapı kurulabilir, sahadaki isyancı güçleri birleştirip, komuta eder ve malzeme tedarik edebilirlerdi.El Kaide'ye bağlı radikal gruplar soyutlanabilir ve bastırılabilirdi. Batılı güçler, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve muhaliflerin diğer destekçileri yalnızca kendi gündemlerini değil, aynı ve birbiriyle uyumlu gündemleri takip edebilirlerdi.Ama bu şu anda gerçeğe dönüşebilecek bir seçenek gibi görünmüyor.Bu şartların yokluğunda Amerikalıların ve diğerlerinin, teraziyi kendi lehlerine çekme şansı arayan muhaliflerin ihtiyacı olan, MANPAD gibi omuzdan atılan uçaksavar füzeleri ve diğer silahların geçişine yeşil ışık yakacaklarını düşünmek biraz güç.Şimdilik, ortak amaç doğrultusunda birleşeceklerine dair bir işaret yok. Nitelikli silahların militan cihatçıların eline düşeceği ve yüzlerce eğitimli, savaş deneyimi olan beyinleri yıkanmış İslamcı radikallerin kötü amaçlarını kendi ülkelerine taşıyacakları korkusuyla, Batılı güçler Suriye’deki krizi giderek daha çok 'terörle mücadele'’ kapsamında değerlendirmeye başlıyor.Bu yalnızca, köktenci eylemleriyle kendilerini diğer isyancı gruplardan ayıran ve birçokları tarafından rejimin manipüle ettiği bir grup olarak görülen IŞİD'le ilgili bir mesele değil. Bu aynı zamanda, El Kaide'nin 'resmi kollarından' olan ve İslamcı grupların hâkim olduğu bölgelerde isyancılar arasında yerini sağlamlaştıran El Nusra Cephesi'yle de ilgili bir mesele.Mevcut durumda gerçekçi tahmin, Amerikalıların ve müttefiklerinin, silahlı muhaliflerin 'batmasına izin vermeden, su üstünde kalmalarını' sağlayacak şekilde 'kurnazca' desteklerini sürdürmeye devam edecekleri yönünde. Ama akıntıyı tamamen rejim aleyhine tersine çevirmeyecekler.İsyancıların kaderi, Batılıların kararsız politikalarına ve Katar ile Suudi Arabistan arasındaki mevcut gerilim gibi bölgenin kestirilemeyen politik dengelerine tehlikeli bir şekilde rehin düşmüş durumda.İran ve Suudiler arasında yeni keşfedilen yakınlık gibi durumlar, muhaliflerin de altını oyabilir.Bunların hiçbiri, Devlet Başkanı Esad'ın sonsuza dek iktidarda kalacağı anlamına gelmiyor.Ama Esad, en sert fırtınayı atlattığından emin olabilir. Fakat henüz hiçbir şey bitmedi, yarattığı hasra ülkeyi de dönüştürecek, zira zaman geri alınamıyor.Ortalık durulduğunda, hükümetin yaptığı hatalar nedeniyle ağır bedeller ödeyen Esad yönetimine sadık unsurlar hesap sorabilir.Esad yönetimine sadık bölgelerde de ayrışma ve iktidar yozlaşması yaşandığı görüldü. Bu da, Şam yönetiminin kendisini eskisi gibi öne çıkarmasının zor olacağı anlamına geliyor.Yine de genel olarak stratejik dengenin bozulmaması şartıyla, rejimi destekleyen ülke dışındaki Rusya ve İran gibi kilit öneme sahip müttefikler, çok sık da dile getirildiği üzere, baskı sona erdiğinde Beşar Esad'a kişisel olarak kendilerini adamayabilirler.İran Dışişleri Bakanı Yardımcısı Amir Abdollahian geçtiğimiz günlerde, 'Beşar Esad’ın ömrü boyunca devlet başkanı olarak kalmasından yana değiliz. Ama Esad’ın ve Suriye hükümetinin devrilmesi için aşırı güçlerin ve terörün kullanılması fikrine de katılmıyoruz' demişti.Ama bunlar, hep geleceğe ilişkin sorular. Şimdi, Esad ve çevresi rahat bir nefes alabileceklerini düşündükleri için anlayışla karşılanabilir.
"Tevhid-Selam Bir Terör Örgütü, 7 Bin Kişi Değil 230 Kişi Dinlendi"
Yeni Şafak’ta yer alan haberde ‘Tevhid-Selam Kudüs Ordusu’ soruşturmasında 7 bin kişiyi yasa dışı dinlediği iddia edilen Savcı Çimen’den 10 sayfalık açıklamaYeni Şafak gazetesinin Tevdih-Selam Kudüs Örgütü soruşturması kapsamında 7 bin kişiyi yasa dışı dinlediğini ileri sürdüğü savcı Adnan Çimen iddiaları yanıtladı. “Derin yapının bir kanadının ilgili örgütün içinde bulunduğunu” saptadıklarını söyleyen Savcı Çimen, “Bundan haberdar olan derin yapılanma, yasal takibata uğramamak için soruşturmayla hiçbir ilgisi bulunmayan binlerce insanı dosya kapsamında dinlenmiş gibi gösterdi” dedi. Savcı Çimen, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı hakkında da suç duyurusunda bulunacağını söyledi. 24 Şubat’ta Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan bir haberde yer alan “7 bin kişinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen Tevhid-Selam Kudüs Ordusu isimli soruşturma kapsamında yasa dışı bir şekilde dinlediği” iddia edilen savcı Adnan Çimen, hukukçuların kullandığı adalet.org isimli internet sitesinden cevap verdi. Haberden sonra Büyükçekmece Savcısı olarak atanan Çimen, “7 bin kişi yasa dışı dinlendi yalanı” başlıklı yazısında, basının “asrın telekulak skandalı” şeklinde yapılan haberi “asrın iftirası” olarak değerlendirdi. Çimen, soruşturma kapsamında yaklaşık 230 kişinin dinlendiği belirtti ve 110 kişi hakkındaki dinleme kararını CMK’nın 250. maddesiyle yetkili mahkeme hâkimleri tarafından, yaklaşık 120 şüpheliye ilişkin dinleme kararlarını ise TMK’nın 10. Maddesiyle yetkilendirilen 5-6 farklı “özgürlük hâkimi” tarafından verildiğini söyledi. Yaklaşık 10 sayfalık yazısında Çimeni, “telekulak skandalı” olarak sunulan dosyada soruşturulanın “İran Devrim Muhafızları’na bağlı olarak Türkiye’de faaliyet yürüten ve Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok ve benzeri cinayetleri gerçekleştiren yabancı menşeli ve İran ajanlarınca yönetilen bir kanlı terör örgütü” olduğu vurgulandı. Çimen, soruşturmanın üç yıl önce ve “KCKPKK mensuplarına dair bir soruşturma kapsamında KCK/PKK bu örgüt içerisinde hareket eden derin bir yapılanmanın tespit edilmesiyle” başladığını belirtti. Dilekçede, “KCKPKK mensuplarına ilişkin yürütülen bir soruşturma kapsamında bu örgüt içerisinde hareket eden derin bir yapılanmanın tespit edildiğini soruşturmanın 3 yıl önce bu şekilde başladığını” anlatılırken, AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar ’ın “Kürt Ergenekonu” isimlendirdiği bu yapıya yönelik tespitlerinin doğru olduğu ileri sürüldü. Metinde, “Derin yapılanmanın bu faaliyetlerinin karar mercileri üzerinde ki etkisini Hürriyet Gazetesi yazarı Şükrü Küçükşahin’in 13.08.2012 günlü yazısında açıkça ortaya koyduğu” öne sürüldü. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu’nun dinlemeler sonrası yaptığı basın açıklamasına da atıfta bulunulan metinde “Salihoğlu hakkında da suç duyurusunda bulunulacağı” ifade edildi. Dilekçede sıralanan ve “cevaplandırılması istenilen” sorulardan bazıları şöyle: Ülkenin faili meçhul cinayetlerle karışması ve kaos ortamının oluşması için faaliyet içinde olan yapılar ve arkalarındaki irade kimdir? Müvekkilim ve ilgili cumhuriyet savcılarınca yaklaşık (3) yıl boyunca gizlilik içerisinde yürütülen soruşturma neden deşifre edilmiştir? Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın bu soruşturma ile ilgili olarak mevzuata aykırı olarak ve basındaki iftira kabilinden haberleri doğrular mahiyetteki basın açıklamasını yapması için kendisinden talepte bulunan olmuş mudur? Hakkında tarafımızdan yapılacak suç duyurusunda detaylandırılacağı üzere, Sayın Başsavcı, bir yargı mensubu olarak dinleme işlemlerinin nasıl yapıldığını bilmesine ve dolaylı dinlemelerin ne anlama geldiğini gayet iyi bilmesine rağmen neden gerçeğe aykırı içerikte bir basın açıklaması yapmak zorunda kalmıştır? Soruşturmanın basına yansıtılması terör örgütü ile ilgili yapılan takibatı neticesiz bırakmamış mıdır? Bu yayınlar örgüt elemanlarının kaçmalarına fırsat vermiş midir? Soruşturmanın gizliliği açıkça ihlal edilmemiş midir? Türk yargı tarihinde manşetlerden bu şekilde günlerce deşifre edilen ve gizliliği ihlal edilen bir örgüt soruşturması var mıdır? Bundan sonra meydana gelmesi muhtemel faili meçhul cinayetlerin sorumluları bu soruşturmayı deşifre edip, üzerini kapatmaya tevessül edenlerde olmayacak mıdır? Soruşturmanın tüm aşamalarının anlatıldığı, dinlemelerin nasıl yapıldığına dair bilgilere yer verilen suç duyurusu dilekçesi ve savcı Çimen’in 10 sayfalık yazısının tamamı şöyle: 24.02.2014 günü mesaiye gittiğimde bir kısım basın yayın organlarında yer alan“asrın telekulak skandalı” diye başlayan ve içeriğinde şahsımın ve bir Savcı arkadaşımın, Selam isimli hayali bir örgüt soruşturması kapsamında başta Sayın Başbakan olmak üzere, bakan, bürokrat, gazeteci, sivil toplum kuruluşu temsilcisi ve sair meslek gruplarından (7000) kişiyi yasal olmayan şekilde dinlediği iddiasıyla karşılaştım. Bu nedenle ilgili basın yayın organları hakkında Cumhuriyet Başsavcılıklarına suç duyurusunda bulundum. Söz konusu basın yayın organlarının dile getirdiği olayın “asrın telekulak skandalı mı” “yoksa asrın iftirası mı” olduğu iddialara verdiğim cevaplar okunduğunda takdir edilecektir. Yapılan yayınlarda şahsım hedef alınmakla birlikte, ayrıca topyekûn Yargı Camiasının da itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını müşahede ettim. Bu nedenle şikâyet dilekçemi sizlerle de paylaşma ihtiyacı hissettim. Şahsıma ve Yargı Camiasına yapılan bu yargısız infazın gereğini yine yargı kendi içerisinde hiçbir ön yargıya kapılmadan hukuk kuralları içerisinde çözecektir. En derin Saygılarımla… T. C. İ S T A N B U L CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA MÜŞTEKİ Adnan ÇİMEN – Büyükçekmece Cumhuriyet Savcısı VEKİLİ Av. Av. Cihan AYDIN, İstanbul Barosuna kayıtlı Meşrutiyet Mah. Rumeli Cad. No: 46 Kat 5 İç Kapı 6 Nişantaşı, Şişli / İSTANBUL ŞÜPHELİLER 1- İbrahim KARAGÜL – Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni 2- Fuat ATİK – Yeni Şafak Gazetesi Yazı İşleri Müdürü 3- İdris SARUHAN - Yeni Şafak Gazetesi Yazı İşleri Müdürü 4- Fatma DEMİRCİOĞLU – Yeni Şafak Gazetesi Haber Müdürü 5- Mustafa KAHRAMAN – Yeni Şafak Gazetesi Sorumlu Müdürü SUÇLAR 1- Basın yoluyla hakaret 2- İftira 3- Adli Soruşturmanın Gizliliğini İhlal DELİLLER 1- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın (kapatılan TMK’nın 10. Maddesiyle Yetkili) 2011/762 sor. sayılı dosyası 2- Yeni Şafak isimli gazetenin 24.02.2014 günlü ve devam eden günlerdeki nüshaları ve internet sayfası, OLAYLAR 24.02.2014 günlü Yeni Şafak isimli gazetenin manşetten verdiği “DERİN KULAK PENSİLVANYA” başlıklı haberin “Derin yapının en karanlık komplosu deşifre oldu. Darbe çetesinin hayali örgüt isimleri üreterek Başbakan Erdoğan, yakın çevresi, gazeteci, yazar, STK temsilcileri ve işadamlarının aralarında bulunduğu binlerce kişiyi 3 yıl boyunca dinlediği ortaya çıktı” şeklinde olduğu, devam eden 4-5 gün içerisinde de benzer yayınların sürdürüldüğü, müvekkilimin yasadışı dinlemeler yaptığı, bir cemaate mensup olduğu, bu yapılanmanın elemanı gibi çalışıp emir ve talimatları buradan aldığı, elde edilen mahrem bilgileri yurt dışına çıkarmak suretiyle casusluk faaliyeti içerisinde olduğu ve benzer iddiaların dile getirildiği saptanmıştır. Bu haberlerin değerlendirmesine girmeden, öncelikle müvekkilime ilişkin olarak şu hususları belirtmek isterim ki; Müvekkilim olan Büyükçekmece Cumhuriyet Savcısı Adnan Çimen 2005 yılında Adalet Müfettişi olarak atandığı görevinden yaklaşık 6 yıl sonra ayrılmış ve 07.03.2011 tarihinde Sultanahmet’te bulunan Adliyede genel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı olarak göreve başlamıştır. Talebi olmadığı halde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından CMK’nın mülga 250. Maddesiyle Görevli ve Yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı olarak yetkilendirilmiş ve bu görevine 24.03.2011 günü Beşiktaş’ta başlamıştır. Müvekkilim bu süreçte kendisine Başsavcı Vekili tarafından tevzien gönderilen birçok soruşturmayla birlikte, özellikle kamuoyunda yakından takip edilen bir kısım soruşturmaları yürütmüştür. Bu kapsamda; El Kaide terör örgütünün Türkiye sorumlusu (H.B.) ve örgüt üyelerininde içinde bulunduğu (60)’ı aşkın örgüt elemanı hakkında operasyon yaparak kamu davası açmış, PKK/KCK terör örgütüne yönelik olarak yürütülen ve kamuoyunda PKK/KCK İstanbul ana davası olarak adlandırılan soruşturmayla birlikte, terör örgütü lideri hükümlü Abdullah Öcalan’la görüşen yaklaşık (50) civarındaki avukata yönelik operasyonuda yürütmüş ve (2401) sayfalık iddianameyi hazırlayarak Mahkemesine teslim etmiştir. Gazete haberine konu soruşturmanın detaylarına ilişkin olarak basın yayın organlarında her ne kadar bir kısım bilgiler yer almış ise de tarafımızdan “soruşturmanın gizliliği ilkesini” ihlal etmemek için genel ibareler kullanılacaktır. Tarafımızdan dile getirilen ve hiç bahsedilemeyen hususların detayı ilgili dosya da mündemiçtir. Mahkeme tarafından ilgili belgeler istenildiğinde ne demek istediğimiz daha somut olarak anlaşılacaktır. Gazete haberine konu Tevhid/Selam Kudüs Ordusu isimli terör örgütüne ilişkin 2011/762 sor. sayılı dosya müvekkilime 08/04/2011 tarihinde Cumhuriyet Başsavcı Vekili tarafından tevzien gönderilmiştir. Söz konusu soruşturma dosyası PKK/KCK operasyonlarının başlaması ve bu suretle iş yoğunluğunun artması nedeniyle müvekkilimin talebi üzerine Cumhuriyet Başsavcı Vekili tarafından Cumhuriyet Savcısı İsmail Tandoğan’a 01.09.2011 tarihinde tevzi edilmiştir. CMK’nın 250. Maddesiyle Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığının kaldırılıp yerine TMK’nın 10. Maddesiyle Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kurulması ve Müvekkilim ile birlikte Savcı İsmail Tandoğan’a özel yetki verilmemesi nedeniyle dosya zorunlu olarak yeniden tevziye tabi tutulmuş ve Cumhuriyet Savcısı Adem Özcan’a 08/08/2012 tarihinde verilmiştir. Yukarıda ki izahtanda anlaşılacağı üzere soruşturma İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün ilgili Fezlekesi ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na (CMK’nın 250. Maddesiye Yetkili) gelmiş ve müvekkilime tevzi edilmiş, müvekkilim tarafından yaklaşık (5) ay yürütülmüş ve ilgili Cumhuriyet Savcısına devredilmiştir. Burada Tevhid/Selam Kudüs Ordusu Terör Örgütü hakkındaki soruşturmanın henüz sürdüğü gözönüne alınarak dosyanın içeriği hakkında sadece basına bilerek servis edilen bilgiler çerçevesinde masumiyet karinesine özen gösterilerek kısa açıklamalar yapılacaktır. Müvekkilime yönelik gazete haberleri gerçekleri ne kadar yansıtmaktadır? Bu sorunun cevabını vermek için söz konusu haberde yer alan iddiaları ayrı ayrı irdelemek her halde en sağlıklı yöntem olacaktır. Bu bağlamda; 1)- Tevhid/Selam Kudüs Ordusu Terör Örgütü müvekkilim tarafından uydurulmuş bir örgüt müdür ? Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütünün geçmişi ve Türkiye’de ki faaliyetleri doksanlı yıllara dayanmaktadır. Nitekim Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın (kapatılan) 1999/648 hazırlık ve 2000/111 iddia sayılı iddianamesiyle bahse konu örgüt mensupları hakkında kamu davası açılmıştır. Bu iddianameyle açılan davanın yargılaması neticesinde verilen hükmün bozulması üzerine, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 17.01.2013 günlü, 2006/294-2013/8 sayılı kararının temyizen incelenmesi sonucunda; Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2013/14623-2014/3651 sayı ve 31.03.2014 günlü kararıyla, Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütünü kurmak ve yönetmek suçundan (3) sanığa, üye olmak suçundan ise (5) sanığa verilen hapis cezaları onanmış, bu karar 11.04.2014 ve sonraki günlerde basında genişçe yer almıştır. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin söz konusu kararında, Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütünün amaçlarına, yapısına ve çalışma tarzına ilişkin olarak; “Türkiye’de mevcut anayasal düzeni yıkarak yerine İran İslam Devrimini model alan bir devlet kurmayı amaçladığı, bir kısım üyelerinin İran’a giderek askeri bir kuruluş olarak bilinen Kudüs Ordusu ve İran gizli servisi Sawama mensuplarından askeri ve örgütsel eğitimin yanında silah ve mühimmat yardımı aldıkları, İran’a ait istihbarat teşkilatları tarafından kullanıldıkları, bu teşkilat mensuplarıyla birlikte ülkemizdeki Halkın Mücahitleri örgütü mensupları, A.B.D, İsrail, Mısır, Irak ve İngiliz uyruklu şahıslar ile aydınlara yönelik silahlı eylemler gerçekleştirdikleri anlaşılmıştır.” tespit ve kabulünün yer aldığı, Örgütün yapısına ilişkin olarak “Tevhid/Selam Kudüs Ordusunun 765 Sayılı TCK’nın 146. ve 5237 Sayılı TCK’nın 309. maddeleri kapsamında Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasal düzenini cebren ihlal suçunu işlemek amacıyla vahamet arz eden elverişli eylemleri gerçekleştirdiği, 765 Sayılı TCK’nın 168 ve 5237 Sayılı TCK’nın 314. Maddeleri kapsamında silahlı terör örgütü olduğu kabul edilmiştir. Esasen Tevhid/Selam Kudüs Ordusu örgütünün silahlı terör örgütü niteliği ilk kez 12.11.2002 tarihinde Yargıtay’ca kabul edilmiş ve 08.11.2006 tarihinde de bu kabul sürdürülmüştür” şeklinde tespit ve kabulün derc edildiği, Ayrıca bahse konu terör örgütünün Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülmesi eylemlerinin de dahil olduğu (18) ayrı öldürme ve bombalama eylemini gerçekleştirdiğinin belirtildiği, Müşahede edilmiştir. Bahse konu karar tetkik edildiğinde mesele bütün detaylarıyla anlaşılacaktır. Görüldüğü üzere karşımızda Yargıtay tarafından 12.11.2002 tarihinde silahlı terör örgütü olarak kabul edilen, çok sayıda cinayet işleyen, İran bağlantılı ve İran Devleti için ajanlık faaliyeti yürüten, ihtiyaç duyduğunda siyasi cinayetler işleyerek Ülkemizi kaosa sürükleyen, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün terör örgütleri listesinde yer alan, El Kaide benzeri son derece profesyonel ve aynı oranda tehlikeli silahlı bir terör örgütü bulunmaktadır. Böyle bir örgütü müvekkilim tarafından uydurulmuş bir örgüt olarak sunmanın, ya İran Devleti ile bir kısım menfaat ilişkileri içerisinde olanları ya da girilmiş bir kısım kirli ilişkileri bulunanları kamufle edeceği açıktır. 2)- Bu soruşturma (4) sayfadan ibaret hayali bir ihbar mektubuna dayanılarak mı başlatılmıştır ? Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütü soruşturması, örgüt lideri olan H.A.Y’nin eşi K.Y’nin Bursa’da 08.08.2010 tarihinde M. Sencer Polis Merkezi’ne giderek, eşi ile ilgili bazı hususlarda ihbarda bulunmak istediğini beyan etmesi ve bahsolunan Polis merkezi tarafından ifadesinin alınması üzerine başlamıştır. Yani bu soruşturma, İstanbul ya da Bursa Emniyet Müdürlüklerinin istihbarata dayalı ve planlı bir örgüt soruşturması olmayıp, tamamen karı-koca arasındaki problemlerden kaynaklı olarak gerçekleşen ihbara binaen başlamış bir tahkikattır. 08.08.2010 tarihinde müvekkilim Cumhuriyet Savcısı Adnan Çimen Ankara bölgesinde Adalet Müfettişi olarak görev yapmaktadır. Müvekkilim bu ifadenin verildiği tarihten yaklaşık olarak (8) ay sonra 24.03.2011 tarihinde Özel Yetkili Savcı olarak göreve başlamıştır. Eğer müvekkilim Anayasa referandumu dahi gerçekleşmemişken ve henüz Cumhuriyet Savcısı olarak kürsüye dönmeyi aklından dahi geçirmezken başlamış bir tahkikatı uydurmakla suçlanıyorsa, artık bu da iftira, yalan ve kara propagandanın zirve halidir. Kaldı ki muhbir K.Y.’nin bahse konu Polis merkezinde verdiği bilgiler soruşturmanın gizliliği nedeniyle tarafımızdan yazılamasa da, adı geçen İran menşeli Ajanlık ve Operasyon timinin faaliyetlerine ilişkin çok önemli bilgileri içermektedir. Şu kadarını belirtelim ki; Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerini gerçekleştiren örgütün faaliyetleri ile cinayetleri işleyenlerden Cezaevinde bulunanların kimlerle irtibatlı oldukları, Devlet içerisinde bu örgütle irtibatlı olan derin yapılar ve yeni eylem planlarına dair çok önemli bilgiler verilmiştir. Bu soruşturmanın “binlerce kişi uydurma örgüt kapsamında dinlendi” kılıfıyla günlerce basında deşifre edilmesinin altında verilen bilgilerin önemi ve belirli çevreleri rahatsız etmesi yatmaktadır. Bursa ve İstanbul Emniyet Müdürlükleri tarafından istihbari çalışması (8) aya yakın sürdürülen tahkikat İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na (kapatılan CMK’nın 250. Maddesiyle yetkili) iletilmiş, Cumhuriyet Başsavcı Vekilinin inceleme ve olurundan geçtikten sonra soruşturmaya kaydedilmiş ve yine ilgili vekil tarafından müvekkilime tevzien verilmiştir. Tüm bu aşamalar Müvekkilimin bilgi ve onayı dışında ki süreçlerdir. Yargıtay tarafından silahlı terör örgütü olarak kabul edilen, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün terör örgütleri listesinde yer alan bir örgüte ilişkin evrakın bahsedilen aşamalardan geçip tevzien gelmesi karşısında yapılabilecek tek şey soruşturma defterine kayıtla başlamış soruşturmayı sürdürmektir. Bu her Cumhuriyet Savcısının CMK’nun 160 ve 161. maddeleri kapsamında yasal görevidir. Kaldı ki bu kadar insanın canına kıydığı kesinleşmiş yargı kararlarıyla sabit olan kanlı bir örgütün takibi bahsedilen Cumhuriyet Başsavcılıklarının kuruluş amacının gereğidir. Tüm terör örgütleri ve çetelere ilişkin soruşturmalar bu şekilde yürütülmektedir. Esasen “Türkiye’de mevcut anayasal düzeni yıkarak yerine İran İslam Devrimini model alan bir devlet kurmayı amaçladığı, bir kısım üyelerinin İran’a giderek askeri bir kuruluş olarak bilinen Kudüs Ordusu ve İran gizli servisi Sawama mensuplarından askeri ve örgütsel eğitimin yanında silah ve mühimmat yardımı aldıkları, İran’a ait istihbarat teşkilatları tarafından kullanıldığı” kesinleşmiş yargı kararlarıyla sabit olan bu terör örgütünün, diğer terör örgütlerinden farklı bir soruşturma usulüne tâbi tutulması gerektiğine ilişkin bir düzenleme de olmadığı ve olamayacağı da izahtan varestedir. Burada dikkat çekilmesi gereken bir hususta şudur ki; müvekkilimin bir örgüt uydurduğunu beyan eden ve Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcı’sının ifadesiyle her hangi bir yasa dışı eylemin bulunmadığı ifade edilen dosyaya ilişkin olarak atılan iftiradan sonra yayınlar aniden kesilmiş ve olayın üzerine gidilmemiş, “yüzyılın telekulak skandalı” denilen dosyanın içeriğine ilişkin olarak hiçbir bilgi paylaşılmamıştır. Endişemiz odur ki gerek yapılan yayınlardan gerekse Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın beyanlarından, son dönemin belki de bu en önemli terör soruşturması akamete uğratılmak ve kapatılmak istenmektedir. Şayet bu yola gidilirse, geçmişte aydınlar başta olmak üzere birçok cana kıymakta tereddüt etmeyen bu örgütün yapabileceği yeni eylemlerle akacak kanın mesulü dosyayı kapatanlar olacağı gibi ciddi suç delillerini barındıran bu dosya ileride yeniden gündeme gelecek ve ilgililer hukuki sorumluluktan kurtulamayacaklardır. Burada söz konusu örgütün yapabilecekleri konusunda tüm yetkilileri bir kez daha uyararak, müvekkilimin Türk Milleti adına yerine getirdiği Cumhuriyet Savcılığı görevinin bir gereği olarak vicdani sorumluluğumuzu yerine getirmek istiyoruz. 3)- Soruşturma kapsamında binlerce kişi dinlenmiş midir ? Basın yayın organlarının bir kısmında (7000) diğer bir kısmında (3000) olarak bildirilen ve Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın (2280) kişi dinlenmiş dediği 2011/762 sayılı soruşturma da 2011 yılı mart-2013 yılı aralık ayı arasında ki yaklaşık (33) ayda dinlenen kişi sayısı toplam olarak (230) kişi civarındadır. Mahkeme kararıyla dinlenen yaklaşık (230) kişiden; 2011 yılı mart-ağustos ayları içerisinde örgütün lideri ve çekirdek kadrosundan (30) civarında şüpheli müvekkilim Cumhuriyet Savcısı Adnan Çimen tarafından, 2011 mart-2012 ağustos ayları arasında (80) civarında şüpheli Cumhuriyet Savcısı İsmail Tandoğan tarafından, 2012 ağustos-2013 aralık ayları arasında (120) civarında ki şüpheli ise Cumhuriyet Savcısı Adem Özcan tarafından, Mahkemelerden yapılan talepler doğrultusunda verilen kararlarla dinlenilmiştir. Yapılan dinlemelerin tamamı yürürlükte bulunan mevzuata uygun olarak yapılan yasal dinlemelerdir. Dinleme kararlarından yaklaşık olarak (110) kişiye ilişkin taleplere CMK’nın 250. Maddesiyle Yetkili Mahkeme Hâkimleri tarafından karar verilmiş, Yaklaşık (120) şüpheliye ilişkin dinleme kararları ise TMK’nın 10. Maddesiyle yetkilendirilen ve kamuoyunda “özgürlük hâkimleri” olarak adlandırılan toplam 5-6 farklı Hâkim tarafından verilmiştir. Görüldüğü üzere bahse konu soruşturmada ki dinleme taleplerine Özel Yetkili Mahkemeler döneminde onlarca hâkim, bu Mahkemelerin kapanmasın sonra da özgürlük Hâkimleri tarafından karar verilmiştir. Dolayısıyla örgüt uydurulduğu ve adeta herkesin dinlenildiği yalanının ne kadar dayanaksız olduğu ve büyüklüğü ortadadır. Örneğin basın yayın organlarının iddialarını bir anlık doğru kabul edersek, bu durumda söz konusu Cumhuriyet Savcılarıyla birlikte dinleme kararı veren tüm hâkimlerin bu eylemi bilerek ve isteyerek işlediğini kabul etmek gerekir. Çünkü dinleme kararı verme yetkisi hâkimdedir. Hâkim tüm dosya ve belgeleri inceleyerek vicdani kanı oluştuktan sonra dinlemeye hükmeder. Burada doğrudan-dolaylı dinleme ve özellikle Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın (2280) rakamına nasıl ulaştığının üzerinde de biraz durmak gerekir. Hukuki anlamda dinleme; Mahkemeden karar alınmak suretiyle hedef yani hakkında dinleme kararı alınan şahsa ilişkin ilgili iletişim vasıta ya da vasıtalarının dinlenilmesidir. Bu dinleme doğrudan dinleme dediğimiz dinleme şeklidir. Peki dinlediğimiz şahsı arayan ya da dinlenen şahsın aradığı kişilerde dinlenmiş sayılır mı, bu hususta uygulama nasıldır? Malum olduğu üzere telefon görüşmesi iki tarafı olan bir faaliyettir. Hakkında dinleme kararı aldığınız bir şüphelinin diğer şahıslarla yaptığı görüşmelerin tamamını dinlemeniz yapılan işin doğası gereği zorunludur. Çünkü dinlenen şüphelinin kimleri arayacağını, ya da kimlerin bahsi geçen şahsı arayacağını önceden bilmek mümkün değildir. Bu kapsamda örneğin 3 ay boyunca dinlenen bir şüpheli (1000) kişiyi aramış, (2000) kişide şüpheliyi aramışsa, hukuki anlamda dinlenen kişi (1000+2000+1=3001) 3001 değil yalnızca (1) kişidir. Peki dolaylı olarak dinlenen şahıslar açısından özel hayatın gizliliği ihlal edilmiş olmaz mı? Yukarıda ki örnekten devam edersek, dolaylı olarak dinlenen (3000) kişiye ilişkin olarak şayet bu şahısların takip edilen suç ve ya suç örgütüyle alakası yoksa, görüşmelere ilişkin tüm kayıtlar soruşturma sürecinde ya da en geç evrak sonuca bağlanacağı aşamada imha edilir, hatta ses kayıtları dahi imha edilerek tutanaklar ilgili Zabıta memurları ve Soruşturma Savcısı tarafından imza altına alınır. Dolayısıyla suçla alakası olmayan şahıslara ilişkin görüşmeler hiçbir şekilde soruşturma dosyasına konulamaz, başka bir yerde kullanılamaz. Bu nedenle bu şahısların bir hak kaybına uğradığından da bahsolunamaz. Bu işlem tüm dünyada ve ülkemizde uzun yıllardır bu şekilde uygulanmaktadır. Dinlenen şahısla görüşen ve suçla ilgisi bulunmayan şahısların görüşmelerini kaydetmeyip ayıklayan bir teknoloji henüz icat edilememiştir. Dolayısıyla dinlenen şahsın yaptığı tüm görüşmeleri dinlemeniz teknik ve hukuki bir zorunluluktur. Meseleye bu açıdan bakıldığında Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcı’sının (2280) rakamını nasıl telaffuz ettiği daha iyi anlaşılmaktadır. Sayın Başsavcının göreve atandıktan sonra adliyede yapılan tüm iletişimin dinlenilmesi işlemlerini tek elden yürütmek üzere kurduğu Teknik Büro şu anda uygun görülen talepler neticesi Mahkeme Kararlarıyla dinlemeler yapmaktadır. Sayın Başsavcı acaba yapılan bu dinlemelerde hakkında karar alınan şüpheliyi arayan ve ya şüphelinin aradığı şahısları dinlemiyor mu? Eğer aksi söz konusu ise şüphelinin kendi kendine yaptığı konuşmalar mı dinlenmektedir? Kimin suçla ilgili görüşme yapacağını, kimin suçla ilgisiz olduğunu dinleme yapmadan önce tespit eden bir mekanizma mı bulunmuştur Görüldüğü gibi binlerce insanın dinlendiği iddiası büyük bir yalanın ötesinde çirkin ve seviyesiz bir iftiradır. 4- Gazete manşetlerinde resimleri yayınlanan ve iç sayfalarda listesi verilen şahıslar dinlenilmiş midir? Yukarıda izah edildiği şekilde K.Y’nin ihbarıyla başlayan soruşturmada bildirilen isimlere yönelik olarak dinleme kararları alınmış, daha sonra ki aşamalarda ise örgüt mensuplarıyla ve örgütle irtibatlı şahıslar dinleme kapsamına dahil edilmiştir. Bu bakımdan bu örgütle ilgisi bulunmayan hiç kimse için dinleme kararı alınmamıştır. Kaldı ki örgütle ilgisi olmadığı halde hakkında dinleme kararı alınan kimseler olsaydı zaten çoktan deşifre edilirdi. Bu açıdan gazetelerde verilen liste ve fotoğraflar asılsız ve uydurmadır. Telefonları mahkeme kararıyla dinlenilmekte olan örgüt üyeleriyle her hangi bir şekilde görüşen ancak örgütle irtibatı olmayanlara ilişkin dinleme kayıtları ise zaten soruşturma sürecinde peyder pey ve nihayet soruşturma nihayete erdiğinde imha edileceğinden, bunların dinlenildiğini söylemek teknik olarak söz konusu değildir. 5- Haberde geçen “Soruşturmayı yürütenler dört sayfalık ihbar mektubunun bir kenarına 'Tayyip Erdoğan' notu düştü. Belgelerin üzerindeki 'Tayyip Erdoğan' ibaresi daha sonra eklenen bir ok işaretleriyle belirgin hale getirildi. 5 kişiyle başlayan soruşturmaya önce Başbakan Erdoğan, daha sonra başta danışmanlar olmak üzere Başbakan'ın tüm çevresi dahil edildi” ibaresi doğru mudur ? Örgüt lideri H.A.Y.’nin eşi K.Y. İstanbul Emniyet Müdürlüğün de tespit edilen ifadesinde özetle; eşinin örgütsel faaliyetlerini anlatmış, örgüt üyelerine yönelik olarak eğitim notları ve sair örgütsel işleyişi notladığını ifade ederek, bu notların fotoğraflarını çekip getirebileceğini söylemiştir. Bu kapsamda gazete haberine konu belge ile bunun dışında çok sayıda belgeyi fotoğrafını çekerek Emniyete teslim etmiş, dijital ortamdaki bu belgeler fotoğraf haline getirilip soruşturma dosyasına konulmuştur. Yani dosyada bulunan bahse konu belgeyle birlikte birçok belgenin aslı soruşturma dosyasında bulunmamaktadır. Soruşturma dosyasındaki belgeler K.Y.’nin H.A.Y’nin belgeleri olduğu beyanıyla fotoğraflayıp getirdiği belgelerdir. Dolayısıyla Emniyet Müdürlüğü’nde ya da Cumhuriyet Başsavcılığı’nda bu belgelere ekleme yapılması söz konusu değildir. Dosyada ki belgeler incelendiğinde el yazıları dâhil tümünün fotoğraf oldukları rahatlıkla fark edilecektir. Bu yazıların K.Y’nin iddiasına göre örgüt lideri H.A.Y’nin eli ürünü olduğu düşünülmekte ise de, kesin sonuç ancak yapılacak kriminalistik incelemede ortaya çıkacaktır. Peki H.A.Y. Sayın Başbakan’ın ismini neden el yazısıyla yazmıştır? Bu husustaki tahminimiz şudur; sağ terör örgütleri dediğimiz El Kadie, Hizbullah ve Selam terör örgütlerine ilişkin yürütülen soruşturmalarda ele geçirilen dokümanlarda daha önce de sıkça görüldüğü üzere; örgüt kendi anlayışına göre Müslüman, münafık, kafir ve benzeri tanımlamalar yapmaktadır. Bu bağlamda Kur’an dan bir ayeti kendine göre yorumlayıp, bu ayetin kapsamına girdiğini düşündüğü şahısları da bu tür belgelerde kendince not etmektedir. Bu kapsamda söz konusu belgede Kur’an dan bir ayet yazılmış, bu ayetin olduğu satırdan üç ok çıkarılarak Nasrallah, Ahmedi Nejad ve Sayın Başbakan’ın adı ve soyadı yazılmıştır. Dolayısıyla şüpheli H.A.Y. kendi anlayışına göre bu isimleri bir ayetin kapsamında değerlendirmiştir. Bütün mesele bu iken, Ahmedi Nejat ve Sayın Başbakan’ın kalemle isimlerini yazmak suretiyle terör örgütü lideri yapıldıklarına dair beyanlar, en başta Sayın Başbakan’ın şahsına yapılmış bir hakaret ayrıca müvekkilim ile diğer Cumhuriyet Savcılarına atılmış büyük bir iftiradır. Kaldı ki Bakanlar Kurulu üyelerine ilişkin soruşturmaların nasıl yapılacağı Anayasa da açıkça tasrih edilmiştir. Müvekkilim mesleğin değişik kademlerinde görev yapmış ve mesleğini profesyonelce icra etmeye çalışan bir hukuk adamıdır. Sayın Başbakan ve ilgili Bakanlar ile bürokratlar hakkında nasıl soruşturma yapılacağını çok iyi bilmektedir. Sayın Başbakan’ın uzaktan yakından ilgisi bulunmayan bir örgütle ilintilendirilmesi, bu haberleri yapanların ayrıca utanmaları gereken bir husustur. 6- Müvekkilimin haberde belirtilen ve “Pensilvanya derin kulak, paralel yapı, çete” olarak adlandırılan yapılanmayla ilişkisi var mıdır? Müvekkilime yönelik bu iddia savunma yapmaya dahi değmeyecek derece açık bir karalama ve iftira olmakla birlikte birkaç hususu da kamuoyunun bilgisine sunmakta fayda görmekteyiz. Müvekkilim 2011 yılında İstanbul da görülen ve PKK/KCK ana davası olarak adlandırılan soruşturmalara ilişkin olarak operasyonlar yürütmüş, bu kapsamda o tarihte KCK Türkiye Meclisi sorumlularının aralarında bulunduğu üst düzey örgüt mensupları hakkında 2401 sayfalık iddianameyi düzenleyerek 19.03.2011 günü Mahkemeye teslim etmiştir. Bu iddianame PKK/KCK terör örgütünün yapısı, çalışma tarzı, yol haritası, ulaşmak istediği hedef ve çözüm sürecine ilişkin hilelerin dercedildiği kaynak bir eser mahiyetindedir. Müvekkilim bu iddianamede delilleriyle somut olarak PKK/KCK terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde ırkçılık esaslarına dayalı, Devlet otoritesi dışında alternatif paralel bir yapılanma hedefi güttüğünü ortaya koymuştur. Nitekim yazar Gökçe Fırat yakın tarihte kaleme aldığı “Paralel Devletler Savaşı” isimli kitabının önsüzünde “paralel yapı” ibaresinin PKK/KCK iddianamesinde müvekkilim tarafından ilk kez resmi bir belgede dile getirildiğini ve (4) yerde ifade edildiğini yazmıştır. Bu operasyonun hemen akabinde, örgüt adına terör örgütü hükümlüsü Abdullah Öcalan’la yakalandığı tarihten itibaren sürekli görüşerek Kandil-İmralı-Avrupa-KCK/TM dörtgeninde terör örgütünü ayakta tutan ve eşgüdümü sağladıklarına ilişkin kuvvetli deliller bulunan (50) civarında Avukata operasyon yapılmış ve söz konusu Avukatlar hakkında kamu davası açılmıştır. Bu ağır darbeleri alan ve idare sistemi adeta çalışamaz hale gelen örgütün yayın organı mahiyetinde ki Özgür Gündem gazetesi Müvekkilime yönelik karalama kampanyası başlatmış ve hakkında çok sayıda yazılar yazılmıştır. Bu yazılardan bir tanesi de Baki Gül isimli yazarın 2012 yılı mayıs ayında yazdığı yazıdır. Söz konusu yazar bu yazısında Müvekkilimin Fethullah Gülen cemaati mensubu olduğu yazmış, Odatv isimli internet siteside bu haberi kaynak belirterek sitesinde kullanmıştır. PKK/KCK terör örgütünün aldığı darbelerin etkisiyle oluşan kuyruk acısından mütevellit iftirası böylece internet sayfalarına girmiştir. PKK/KCK terör örgütünün “paralel devlet” kurmaya çalıştığını ilk kez resmi belgelerde dile getiren müvekkilimin “paralel yapı” mensubu olmakla suçlanması bir ironi olmanın yanında ve kendisine yapılabilecek en büyük saygısızlıktır. Ülkemizin her noktasında ve özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerinde gerçek paralel devleti tesis eden, yazılı bir anayasa hazırlayan, mahkemeler kurup yargılamalar yapan, zorla vergi toplayan, kurduğu sözde birliklerle şehir merkezlerinde bile yol kontrolleri yapan ve son beyanlarda Özerklik ilan edeceğini açıkça dile getiren, petrolden pay isteyen somut ve gerçek paralel devlet ortadayken bunlara en ufak bir söz söylemeyenlerin, hayatını tehlikeye atarak bu terör örgütüyle mevzuatın verdiği yetkiler çerçevesinde hukuki alanda mücadele eden ve Türk Milleti adına şerefiyle görev yapan müvekkilimi hedef seçmeleri bir gafletten öte açıkça ihanettir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti uluslar arası sözleşmelerde yer alan kriterler uygun gerçek bir hukuk devleti olduğunda, bunu yapanların yargı önünde hesap vermekten kurtulamayacağı inancında olmamız hukuka olan saygımızın bir gereğidir. MÜVEKKİLİM BU SORUŞTURMADA EN AZ KATKISI OLAN CUMHURİYET SAVCISI OLMASINA RAĞMEN NEDEN ÖZELLİKLE HEDEF HALİNE GETİRİLMİŞTİR? Müvekkilim PKK/KCK operasyonlarını yürüttüğü süreçte, aramalarda elde edilen belgelerden, terör örgütü mensubu olarak aktif faaliyet gösteren bir kısım şüphelilerin kimliklerinden, gizli tanık beyanlarından ve sair belge ve bilgilerden söz konusu terör örgütünün içerisine haber elemanı olarak sızmış ancak daha sonra örgütün bir parçası haline gelmiş kamu görevlilerinden oluşan bir derin yapılanmanın ayak izlerine rastlamıştır. AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar’ın çok isabetli bir biçimde “Kürt Ergenekonu” diye isimlendirdiği bu yapılanmanın örgütün çözülmesi yönünde bilgi sızdırmak bir yana, terör örgütü ile amaç ve eylemsel birliktelik kurduğu belirlenmiştir. Bu saptamalar ışığında yapılan operasyonlarda derin yapılanmaya mensup değişik kimlikler altında terör örgütünün amaçları doğrultusunda faaliyet sürdürenlere karşı Cumhuriyet Savcılarının CMK’nun 160. Maddesindeki görev ve yetkisi gereği yasal işlem başlatılmıştır. Kıyametin koptuğu nokta da işte bu soruşturmaların başlatılması olmuştur. Bu derin yapılanma fark edildiğini anlayınca olayı kamufle etme gayretine girmiştir. Bu kapsamda müvekkilim ve ilgili Cumhuriyet Savcılarınca yürütülen faaliyet, terör örgütü ile bütünleşmiş yapıları tasfiyeye yönelik olduğu halde, olay “siyasi iktidara yönelik bir komplo olarak” sunulmuş ve ne yazık ki bunda da başarılı olunmuştur. Devam eden süreçte Müvekkilim hedef haline getirilmiş, PKK/KCK İstanbul ana davası olarak adlandırılan iddianameyi henüz yazdığı ve örgütsel tehditlerin had safhada olduğu bir zaman diliminde iki kişi olan koruma sayısı bire indirilmiş, ayrıca tahsis olunan koruma aracı hiçbir gerekçe gösterilmeden alınmıştır. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığı süreçte hiçbir soruşturma geçirmediği ve üstün performansla çalışmalarını sürdürdüğü halde özel yetkisi kaldırılmış ve TMK’nın 10. Maddesiyle Yetkili Cumhuriyet Savcıları arasında yer bulamamıştır. Derin yapılanmanın bu faaliyetlerinin karar mercileri üzerinde ki etkisini Hürriyet Gazetesi yazarı Şükrü Küçükşahin 13.08.2012 günlü yazısında açıkça ortaya koymuştur. Burada şu hususun da belirtilmesinde fayda vardır; bir yandan hakkında birçok ağır nitelikli suçtan dolayı halen soruşturma yürütülmekte olan ve bir süre bu suçlardan tutuklu kalan kişilere usulsüz korumanın sağlandığı basına yansımakta iken diğer taraftan müvekkilimin yürüttüğü yüksek riskli soruşturmalara rağmen Devlet tarafından sağlanması gereken korumanın (belli kişilerin müdahalesi ile) yerine getirilmemesinin getirebileceği bütün olumsuz sonuçların hukuki ve vicdani sorumluluğu ilgili kişilere aittir. Müvekkilim tarafından başlatılarak yürütülen ve basında “telekulak skandalı olarak lanse edilen 2011/762 sor. numaralı dosya, İran Devrim Muhafızlarına bağlı olarak Türkiye’de faaliyet yürüten ve Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok ve benzeri cinayetleri gerçekleştiren Yabancı Menşeli ve İran Ajanlarınca yönetilen bir kanlı terör örgütü olmasına rağmen dinleme olayını manşetlerine çeken gazeteler örgütün bu yönünden hiç bahsetmemiş, hatta müvekkilim ile birlikte diğer Savcıların örgüt uydurduklarını iddia etmişlerdir. NEDEN? Müvekkilim yukarıda belirtildiği üzere KCK/PKK operasyonlarını yürütürken terör örgütü içerisinde bir kısım kamu görevlilerinden oluşan ve Devlet içerisinde hayati mevkileri işgal eden derin yapıya soruşturma sürecinde rastlamıştır. Bu kez de Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütüne ilişkin 2011/762 sayılı soruşturmada, Mahkeme kararıyla yapılan dinlemeler ve fiziki takipler sonucunda, derin yapının bir kanadının da bahse konu Tevhid/Selam terör örgütünün içerisinde fiilen yer alarak örgüte üst düzey istihbarat ve lojistik destek verdiği saptanmıştır. İşte bu tespitlerden haberdar olan derin yapılanma, yasal takibata uğramamak için “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” atasözünü doğrular şekilde, soruşturmayla hiçbir ilgisi bulunmayan binlerce insanı sanki bu dosya kapsamında dinlenmiş gibi gösterip bu kara propaganda ortamında kendisini gizlemek istemiştir. Ayrıca Müvekkilim tarafından başlatılan bu soruşturma, bahse konu Tevhid/Selam Kudüs Ordusu isimli terör örgütünün ülkemizde gerçekleştirmeyi planladığı kanlı cinayetlerle oluşturmak istediği kaos ortamını engelleme noktasında çok önemli bir rol oynamıştır. Nitekim takibata uğradıklarını fark eden örgüt üyeleri derin yapının adamları tarafından uyarılmıştır. Soruşturmayla örgütün faaliyetleri adım adım izlenmiş ve rahat hareket etmeleri engellenmiştir. Yıllarca kaos planları yapan örgütün bu soruşturmayla akamete uğrayan faaliyetleri, bu soruşturmayı yürüten Emniyet ve Yargı güçlerine karşı örgütte bir intikam duygusunun oluşmasına neden olmuştur. Bu kapsamda şu sorularda yapılan kara propaganda ve iftira haberlerinin arkasındaki niyetin açığa çıkması için cevaplanması gerekli sorulardır; Ülkenin faili meçhul cinayetlerle karışması ve kaos ortamının oluşması için faaliyet içinde olan yapılar ve arkalarındaki irade kimdir? Müvekkilim ve ilgili Cumhuriyet Savcılarınca yaklaşık (3) yıl boyunca gizlilik içerisinde yürütülen soruşturma neden deşifre edilmiştir? Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının bu soruşturma ile ilgili olarak mevzuata aykırı olarak ve basındaki iftira kabilinden haberleri doğrular mahiyetteki basın açıklamasını yapması için kendisinden talepte bulunan olmuş mudur? Hakkında tarafımızdan yapılacak suç duyurusunda detaylandırılacağı üzere, Sayın Başsavcı, bir yargı mensubu olarak dinleme işlemlerinin nasıl yapıldığını bilmesine ve dolaylı dinlemelerin ne anlama geldiğini gayet iyi bilmesine rağmen neden gerçeğe aykırı içerikte bir basın açıklaması yapmak zorunda kalmıştır? Soruşturmanın basına yansıtılması terör örgütü ile ilgili yapılan takibatı neticesiz bırakmamış mıdır? Bu yayınlar örgüt elemanlarının kaçmalarına fırsat vermiş midir? Soruşturmanın gizliliği açıkça ihlal edilmemiş midir? Türk yargı tarihinde manşetlerden bu şekilde günlerce deşifre edilen ve gizliliği ihlal edilen bir örgüt soruşturması var mıdır? Bundan sonra meydana gelmesi muhtemel faili meçhul cinayetlerin sorumluları bu soruşturmayı deşifre edip, üzerini kapatmaya tevessül edenlerde olmayacak mıdır? NETİCE-İ TALEP: Yukarıda detaylıca izah edildiği üzere, müvekkilime hakaret ve iftira eden, gizli bir soruşturmayı deşifre ederek sekteye uğratan ve örgüt mensuplarının kaçmalarını sağlayan şüphelilerden şikâyetçiyiz. Cezalandırılmasını talep ediyoruz. 02/05/2014 Adnan ÇİMEN
Bağcılar'da Tartışılan Dükkanın Sahibi:  'IŞİD ile Alakamız Yok'
Bağcılar'da IŞİD amblemi ile özdeşleşen ve aynı zamanda İslam'da 'peygamber mührü' olan sembolün üzerine basıldığı tişörtleri satan dükkanın sahibi BBC Türkçe'yekonuştu.  IŞİD’i simgeleyen tişörtleri ‘İslami olduğu için’ sattıklarını söyleyen, radikal Sünni İslamcı terör örgütüyle uzaktan yakından alakaları olmadığını belirten dükkan sahibi “Şeriat altında mı yönetilmek istersiniz?” sorusuna ise şu yanıtı verdi: “Tabii. Ülkeme şeriatın gelmesini çok isterim. Müslüman olan herkesin de gelmesini isteyeceğine eminim. Herkes Müslümanım diyor ama herkes aynı Müslümanlığı yaşayacak kadar cesaretli değil” BBC Türkçe'den Rengin Arslan'ın haberi:  Tişörtün üzerinde Arapça 'La ilahe illallah' yazıyor ve altında da 'peygamberin mührü' bulunuyor. Dükkanın vitrininde bu tişörtler asılı duruyor. Bunların yanında, kadınlar için feraceler ve İslam sancağı ve kupalar da satılıyor. Türkiye basınında çıkan haberlerin ardından İslami Giyim isimli dükkanın sahipleriyle konuştuk. Adının yazılmasını istemeyen, dükkanın üç ortağından biri 'IŞİD bunu kullanıyor sonuçta. Biz tamamen İslami olduğu için satıyoruz. IŞİD ile uzaktan yakından alakamız yok. Bunu yolda bir insan gördüğünde birisinin aklına terörist gelebilir. Ama bazı insanların aklına peygamber efendimiz gelir' diyor. Yaklaşık 10 gün önce açılan dükkanın bir diğer ortağı ise, 'Biz kendimiz internette buranın resimlerini paylaştık. IŞİD'e bağlı olsa biz niye resimlerini kendimiz paylaşalım ki' diye ekliyor. IŞİD'i destekliyor musunuz soruma ise öfkeyle karşılık veriyor aynı kişi: 'Bu sorunuz fitneye neden olur' diyor ve tepki gösteriyor. Peki bu grupla özdeşleşen bu sembolleri satmaktan rahatsızlık duyuyorlar mı? Yanıtı, 'Valla ben bunu satmaktan gurur duyuyorum. Sonuçta her temiz şeye kir gelmiştir. Bunu başkaları kullandığı için bir kenara atamayız' oluyor. O sırada dükkanda bulunan bir müşteri ise konuşmaya dahil oluyor ve 'Bu peygamberin sancağı. Bir Hristiyan İncil'de yazan ayeti tişört yapıp giyse Amerika masum ülkelere giriyor diye, biz bunların hepsine terörist desek bu olur mu? Bu yanlış.' Daha sonra ekliyor: 'IŞİD dediğimiz, terörist dediğimiz de Müslüman. Tek farkları ne, savaşıyorlar. Biz burada yaşıyoruz. Onlar da biz de aynı değerleri taşıyoruz' diyor.    'Ülkeme şeriatın gelmesini çok isterim' Bağcılar'da konuştuğum muhafazakar kesimden kişiler İslam'a ait sembollerin kıyafetler üzerinde yer almasına iki açıdan karşı çıkıyor. Birincisi, sembollerin ticarete dökülmesi, ikincisi ise bu tür kıyafetlerle, örneğin 'tuvalete girmenin' uygun olmayacağı yönünde. Bağcılar'da kumaş satan bir dükkanda çalışan bir kadın 'Kutsalımız o bizim sonuçta' diyor. İlk eleştiriyi sorduğum dükkanın ortağı, 'Bütün ülke şeriat kanunları üzerine olsaydı, evet bunu satmamız yasaktı. Satamazdık. Parası haram olurdu. Ama şu an İslamiyet tam olarak Türkiye'de yerleşmiş değil' diye yanıtlıyor sorumu. 'Şeriat altında mı yönetilmek istersiniz' diye sormam üzerine: 'Tabii. Ülkeme şeriatın gelmesini çok isterim. Müslüman olan herkesin de gelmesini isteyeceğine eminim. Herkes Müslümanım diyor ama herkes aynı Müslümanlığı yaşayacak kadar cesaretli değil.' 'Facebook'a bakın...' Üzerinde dini semboller olan kıyafetlerin giyilmesine yönelik eleştiriye ise başka bir açıdan yanıt veriyor: 'Biz zaten insanlara bunu giy, sokakta gez demiyoruz. Zaten belli bir alış amacı vardır. İnsan ya bunu alır giyer, sohbetine cemaatine gider, ya da münazaralarda toplantılarda giyer. Bunu zevki sefa için giymiyor zaten kimse. Ya da resim çekmek için giyilir. Facebook'a bakın, bu tişörtü giymiş bir sürü kişi var zaten.' Dükkan sahipleri ayrıca bu tip tişörtlerin satıldığı 'en az 15 internet' sitesi var diyor ve ekliyor Fatih'te üzerinde El Kaide'nin eski lideri Usame Bin Ladin'in resminin olduğu tişörtler satıldığını söylüyor. 'İslam'a sığar mı?' Dükkanın sokağında oturan ve çocukluğundan beri burada oturduğunu söyleyen Celal Karagül ise dükkanın sattığı tişörtlerden rahatsız. 'Elhamdülillah Müslümanız. Orada İslami Giyim yazıyor. E biz İslami giyinmiyor muyuz? İslam deyince kapanmak şart mıdır? Hangi çağda yaşıyoruz. Böyle bir dükkanın işleyeceğini sanmıyorum. Bu sembolleri kullanan adamlar kafa kesiyorlar. Bu İslama sığar mı?' diyor. Dün gece dükkanın camlarına 'Hizbullah' ve 'Nasrallah' yazılmış boyayla. Dükkanın ortakları bu yazıları temizliyor bir yandan. Üçüncü ortağa bu yazıları soruyorum. Şiilere karşı bir düşmanlıkları var mı? Şöyle yanıtlıyor sorumu: 'IŞİD denilen kuruluş Şiileri hedef aldığı için bizim de IŞİD destekçisi olduğumuzu düşündükleri için tepki göstermişler. Benim Şiilere karşı hiçbir düşmanlığım yok. Benim düşmanlığım olsa Hz. Ali kitabı okumam.' Dükkan sahipleri ellerindeki stoğu tükettikten sonra bu tişörtlerden satmayacaklarını ancak üzerinde sadece peygamber mührü olan tişörtleri satmaya devam edeceklerini söylüyor. Rengin Arslan | BBC Türkçe
Hamas'tan Ateşkes, İsrail'den Ret
İsrail'in ateşkesi bozarak Gazze'yi yeniden vurmaya başlamasının ardından Hamas, Birleşmiş Milletler'in sunduğu 24 saatlik ateşkes önerisini kabul ettiğini açıkladı. Saldırılarına devam eden İsrail ise ateşkesi reddetti. İsrail Gazze'ye yönelik saldırılarını Gazze'den roket atılmaya devam edilmesi gerekçesiyle bozmuş ve Gazze'nin birçok noktasını aynı anda bombalamaya başlamıştı. Saldırının başlamasının ardından Hamas Birleşmiş Milletler'in 24 saatlik ateşkes önerisini kabul ettiğini açıkladı. Hamas kabul edilen ateşkesin bugün 14.00 itibariyle başlayacağını duyurdu. İsrail’in sabah saat 10’da başlayan bombalı saldırıları öğlen saatlerinde yavaşlarken öğleden sonra ise yeniden şiddetlendi. Gazze ile İsrail sınırındaki Filistin yerleşim birimleri füzelerle vuruluyor. Ordu yetkilileri sınır bölgesinde vurduğu evlerde İzzettin Kassam Tugayları üyelerinin olduğunu iddia ediyor. Hastane yetkilileri ise ölen veya hastaneye kaldırılanların sivil olduğunu söyledi. Gazze'deki Al Jazeera muhabirine göre, bombalanan evlerin enkazına ambulans veya kurtarma ekipleri hâlâ ulaşamadı. Hareket halindeki araçlar ve siviller bombalar veya keskin nişancılar tarafından vuruluyor. Hastanelerde de ilaç ve tıbbi malzeme sıkıntısı yaşanıyor. 'Bayramda insanlar evlerine dönebilsin diye' Hamas Sözcüsü Sami Ebu Zuhri, bayramda insanların evine dönebilmesi ve ambulansların güven içerisinde çalışabilmesi için ateşkesi kabul ettiklerini söyledi. Ancak Zuhri, 24 saatlik ateşkesin kabulünün 7 günlük ateşkes önerisini de kabul edecekleri anlamına gelmediğini belirtti. Zuhri, 'Halkımızın yararı için bu ateşkes önerisini kabul ettik. İsrail ateşkes tanımıyor. Halkımızı bombalıyor. İnsanların evlerine dönmesine izin vermiyor.' dedi. Bu ateşkes anlaşmasının herhangi bir görüşme ya da plana bağlı olmadığını belirten Zuhri, 'Görüşmeler bir yandan devam ediyor. Şu ana kadar belirgin bir sonuç vermedi. Ateşkes durumu olsa da olmasa da bu görüşmeler yürüyor.' diye konuştu. Ateşkes öncesi gazetecilere saldırı Tek taraflı ilan ettiği ateşkesi bozarak Gazze'yi yeniden bombalamaya başlayan İsrail ordusu Gazze’de gazetecilerin bulunduğu binadaki Aksa televizyonunun bürosunu roketle vurdu. İsrail ordusuna bağlı keşif uçakları, Gazze kent merkezinde bulunan Burç El Şuruk adlı binayı hedef aldı. Keşif uçakları tarafından fırlatılan füze gazetecilerin ofislerinin olduğu söz konusu binada Gazze'den yayın yapan Aksa Televizyonu bürosuna isabet etti. Saldırıda ölen veya yaralanan olup olmadığı henüz bilinmiyor. İsrail ateşkesi bozmuştu İsrail güvenlik kabinesi, Birleşmiş Milletler'in talebi üzerine, geçici ateşkesi pazar gecesi 00.00'a kadar uzatma kararı almıştı. Ancak İsrail ordusu, sabah saatlerinde Gazze yakınlarındaki bir askerinin havan topu ile öldürüldüğünü açıkladı. Bu açıklamadan kısa süre sonra da, İsrail'deki füze savunma sisteminin sirenleri çaldı. Al Jazeera muhabirleri de, Hamas'ın silahlı kanadı Kassam Tugayları'nın İsrail'in birkaç bölgesinde roket atıldığını duyurdu. Bu haberlerin ardından İsrail ordusu, Hamas'ın roket saldırılarını gerekçe göstererek saldırılara yeniden başladı. Al Jazeera'nin Gazze'deki muhabiri Vail Dahduh, İsrail'in şimdiye kadar ilk defa Gazze'nin çok farklı bölgelerini aynı anda bombaladığını söyledi. Şecaiyye, Tüffah, Zeytun ve Cebaliye bölgelerini ağır bombardıman altına alan İsrail ordusunun saldırılarında 10 Filistinli öldü. Ölen 13 Filistinli birlikte İsrail'in 7 Temmuz'da başlayan saldırılarında ölenlerin sayısı 1072'ye, yaralananların ise 6 bin 20'ye yükseldi. Paris'ten henüz sonuç çıkmadı Paris'te bir araya gelen Türkiye, Katar, ABD, Fransa, İtalya, Almanya ve İngiltere Dışişleri Bakanları Gazze’de kalıcı ateşkes sağlanması için yoğun görüşmeleri sürdürse de henüz beklenen sonuç çıkmadı. Paris’te Gazze’de kalıcı ateşkes anlaşmasına varılması için yoğun çabaları sürdüren Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, yaptığı basın açıklamasında, bölgede kalıcı ve sürdürülebilir bir ateşkes olana kadar çaba sarf edeceklerini belirterek, bundan asla vazgeçmeyeceklerini vurguladı. Gazze'deki insani durumun giderek kötüleştiğini dile getiren Davutoğlu şu ifadeleri kullandı: 'Ramazan Bayramı yaklaşırken şiddetini arttıran saldırılara karşın bölgede kalıcı ateşkesin sağlanması için Türkiye olarak çabalarımızı daha da arttıracağız. Zaten başından beri bunun için çabalıyorduk. Hatta son birkaç gündür, Sayın Kerry ile konuya ilişkin birçok kez görüş alışverişinde bulunduk, telefonla konuştuk. Bugün hala devam ediyoruz. Aslında ateşkese çok yaklaşmıştık ancak İsrail tarafı son anda reddetti. Hala çok çalışıyoruz. Kalıcı ateşkes sağlanana kadar konunun takipçisiyiz. Türkiye olarak bu iş sonuçlanana kadar uğraşacağız. Tüm müttefiklerimize, tüm taraflara şunu söyleyebilirim ki Türkiye çok çalışıyor. Türkiye, kalıcı ateşkes için çok çalışıyor' Kaynak: Al Jazeera
İstanbul Emniyeti Herkesin e-Postasını Takibe Alacak Karar Çıkartmış!
22 Temmuz operasyonunda tutuklanan eski İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Erol Demirhan'ın imzasıyla Marmara bölgesindeki bütün maillerin izlenmesi talep edildi. 16 Ekim 2009'da lağvedilen özel yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi talebi onayladı. Radikal'den İsmail Saymaz'ın haberine göre, İstanbul Emniyeti Müdürlüğü’nde illegal dinlemeler yapıldığı iddiasına ilişkin polis müfettişlerince hazırlanan raporun ek klasörlerinde iki skandal belgeye yer verildi. İlk belge, eski İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Erol Demirhan’ın imzasını taşıyor. Demirhan tarafından 16 Ekim 2009’da lağvedilen özel yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yazılan altı sayfalık yazıda; daha önce telefon ve sinyal bilgilerinin incelenmesine mahkemece üç ay süreyle izin verildiğini, bu sürenin de evrakla aynı gün dolduğu ifade ediliyor. Demirhan’ın yazısında, yasadışı örgütlerin takipten kurtulmak için internetten iletişim kurduğu vurgulandı. “Örgütsel iletişim sağlanması, eylem hazırlıkları ve talimatlarının iletilmesi ve patlayıcı düzeneklerinin kurulması gibi son derece önemli hususların sosyal paylaşım siteleri gibi görüntü, ses ve data iletişiminin yapıldığı alanlarda paylaştıkları” belirtildi. Örgütlerin “güvenlik güçleri tarafından değerlendirilemeyeceğinden hareketle yurtdışındaki internet servis sağlayıcı şirketler üzerinden iletişim kurmaya özen gösterdikleri” savunuldu. İnternetin, eylem üstlenmesinde de kullanıldığı belirtilerek “Eylemlerin üstlenilmesi sırasında kullanılan elektronik posta haberleşmesinin takibi, eylemlerin aydınlatılması, eylemleri gerçekleştirenlerin yakalanmasında ve bu şekilde, faili belli olmayan eylemler ile ülkemizin içerisinde bulunduğu demokratikleşme sürecine darbe vurulmasına engel olunmaktadır” denildi. Yazıda şöyle devam edildi: “Eylemler karşısında gerek toplumumuzda terörle mücadele alanında devletimizin yeterince başarılı olamadığı kanısının oluşmasını engellemek, gerekse uluslara arası alanda faili meçhul cinayetlerin işlenebildiği ve devlet aygıtı tarafından bunların aydınlatılmasında yetersiz kalındığı bir ülke olarak tanımlanmamamız için internet üzerinden yapılan örgütsel iletişimin takibi ayrın bir önem kazanmaktadır.” Herkesi kapsayan karar Yazıda Emniyet’in DHKP/C, Devrimci Karargah, MKLP, PKK , Hizbullah, El Kaide ve Hizbuttahrir ile organize suç örgütlerine yönelik operasyonlarından bazı bilgileri ve bu örgütlerin kimi eylemlerine yer verildi. Ardından “Bu örgütlerin ve birtakım isimler altındaki grupların ileriye dönük stratejilerinin tespit edilebilmesi ve toplumda meydana gelebilecek muhtemel provokatif olay ve oluşumların istihbar edilebilmesi, eylemlerin planlama ve hazırlık aşamasında deşifre edilebilmesi” için bir dizi talep sıralandı. Lağvedilmiş özel yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Hakimi Gökmen Demircan’ın mahkemenin yargı çevresi kapsamında kalan İstanbul, Marmara, Trakya ve Bursa civarında yaşayan herkes tarafından kullanılan, “Hotmail” ve “Yahoo” gibi yurtdışında bulunan servis sağlayıcılarına ait bütün e-posta ve sinyal bilgilerinin üç ay süreyle incelenmesi talebinde bulunuldu. Aynı süre içerisinde tüm internet sitelerinin iletişim ve sinyal bilgileri ile yurt içindeki servis sağlayıcılarının abonelerine ait kimlik bilgileri, kimlik fotokopileri ve hatta bayi bilgileri dahi talep edildi. Bu bilgilerin TİB’den, Türk Telekom’dan ve diğer internet servis sağlayıcılarının internet altyapılarından online olarak alınmasını istedi. Yazıda, bilgilerin delil olarak değil, istihbari amaçlı kullanılacağı, kullanıldığı takdirde sorumluluğun Emniyet Müdürlüğü’ne ve ilgili personele ait olduğu kaydedildi. Aynı gün onandı Soruşturma olmaksızın yapılan bu talep, bir savcılık üzerinden değil, doğrudan mahkemeye sunuldu. İkinci skandal belgede Hakim Gökmen Demircan de talebi aynı gün onadı. İki sayfalık kararda, “İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube yazısında belirtildiği gibi ülkemiz genelinde devamlı eylemler gerçekleştiren terör faaliyetlerini fırsat buldukça uygula maya koyan yıkıcı ve bölücü terör örgütlerinin takibi, militanların yakalanması, gerçekleştirebilecekleri eylemlerin önceden haber alınarak önlenmesi açısından kişiler aleyhine delil olmayacak şekilde münhasıran istihbarat hizmetinde kullanılmak üzere tüm detay kayıtlarının alınmasının zorunlu olduğu” ileri sürüldü. Dosyaya giren evraklarına göre; bu karar uyarınca kimi gazeteciler ve polislerin e-posta adresleri ve ADSL hattı sahte isimlerle takibe alındı. Haber: İsmail Saymaz | Radikal
Hizbullah: 'Türkiye IŞİD'e Desteğinin Bedelini Ödeyecek'
Hizbullah lideri Nasrallah, bir canavar olarak nitelediği IŞİD’in tüm bölgeyi tehdit eden ve mutlaka yenilmesi gereken bir örgüt olduğunu söyledi. Nasrallah, IŞİD’in palazlanmasında ABD, Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin de olduğunu ifade etti ve bu ülkelerin de güvende olmadıklarını savundu Lübnanlı direniş örgütü Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah, Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) bölgede giderek büyüyen ve mutlaka yenilmesi gereken bir tehdit olduğunu söyledi. Nasrallah, Lübnan gazetesi El Ahbar’a verdiği altı saatlik röportajın bugün yayımlaman ilk bölümünde, Suriye’de Devlet Başkanı Beşar Esad yönetiminin yanında savaşa girmelerinin de mezhepçilikle bir ilgisi olmadığını belirtti. Suriye’ye, “Lübnan’ı, Lübnan’daki Direniş’i ve istisnasız tüm Lübnanlıları savunmak için” girdiklerini söyleyen Nasrallah, Ersal da yaşanan son olayların da kendilerini haklı çıkardığını savundu. Suriye’de savaşmalarının örgütün ulusal karakteriyle çelişmediğini vurgulayan Nasrallah, Kuseyr’de kendi ülkelerini, Lübnan sınırını koruduklarını ve silahlı grupların kuzey Beka ve Hermel’e girmelerini engelledikleri ifade etti. Bugünse bölgede daha ciddi bir tehdit olduğunu söyleyen Hizbullah lideri, IŞİD’in tüm bölgeyi tehdit ettiğini ve büyük küresel güçlerin çıkarlarını da etkilemeye başladığını belirtti. Nasrallah, 'Bu savaşta Lübnan, Suriye, Irak, Filistin ve tüm bölgenin korunması için herkesin destek sağlaması gerekir. IŞID, Sünni, Şii, Müslüman, Hristiyan, Dürzi, Ezidi, Arap ve Kürtler için bir tehlike teşkil ediyor” dedi. IŞİD’i bir canavar olarak nitelendiren Nasrallah, “IŞİD denen canavar, dost-hasım ya da müttefik-düşman ayırt etmiyor, hiçbir sınırlaması yok” ifadesini kullandı. Şii lider, “Birleşmil Milletler’e göre Ezidi kadınları ve çocukları canlı canlı gömdüler. Katliamı bir sanata çevirdiler. İşler nasıl bu noktaya geldi? Bu seviyeye ulaşmak için bu zihniyet yıllarca üretildi” dedi. 'IŞİD KİMSEYİ AYIRT ETMİYOR' IŞİD’ın Şii-Sünni ayırmadığını, Irak’ta kendileriyle işbirliği yapmayı reddeden Sünni imamları ve şeyhleri de öldürdüğünü hatırlatan Nasrallah, Hıristiyanlar ve Ezidiler gibi azınlıklara yapılan zulümler dışında örgütün binlerce Sünni’yi de evinden ettiğini ifade etti. Nasrallah, “IŞİD’in sınırları yok. Gerçek bir tehlike ve çok sayıda ülke endişeli” diye konuştu Hizbullah lideri, “Ancak biz insanlar arasıda bir terör hali yaratmak istemiyoruz. Bu tehlikeyle kesinlikle başa çıkılabilir, üstesinden gelinebilir ve yenilebilir. Tabii bu tehdidi ciddiye alırsak” dedi. TÜRKİYE'Yİ SUÇLADI Nasrallah röportajında Türkiye’yi de IŞİD’e destek vermekle suçladı. Nasrallah, “Tekfiri düşüncenin takipçilerinin olduğu her yerde IŞİD için bir zemin olacaktır. Bu zemin Ürdün’de, Suudi Arabistan’da ve diğer Körfez ülkelerinde var. Sırası geldiğinde hiçbir devlet IŞİD’in gazabına karşı güvende olmayacak, bu örgüte destek sağlamış olduğuna ya da bu örgütten yararlanmaya çalıştığına inansa bile. Türkiye’de benzer bir durumda. Sonuçta IŞİD gökten paraşütle inmedi. Herkes, dünyanın her yerinden gelen bu militanların içeriye girebilmek için hangi sınırları kullandığını, kimlerin yardım ettiğii, para, silah ve eğitim sağladığını biliyor. Başından bu yana kendi zehirlerini tadacaklarına inandık. Bu yılanı kendileri yarattı ve şimdi yılan onlara döndü, Amerikalılara, Türklere ve Körfez ülkelerine” dedi.Birgün
"IŞİD Devlet Olmak İstiyor"
Suriye ve Irak konusunda uzman isimlerin başında gelen Yezid Sayigh’e göre IŞİD'de devlet aklı var. Bu aklın arkasında ‘örgütlü bir devlette çalışmaya alışmış ve teknik kapasiteleri de hayli gelişmiş' kişiler var. Ortadoğu’da devlet yapıları, otoriterlik ve ordular üzerine çalışmalar yapan Profesör Yezid Sayigh ile Irak ve Suriye'de alan hakimiyeti kazanan IŞİD 'i konuştuk. IŞID'in yalnızca küçük ve aşırılık yanlısı bir örgüt olarak algılanmasının hata olacağını söyleyen Sayigh’e göre, IŞİD’i farklı kılan devlet iddiası ve kurumsallaşıyor olması. IŞİD, “Biz devletiz, devlet gibi davranıyor ve devlet gibi konuşuyoruz, siz de bizi devlet olarak görmelisiniz” diyor ve şimdilik kimse ciddiye almasa da tanınmak istiyor. Carnegie Vakfı'nın kıdemli uzmanlarından Sayigh'e göre, sosyal medyada çok güçlü mesajlar veren, kendi imajına yatırım yapan IŞİD, yalnızca ötekileşmiş Arap gençleri arasında değil, heyecan arayan askeri hayata ilgi duyan batılı gençlere de çekici geliyor: ' Müslüman kökenli olmasa dahi ‘dünyayı değiştirmek için’ IŞİD’e katılanlar var ve sayıları hiç de az değil. 1930’larda Franco’ya karşı savaşmak için İspanya’ya giden Amerikalılar ve Avrupalılar gibi, şimdi de gençler Suriye ve Irak’a savaşmaya gidiyor.' Sayigh, IŞİD ile etkin mücadele edilebilmesi için Irak’taki Sünnilerin sisteme dâhil edilmesinin yeterli olmadığını, bizzat sistemin reforme edilmesi gerektiği görüşünde. Aksi takdirde IŞİD çok daha uzun süre var olmaya devam edebilir . Dahası “Arap dünyasında kötü olan her şeyi reddetme’ temeli üzerine kurulu IŞİD'in mesajı, dünyadaki benzer örgütlerin de IŞİD’e biat etmesini beraberinde getirmeye başladı bile. Yezid Sayigh, Al Jazeera ’nin IŞİD'e ilişkin sorularını Londra’dan Skype ile yanıtladı. Profesör Yezid Sayigh, Carnegie Vakfı’nın Beyrut bürosunda Suriye krizi, Arap ordularının siyasetteki rolü ve İsrail-Filistin anlaşmazlığı üzerine çalışıyor. Filistin kökenli Sayigh, daha önce de King’s College London ve Cambridge üniversitelerinde görev yaptı. İsrail ile FKÖ’nün 1991-1994’teki Gazze ve Eriha müzakerelerinde Filistin heyetinin üyesiydi. 1999’dan beri de nihai statü görüşmelerinde Filistin heyetine danışmanlık yapıyor. Suriye Muhalefetinde Liderlik Sorunu, Devlet’in de Üzerinde: Subayların Mısır’ı, Hamas’ın Gazze Politikası, Devlet İnşası: Batı Şeria ve Gazze’de Otoriter Dönüşüm adlı kitapları var. IŞİD, halifeliğe dayanan İslami bir devlet kurma amacında olduğunu söylüyor. Gerçek amaçları bu mu? Ne yapıyorlar bu amaca ulaşmak için? Tamamıyla şeriata dayalı politik iktidar kurmak istiyorlar. Tabii kendi anladıkları anlamıyla şeriat. Ele geçirdikleri yerlerdeki duruma baktığımızda çok açık olan bir şey var; hem askeri hedefleri için, hem de kamu hizmetleri sunmak; elektrik, ekmek, yiyecek gibi temel ihtiyaçları karşılamak için gerekli finansal kaynakları sağlamaya çalışıyorlar. Benzer örgütlere göre, insanları devamlı yönetmek için nasıl bir yapı kurulması gerektiğini daha iyi anlıyorlar. Bu açıdan bakarsanız, İran ya da Suudi Arabistan gibiler. Örgütlüler; askeri açıdan bakıldığında, birkaç yıl önce hapishaneleri birbiri ardına basarak ve oradaki mahkûmları kendi saflarına katarak güçlerini arttırmaya başladılar. Sanki bir kurmay aklıyla hareket ediyor gibiler ama gerçekten öyle mi, yoksa adım adım güçlenmeleri bir dizi tesadüfün sonucu mu? IŞİD etkin bir örgüt diyebiliriz; tıpkı bir banka, müteahhitlik firması ya da Lübnan Hizbullah’ı gibi. Örneğin, belli bir yerde belli yetenekleri olan insan gücüne ihtiyaç olduğunu saptayıp bunu nereden bulabileceklerini düşünüyorlar. Yapılması gereken iş sivil bir iş ise ve kendileri yapmak istemiyorlarsa, işi görmezden gelmek yerine “mevcut bürokratı ya da teknikeri bu işi yapması için işe alalım” gibi bir çözüm üretiyorlar. Benzer bir biçimde, “deneyimli askeri komutanlara, eski bürokratlara ihtiyacımız var” diye düşündüler, bu personel de Irak’ta hapishanelerdeydi. Hapishaneleri basıp, mahkûmları serbest bıraktılar ve bünyelerine kattılar. Bankalara ve petrol sahalarına saldırdılar. Sorunları önceden görebilmek onların en büyük avantajı. Şu anda yaptıkları şeyi yapmak, yani bir yandan ele geçirdikleri bölgeleri egemenlikleri altında tutmak, savunmaya devam etmek, yönetimlerini güçlendirmek ve bir yandan da genişlemeye çalışmak, petrol bölgelerini ele geçirmek ve petrol satmak gerçekten de zaman, insan gücü ve çaba gerektiriyor. Tek başlarına mı yapıyorlar bunu? Şu anda çeşitli Sünni gruplarla özellikle Irak’ta işbirliği yapıyorlarmış gibi görünüyor. Ama öyle bir zaman gelecek ki, gücü sadece kendi ellerine geçirmek için uğraşacaklar. Bunu yapabilecek güçleri var mı? İşte burası henüz belli değil. Aslında planlamada etkinler, taktiksel olarak da akıllılar ama bütün bu sorunlarla baş edip edemeyeceklerini yakın bir zamanda göreceğiz. Bu sistemin arkasında kim var? Asıl kişilerin önemli bir çoğunluğu Irak’taki isyanın bir parçası olan kişiler. Birçoğu muhtemelen ordunun, Baas Partisi'nin ya da hükümetin parçasıydı. Bir kısmı başka Sünni gruplardan geliyor ama bu aklın arkasındaki kişiler, örgütlü bir devlette çalışmaya alışmış, teknik kapasiteleri de gelişmiş kişiler. “Bu aklın arkasında kim var” sorusuna yanıt ararken öyle çok uzaklara bakmaya gerek yok bence. IŞİD’in başka ülkelerin, istihbarat örgütlerinin desteğinde ya da denetiminde olduğuna dair iddialar var. Sizce bunlar doğru mu? Temel olarak buna yanıtım, hayır. Bazı devletlerin, bazı örgütlerden zaman zaman çıkar sağlaması, onları yönlendirmeye çalışması, bazı kişileri tutuklamaktan kaçınması ile desteklemesi arasında bir fark var. Mesela Türkiye, uzun bir süre yabancı savaşçıların sınırlarını kullanmasına izin verdi. Bilinçli bir biçimde, sınırlarından yapılan geçişlere dikkatlice bakmadı. Suriye’den gelen benzinin Türkiye’de satıldığını otoriteler biliyordu ama ‘kim bundan çıkar sağlıyor’ diye sormadılar. Bu ılımlı muhalifler de olabilirdi, bazen Nusra Cephesi ve evet bazen de IŞİD. Bu davranış ile açıkça desteklemek ya da işbirliği yapmak arasında elbette bir fark var. Suudi Arabistan, İran ve Maliki yönetiminin de IŞİD’i desteklediği iddia edildi ama bunların da IŞİD ile destekleme boyutunda ilişkisi olduğunu sanmam. Sonuçta IŞİD, El Kaide’nin bir parçasıydı ve bütün bu ülkeler El Kaide ile mücadele ettiler. IŞİD üyelerini kimler arasından seçiyor? Kimler IŞİD’e katılıyor? Epey bir çeşitlilik var. Temel olarak bugünkü Irak’tan dışlanmış Iraklılar; özellikle Saddam Hüseyin’in yenilmesi, Baas Partisi'nin yok edilmesinden sonra. Aynı zamanda diğer Arap ülkelerinden, siyasal, ekonomik ve sosyal olarak ötekileşmiş olduğunu hisseden insanlar. Mısır, Fas, Cezayir, Tunus ve Ürdün’ün alt sınıflarından gelen, çok fakir, çok fakir olmasa bile, kayıt içi ekonomiyi bırakıp kayıt dışı ekonomide çalışan ya da işgücünü satmak için başta Körfez ülkelerine olmak üzere yüksek oranda göç eden insanlar. Burada milyonlarca insandan söz ediyoruz. Bu insanların bazıları militanlaşıyor ve çeşitli cihatçı gruplara katılıyorlar. Fakir mahallerden, mülteci kamplarından ve varoşlardan geliyorlar. Yabancı savaşçılar? Nereden geliyor olursa olsunlar, Çeçenistan ya da Çin ya da Avrupa, bunlar çoğunlukla ikinci ya da üçüncü kuşak göçmenler, yabancılaşmış ve kültürel anlamda dışlanmış kişiler. Fakat bir de azımsanmayacak başka bir kesim var; askeri hayattan hoşlanan, bundan heyecan duyan, aslında ABD ordusu ya da başka bir orduya katılabilecekken IŞİD’e katılanlar. IŞİD sosyal medyada çok güçlü mesajlar veriyor, kendi imajlarına epey yatırım yapıyorlar ve bütün bunlar dünyanın her yerindeki bu tip gençlere farklı geliyor. Hatta bazıları Müslüman kökenli bile değiller, ya da öyle bir arka planları yok. Bazıları meseleye ‘dava’ olarak bakıyor; emperyalizmle, Amerikalılarla, Irak ve Suriye’de yapılmış bütün o korkunç şeylerle savaşmak istiyorlar. 1930’larda Franco’ya karşı savaşmak için İspanya’ya giden binlerce Avrupalı gibi. O zamanlar bu komünizm ya da uluslararası dayanışma adına yapılıyordu. Dünyayı değiştirmek isteyen ve bunun heyecan verici olduğunu düşünen insanlar. Bunun adına şimdi cihat diyoruz ve Franco yerine Amerikalılar, Maliki ya da Esed ile savaşılıyor. “IŞİD devletleşiyor” Nasıl bir örgütsel yapısı var IŞİD’in; sıkı bir emir komuta zinciri mi, hücreler biçiminde mi? Örgütün 2008’den beri var olduğunu ve diğer cihatçı örgütlere benzer, biat etme üzerine kurulu bir yapısının olduğunu biliyoruz. Emirlerin her türlü kaynağı ve üyeyi sıkı bir biçimde kontrol ettiği bir yapı; bir üstteki emir de, diğeri üzerinde aynı otoriteye sahip. Ama IŞİD’i benzer diğer gruplardan ayıran bir şey var: IŞİD, devlet kurmaya çalışan cihatçı bir örgüt ve öyle gözüküyor ki Şura Konseyi de olan bir yapı. Dolayısıyla bu yapıları ve süreci kurumsallaştırmak, rutinleştirmek zorunda. Mesela Bağdadi öldürülür ya da ölürse, ya da kansere yakalanırsa yerine kimin geçeceğini belirleyen bir mekanizma olmalı. Ya da mesela, şeriata uyulmazsa ne olacak? IŞİD bunları düşünmek ve buna göre bir örgütlenme yapısı ortaya çıkarmak zorunda kalacak. Bütçe sorunu ne olacak? Petrol ihracatı ne olacak? Ya dış ilişkiler? Bütün bunlar IŞİD için bir sorun ve şimdiki yapısının bu sorunlara yanıt vermede yeterli olup olmadığı belli değil. IŞİD ile nasıl mücadele edilebilir? IŞİD’i gerçekten yenmek için Irak Sünnilerinin hatırı sayılır desteğini almak şart. Farklı gündemlerle hareket eden farklı Sünni gruplar var ve amaçları IŞİD ile aynı değil. Birleşik Irak’ta kalmak isteyen ve 2003’ten sonra olan her şeyi reddeden gruplar bunlar. IŞİD ile müttefik olabilirler ama bir noktada IŞİD’in onları yok edeceğini, ya da kendi liderliğinde birleşmeye zorlayacağını anlayacaklar. Bu kaçınılmaz. Bu grupları Bağdat hükümetinde gerçekten de bir arada yaşama, bütünleşme, yetki paylaşma ve kapsayıcı olma yönünde gerçek bir irade olduğuna ikna etmek gerekiyor, çünkü geçmişte de bunlar konuşuldu, sözler verildi ama değişen bir şey olmadı. Bu ikna kritik, çünkü bu olmadan IŞİD’in elindeki bölgelerde askeri durum değiştirilemez. IŞİD de kendisini destekleyen bu gruplarla bir gün çatışabileceğinin farkında herhalde? Kesinlikle farkında. Eninde sonunda diğer Sünni gruplar IŞİD’e meydan okuyacaklar. IŞİD de arkasına yaslanıp bunun olmasını beklemeyecek ve beklemiyor da zaten. Şimdiden kendi içinde güçleniyor ve diğerlerini zayıflatıyor, bunun için de geçmişte Saddam Hüseyin’in kullandığı, şimdi de Suriye rejiminin kullandığı yöntemlere başvuruyor, paralarını kesiyor, köylere, mahallelere el koyuyor. IŞİD’in kaç savaşçısı, adamı var? Bunu kimsenin gerçekten bildiğini sanmıyorum. İstihbarat örgütlerinin bile çok genel tahminleri var. Beş-on bin kişiden söz ediliyor. Suriye muhalefeti yalnızca geçen ay 6 bin kişinin IŞİD’e katıldığını duyurdu ki, olabilir. Çünkü diğer gruplardakiler, kendi gruplarını IŞİD’e katılmak için terk ediyor. Ayrıca kontrol ettikleri bölgelerde, para önererek, ki insanların çok ağır bir biçimde ihtiyacı var paraya, ya da zorla, bazen de aşiretlerden transfer ederek savaşçı sayısını arttırıyorlar. Bütün bu yöntemleri geçmişte Saddam Hüseyin uygulamıştı, yakın bir zamanda da Esed. Ne olacak IŞİD’e? İddia ettiği gibi bir devlet mi olacak, yok olup gidecek mi? Sanırım bu soruya birçok uzman, basit ve akla ilk gelen yanıtı verirdi: Bu aşırılık yanlısı terörist bir örgüt, o kadar. Ama IŞİD’in farklı olan bir tarafı var. Herkes onları çok ürkütücü, tehlikeli gördüğü ve yok etmeye uğraştığı için bu çok delice gelebilir ama yeni bir devlet kurduklarını söylüyorlar. Ara sıra yayınlarında başka ülkelerde temsilcilik açmaya, dış ilişkiler kurmaya yönelik referanslar görüyorsunuz. Tanınma meselesine çok büyük önem verdikleri görülüyor. Hilafet ilan ettikten sonra yaptıkları ilk iş, tanınmayı istemek oldu. Bağdadi’nin hilafetini tabii ki kimse ciddiye almadı ama onun bu meseleyi ne kadar ciddiye aldığını görüyoruz. Ele geçirdikleri yerlerde kendilerine Da’iş denilmesini yasakladılar. [Arapça’da Irak-Şam İslam Devleti’nin kısaltılmış hali] Bu yasağın tek nedeni, bunun kendilerinden hoşlanmayanların kullandıkları bir kısaltma olması değil. Da’iş, bir devlete değil örgüte işaret ediyor. IŞİD ise “Biz devletiz, devlet gibi davranıyor ve devlet gibi konuşuyoruz, siz de bizi devlet olarak görmelisiniz” diyor. Ama bu kafa keserek, insanları canlı canlı gömerek mi olacak? Bu devlet gibi hareket etmek mi yani? Tüm 'devletlerde' olduğu gibi, bana göre IŞİD'in ana kaygısı yereldeki gücü ve meşruiyeti, ve IŞİD bu uğurda dışarıyı yabancılaştıran eylemlerden de çekinmeyecektir. Zina yapanları taşlamak, hırsızların ellerini kesmek, Sufi türbeleri yok etmek gibi eylemlerin tümü, gerek IŞİD'in -kendi anladıkları haliyle- şeriat kanununa ne kadar sıkı sıkıya bağlı olduğunu, gerekse cebri gücünü, -ki buna bu denli şiddetli veya doğrudan olmasa da tüm devletler başvurur- ortaya koyarak bu amaca hizmet ediyor. Bir ABD'linin kafasını kesmek büyük ihtimalle daha çok ABD'ye mesaj niteliğinde; IŞİD'in, Bağdat'ı desteklemesi halinde ABD'yi karşısına almaya ne kadar kararlı ve hazır olduğunu gösterme amacı taşıyan ve dolayısıyla caydırıcılığı olacak bir mesaj. Unutulmamalı ki devletler her zaman kusursuz bir iç uyuma sahip olmayabilirler; birbiriyle çelişen farklı politikaları olabilir veya dışarıya çelişkili mesajlar yollayabilirler. Geleceğe yönelik olarak en kötü ve iyi durum senaryonuz ne? Hem bölge açısından hem de IŞİD’in ele geçirdiği yerler açısından? IŞİD’e ne olacağı Irak ve Suriye’deki gelişmelere bağlı. Daha önce söylediğim gibi Bağdat hükümeti ve dış destekçilerinin, özellikle ABD ve İran’ın IŞİD’e nasıl davranacağına ve Sünnilerin Irak’taki sisteme yeniden entegre olmasına bağlı. Bu konuda ciddi adımlar atılırsa ve bunlar kalıcı olursa, ancak o zaman askeri ya da diğer yöntemler sonuç almaya başlayabilir. Bağdat hükümeti de kendisini reforme etmeli, çünkü bürokrasisi, ordusu, polis gücü de büyük ölçüde kifayetsiz ve yolsuzluğa batmış durumda. Dolayısıyla Bağdat hükümetinin karşı karşıya olduğu sorun, yalnızca Sünnileri sisteme dâhil etmek için reform yapacağına onları inandırmak değil, kendisini de reforma tabi tutabilmek. Bu başarılırsa IŞİD gücünü kaybetmeye başlayabilir. Bütün bunların olup olamayacağını önümüzdeki aylarda göreceğiz. Bu yönde adım atılırsa da sonuçları bir, iki yıl içinde hissedilmeye başlayacak. Bu da en iyi durumda, en iyi koşullar altında olabilecek şey. Ama tarif ettiğim gibi olmazsa, IŞİD’in zayıflaması daha fazla zaman alacak. Bana öyle geliyor ki Irak bu sorunla en az 10-15 sene daha baş etmeye çalışacak. Çünkü mesele yalnızca IŞİD değil, 11 yıldır şu ya da bu seviyede devam eden Sünni isyan. Sünni federal bir devlet çözüm olabilir, bu da beraberinde kendi problemlerini getirebilir tabii ama hiç olmazsa belli ölçüde istikrar ve uzlaşma sağlar. Bunun IŞİD ile olacağını sanmam. Alternatif diğer Sünni liderler, ama onların da ya güçleri zayıflatılmış durumda, ya yalnız bırakılmışlar ya da IŞİD ile mücadele etmekle ya da ona destek vermekle meşguller. Bu durumun değişmesi için de en az iki, üç yıla ihtiyaç var. Bunlar olmuyorsa, IŞİD’in sürekli başkalarıyla savaşıyor olsa bile, kimse onu tanımasa bile varlığına devam etmemesi için neden göremiyorum. Geniş toprakları elinde tutmaya ve başkalarını tehdit etmeye devam edecektir. Bölge açısından bakıldığında? Birbirleriyle zıt gibi gözüken iki durum var. Bir taraftan IŞİD yerel bir fenomen. Irak’a ve kısmen de Batı Suriye’ye özgü. Yabancı savaşçıları dünyanın değişik yerlerinden gelseler de, IŞİD temel olarak Iraklı bir örgüt, desteğini oradan alıyor. Afganistan’daki Taliban ve El Kaide gibi. El Kaide çok güçlü ama Afganistan’dan atılabilir çünkü yerel değil. Bu noktaya dikkat edilmesi lazım: “IŞİD fikri”, mevcut yönetimi, Arap dünyasında kötü olan her şeyi, yolsuzluğu reddediyor. Bu anlamıyla da IŞİD’in, Irak sınırlarının dışına çıkan, bölgenin de sınırlarının dışına taşan herkese hitap eden bir yanı var. Dolayısıyla soru şu, mevcut ya da yeni yerel gruplar ne yapacak? Mesela Magrep’te El Kaide’ye değil, IŞİD’e bağlı olduğunu söyleyen gruplar ortaya çıktı ama Yemen’de El Kaide’ye bağlılık sürüyor gibi.Al Jazeera
"Almanya-ABD İstihbarat Savaşlarının Ortasında Kaldık"
Der Spiegel dergisinin yayınladığı kritik belgelerden biri de MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile ilgili. 15 Nisan 2013 tarihli rapor 'ABD istihbaratından gelen bilgilerin Fidan'ın İran bağlantılarına işaret ettiğine' dikkat çekiyor.Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan ile ilgili Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) kayıtlarında ortaya çıkan iddialar, Ankara’da hükümet çevrelerinde ve devlet kurumlarında “Almanya-ABD istihbarat savaşlarının ortaında kaldık” değrelendirmesine neden oldu.Kısa süre önce Alman basınında çıkan “Almanya Türkiye’yi dinledi” haberlerinin, ABD tarafından sızdırılmış olabileceği düşünülürken, dün Amerikan belgelerindeki Fidan’ın İran bağlantası ile ilgili iddiaları gündeme getiren haberlerin ise bu kez Alman istihbaratı tarafından sızdırılmış olabileceği iddiası konuşulmakta.İstihbarat savaşının ortasındayızAlmanya’nın Türkiye’yi dinlemesine ilişkin haberler konusu başkentte şöyle değerlendiriliyor: 'Bizim sızan haberlerin satır aralarından okuyabildiğmizi kadarıyla Almanya ile ABD arasında müthiş bir istihbarat savaşları yaşanıyor. Amerikan istihbarat görevlisi Edward Snowden tarafından sızdırılan NSA belgelerinde, Alman Başbakanı Angela Merkel’in yıllarca Amerikalılar tarafından dinlendiğinin ortaya çıkmasından sonra başlayan bir savaş bu. Almanlar buna karşı ülkelerindeki Amerikan istihbarat yetkilisini sınır dışı ederek misilleme yaptı. ABD de ona karşı başka adımlar attı. Ve bu böyle sürüp gitmekte. İşte Türkiye’nin dinlenmesi ile ilgili belgeler de bize göre bu savaşın bir parçası.”Önce ABD, sonra Almanya sızdırdıTürkiye’nin dinlendiğine ilişkin Alman basınına sızan ilk haberlerle ilgili başkentte yapılan ilk değerlendirmelerde, “Sızdırmayı ABD’nin yapmış olma olasılığı çok yüksek” sonucuna varılmıştı. Dün yine Alman basınının ortaya çıkardığı ve Amerikan istihbarat kuruluşu NSA belgelerinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın İran bağlantıları olduğu iddialarınınn yer aldığı haberleri de başkent koridorlarında, “Şimdi de Almanlar mı ABD’ye misilleme yaptı?” şeklinde yorumlandı.NSA da dinliyorduAlman basınında dün çıkan haberlerin öncesinde, Ankara’daki devlet kurumlarında yapılan analizlerde sadece Alman teşkilatı BND’nin değil, Amerikan NSA ve İngiliz istihbarat örgütlerinin de Türkiye’yi yakından dinlediği sonucuna varılmıştı. Yabancı istihbarat teşkilatlarının uydudan geçen konuşmalardan, yerdeki fiber optik kablolardan geçen konuşmalara kadar her türlü iletişimi dinleme altyapıına sahip olduğu vurgulanıyor.Dinleme amacı terör mü?Uzmanlar, Almanya, ABD ve diğer Batı istihbarat teşkilatlarının Türkiye’yi yakından izleme kararlarını “terör” tehdidine bağlıyor. Konuştuğumuz yetkililer, “DHKP-C onlar için de tehdit. PKK da öyle. Hizbullah da öyle. O yüzden dinlemek istemiş olabilirler buradaki gelişmeleri” değerlendirmesini yaptılar. Ancak Alman basınında dün çıkan iddialar, ABD’nin dinlemelerinin sadece terör tehdidine karşı dinleme amaçlı olmayıp, MİT Müsteşarı’na kadar yakın takipte olduklarını gösteriyor.Cumhuriyet
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
İlginç altüst oluşlar yaşıyoruz. Her şeye bir noktadan, örneğin AKP hükümeti yıpransın da bu nasıl olursa olsun gözünden bakanların bir kısmı, hükümet IŞİD’e karşı saldırı ittifakı içinde doğrudan yer almayınca birden bire askeri müdahale taraftarı kesildiler. AKP müdahale kararı alsaydı, bu kez “emperyalist güçler bloğu içinde yer alan BOP eşbaşkanı” teranesiyle ortaya kendilerini atacaklardı. AKP cephesinde de benzer bir siyasal oportünizm sergileniyor. Daha bir buçuk yıl önce Suriye’ye karşı birlikte askeri saldırı için Batı’lı müttefiklerini kışkırtan AKP yönetimi ve en başta Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, şimdi Irak’a askeri müdahaleye katılmamak için Türkiye’nin hassasiyetlerinden dem vuruyor. O hassasiyetler Esad’a karşı müdahalede hassaslıklarını kaybedip, IŞİD’e karşı müdahalede nedense birdenbire aşırı hassaslaşabiliyor.