onedio

Hrant Dink Haberleri

Hrant Dink ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Hrant Dink ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Perinçek’e Tahliye Veli Küçük’e Ret!
Mahkemeler 19 Ergenekon sanığının tahliyesine karar verdi. Tahliyesine karar verilen son isimlerden biri Doğu Perinçek. Veli Küçük dahil 7 sanığın tahliye talebi ise reddedildi. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Anayasa Mahkemesi'nin 'hak ihlâli' kararı üzerine 7 Mart Cuma akşamı Silivri Cezaevi'nden çıkarken, Ergenekon davasının diğer sanıkları için de tahliyeler gündemdeydi. Özel Yetkili Mahkemeleri kaldıran ve tutukluluk süresini 7,5 yıldan 5 yıla indiren yasanın cuma günü yürürlüğe girmesiyle, 5 yılı aşkın süredir cezaevide bulunan tutukluların tahliyesine kesin gözüyle bakılıyordu. Zira cuma günü birkçok davada benzer tahliye kararları çıkmıştı. Ancak, 13. Ağır Ceza Mahkemesi bugün sürpriz bir karar verdi. Veli Küçük, Doğu Perinçek, Tuncay Özkan, Sedat Peker, Mustafa Levent Göktaş'ın da aralarında olduğu Ergenekon davası sanığı 33 kişinin tahliye taleplerini reddetti. Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, Özel Yetkili Mahkemeleri kaldıran yasanın anayasaya aykırı olduğunu, bu konudaki kararın HSYK tarafından verilmesi gerektiğini söyledi. Özese, bu konuda Anayasa Mahkemesi'ne başvurduklarını açıkladı. Diğer mahkemelerden tahliye kararları Bu karardan kısa bir süre sonra, 13. Ağır Ceza'nın 'tahliye talebi reddedildi' diye açıkladığı isimlerden Tuncay Özkan, Levent Göktaş ve Sedat Peker için tahliye kararı açıklandı. Bu kararı 21. Ağır Ceza Mahkemesi verdi. Mahkeme Tuncay Özkan ve Levent Göktaş'a yurtdışı yasağı koyarken, Sedat Peker'e aldığı ceza miktarını dikkate alarak yasak koymadı. Ardından tahliye taleplerini inceleyen çeşitli mahkemelerden peş peşe tahliye kararları çıktı. Eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur, Emekli Org. Hasan Iğsız, Alaaddin Sevim, Danıştay saldırısı sanığı Alpaslan Aslan, Albay Dursun Çiçek, Eski Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin, Kemal Kerinçsiz, Yalçın Küçük, Teğmen Mehmet Ali Çelebi. gazeteci Merdan Yanardağ, Mehmet Demirtaş, Hikmet Çiçek ve Hasan Atilla Uğur için tahliye kararı verildi. Aralarında Veli Küçük'ün de bulunduğu 7 sanığın tahliye talepleri ise reddedildi. Aslan ve Çiçek cezaevinden çıkamayacak Dursun Çiçek, Balyoz davasından hüküm giydiği için, Alpaslan Aslan da 3 davadan kesinleşmiş toplam 4 yıl 2 ay cezası olduğu için cezaevinden çıkamayacak. Aslan'ın avukatı, bu cezanın yattığı süreden düşülmesini isteyeceğini açıkladı. İlk Tuncay Özkan tahliye oldu Silivri Cezaevinden ilk çıkan isim 1994 gün sonra tahliye olan Ergenekon sanığı Tuncay Özkan oldu. Özkan çıkışta yaptığı açıklamada, '6 yıl sonra zulmün bittiği, özgürlüğe kavuşytuğumuz bir gün olmasını çok isterdim. 6 yıl boyunca çektiğimiz sıkıntıların, gündem olmasını isterdim. Biz kin, husumet, öç alma duygusu içinde asla değiliz' dedi. Tuncay Özkan 1996'dan 2007'ye kadar 5 kez suikast girişimine uğradığını, 2007'de de öldürülmediği için hapse atıldığını söyledi. 'Bugün çıkarken dahi, aldıkları tavır ibretliktir, şeytanla yatağa girdiler, çarpılarak çıktılar' diye konuştu. Bozdağ: HSYK'yı göreve çağırıyorum Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Ergenekon mahkemesinin kararına ilişkin açıklamada, 'İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, kaldırılmış bir mahkemedir. Ortada olmayan bir mahkeme var. Burada görevli hakim ve savcıların görevleri sona ermiştir. Bunlar sadece ellerinde bulunan dosyaları devredebilirler. Bu işlemleri yapabilirler. Karar verme yetkileri yoktur. HSYK'yı göreve çağırıyorum' dedi. Mahkemenin ısrarı 13- Ağır Ceza Mahkemesi, davaya bakan mahkeme. Tahliye talepleri için yetkinin kendisinde olduğunu söylüyor. Sanık avukatları ise, 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin artık yok hükmünde olduğunu, tahliye taleplerinin nöbetçi mahkemelerce karara bağlanması gerektiğini savunuyor. Sanık avukatlarından Celal Ülgen, ilginç bir iddiada bulundu. Ülgen, hafta sonu 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin infaz koruma memurları aracılığıyla Ergenekon sanıkları tek tek tahliye dilekçesi topladığını iddia etti. Ve bu dilekçeler ışığında tahliye taleplerini reddettiği söyledi. Ülgen 'Biz avukatlar olarak mahkemeye böyle bir başvuruda bulunmadık. Bu mahkeme kanunla kaldırıldı. Mahkeme kanuna direniyor. Beni HSYK kurdu o kaldırsın nasıl der? Artık tarihe gömüldüler. Bunlar sadece direnmedir. Bu bir darbedir. Darbeyi yargılayanlar darbe yapmaya çalışıyor. Bazı nöbetçil mahkemeler de tahlliye taleplerine direnebilir.' dedi. Ülgen, tahliyelerle ilgili bir sorun yaşanmayacağını savundu. 'Sorun çıkması için legal bir kurum olmalıdır karşı tarafta. Legal bir kurum yok. Onun için verilen kararın kıymet-i harbiyesi yok' diye konuştu. Al Jazeera'nin görüşünü aldığı bir savcı ise, özel yetkili mahkemelere ellerindeki dosyaları teslim etmeleri için 15 gün süre tanındığını, bu süre içinde yetkinin de kendilerinde olduğunu söyledi. 13. Ağır Ceza'nın 'hayır' dediği isimler Mustafa Levent Göktaş, Mehmet Fikri Karadağ, Özkan Kurt, Ulaş Özel, İsmail Sağır, Mehmet Demirtaş, Hasan Ataman Yıldırım, Levent Ersöz, Muzaffer Tekin, Sedat Peker, Boğaç Kaan Murathan, Semih Tufan Gülaltay, Veli Küçük, Fikret Emek, Kemal Kerinçsiz, Serdar Öztürk, Yalçın Küçük, Aykut Metin Şükre, Ergün Poyraz, İbrahim Şahin, Kemal Aydın, Doğu Perinçek, Mehmet Bedri Gültekin, Turhan Özlü, Erkan Önsel, Hikmet Çiçek, Mehmet Deniz Yıldırım, Hasan Atilla Uğur, Tuncay Özkan, Durmuş Ali Özoğlu, Memet Zekeriya Öztürk, İsmail Yıldız, Oktay Yıldırım. Hukukçuların görüşü: Mete Göktürk - Eski Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Savcısı: 'Özel yetkili mahkemeler kalkınca bu davalar ağır ceza mahkemelerine devredildi. İki mahkemenin aynı suçlara farklı kararlar verebildiğini görüyoruz. Tam bir hukuk karmaşası hakim. Bu kararlara itiraz etmek hâlâ mümkün. Tahliye kararı verilenler çıkacaktır, asıl mağdur olanlar tahliye kararı verilmeyenler.' Yusuf Utku Tekayak - Ergenekon davasından 10 yıl hapis cezası alan Sedat Peker’in avukatı: 'Özel yetkili mahkemeler kalkınca, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yetkisi kalmadı. Artık incelemeleri yapacak olan diğer mahkemeler. 13. Ağır Ceza hâlâ görevli olduğunu söyleyip tahliyeleri reddediyor; ama bunun çözümü başka bir mahkemeyle alakalı değil. Kararı Yargıtay verir. 13. Ağır Ceza’nın tahliyesini reddettiği kişiler de itiraz hakkını kullanmalı. Tutukluluk süresinin 5 yıla inmesiyle zaten 13. Ağır Ceza kendiliğinden tahliye kararı vermeliydi. Burada bir hukuksuzluk var. Anayasa’yı ihlâl ediyor.' Süreç Başbuğ'un tahliyesi ile başlamıştı Mahkemelere, yeni yasanın yanı sıra, İlker Başbuğ'un tahliye gerekçesine atıfta bulunarak yapılan başvurular da vardı. Anayasa Mahkemesi, davada 5 Ağustos'ta açıklanan kararın gerekçesinin hâlâ yazılmadığına, bu nedenle temyiz yolunun kullanılamadığına dikkat çekmişti. Sanık avukatları dilekçelerinde, 'Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edildiği' yönündeki yüksek mahkeme kararının tüm sanıkları ilgilendirdiğini, Başbuğ için verilen tahliye gerekçelerinin kendileri için de geçerli olduğunu belirtti. Cuma gününden itibaren İstanbul Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi'ne bu iki gerekçeyle tahliye talebinde bulunanların sayısı 30'u geçti. Bu isimler arasında Yalçın Küçük, Sedat Peker ve Teğmen Mehmet Ali Çelebi de var. 5 yılı aşkın süredir cezaevinde olan ve müebbet hapis cezası alan gazeteci Tuncay Özkan, yine müebbet alan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, emekli Albay Hasan Atilla Uğur, Muzaffer Tekin, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, Hikmet Çiçek, Mehmet Demirtaş ve Oktay Yıldırım da daha önce tahliye talebinde bulunmuştu. Tutukluluk süresini 5 yıla indiren yasanın yürürlüğe girmesinin ardından, ilk tahliye olan isim, Hrant Dink cinayeti davası sanığı Erhan Tuncel'di. 8 Mart Cumartesi günü de, Zirve Yayınevi cinayetleriyle ilgili davanın beş sanığı tahliye edilmişti. aljazeera.com.tr
Yargıtay: 'Polisin Sokakta Adam Dövmesi İşkencedir'
Yargıtay, polisin sokakta bir kişiyi dövmesi hakkındaki davada 'işkence' kararına vardıPolisin sokakta ve araçta dövdüğü M.B.'nin davasında Yargıtay, olayı 'yaralama' değil 'işkence' sayarak önemli bir karara imza attı. Olayı görüp üstlerine bildirmeyen polis de suçlu bulundu. M.B.'nin avukatı Ergin Cinmen , “Karar polislere ders olarak okutulmalı” dedi. İstanbul’da, altı yıl önce kız arkadaşıyla gezen M.B.’yi ilk önce sokakta coplarla, sonra da kelepçeli halde bindirildiği araçta yumruklarla döven, yargılama sonunda ‘yaralama ve hürriyeti tahdit’ suçundan ceza alan üç polis hakkındaki karar, Yargıtay tarafından bozuldu. 8. Ceza Dairesi, M.B.’ye yapılan muamelenin ‘işkence’ kapsamına girdiğini belirterek, üç polisin bu suçtan cezalandırılmasını istedi. Daire ayrıca, dayağa karışmayıp arkadaşlarını uyarmakla yetinen ve beraat eden polise de ‘suçu bildirmemek’ suçundan ceza verilmesi gerektiğini belirtti. Davada, ‘işkence’ ile itham edilen üç polisten Muhammet Gişi, 2008 yılında gazeteci Hrant Dink’in birinci ölüm yıl dönümünde bir kişiyi ayağından vurmuş ve aldığı ceza, hiçbir duruşmaya katılmamasına rağmen, ‘duruşmalardaki iyi hali’ nedeniyle ertelenmişti. Radikal’de yer alan habere göre, İstanbul Dolapdere’de suça itilen çocuklara ilişkin sanatsal faaliyetler yürüten M.B., 17 Temmuz 2008’de kız arkadaşıyla birlikte yürürken, Alper Yüksel adlı polis “Gel lan buraya!” dedi. M.B. de, “Bana böyle hitap edemezsiniz” diye karşılık verdi. M.B.’nin iddiasına göre Yüksel, kendisini yakasını tutarak, darp etti. Polis Yüksel’e göre ise M.B. tekme atmıştı. Arbedenin büyümesi üzerine Murat Ponçaklı ve Muhammet Gişi adlı iki polis koşarak, coplarıyla M.B.’ye vurdu. Ponçaklı’nın copu M.B.’nin başına indi. Bir süre sokakta darp edilen M.B., kelepçelenerek polis aracına bindirildi. Yaklaşık 25 dakika boyunca Taksim ve Beyoğlu çevresinde dolaştırılan M.B., araçta da dövüldü. Gözü şişen M.B.’ye, “Beni hastaneye götürün” demesine rağmen bir birahaneden alınan buzla tedavi yapılmak istendi. Yırtılan tişörtünün yerine yenisi alındı. Hakkında gözaltı işlemi yapılmayan M.B., bir otelin önünde bırakıldı. Serbest kalan M.B., iki gün tedavi gördü. İddiasına göre Ponçaklı, M.B.’ye telefonda küfrederek, şikayetçi olmamasını istedi. M.B. üç polis hakkında suç duyurusunda bulunurken, kendisine vurmayıp arkadaşlarını uyaran polis İsmail Yılmaz’dan şikayetçi olmadı. Dört polis hakkında Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 94. maddesi gereğince ‘işkence’ iddiasıyla İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Dava 29 Aralık 2011’de bitti. Mahkeme, polis Alper Yüksel ve arkadaşlarının eylemlerinin yaralama kapsamında kaldığı gerekçesiyle üç polise birer yıl onar ay 15’er gün, ‘hürriyeti tahdit’ suçundan da birer yıl sekizer ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu cezalar ertelendi. Polis İsmail Yılmaz ise beraat etti. İtiraz üzerine dosya, Yargıtay’a gitti. Yargıtay 8. Ceza Dairesi 6 Mart 2014’te verdiği kararında M.B.’nin polis Yüksel tarafından, “Gel lan buraya” diye çağırılıp darp edilmesi, üç polisin cop ve yumruklarla dövülmesi, araçta gezdirilmesi ve hakarete maruz kalmasının bir bütün halinde işkence suçu kapsamında kaldığına hükmederek, kararı bozdu ve sanıklara TCK’nın 94. maddeden ceza verilmesini istedi. Beraat eden polis İsmail Yılmaz’ın da, “diğer sanıkların M.B.’yi darp etmeleri karşısında sadece uyarıda bulunması, dayağa engel olmaması, olayı olduğundan farklı şekilde aktarması, suçu öğrenip de yetkili makamlara aktarmaması” nedeniyle suçlu olduğuna karar veren Daire, bu kişiye de ‘suçu bildirmeme’ suçundan ceza verilmesi gerektiğini kaydetti. M.B.’nin avukatı Ergin Cinmen, Yargıtay’ın emsal oluşturacak nitelikte bir karar verdiğini belirterek, “Bu kararı aslında bütün polislerin okuması, kararın derste gösterilmesi gerekiyor. 1 Mayıs’larda yüzlerce insana bu muamele yapıldı. Karar sadece işkence ve kötü muameleye maruz kalmaya dair değildir. Aynı zamanda, uygar bir topluma nasıl varılabileceğini gösteriyor” dedi. M.B.’yi döven ve hakkında işkence suçundan ceza verilmesi istenen üç polisten biri olan Muhammet Gişi 2008 yılında Hrant Dink’in birinci ölüm yıldönümünde İstiklal Caddesi’nde çıkan olaylarda göstericilerin üzerine ateş etmiş ve 55 yaşındaki Kemalettin Rıdvan Yalın’ı bacağından vurmuştu. Gişi hakkında İstanbul 18. Asliye Ceza’da ‘kasten yaralama’dan dava açıldı. Kameraman Göktan Bedük, 7 Kasım 2008’de verdiği ifadesinde Gişi için, “Silahı çekerek taşın geldiği tarafa, göstericilere göğüs hizasında bir el ateş etti” dedi. Fakat Gişi bulunamadı. Bir ara cezaevine girip çıktığı, Suruç’a atandığı ortaya çıktı. İfadesi 2 yıl 10 ay sonra alınabildi. Gişi, 1 Kasım 2010’da Suruç Asliye Ceza’daki ifadesinde, “Araçtan inip havaya uyarı ateşi açmak istediğim esnada göstericilerden atılan taşlardan dolayı istem dışı hareket ettim. İstemeyerek eğildim. Silahım ateş aldı. Silahın ateş alması, taştan dolayı kaza sonucu olmuştur” dedi. Dava 2012 yılında bitti ve mahkeme, Gişi’yi ‘kasten yaralama’ iddiasıyla 17,5 ay hapse çarptırdı. Hiçbir duruşmaya katılmamış Gişi’nin “duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurarak, yeniden suç işlemeyeceği hususunda vicdani kanaat oluştuğundan” hükmün açıklanmasını geriye bırakılarak, ceza verilmedi. Beş yıllık denetimli serbestlik getirildi.T24
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Başbakan itiraf etti sayılır.. Başbuğ’un kendisine ‘bugün bize yarın size’ dediğini ‘ve hakikaten dediğinin olduğunu’ açıkladı.. Başbuğ’u o gün dinleseymiş!.. Başbuğ kurulan tezgâhları anlatmış olmalı.. En büyük tezgâh ‘Kozmik Oda’ya girilmesiydi.. Bülent Arınç’a suikast girişimi dümeniyle devletin tüm sırlarına ulaştılar.. Tezgâhı Arınç üzerinden kurmuşlardı.. Arınç’ı kullanmışlardı.. İktidar paralel yapının üzerine gideceğiz diyor ya.. Paralelin kapısını açacak maymuncuk orada.. O suikast palavrasında.. O palavra o günlerde iktidarın işine geldi, Arınç’ın hoşuna gitti.. Çünkü hedefte askerler vardı.. Suikast senaryosu o kadar çalakalem yazılmıştı ki insanın inanması için salak olması lazımdı.. Demem şudur.. Gözaltılar, tutuklamalar yolsuzluk ve rüşvete soruşturmasına karışanlardan intikam alma operasyonu değilse.. İktidar gerçekten paralel yapının üzerine gitmeye niyetliyse.. İşe Kozmik Oda’dan başlamalı.. O bilgiler kime gitti, bulmalı.. Bülent Arınç’a suikast tezgâhını kimler yaptı.. Senaryoyu kim yazdı, kim uyguladı.. Paralelin kökü orada..
"Çocuklarım, Arkadaşlarına 'Anne Babanıza Söyleyin Babama Oy Vermesinler' Diyor"
HDP Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş , 'Evde fazla kalamadığım zaman birkaç saatliğine uğrayıp çıkmak zorunda kaldığım zaman çocuklarımın belli eleştirileri oluyor. Şimdi de sınıfta bütün öğrencilere ‘Anne babanıza söyleyin babama oy vermesinler’ diye karşı örgütleme yapıyormuş' dedi. Demirtaş, Gezi sürecinde yaptığı “Gezi direnişiyle değil, bu halk hareketini askeri darbeye kadar götürebilir miyiz diyenlerle aramıza mesafe koyduk” açıklamaya ilişkin ise, 'Bir partinin eş genel başkanı olarak mesajımın maniple edilmeyeceği bir formatta konuşmalıydım. Bu yönüyle geriye dönüp baktığımda evet, çarpıtmaya alan açtım ve çarpıttılar' ifadesini kullandı. Evrensel'den Fatih Polat 'a konuşan Demirtaş'ın açıklamalarından satırbaşları şöyle: Palu’dan göç edip Diyarbakır’a gelmiş muhafazakar ve yoksul bir ailede büyüdünüz. Babanız işçi, anneniz ev hanımı. 7 kardeşsiniz. En büyüğünüz sizden önce Kürt siyasetinde eş başkanlık yapan Nurettin ağabeyiniz. O işletme okudu. Sizden küçük kız kardeşiniz öğretmen, ondan küçük kız kardeşiniz avukat, erkek kardeşiniz tekstil mühendisi. En küçük iki kız kardeşlerinizden biri öğretmen diğeri tasarımcı. Siz de önce İzmir’de işletme sonra da Ankara Üniversitesinde hukuk okudunuz.Yoksul bir ailede 7 çocuğun 7’sinin de bu düzeyde okuyabilmesi nasıl mümkün olabildi? Anne ve babanızın özel bir hassasiyeti oldu mutlaka... Olmaz mı, bütün yoksul ailelerde, emekçi ailelerinde aynı kaygı vardır. İmkanları içerisinde iyi bir eğitim vermek için bütün aileler anne babalar fedakarlık yapıyorlar. Bizim ailemizde de öyleydi. Annem örneğin dikiş dikerdi. Ev hanımıydı ama terzilik de yapardı aynı zamanda evin bütçesine ve çocukların okul masraflarına yetişebilmek için. Biz küçüklük yaşlarından sonra çalışmaya başladık. Ne iş olsa, ne iş bulsak yapmaya başladık. Amcamların, dayımların fırınında, babamın dükkanında çalıştık... Ayakkabı boyacılığı da yaptık, çekirdek de sattık. Tatlı da sattık, su da sattık. Diyarbakır koşullarında çocukların gençlerin yapabileceği ne iş varsa, biz de onlarla uğraştık. Aile bütçesine katkı sunmaya çalıştık. O zor kıt kanat zamanlar içerisinde üniversite okuyabildik. Öğrenciyken de çok para harcayan, aileye külfet olan bir şeyimiz olmadı. Hiçbir kardeşimin de böyle olmadı. Annemizin babamızın ne zorluklarla bize para gönderdiğini biliyorduk. Babamın annemin çok desteği oldu. İkisi de okumamışlığın ne demek olduğunu biliyordu. İkisi de okul okuyamamışlar. Ve o ezikliği hep yaşamışlar. Onu bize yaşatmak istemediler herhalde. Her şeyi göze aldılar okuyabilmemiz için. Çocukluğunuzda evde Kürtçe konuşuluyordu herhalde? Kürtçenin Zazaca lehçesi konuşuluyordu. Annem babam daha çok onu kendi aralarında konuşuyorlardı. Ama ikisi de çat pat bildikleri Türkçeyi bize de öğretmişler. Yani siz okula başlamadan önce kullandığınız dil Türkçe miydi? Tükçeydi. Annemiz babamız Kürtlüğün o ağır yükünü de yaşatmamak adına kendi bakış açılarıyla bize iyilik yapma adına bize Türkçe öğretmişler. Bu devlet içerisinde başarılı olalım, iyi yerlere gelebilelim, eğitimde başarılı olalım, diye. Ben onları çok da suçlamıyorum. Çünkü 1980 darbesi olmuş. Bizler işte o sırada beş altı yaşındayız. Onlar çok politik olmayan bir aile ve köyden yeni göç etmişler. Muhafazakar bir aile. Devletin korkulacak bir şey olduğunu biliyorlar. Çünkü Şeyh Sait’in yakınları değiliz ama biliyoruz, o ailelere yakınız. Çocukluğunuzda herhangi bir mesleğe ilişkin bir özleminiz olmuş muydu? Evet yani ben iyi hatırlıyorum. İlkokul son veya ortaokul dönemleri olabilir. Astsubay bir komşumuz vardı ve çocuklarıyla arkadaştık. Onun babasına hep özenirdim. Ben de astsubay olmak istiyordum. Hatta astsubaylık sınavlarıyla ilgili araştırma yapıp form alma gibi girişimlerim de olmuştu. Ama sonra ailede 12 eylül döneminde cezaevinde de yatmış bir devrimci abimiz vardı. O dönem ben çok işin bilincinde değilim tabii astsubay olmak ne demektir falan. Benim için arkadaşımın babasının güzel bir mesleği var. Bende öyle olabilirim diye düşündüm. Şüphesiz haksızlık yapmak istemiyorum astsubaylara fakat benim geldiğim gelenek ve aile geçmişimiz itibariyle çok bana uygun, aileme uygun bir meslek değilmiş aslında. Devrimci abimiz beni vazgeçirmişti. İlk gençlik yıllarınız Kürt siyasi hareketinin etkisinin hissedildiği yıllara denk geliyor. Siyasetle ilişkiniz nasıl başladı? Vedat Aydın cinayeti benim jenerasyonumun çok etkilendiği bir olaydır. Politikaya ilgim ilk olarak bu cinayetle oldu. Ama asıl üniversite yıllarımda daha aktif öğrenci hareketlerinde bulunmaya başladım. İnsan hakları mücadelesinde de yer aldınız. O dönemde siyasette bu düzeyde görev almak hiç aklınızdan geçiyor muydu? Hayır yani ben samimiyetle söyleyeyim. Hiçbir zaman şu noktaya geleyim diye bir yaklaşımım olmadı. Hani İHD’nin yönetimine girerken kısa bir süreliğine insan hakları mücadelesine katkı sunmak istedim ve avukatlığa devam edecektim... Şimdi de ‘Cumhurbaşkanı adayı olmalısın’ dediler. Yani hep sürüklendim. Türkiye’de sizi en çok etkileyen edebiyatçılar, romancılar kimler oldu? Şüphesiz herhalde Yaşar Kemal demeden geçmemek lazım. Yaşar Kemal’in bu topraklara dair yazıp çizdikleri bizim açımızdan sadece okur olarak değil, siyasetçi olarak da çok büyük bir değerdir. Çünkü siyaseten anlatmayı başaramadığınız, çözmeyi başaramadığınız toplumsal sorunları o kadar görkemli bir şekilde anlatıyor ki! Şiirle ilgili de çok şairimiz var. Hem yaşayan hem de geçmişte şiirlerini bizlerle paylaşmış olan. Ama Özdemir Asaf benim açımdan çok etkilidir şiir itibariyle. Kürtçede de Ehmedê Xanî, hem döneminin hem bugünün edebiyatçısıdır. Tarihe not düşmüştür ve Kürtler açısından gerçekten büyük bir kıymettir. Halihazırda da genç Kürt edebiyatçıları şairleri çok büyük üretimler yapıyorlar. Hiç birinin hakkını yemeyeyim. Hepsi büyük katkı sundu. Birde cumhurbaşkanlığı meselesinde konu sanattan, sanatçıdan edebiyattan açılmışken, biliyorsunuz cumhurbaşkanı her yıl devlet sanatçısı ödülü veriyor. Bence bunun kaldırılması lazım. Bunu hak eden halk sanatçılarına halk sanatçısı ödülü verilmeli, devlet sanatçısı ödülü değil. Cumhurbaşkanlığının imkanları özellikle edebiyatçıların, sanatçıların desteklenmesi konusunda kullanılmalı. Onların projeleri desteklenmeli. Siz seçilirseniz böyle bir şey olmayacak o zaman? Evet ben seçilirsem devlet sanatçısı olmayacak. Devlet sanatçısı ve ödülü kalkacak. Onun yerine halk sanatçısı ve ödülü gelecek. Peki dünya edebiyatında sizi en çok etkileyen romancı kim? İlk okuduğum Gorki’nin Ana’sıdır. Hâlâ hepimizin aklındadır herhalde. Onu okumadan devrimci olunmuyor bir defa. Özellikle Rus klasiklerinin hepsini okumuşumdur herhalde. Dostoyevski? Buhranlı olduğunuz dönemlerde özellikle ilaç gibi geliyor. Buradan bir siyasetçi olarak sizi en çok etkileyen kuramcılara geçsek... Sol literatüre dair, sosyalist kavram tartışmalarına dair birçok yayınevinin kitaplarını okudum. Öğrencilik yıllarımda da okudum. Fakat bütün bunlardan arta kalan beni etkileyen, bana çok daha çarpıcı gelen Gramsci’dir. Yani pratikleştirme konusunda, pratikte geliştirme ve pratikte dönüştürme konusunda... Ali Şeriati de beni etkileyen bir başka isimdir. Özellikle dine yaklaşımı, dinler tarihi, inancın sınıf üzerindeki etkisini iyi irdelemiş, iyi tartışmıştır. Bu yönüyle beni etkilemiştir. Ve tabii ki ideolojik olarak da beslendiğim, hem kendisinin pratik çözümleri hem teorik eleştirisi, özeleştirisiyle bize büyük bir güç kattığını düşündüğüm Sayın Öcalan. Bu konuda çok çalışması, çabası vardır. Çok değerlidir yazıp çizdikleri. Çünkü bütün bu sol sosyalist Marksist felsefeden çözüm arayışından yola çıkarak Ortadoğu Coğrafyasına, Anadolu’ya Kürdistan’a, Türkiye’ye modeller gösterme konusunda cesaret göstermiştir. Eşinizle Başak hanımla nasıl tanıştınız? O 12- 13 yaşında, ben de 14-15 yaşında falandım. Aynı mahallede, birbirine bitişik binalarda oturuyorduk. Oradan ilk çocukluğumuz tanışıklıkla geçti. Komşuyduk aile olarak iç içeydik. Annem annesiyle, babam babasıyla biz de çocuklar olarak hep iyi komşuluk ilişkileri geliştirdik. O zamandan beri tanışıyoruz. Sonradan bir birimize karşı duygusal olarak da bağlılığımız gelişti ve evliliğe vardı. 12 -13 yıldır evli olarak sürdürüyoruz ilişkimizi. Peki çocuklarınız siyasetin içinde bu kadar aktif olmanızı nasıl karşılıyor? Siyasette çok yoğun mesai harcayan arkadaşlarımızın çocukları siyasete tepkisellikle büyüdüler hep. Bunu gözlemledim. Çünkü babalarını ve annelerini elinden alan bir olgu gibi kaldı hep akıllarında. Hani ben çocuklarımda o gelişsin istemedim ve dikkat etme gayreti içerisinde oldum. Fakat zaman zaman gerilim yaşıyoruz. Evde fazla kalamadığım zaman birkaç saatliğine uğrayıp çıkmak zorunda kaldığım zaman belli eleştirileri oluyor. Hatta küçüğü bazen eve gittiğimde ‘Baba bu akşam biz de kalacak mısın?’ diyordu. Çünkü algılayamıyordu onlarda kalmadığımı herhalde düşünüyordu çok az eve gidebildiğim için. Şimdi de sınıfta bütün öğrencilere ‘Anne babanıza söyleyin babama oy vermesinler’ diye karşı örgütleme yapıyormuş. 1994’ten itibaren Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrenciliğiniz başladı. Sizi en çok etkileyen hangi hocanız oldu? Aslında kendisinden doğrudan ders almadım. Bitişik sınıfta hocalığımızı yapıyordu ben de bazı derslerine girdim. Resmi hocam olmasa da fiili hocamdır Mithat Sancar. Mithat Hoca o dönem insan hakları, kamu hukuku gibi derslere giriyordu. Düşünceleriyle tartışmalarıyla bizi etkileyen hocalardandı. Bir de ben ve amcamın oğlu aynı sınıftaydık. Sedat’la birlikte hukuk fakültesini okuduk. Mithat Hoca onu insan hakları dersinden iki yıl üst üste sınıfta bıraktı ve okulu uzattı. O yüzden Mithat Hoca’yı ben de unutmuyorum, oda unutmuyor. Bağlama çalıyorsunuz, söylüyorsunuz. Müziğe merakınız ne zaman başladı? Ve sizi bu açıdan en çok kim etkiledi? Lise yıllarında bir arkadaşımın bağlama çalmasına tanık olduktan sonra merakım oluştu. Çok hoşuma gitti ve ben de öğrenmeliyim dedim. O günden bu güne uğraşıyorum. Çok profesyonel bir eğitim alamadım. Ama kendi halimde biraz ilerletmeye çalıştım. Çok seviyorum bağlama çalmayı. Bizim ilk gençlik yıllarında müzikle tanışıklığımız, Kürtçe müzikte Şivan Perwer’dir. Türkçe müzikte Grup Yorum, Grup Munzur... Daha sonraları Koma Berxwedan, Koma Amed, Koma Denge Azadi gibi grupların ortaya çıkmasıyla birlikte hepsinin müziğinden etkilendik. Tabii ki Alevi Bektaşi müziği de özellikle bağlamayı öne çıkaran o müzik tarzı da benim açımdan çok etkileyiciydi. Lise yıllarında Arif Sağ’ı çok dinlediğimi hatırlarım. Son dönemlerde Erdal Erzincan. Hem bağlamasıyla hem sözüyle hem duruşuyla. Sosyal medya ile de ilgilisiniz. Twitter’da sempatik mesajlar veriyorsunuz. Bu röportajdan önce 3 adayın da twitter hesaplarına baktım. Erdoğan’ın 4 milyon 417 bin 722 takipçisi var. Kendisi 1 kişiyi bile takip etmiyor. Bilal’i bile takip etmiyor, o derece. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun 267 bin 234 takipçisi var. Kendisi 15 kişiyi takip ediyor. Sizin 354 bin 365 takip çiniz var. 926 kişiyi takip ediyorsunuz. Herhalde bu bile dediğiniz gibi, halkın içinden çıkıp bir yerlere gitmediğinizin, hâlâ halkın içinde olduğunuzun bir göstergesi sayılabilir... Takipçi sayısı itibariyle Başbakanın takipçilerinin bir kısmının hakiki takipçi olmadığını da görmek lazım. Fakat doğru, sosyal medyada Twitter’ı ben doğrudan kendim kullanıyorum. Daha çok politik bir olay olduğu anda, o esnada özellikle refleksleri ölçme açından takipçilerimin düşüncesini çok önemsiyorum. Çünkü her düşünceden kişi var benim takip ettiklerim arasında. Yani bir anda toplumun genelinin ağırlıklı düşüncesinin ne olduğunu yarım saat bir saat içerisinde öğrenme şansına sahip oluyorsunuz. Sıcağı sıcağına onu anlama fırsatınız oluyor. O açıdan çok değerli ve hakiki bir ortam. Tabii yönlendirme yapmak isteyen, provokasyon yapmak isteyen sahte bir sürü hesap da vardır. Tabii ki onlara da dikkat ediyorum. Gezi sürecine dair de bir soru sormak istiyorum. 31 Temmuz 2013 günü Twitter’da “Gezi direnişiyle değil, bu halk hareketini askeri darbeye kadar götürebilir miyiz diyenlerle aramıza mesafe koyduk.” diye yazdınız. Bu daha önceki bir açıklamanıza gösterilen bazı tepkilere dairdi. Cumhurbaşkanlığı tutum belgenizi açıklarken de Gezi’ye özel bir vurgu yaptınız. Kimileri bunu olumlu karşılarken, kimileri bunun Gezi sürecindeki duruşunuzla çelişkili olduğunu öne sürdü. Hiç, tartışma konusu olan açıklamanıza dair olarak, öyle değil de aslında cümleyi şöyle kursaydım daha doğru olurdu, dediğiniz oluyor mu? Tabii, doğrudur. Çok daha net bir biçimde anlaşılacak şekilde ifade etmeliydim. Ben bir siyasetçiyim sonuçta. Bir partinin eş genel başkanı olarak mesajımın maniple edilmeyeceği bir formatta konuşmalıydım. Bu yönüyle geriye dönüp baktığımda evet, çarpıtmaya alan açtım ve çarpıttılar. Bu konuda benim böyle bir eksikliğim olabilir ama bu konuyu burada bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Gezi direnişinin 3. gününde Diyarbakır’da bir basın toplantısıyla Gezi direnişini neden desteklediğimizi açıkladım. Ve ‘BDP İstanbul İl Örgütü ile birlikte biz de yarın Taksim’de olacağız’ dedim. Bir gazeteci şunu sordu ‘Siz Taksim’de olacağız diyorsunuz ama İstanbul’da dün birileri bildiri dağıttı’. O birileri dediği de şu Türk Solu dedikleri yapının gençlik örgütleri falan olsa gerek. Ve bildiri de şu deniyor: ‘Apo Erdoğan görüşmesine karşı.’ Hem orduyu göreve davet eden, hem de ırkçı söylemler içeren bir bildiriyle herkesi Taksim’e davet ettiler. Siz de Taksim’e davet ediyorsunuz insanlar bu bir çelişki değil mi, dediler. “Biz Taksim’de olacağız ama o darbeci, ırkçı, faşist, çevrelerle yan yana durmayız. Benim arkadaşlarım yarın Taksim’de olacak ve göreceksiniz yan yana olmayacağız. Onlarla bizim aynı amaç için Taksim’e çıktığımız söylenemez. Dolayısıyla biz onlarla aramıza kesinlikle mesafe koyduk, bu güne kadar. Gezi direnişinde de meydana gelirlerse çıkarlarsa yine aramıza mesafe koyarız” dedim. Ve o cümlem cımbızlandı, “Biz Taksim’de darbecilerle yan yana olmayız” dendi. Defalarca izah etmeye çalışmama rağmen de bir türlü anlaşılmak istenmedi. Şimdi bunu özellikle çarpıtmak isteyen belli bir çevre var, onları bir kenara bırakalım. Ben ne söylersem söyleyeyim, meseleye buradan bakmak isteyen bir çevre var. Bir de “Gezi’den biz bir ders çıkardık, medya insanların dediğini çarpıtıyormuş” diyen bir çevre var, onlara da anlatamadım, o beni üzüyor. Gezi direnişine ben darbe demedim hiçbir zaman. Gezi bir darbe değildi, Gezi bir direnişti ve Hükümeti devirebilirdi de. Onu da söyledim. Gezi vesilesiyle Hükümet devrilebilir, bu son derece meşrudur ve doğrudur. Benim karşı olduğum bir askeri girişimle devrilmesidir. Efendim, böyle bir tehlike yokken siz niye böyle söylediniz, ama soruyu böyle sordu gazeteci. Mevzu budur. Sadece Kürtlerin adayı değilsiniz. Ama sonuçta ilk kez kimliğine de sahip çıkan Kürt cumhurbaşkanı adayısınız ve Kürt meselesine mesafeli duran çevrelerden de size dair pozitif mesajlar geliyor. Yarattığınız bu etkiye dair olarak da sevgili dostum Ahmet Tulgar, “Demirtaş ve insansiyaset” diye bir yazı yazdı. Otoriter ve kaba siyaset ile zehirlenmiş topluma sizin üslubunuzun bir panzehir gibi geldiğini söyledi. Belki zor bir soru ama siz kendinize dönüp baktığınızda hangi özelliklerinizin bu algıyı oluşturduğunu düşünüyorsunuz? Bu duyguyu çok iyi anlıyorum. Çünkü ben de bu duyguya hasretim. Kendini iyi hissetme ve ezilenlerin bir arada durarak sisteme meydan okumasının bana da moral verdiğini söylemem gerekir. Ben de bundan moral alıyorum. Ahmet Tulgar’a da bu güzel yazısından ötürü teşekkür etmek istiyorum. Evet bir Kürt’üm. Kürt mücadelesinin içinden geldim ve halen de Kürt mücadelesinin bir parçasıyım. Fakat bu mücadeleyi Türkiye’deki bütün kimliklerle bir ortak mücadeleye dönüştürmek isteyen bir mücadeleyi de sürdürüyorum aynı zamanda. Bence hor görülen, inkar edilen ve bunun mücadelesini veren bir kimliğin; bugün çıkıp bütün ezilen halklar adına bunu ifade etmesi hakikilik katıyor. Kürt kimliği burada bir etnisiteden çok bir direniş sembolü olarak ifade edilebilir. Bülent Arınç’ın kadınlara kahkaha ambargosu koyan açıklamasına karşı Maçka Parkı’nda kadınlarla bir araya geldiniz ve birlikte kahkaha attınız. Oradaki konuşmanızda, ‘Kadın özgürlük mücadelesinin görünürlüğünden güç alıyoruz’ dediniz. Kadınların sizin kampanyanızda etkin bir güç olduğunu biliyoruz. Biraz bunu da konuşalım. Bizim geleneğimizde de, HDK içinde bulunan hareketlerin geleneğinde de kadın çizgisi çok güçlü. Bunun benim cumhurbaşkanlığı seçim sürecime yansıması son derece normaldir. Ve bunun üzerine benim kadınların taleplerini savunmamam ters olurdu. Kadın özgürlük mücadelesinden çok beslendim, o sadece kadını özgürleştirmeye, kurtarmaya yönelik bir mücadele değildir. Tanıdığım tanımadığım yüz binlerce kadın şimdi bu kampanya için çalışma yürütüyor. Standımızı açıyor, afişimizi yapıştırıyor. Şöyle devam edersek, 3 aday var ve üçü de erkek. Ve sanıyorum kadın aday eksikliğini sizin kadar da dert edinen yok. Evet hep dile getiriyorum ve bir erkeğin bunu dile getirmesi de pozitif bir durumdur. Ama yine de kadın özgürlük mücadelesini bir kadın temsil etmelidir. Burada kadının adaylığının olmadığı bir durumda üç erkekle kadının hakkının yenildiği ortadadır. Bunu ben hep ifade ediyorum. Bu seçim sürecinde çeşitli işçi kesimleriyle de temas ettiniz. Örneğin Soma’ya gittiniz, yaşamını yitiren işçilerin ailelerine konuk oldunuz. Neler hissettiniz, size neler anlattılar? Soma’nın ilk günlerindeki şaşkınlık, çaresizlik, giderek yerini bir bilince ve örgütlü tepkiye bırakmış. Şimdi işçi aileleri fotoğrafı daha net görüyorlar ve bizim bu kampanyada anlattıklarımızın da kendi dertlerini, onların çözümlerini ifade ettiğini çok iyi görüyorlar. O yüzden ziyaretimiz orada bir dostluk ve dayanışmayla karşılandı. Bu bizi de memnun etti. Bütün bu kampanya içinde anlattığımız kimlikleri birbirine yakınlaştırma, gerilimi ortadan kaldırma durumu, emek mücadelesine zemin sunmak içindir. Biz ayrı durdukça ne Kürt ana dil sorununu çözüyor, ne Ermeni soykırımı meselesi tartışılıyor, ne Alevi’nin sorunu tartışılıyor, ne kadın hakları, ne çevre hakları tartışılabiliyor. En çok da işçi, emekçi bundan zarar görüyor. Emek sömürüsü katmerleşiyor. Bu yakınlaşma emek mücadelesini büyütecek bir mücadeledir. Asıl budur bizim temel arayışımız. TRT’nin size çok az yer vermesini eleştirdiniz ve TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin de, eğer bir daha eleştirirseniz canlı yayında keseceklerini söyledi. Hem bunu hem de genel olarak medyada yer alma biçiminizi, oranınızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bizi verme oranları çok düşük tabii. TRT 244 dakika beni vermiş. Genel Müdür de açıkladı, ama Tayyip Erdoğan’ı kaç dakika verdiklerini açıklamadı. Onu da ben açıklayayım. 7 bin 200 dakika. Medyanın beni çok vermeyişi bana dönük kişisel bir tavır değil. Biz sisteme meydan oluyoruz. Merkez medya bu sistemin bir parçasıdır, oradan besleniyor. Ama benim ezilenler adına, onların sesini duyurma hakkım var, bunu kısıtladıkları için onları kınıyorum. Kampanyanızda sizi en çok etkileyen olay? Dün Hakkari’deydim. Çocuklar size bayram harçlıklarını verdiler... Evet ve kesinlikle mizansen değildi. Onun bilinmesi lazım. Gerçekten çocuklar bir araya gelmiş, harçlıklarını toplamışlar. Bu kampanyanın ne demek olduğunu bence en iyi anlatan karelerden biriydi. Son emniyet operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir güç savaşı olarak yürüdü ve öyle de devam ediyor Cemaat-AKP çatışması. Daha önce biliyorsunuz Ergenekon operasyonu yapıldığında da tutuklanan bazı Ergenekon sanıkları köy yakmalar, faili meçhul cinayetler ve işkencelerden sorumluydu, onları hiç sormadılar. Sadece Tayyip Erdoğan’a yapılan darbe girişimi soruldu. Şimdi yine işkence, haksız gözaltıyla bilinen isimlere bunlar sorulmuyor, sadece Erdoğan’ı dinleme soruları soruluyor. Buradan baktığınız da Tayyip Erdoğan’a dokunan yanıyor. Bize de ille iki taraftan birini tutma dayatması yapılıyor. Biz de diyoruz ki; suçlusunuz, Cemaat-AKP iş birliği içinde çok suç işlediniz. Ve bugün biz ne Cemaat polisleri tutuklanıyor diye sevinebiliriz, ne de onlar suç işlememiştir, serbest bırakın diyebiliriz. Bazı AKP’lilerin de o operasyonlara dahil edilip sorgulanması lazım, Başbakan da dahil olmak üzere. Savcının Başbakanı da çağırıp sorması lazım: “Kardeşim bu polisler görevdeyken KCK ile Ergenekon ile ilgili operasyon yaptılar. Haksız dinleme yaptılar. Suç oluşturan delil müdahaleleri yaptılar. Sahte deliller dosyaya sundular. Bizzat hakimlere baskı yaptılar. Sen bunların emrini verdin. Sen de suçlusun”. Diyemiyorlar, diyemezler. O nedenle biz iki suçlu arasında tercih yapmak zorunda değiliz ama soruşturmada yapılan adaletsizlikleri de görmezden gelmememiz lazım. Çünkü bu bizim için ilkesel bir durum. Bize yapıldı diye, onlara da yapılsın burunlarından gelsin diyemeyiz. Olacaksa adil bir yargılama olsun. Hukuksuzluk yapılmasın diyebiliriz. Seçilirseniz önem vereceğiniz temel kriterler ne olacak? Darbe anayasası kalkmalı, yeni anayasa yapılmalı. Milli Güvenlik Kurulu benim Cumhurbaşkanı olduğum dönemde, benim başkanlığımda toplanıp karar almaz. Milli Güvenlik Kurulunu çalıştırmam bir defa. Kalkana kadar da aktif kılmam. Çünkü benim bir darbe kurumuna başkanlık yapıp, oradan karar almam savunduğum ilkelere ve bana oy veren insanlara hakaret olur. YÖK’ün kaldırılması için uğraşırım, kesinlikle yeni anayasa da YÖK olmamalı. Diyanet İşleri Başkanlığı olmamalı. Din olmamalı demiyorum bunu hep çarpıtıyorlar. Tekçi, mezhepçi devlet dini olmamalı. KPSS kalkmalı mesela. Engellilerle, kadınlarla, gençlerle, çevreyle ilgili meclisler oluşturacağız. En acil olarak bunları yaparım. Roboskî ve Soma dosyalarının kapanmaması için, Hrant Dink ve Gezi katliamları davalarının kapanmaması için uğraşırım. Son soru. Tutum belgenizi açıkladığınız toplantıda Murat Yetkin size şöyle sormuştu, “Eğer seçilirseniz ve Erdoğan da başbakanlık görevine devam ederse, aranızda nasıl bir ilişki olur?” Siz de ona ‘O zaman Allah onun yardımcısı olsun’ demiştiniz. Bunu biraz açar mısınız? Ona ne yapmayı düşünüyorsunuz? Benim derdim cumhurbaşkanı olayım da AKP’yi çalıştırmayayım, burnundan getireyim değil. İlkelerimiz var ve bu ilkelerimizi Hükümete dayatırız cumhurbaşkanı olduğumuzda. Bir defa çok kültürlü, çok inançlı bir ülkede başbakanlık yaptığını sürekli hatırlatırım ona. Parlamentonun çıkardığı yasalar eğer bu kriterlere uygun değilse kesinlikle veto eder, geri gönderirim. Kendisi bir defa parmak sallayabileceği, istediğini yaptırabileceği bir cumhurbaşkanı karşısında görmeyeceği için zorlanacaktır. Çünkü alışık olduğu bir durum değil. Yani farklı düşüncelere açık bir yapısı yok. Düşünün hiç haz etmediği biri onun da kararlarını denetleyen bir cumhurbaşkanı olmuş, ya buna alışacak. Buna alışması demek aslında bütün o kimliklere, inançlara alışması demektir, iyi bir şeydir. Onu da geliştirir, diyorsunuz... Geliştirir tabii. Alışamazsa da Allah ona yardımcı olsun. Çünkü boyun eğecek bir kişiliğim ve yapım da yok. Savunduğum ilkeler de bana güç veriyor. Arkamda böyle bir destekle de Çankaya’ya çıkarsam kimseye de boyun eğmem.T24
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Köşk seçimini almaya yeter mi bilmiyorum ama ilk defa bu kadar büyük koalisyon kuruldu.. Solun en ucuyla sağın en ucu aynı safta buluştu.. Ekmeleddin İhsanoğlu’na destek konusunda anlaştılar.. Türkiye için yeni bir durum.. Aslında hem yeni hem ileri bir durum.. İleri durum çünkü siyasi tarihimizde bu derece büyük koalisyon yok.. İktidar ne kadar aldırış etmiyormuş gibi gözükse de belli ki içten içe sinirleniyor.. İktidar yanlıları, PKK’dan ayrılmış, DHKP-C’den kopmuş isimler tarafından kurulan Devrimci Halk Partisi ile MHP nasıl olur da aynı çatı altına girer diye veriyor, veriştiriyor.. TGB ile BBP’nin aynı safta olmasına şaşıyorlar.. Taraftarlarına ‘ilkesizlik’ olarak pazarlıyorlar.. Eski Türkiye’nin bekçiliği olarak sunmaya çalışıyorlar..
İki Oyuncu Hrant Dink'i Oynamaya Talip
Fatih Akın, 2007'de öldürülen ve hâlâ davası sonuçlanmayan eski Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink hakkında film yapmak için senaryo yazdığını belirtmiş ve 'Hiçbir Türk oyuncunun Hrant rolünü oynamaya ikna olmadığını' söylemişti. ''KEŞKE BEN OYNAYABİLSEYDİM'' Fatih Akın'ın bu açıklamalarının ardından sosyal medyada haberi gören Rıza Kocaoğlu ve Sarp Akkaya birer açıklama yaptı. Rıza Kocaoğlu; 'Yaşım tutsa çok isterdim' derken, Sarp Akkaya da, 'Keşke ben oynayabilseydim' dedi. Cumhuriyet
AB İlerleme Raporu’nda ‘Paralel’ Yok, Yolsuzluk Var
AKP, ‘Yeni Türkiye’ sloganıyla Türkiye’de yeni bir dönem başladığını savunurken, AB Türkiye’nin Kopenhag Kriterlerinde geriye düştüğü görüşünde. Bu ‘geriye gidiş’ görüş, 2014 yılı İlerleme Raporu’nda da yer alacak.Tayyip Erdoğan’ın 12 yıllık dönemin ardından Köşk’e çıkmasıyla “Yeni Türkiye” sloganıya yeni bir dönem başlatma iddiasını ortaya koyan AKP iktidarı. ilk sınavını Ekim ayında açıklanacak AB İlerleme Raporu ile verecek. Büyük oranda hazır olan İlerleme Raporu’nda, Türkiye için hükümetin “yeni” iddiasının tersine “geriye gidiş” tespiti yer alıyor. AB’li kaynaklar rapora ilişkin, “Son dönemde Türkiye’de olumlu yönde nasıl bir gelişme var ki pozitif bir dil kullanılabilir” değerlendirmesini yapıyor. Raporda, AB’nin 17 Aralık sonrası türkiye’de en kritik tartışma konusu olan ‘güçler ayrılığı’nın önemine vurgu yapacağı öğrenildi.AB’nin İlerleme Raporu Ekim ayının ilk yarısında yayınlanacak. Raporun büyük oranda tamamlandığı belirtilirken, son 1 yılda Türkiye’deki gelişmelerin raporda yer alacağı belirtildi. Kaynaklar, geçtiğimiz yıla göre daha olumsuz bir içerik taşıyacağını belirttikleri raporda, üyelik için siyasi kriterler anlamında Türkiye’deki gelişmelerin ‘objektif’ olarak yer verileceğini belirtti. Bu çerçevede ‘çoğulculuk, demokrasi, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, insan hakları, medya özgürlüğü’ gibi konuların raporun Kopenahag Siyasi Kriterleri bölümünde yine ağırlıklı yerini koruyacağı kaydedildi.AB'nin kaygılarıAyrıca, 30 Mart yerel seçimleri ve bu seçimlere yönelik iddialarla, 10 Ağustos’taki cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin de raporda yer alacağı belirtildi. Edinilen bilgilere göre raporda yer a lacak, AB’nin kaygılarına ilişkin başlıklar ise şöyle:“Yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve ifade ve – internet de dahil olmak- üzere basın özgürlüğü, polis teşkilatı, yargı ve iç işlerinde yaşanan çok sayıda yer değişiklik ve görevden almalar..”HSYK yasası ve Twitter yasağı2013 yılı raporunda, polisin göstericilere yönelik aşırı şiddet kullanması ve gösteri hakkına izin verilmemesini eleştiren AB, bu yıl da Gezi Protestoları sırasında hayatını kaybeden, yaralanan ve yargılananların davalarına yer verecek. Gezi’deki ölümlerden sorumlu polislerin serbest yargılandığına işaret edilirken, Gezi’de hayatını kaybedenlerin davaları sırasında ‘polis ablukası, hakimlerin uyuması, sanık polislerin bıyıkla çıkması, Emniyet’in olay anlarına ilişkin kamera kayıtlarını vermemesi’ gibi birçok hukuksuzluk yaşanmıştı.Raporda, HSYK yasası ve twitter yasağının kaldırılması başyta olmak üzere Anayasa Mahkemesi’nin hükümetin büyük tepkisini çeken iptal kararlarına da işaret edilmesi bekleniyor. Hrant Dink cinayetiyle ilgili etkin soruşturma yapılmadığına yönelik kararın da raporda yer alacağı belirtiliyor.Rapor, AB’nin Genişlemeden Sorumlu üyesi olarak Stefan Füle’nin Türkiye ile ilgili son raporu olacak. Raporda, son dönemdeki gelişmelere de yer verileceği ve analizinde de, ‘kriterlerin karşılanmasına’ değinileceği belirtilirken, 3’ncü ve 4’ncü reform paketlerinde yer alan ancak gerçekleşmeyen hükümlere de gönderme yapılması bekleniyor. Raporda, Kürt sorunu ile ilgili çözüm sürecine yönelik olumlu değerlendirmenin yer alacağı, ayrıca son dönemde IŞİD’e katılmak için Türkiye’den geçenlerle ilgili Batı ile yapılan işbirliği ve Geri Kabul Anlaşması ise yine olumlu değerlendirmeler arasında sayılacağı kaydedildi.Yolsuzluklar soruşturulmalı“Raporda tamamen Türkiye’nin son bir yıldaki performansı yer alacak” diyen Batılı kaynaklar, Kopenhag kriterleri arasındaki ‘yargı bağımsızlığının, yolsuzlukların soruşturulması ve şeffaflığın’ önemine işaret ediyor. AB’nin, 17 Aralık’tan başlayarak polis, hakim ve savcı atamalarından HSYK’deki oylama sürecine kadar gelişmeleri yakından takip ettiğine işaret edilirken, raporda bu atamalarla birlikte ‘etkin yolsuzluk soruşturması yapılmadığı’ kaygısı da yer alacak. AKP’nin, Fethullah Gülen ile kavgasına da yer verilecek raporda, hükümetten gelen ‘paralel’ ve ‘darbe’ argümanlarının yer alması ise beklenmiyor. Raporda, Youtube ve Twitter’de uygulanan yasakların ve internet yasasında devlete takip hakkı veren son düzenleme de yer alacak.Bu arada, Komisyon’un yeni yapılanması için kulisler hızlanırken, Genişlemeden Sorumlu Komiserliğin görevini sürdürmesi bekleniyor. Füle, Komisyon’dan yıl sonunda ayrılacak, yerine ise üye ülkeler adaylarını bildirecek. Genişleme Komisyonu’na şu an için görünen tek adayın Macaristan olduğu belirtilirken, Batılı kaynak, “Son dönemde hiç de demokratik adımlar atmayan Macaristan’a genişlemenin bırakılmasını beklemiyoruz” dedi.Cumhuriyet
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
İlginç altüst oluşlar yaşıyoruz. Her şeye bir noktadan, örneğin AKP hükümeti yıpransın da bu nasıl olursa olsun gözünden bakanların bir kısmı, hükümet IŞİD’e karşı saldırı ittifakı içinde doğrudan yer almayınca birden bire askeri müdahale taraftarı kesildiler. AKP müdahale kararı alsaydı, bu kez “emperyalist güçler bloğu içinde yer alan BOP eşbaşkanı” teranesiyle ortaya kendilerini atacaklardı. AKP cephesinde de benzer bir siyasal oportünizm sergileniyor. Daha bir buçuk yıl önce Suriye’ye karşı birlikte askeri saldırı için Batı’lı müttefiklerini kışkırtan AKP yönetimi ve en başta Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, şimdi Irak’a askeri müdahaleye katılmamak için Türkiye’nin hassasiyetlerinden dem vuruyor. O hassasiyetler Esad’a karşı müdahalede hassaslıklarını kaybedip, IŞİD’e karşı müdahalede nedense birdenbire aşırı hassaslaşabiliyor.
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Sonuçta 46 Türk vatandaşı, dolambaçlı bir yoldan geçirilerek sınırda MİT elemanlarına teslim ediliyor.Birkaç paragrafta kolayca yazılabilen bu operasyon aslında çok riskli, zor ve kırılgan bir süreci ifade ediyor.Bu operasyonun ABD’nin koalisyon ortakları ile birlikte IŞİD’i en etkin olduğu alanlarda vurmaya hazırlandığı bir dönemde gerçekleştiğini de unutmamak gerekiyor.Ankara, MİT marifetiyle çok zor bir coğrafyada, burunları kanamadan 46 vatandaşını çıkararak aileleriyle buluşturmayı başarıyor.Tabii ki topyekûn bir başarı hikâyesi söz konusu ancak organizasyonun can damarı MİT.Bu nedenledir ki hem Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hem de Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kutlama listesinde ilk sırada MİT ve Başkanı Hakan Fidan yer aldı.Peki, Fidan’ı kutlayanlar listesinde en dikkat çeken isimlerden biri kim?CIA Başkanı John Brennan’ın Fidan’ı sıcağı sıcağına kutlayan ilk isimlerden biri olduğunu öğrendik.