onedio

Muhteşem Yüzyıl Haberleri

Muhteşem Yüzyıl ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Muhteşem Yüzyıl ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Oyuncu İbrahim Yıldız Kimdir? Duy Beni İbrahim Yıldız Ağacın Altında Kaldı, Öldü mü?
İbrahim Yıldız, “Duy Beni” dizisinde Dağhan, “Bir Zamanlar Kıbrıs”ta Çoban Sefer, “Muhteşem Yüzyıl Kösem”de Hasan rollerine hayat veren İbrahim Yıldız, Kartal'da şiddetli rüzgar sebebiyle devrilen ağacın altında kaldı. Sevilen oyuncunun yoğun bakıma alınmasının ardından sevenleri neler olduğunu merak etti.Oyuncu İbrahim Yıldız kimdir, kaç yaşında? İbrahim Yıldız'a ne oldu, öldü mü? gibi soruları merak ediyorsanız detaylar içeriğimizde...
C2 Seviye Hangi Türk Dizisine Bağımlısın?
Televizyon karşısında saatler geçirenlerden misin? Karakterlerle birlikte ağlayıp gülen, her bölüm sonunda 'bir bölüm daha' diyerek sabahlayanlardan mı? Dram mı seni sarar, yoksa entrika mı? Belki de aksiyon ya da romantik sahnelerde kayboluyorsun...Hangi Türk dizisine bağımlısın?Haydiiiii!
Ünlülerin Kadınlar Günü Mesajı
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü Twitter üzerinden kutlayan ünlüler.‘8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla’ Twitter kullanan birçok ünlü sima günün anlam ve önemine dair paylaşımlarda bulundu. CEM YILMAZ: ‘KADINLAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN BEYLER!’ Ünlü komedyen Cem Yılmaz Twitter hesabından ilginç bir şekilde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü mesajını takipçileri ile paylaştı. Yılmaz, ‘Kadınlar Gününüz Kutlu Olsun Beyler !!! (Nası ironim ?)’ notunu düştü MERYEM UZERLİ: ‘ADAM VE KADIN ARASINDA FARK YOK’ Muhteşem Yüzyıl'dan tükenmişlik sendromu nedeniyle ayrılan ve kısa bir süre önce anne olan Meryem Uzerli, sayfasından bir kadınlar günü mesajı paylaştı. Uzerli sayfasına ‘Dünya Kadınlar Günü... Tamam ama benim için her gün bir insanlık günü zaten. Sonuçta hepimiz ruhlarız ve gökyüzüne gidiyoruz ya da neye inanıyorsan. Burada, orada, her yerde benim için adam ve kadın arasında fark yok. Hepimiz aynıyız zaten. Ama belki bugün bize şunu hatırlatabilir: Bazı yerlerde kadın hakları içindaata demirer, bengü, ahmet hakan, özge ulusaoy, twitter, facebook ha fazla hareket etmemiz lazım. Hele ki bazı ülkelerde... Sevgiler size...' notunu düştü. İBRAHİM TATLISES: ‘KADINSIZ HAYAT ASLA’ Ünlü sanatçı İbrahim Tatlıses, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Twitter'dan açıklamalar yaptı. Tatlıses, “Bütün annelerin, bacıların, sevgililerin, 'kadınların' bu muhteşem ve anlamlı günlerini yürekten kutluyorum.. Kadınsız hayat asla...!” ifadelerini kullandı. TARKAN: ‘KADINA ŞİDDETE HAYIR!’ Uzun bir zamandan beri Amerika’da yaşayan ünlü popçu Tarkan, Twitter hesabından paylaştığı Facebook uzantılı link ile uzun bir ‘Kadına Şiddete Hayır’ yazısı paylaştı. ATA DEMİRER: ‘NAZIM’IN KADINI’ Ünlü Komedyen Ata Demirer de Nazım Hikmet Ran’ın Kadınlar şiirinin yazılı olduğu bir görsel paylaştı. SILA: ‘KADINLAR GÜNÜ DEMEYELİM DE’ Farklı tarzı ve sesiyle kısa sürede müzik hayatında başarılı çalışmalara imza atan Sıla’nın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü mesajı, ‘Kadınlar günü demeyelim de... Yine kutlayalım. Her gün’ şeklinde oldu. BENGÜ: ‘EŞ, ANNE, ABLA, KARDEŞ’ Şarkıcı Bengü’de ‘Eş, anne, abla, kardeş… Hayatımızın her alanındaki en değerlilerimiz. En başta annem olmak üzere tüm kadınlarımızın günü kutlu olsun’ diyerek anlamlı bir paylaşımda bulundu. GÜLBEN ERGEN: ‘BİR ÜLKENİN KADINI O ÜLKENİN GERÇEĞİDİR’ 'Kadınlar Günü’ne özel birçok paylaşımda bulunan Gülben Ergen, özellikle şiddet gören kadınlara dikkat çekti.' Ergen’in paylaşımları şöyle; ‘Dayaktan, aşağılanmaya, istismardan tecavüze, ensesten tacize her türlü ağır saldırının altında sessizliğe gömülen kadınlarımız var bizim...’ ‘Bir ülkenin kadını o ülkenin gerçeğidir...Ağlayan,ezilen,şiddet gören,baskı ve acı ile yaşayan kadınlarımız var bizim...’ ‘Hayatın tüm yükünü narin omuzlarında taşıyan,ailesinin ve toplumun ağır işçisi kadınlarımız...’ ‘Seçme ve seçime hakkını 76 yıl önce kavuşan kadınlarımız yaşamın her alanında bir vitrin malzemesi değildir...’ Twitter’daki paylaşımları ile dikkat çeken gazeteci Ahmet Hakan da ‘8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun’ tweetini paylaştı. Ünlü Manken Özge Ulusoy da ‘Dünya kadınlar günü kutlu olsun… Tüm canlıların eşit ve mutlu yaşaması dileğiyle’ paylaşımında bulundu.trthaber.com
Meral Okay, İki Yıl Önce Bugün Hayata Veda Etti
Aktris, senarist ve şarkı sözü yazarı Meral Okay, iki yıl önce bugün hayata veda etti. Sanatçıyı, 42 yaşındayken kaybettiği aktör eşi Yaman Okay'la hayatını anlattığı yazı eşliğinde saygıyla anıyoruz'Biz, başımıza aşkın taşının düştüğünü bir mevsim geçtikten sonra fark ettik. Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman’ın eşyaları var. Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma hâlidir... Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana. Bu ateşle yanma hâli, o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın. Yaman’la her günümüz Sevgililer Günü’ydü... Sezen’i Yaman’dan dolayı tanıdım. O benim kardeşim, arkadaşım her şeyim oldu. Yaman'dan sonra işlerimin önemli bir bölümünü tasfiye ettim. Sezen, ısrarla profesyonel olarak birlikte çalışmaya zorluyordu beni. Nerdeyse kafamı kıra kıra bana şarkı sözü yazdırdı. Birlikte yazdığımız ilk şarkı; ’Masum Değiliz.’ ’Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece. Yalnızlık, sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna’ diye...' Bu satırlar; Meral Okay 'ın, henüz 41 yaşında kaybettiği aktör eşi Yaman Okay 'ı, aslında nasıl hiç kaybetmediğini anlatan unutulmaz yazısından. Aktris, senarist ve şarkı sözü yazarı Meral Okay, o sözlerini yazdığı şarkıdaki gibi 'yalnızlığın koynuna sevgili gibi boylu boyunca uzanalı' tam iki yıl oldu. Asmalı Konak, Yasemince, Bir Bulut Olsam, Muhteşem Yüzyıl gibi televizyonda yayınlandığı dönemlerde izlenme rekorları kıran dizilerin de senaristi olan Okay, kanser tedavisi gördükten sonra çekildiği evinde 9 Nisan 2012 sabahı hayata veda etti. “Hem kemoterapi, hem de radyoterapi görüyorum. Sağlık durumum iyi. Endişelenecek bir şey yok. ‘Muhteşem Yüzyıl’ın senaryosunu kimi zaman yorularak yazsam da, şikâyetçi değilim...' Okay, akciğer kanseri tedavisi gördüğü sırada sağlığıyla ilgili yöneltilen sorulara bu cevabı vermişti. Aktör eşi Yaman Okay'ı, 1993 yılında, pankreas kanserine yakalandığını öğrendikten sadece 1,5 ay sonra, henüz 41 yaşındayken kaybeden Meral Okay, hayatının son günlerine kadar senaryo yazmayı sürdürdü. Hayatı... Meral Okay, 20 Eylül 1959 tarihinde Türkan ve Ata Katı çiftinin ikinci çocuğu olarak Ankara'da doğdu. Ankara Anıttepe Lisesi'ni bitirdi. Toprak Mahsulleri Ofisi'nin dünya Bankası projeleri ve TBMM'nin Atatürk'ün 100. yaşı kutlamaları için oluşturalan komisyonda görev aldığı beş yıl boyunca devlet memurluğu yaptı. 12 Eylül öncesinde Türkiye İşçi Partisi üyeliği ve işyeri temsilciliğinde bulundu. 1984 yılında sinema ve tiyatro oyuncusu Yaman Okay'la evlendi. Pankreas kanserine yakalanan Yaman Okay, 1993 yılında, 41 yaşındayken hayatını kaybetti. İstanbul'da Günaydın gazetesinde çalışmaya başladı. Dergicilik, yayıncılık, yapımcılık ve Sezen Aksu ile birlikte sahne çalışmaları yaptı, şarkı sözleri yazdı Yayınlandığı dönemde bir fenomen olan, başrollerini Türkân Şoray ile Şener Şen'in paylaştığı İkinci Bahar dizisindeki 'Kasap Melahat' rolüyle adını kitlelere duyurdu. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) 40. kuruluş yıldönümü kutlamalarında sahne aldı, 10 Aralık Hareketi'nin Politika Geliştirme Kurulu üyesi oldu. Petrol-İş Sendikası'nın 'Sendikalı Ol' kampanya filminde rol aldı. Senaryosunu yazdığı Muhteşem Yüzyıl dizisi devam ederken, akciğer kanseri tedavisi gördükten sonra çekildiği evinde, 9 Nisan 2012 sabahı hayata veda etti. Sözlü vasiyetini gerçekleştiren arkadaşları 'Meral Okay Matematik Köyü'nde Doğuyor' adlı bir yardım organizasyonuyla Aziz Nesin Vakfı'na maddi destek sağladı. Oyuncu olarak Bir Bulut Olsam, Alia, Beynelmilel, O Şimdi Asker, Hiçbiryerde, Koltuk Sevdası, Yeditepe İstanbul, İkinci Bahar, Seni Seviyorum Rosa adlı film ve dizilerde rol aldı. Yasemince, Asmalı Konak, Fedai, Bir Bulut Olsam ve Muhteşem Yüzyıl dizilerinin senaryosunu yazdı. 'Lunapark gibi bir sevdalık yaşadık...' 1993 yılında kaybettiği eşi Yaman Okay'ı anarken 'Hayatta en zor şey bir ölüye aşık olmak' demişti. Meral Okay, yıllar sonra Yaman Okay, onunla ve onsuz hayatı konusunda şunları yazmıştı: 'Yaman benim eski arkadaşımdı... O, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda oyuncuydu, ben de Ankara’da yaşayan bir öğrenciydim. O zamanların Ankara’sı, herkesin birbirini tanıdığı ve belirli yerlerde toplandığı bir yerdi. 70’li yıllardı ve kültür tüketicileri birbirlerini bir şekilde sıkça görürlerdi. Bizim müşterek arkadaşlarımız vardı, bunların başında Rutkay Aziz gelir. Rutkay’la siyaseten de bir aradaydım, Türkiye İşçi Partili’ydim ben. O yılların derli toplu Ankara’sında sık sık görüşme şansımız olurdu. Yaman’la tanışmamız o yıllardır; fakat aşık olmamız daha sonraya rastlar. O sinemaya 'Sürü' filmi ile geçince İstanbul’a gelmişti, ben de daha sonra İstanbul’a geldim. O eski bir Ankaralı olarak bana sahip çıkmaya kalktı; Ankaralıların böyle bir derdi de vardır. Biz, başımıza aşkın taşının düştüğünü bir mevsim geçtikten sonra fark ettik. Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman’ın eşyaları var. Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma hâlidir. Ben Ankara’dan örselenmiş ve kırılmış bir kalple gelmiştim. Yaman çok tutkulu ve sabırlı bir adamdı, bir de baktım kalp ağrımdan eser kalmamış. Yani taş düşmüştü ama adını koymamız için bir mevsim geçmesi gerekti. Yaman, o kadar temiz bir adamdı ki, ona kızamazdınız. Bir o kadar da yiğitti. Ben Yaman’ı hep bir lunaparka benzetirim. Onunla yaşamak bir lunaparkta yaşamak gibiydi. Bir yandan bütün cümbüşü, pırıltısı, eğlencesi ve sürprizleri, öte yandan yüreğinizin ağzınıza geldiği anlarıyla tam bir lunapark gibiydi. Üstelik ben bir Ankaralı olduğum, üstüne üstlük bir subay kızı olduğum için, bir yanımla derli toplu, diğer yanımla despot falan bir kızdım. Yaman bir gün bana, benim taklidimi yaptı; her şeyi net olarak alt alta sıralamamı, emir kipiyle konuşmamı, ’canımın içi’ derken bile bazen tonlamamdan dolayı ’Hadi canım!’ anlamı çıkabileceğini falan gördüm. Bu, bir oyuncuyla birlikte olmanın hem avantajı, hem dezavantajıydı. Bunu Yaman’ın aynasında görünce, ’Aaa çok fena bir şeymişim!’ dedim. Ee bu aynayı tutan eğer pırıltılı ve doğru bir adamsa, dönüştürücü de oluyor. ’Benimle o garnizon sesiyle konuşma’ derdi. Yaman, çok renkli ve heyecanlı bir adamdı. Ben derdim ki; ’Tanrım, bu adam ne zaman yorulacak!’ diye. Meğer acelesi varmış... Her şeyi o kadar yoğun, hızlı ve çoşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu. Her şeyi hızlı yaşardı, hızlı yemek yerdi, hızlı içki içerdi, bir proje söz konusu olduğunda hızına yetişemezdiniz. Bir gece arkadaşlarla yemekteyken sabah kahvaltısını Bodrum Türkbükü’ndeki evimizde yapmaya karar vermesiyle kendimizi yollarda bulmamız bir olurdu. Bazen düşününce dehşete kapılıyorum, demek ki acelesi varmış diyorum. Kısa bir ömre, birkaç kişilik bir hayat sığdırdı. Bizim Yaman’la tarihe kayıt olarak düşeceğim hiçbir kavgamız olmadı. O, kalbini insanlara açarken de, onlara güvenirken de çok hızlıydı ve kırılması da doğal olarak aynı hızla olabiliyordu. Aktörlerin kalbi camdandır. Çok çocuk, çok bebektirler. Belki de bunu çok yakından gördüğüm için ben daha dikkatli davranırdım. Belki de tek sürtüşmemiz onu kıranlara karşı olan tutumumdan olmuştur. Ben köşeleri çok olan bir insandım; Yaman beni eğitti. O hüzünleri ironik bir neşeye çevirebilme ustasıydı. Bu yönüyle de bakınca gam kasavetten çok çabuk çıkabilirdik. Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden ’biz’ olabilme hâlidir. İnsan egosu denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz. Biz birbirimize karşı çok saygılıydık; mesleklerimiz ve bunun gerektirdiği fedakârlık hallerinde hele daha da çok saygılı ve yol açıcı davrandık hep. Ee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik. Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi. Aşk bazen de bir kıyamama hâlidir. Şunu çok açıkyüreklilikle söyleyebilirim; o benden daha iyi bir insandı. O kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz... Ben Yaman’la birlikte onun kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar masum yaşamayı öğrenmeye çalıştım. Buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın. O, o kadar ahlâklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız. Onun yanında kirli kalamazdınız. Hastalığının son bir ayında, ki hastalığın çıkmasıyla kaybetmemiz 1.5 ay sürdü. Tıp hastalığının süratine yetişemedi. Hep şunu düşündüm; hayata, sanatına ve bize dair bir sürü düşüncesi, projesi vardı ve hepsi sanki hızla arka arkaya gerçekleşmeye başlamıştı. Neden şimdi, neden bu adam, diye çok düşündüm. Orada bile hızlıydı. Komaya girene kadar Yeşim Ustaoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu ile birlikte senaryo çalıştılar. Onlar her gün geldiler ve bu oyunun gönüllü yoldaşı oldular. Sonra o film çekildi; Yeşim’in ilk uzun metraj filmidir 'İz' filmi ve Yaman’a adadılar. Yaman’ın rolünü Aytaç Arman oynamıştı. Bunlardan bahsetmişken o sürecin acısını hafifleten bir yığın katıksız dostluklar yaşadık. Gerçi o sürecin acısı hafiflemiyor. Ben de harlı ateş şeklinde yanma hâli tam 10 yıl sürdü. Asmalı Konak’ın son dört bölümünü yazarken o acıyla yeniden yüzleştim ve ancak o zaman birazcık küllendi diyelim. Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana. Bu ateşle yanma hâli, o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın. Yaman’la her günümüz Sevgililer Günü’ydü... Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır. Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken Boğaz’ı turlardık. Sezen’i anmamak olmaz: Sezen, Yaman’ın çok yakın arkadaşıydı. Ben Yaman’dan dolayı tanıdım. Sezen, insanın hayatına çok hafif dahil olur. Sızar ve siz bunu anlamazsınız. O benim kardeşim, arkadaşım her şeyim oldu. Yaman’dan sonra işlerimin önemli bölümünü tasfiye ettim. Sezen, ısrarla profesyonel olarak birlikte çalışmaya zorluyordu beni. Nerdeyse kafamı kıra kıra bana şarkı sözü yazdırdı. Birlikte yazdığımız ilk şarkı; ’Masum Değiliz’. ’Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece. Yalnızlık, sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna’ diye... Yaman’dan iki ay sonra yazdık. Daha sonra bu ısrar otuz küsur şarkı sözü üretti. O dönem Sezen bana sadece 3-5 saat uyumaya yetecek kadar boşluk bırakıyordu. Stüdyolar, kayıtlar, konserler vb. çok yoğun bir rehabilitasyon oldu benim için. Sezen’in o toplumsal düzeydeki rehabiliterliği benim için özel bir muamele seçkinliğinde oldu. O benim kardeşimdir, canımdır. Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır. Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep. Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz. Öyle kadınlar ve erkekler tanıyorum, risk almıyorlar. Aşk emniyetli bir şey değildir. Emniyetli olan sevgidir. Aşk ehlileşmez, sakinleşemez. Öyle olursa akraba olursunuz. Bir de aşık olunacak mecra kalmadı. Artık ortak alanları paylaşmıyoruz. Bizim agoramız yok artık. Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde. Bu hem maddi hem manevi bir şeydir. Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir. Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde. Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk. Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor. Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı. Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık. Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara. Dizilerdeki aşık olma süreci o kadar uzun ki, öncelikle bu rasyonel değil! Aşk çok ani, hızlı ve genellikle beklenip, tasarlanamayan bir şeydir. Kafana bir taş düşer, neye uğradığını şaşırırsın. Ve bunun aşk olduğunun da sonradan adını korsun. İrrasyonellik sadece bu değil, bir de dizi karakterlerinin çok ön hazırlığı var aşık olmak için. Halbuki, hayatta böyle değildir, aşk tasarlanılan ve ön hazırlığı yapılabilen bir şey değildir. Eskinin, hani o dalga geçilen mantık evliliklerinde bile, bugünkü hesaplılıktan daha çok aşk vardı diyesi geliyor insanın. Ali Poyrazoğlu dedi, ’Aşk bir kör atlayıştır.’ İnsanların birbirleri için ’sağlama’ yapacakları alanlar kalmadı. Modern hayatlar ve modern zamanlarda böyle bir şansı yoktur insanın. Son bir aydır, ’Ben aslında duyguları olan iyi bir insanım’ mesajını, ben şu cümleyle alıyorum. Babam ve Oğlum’u gördün mü? Hee gördüm Ağladın mı? Sana ne? Yani ben de duyarlıyım ve iyi bir insanım. Bu arada, ben de filmi seyrettim. Yeri gelmişken ve sabah seansında katılarak ağladım ama bu soruları soran insanlarla o kadar ayrı şeylere ağladık ki. Benim o filmde yandığım, bu ülkenin o temiz çocuk yürekli insanlarının, bu ülke tarafından nasıl da kırıldığını, nasıl da örselendiklerini, onurlarıyla ekmekleriyle nasıl da oynandığını gördüğüm için bu uğurda yiten, onulmaz acılar çeken insanlarımızı hatırlayarak ağladım. Belki de bugünkü aşksızlık hâli de, o dönemlerin ürünüdür diyeceğim ama aşk bunların hepsinin üzerinden atlayabilecek bir şey olmalı... 'T24
Diziler Yurt Dışına Açıldı, Turistler Türkiye'ye Aktı!
Turizmde, 2023 yılında 50 milyon turist ve 50 milyar dolarlık gelir hedefleyen Türkiye'de, dizi sektörünün, yurt dışı pazarlarına açılması, bu hedefe ulaşmada, önemli katkı sağladı. Yaşar Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Bölüm Başkanı Doç. Dr. Gökçe Özdemir, televizyon dizisi sektörünün turizme yansımalarına ilişkin yaptığı değerlendirmede, film ve dizilerin, çekildiği yerin doğal ve tarihi yapısını yansıtarak, o bölgeye ilgiyi artırdığını ifade etti. Türkiye dizilerinin turizme olan etkisinin, ilk kez 2002 yılında 'Asmalı Konak' yapımıyla başladığını ve bu dizinin yayınıyla birlikte Kapadokya ve Ürgüp'e ilginin büyük oranda artarak, bölgede yerli turist akını yaşandığını hatırlatan Özdemir, 'Bütün tur firmaları programlarına dizinin çekildiği konağı da ekledi. 'Asmalı Konak' biteli 10 yılı geçmesine karşın turlar talep azalsa da halen sürüyor. Çeşitli diziler sayesinde özellikle Mardin, Gaziantep gibi şehirlerimiz de turların gözdesi oldu' dedi. İhraç diziler yurt dışından turist çekiyor Özdemir, son dönemde Türkiye dizi sektörünün yurt dışına ihraç edilmeye başlanmasının, gelen turist sayısı ve yeni destinasyonlar oluşmasına katkı sağladığını dile getirerek, şunları kaydetti: 'Türk dizi sektörü, 102 ülkeye binlerce saatlik dizi satıyor. Özellikle 'Muhteşem Yüzyıl' gibi diziler, Balkanlar ve Arap ülkelerinden ülkemize olan turizm talebini olumlu etkiledi. Türk dizilerinin satıldığı ülkelerden Türkiye'ye yüzde 15 civarında turist artışı yaşandı. Örneğin 2 yıl önce yaklaşık 35 bin Arap turistin ziyaret ettiği Doğu Karadeniz'i 2013 yılı itibariyle 170 bin Arap turist gezdi. Bosna Hersek, Hırvatistan, Kosova, Makedonya ve Sırbistan gibi Balkan ülkelerinden Türkiye'ye yapılan uçak bileti aramalarının neredeyse 2 katına çıktığı gözleniyor. Bir tur firması, Lübnan'daki turizm fuarına katıldığında, dizi turu isteğiyle karşılaşabiliyor. Bu nedenle 3 günlük İstanbul turları düzenleniyor ve dizilerin çekildiği mekanlar gezdiriliyor. Hava yolu şirketleri de benzer açıklamalarla 'dizi turlarının doluluk oranlarını artırdığını' söylüyor.' Türkiye'de çekilen Holywood filmleri yeni umut Turizmin gelişmesinde, uluslararası film sektörünün de büyük fırsat olduğunu ve özelikle Holywood filmlerine platoluk yapan ülkelerin turizminin bir anda geliştiğine işaret etti. Filmlerin, bir ülkenin turizmdeki küresel imajını etkileme gücüne sahip olduğunu ifade eden Özdemir, şunları söyledi: 'Çok sayıda yerel hükümet ve turizm otoritesi, yabancı ve yerli yapımcıları, dizilerle filmleri kendi bölgelerinde çekmek için ikna etmeye çalışıyor. Filmlerin ve televizyon dizilerinin turizm ve ekonomik açıdan sağladıkları kazanç çok büyük rakamlara ulaştı. 'Yüzüklerin Efendisi' filminin Yeni Zelanda'da yarattığı ekonomik değer 2 milyar dolar. Bu film sayesinde Yeni Zelanda'ya gelen ziyaretçi sayısı yüzde 50'lik bir artışla 2,4 milyona ulaştı. 'Cesur Yürek' filminin ardından İskoçya'daki Wallace Anıtı'nın ziyaretçi sayısı yüzde 300 arttı. Yine, 'Görevimiz Tehlike 2' filminin ardından 2000 yılında Sydney'deki milli parkların ziyaretinde yüzde 200 artış yaşandı. İngiltere'deki bir araştırmaya göre, İngilizlerin yüzde 80'i sinemada gördükleri destinasyonlara gitme eğiliminde. Türkiye için de burada çekilmese de Brad Pitt'in başrolünde oynadığı 'Truva' filminin ve heykelin kente getirilmesinin etkisiyle o dönemde Çanakkale'nin turist sayısı yüzde 73 arttı. Bu rakamlar film ve dizilerin turizm için ne kadar önemli bir fırsat olduğunu ortaya koyuyor.' Özdemir, Tüirkiye'nin bu alanda özellikle son dönemde önemli bir fırsatı yakaladığını ve kültür zenginlikleri, tarihi, doğasıyla dev bütçeli, ünlü isimlerin rol aldığı Hollywood filmlerinin platosu haline geldiğini belirtti. Türkiye'nin 2011 yılından itibaren gişe hasılatı 1 milyar dolar gişe hasılatını geçen 'Skyfall', en iyi film Oscar'ını alan 'Argo' ve 'Taken 2' ile son olarak Russell Crowe'un başrolünü ve yönetmenliğini üstlendiği 'The Water Diviner' filminin de yer aldığı toplam 18 yabancı filmin çekimlerine ev sahipliği yaptığına dikkati çeken Özdemir, 'Bu,Türkiye'nin tanıtımı için büyük önem taşıyor. İmaj, turizm endüstrisinde hayati öneme sahip kavram. Ülke olarak bu gibi fırsatları iyi değerlendirip doğru imaj ve tanıtım stratejileri ile sinemayı aynı Yeni Zelanda'nın yaptığı gibi lehimize bir turizm fırsatına çevirebiliriz' dedi. AA---
'Ekrandaki Güzellerin Hepsi Photoshop'lu'
Oyuncu Selma Ergeç: Kadınlar bunu bilir, her gün aynı uyanmazsınız. Ama en çok kulaklarımı beğeniyorum. Onlar değişmiyor her gün aynı. Her gün uyandığımda küçükler Muhteşem yüzyıl dizisinde Hatice Sultan’ı canlandıran oyuncu Selma Ergeç , çeşitli ünlü isimlere özenen gençlere, 'Hiç birine özenmeyin, inanın onların hepsi Photoshop'lu, ben biliyorum' dedi. Birleşik Arap Emirlikleri'nden yayın yapan MBC4 kanalında Zeynep Özek 'in hazırladığı 'Turki Extra' programına konuk olan Ergeç vücudunda en fazla kulaklarını beğendiğini söyledi. Adanalı Türk doktor ile Alman bir hemşirenin ilk çocuğu olarak Almanya'da dünyaya gelen, 'Best Model of Turkey' yarışmasını kazanmasının ardından çeşitli film ve dizilerde oynayan, 'Muhteşem Yüzyıl'da 3 sezon boyunca 'Hatice Sultan'ı canlandıran Selma Ergeç, programda soruları İngilizce yanıtladı. Çocukluğunda hemen 2 yılda bir ülke değiştirdikleri için kalıcı arkadaşlıklar kuramadığını anlatan Ergeç, köpeği ile zaman geçirdiğini, kitap okumak, müzik dinlemekten hoşlandığını söyledi. Ergeç, şöyle dedi: 'Okurken oyunculuk yaptım. Ama gençken asıl ilgi alanım moda dünyasıydı. Moda çizimleri yapıyordum, modellere hayrandım. Duvarımda Harrison Ford 'un Indiana Jones posteri, kendi çizimlerim ve bir sürü catwalk fotoğrafı vardı. Ergenlik çağındaki kendimi acımasızca eleştirirdim. En büyük tutkum bir gün modellik yapmaktı. Gençlere çağrım; 'Eğer teenage'seniz (Ergenlik dönemi) ve başka kızları kendinizden güzel buluyorsanız hiç endişelenmeyin. Sonunda hayalimi gerçekleştirdim podyum mankenliği ve modellik yaptım. Hatta bunu bir süre Paris'te yaptım. Ancak asıl tutkumun oyunculuk olduğunu keşfettim. Modellik yaparken 'Şöyle görüneceksin, böyle olacaksın' gibi zorlama formlar, beni bir kalıp içine sokmak istemeleri beni rahatsız etti. Gençlere sesleniyorum; Hiç birine özenmeyin.' Muhteşem Yüzyıl sihirli bir set Selma Ergeç, 2.5 yıl süreyle 100'den fazla bölümde 'Hatice Sultan'ı canlandırdığını hatırlatırken, “Bir gün negatif bir şey olmaz mı? Hep pozitif, insanların bir birine yardımcı olduğu bir ortam. Bazı setler olur 1-2 kişi ile iyi anlaşır, ama diğerleri ile anlaşamazsınız. Bu setteki ise, sanki sihirli bir şeydi” dedi. Selma Ergeç, canlandırdığı karakter ile ilgili sorun ile karşılaştığında Okan Yalabık'ın kendisine yardımcı olduğunu anlatırken, “Her sahneyi önemseyip nasıl yapacağımı aşırı titizlikle tartıyordum. Okan bana, 'Bunu masal gibi düşün. Bir masalda her şey olur, olamayacak hiç bir şey yoktur' dedi. Böyle düşünmek birden beni özgürleştirdi. Böyle yapınca 'Doğru olur' diye bir şey yoktu” diye konuştu. Selma Ergeç, dizide dönemin koşullarına göre yaşanan aşkın insanlara özel geldiğini belirterek, “Çünkü birlikte olamıyorlar, dokunamıyorlar, aşklarını gizlemek zorundalar. Hatta korkuyorlar. Bu nedenle izleyicide hep bir beklenti, bir heyecan hakimdi” dedi. ‘Var olan güzellikleri göremiyoruz’ Selma Ergeç, dizideki senaryonun sonuçta kurgu olduğunu, günümüz insanının böyle tutkulu bir aşkı yaşamasının çok düşük bir olasılık olduğunu söyledi. Ergeç, “Günümüzde bir çok güzellik var. Sadece bunların farkında değiliz. Bazı idealize edilmiş şeyler bizi körleştirmiş; 'Böyle görünmek zorundasın,' 'Şöyle aşık olmak zorundasın' gibi. Dolayısıyla hayatımızdaki var olan birçok güzelliği göremiyoruz” diye konuştu. ‘Kulaklarımı beğeniyorum’ Ergeç, Arap sunucu Liana Dahdouh 'un bir sorusu üzerine, her kadın gibi bazı günler kendisini beğendiği halde, bazı günler beğenmediğini bildirirken, 'Kadınlar bunu bilir, her gün aynı uyanmazsınız. Ama en çok kulaklarımı beğeniyorum. Onlar değişmiyor her gün aynı. Her gün uyandığımda küçükler” dedi. Selma Ergeç, hala lisede giydiği kıyafetlerini sakladığını ve onları giydiğini bildirirken, 'Topuklu giyenleri beğeniyorum. Ama ben rahat edemiyorum ve rahat edemediğim hiçbir şeyi giymem' dedi. ‘Murat Yıldırım muhteşem biri’ Selma Ergeç, Arap dünyasında çok sevilen Murat Yıldırım ile kamera karşısına geçtiği 'Kırımlı Korkunç Yıllar' adlı Polonya ve Almanya'da geçen 2'nci Dünya Savaşı filminden söz ederken, 'Yeni tamamladık. Çok derin, yoğun bir hikaye. Asi'den sonra yine Murat'la çalıştık. O muhteşem, çok düşünceli, çok iyi biri. Çok çalışkan, çok disiplinli. Almanca bilmediği halde inanılmaz bir çalışmayla replikleri ezberledi' dedi.T24
Muhteşem Yüzyıl'da Hürrem Sultan Devri Bitiyor
Muhteşem Yüzyıl'da Hürrem Sultan devri Nisan ayının sonunda yayınlanacak 134. bölüm ile sona erecekTürk televizyonlarının son dönemde en çok izlenen dizi filmi olarak bilinen Muhteşem Yüzyıl'da, Hürrem Sultan devri bitiyor. Dizinin en önemli karakterlerinden 'Hürrem Sultan' bu ay sonu 134. bölümünde hayata veda ediyor. Hürrem Sultan'ın saray bürokrasindeki gücü tartışılmayacak ölçüde büyüktü. Çocuklarından birini tahta geçirmek için hayatını ortaya koyan Hürrem, 134, bölümde vücudunda çıkan çıbana benzer yara yüzünden ölüme hızla yaklaşıyor. Şehzadeler savaşı Dizinin yayınlanan son bölümünde Şehzade Beyazıd ile Şehzade Selim'in birbirlerini öldürmelerine son anda yetişerek mani olan Hürrem Sultan fenalaşarak yere yığılınca hastalığı iyiden iyiye nüksediyor. Hürrem Sultan'ın tedavisiyle ilgilenen Alime Hatun Sümbül Ağa'ya 'Sultanımız amansız bir hastalığa yakalanmış. Bu öyle bir illet ki kurtulanını ne gördüm ne işittim. Çok az vakti kaldı' diyerek acı gerçeği söylüyor. Sümbül Ağa Kanuni'den ne istedi? Durumu öğrenen Sümbül Ağa önce Hürrem Sultan'dan bile gerçeği saklıyor ancak sonunda onu ağlarken yakalayan Hürrem Sultan'a durumunu gözyaşları içinde söylüyor. Ölümün kendisini alt edemeyeceğini düşünen Hürrem Sultan 'Ben defalarca ölümden döndüm bunu atlatacağım' dese de bu sırrın ağırlığı altında ezilen Sümbül Ağa payitahta döndüklerinde Sultan Süleyman'a Hürrem Sultan'ın amansız bir hastalığa yakalandığını söyleyerek derman diliyor. Ölümün kendisini alt edemeyeceğini düşünen Hürrem Sultan 'Ben defalarca ölümden döndüm bunu atlatacağım' desede bu sırrın ağırlığı altında ezilen Sümbül Ağa payitahta döndüklerini de Sultan Süleyman'a Hürrem Sultan'ın amansız bir hastalığa yakalandığını söyleyerek derman diliyor.T24
Mağden: 'Soykırımı Reddeden Bir Milletin Çocuklarından Ne Bekleyebiliriz?'
Perihan Mağden, 'Bence AKP’liler de Kemalistler de ikisi de birbirilerinin içindeki en kötü tarafları ortaya çıkardılar ve olduklarından daha kötü bir noktaya gittiler' dedi Yeni çıkan kitabı “Tehlikeli Temayüller”le ilgili olarak Agos’a konuşan yazar Perihan Mağden , “Türkiye söz konusu olduğunda ‘banallik’ çok önemli bir kavram. Banallik Türkçeye ‘sıradanlık’ olarak çevrildi ama bence tam karşılamıyor. Banal kelimesi Türklük hallerini çok güzel karşılıyor. Soykırımı reddetme utanmazlığının da bu banallikle ilgili olduğunu düşünüyorum” dedi. Mağden, “Aslında bu konuda en güzel sözü kızım söyledi: Bir şeye çok öfkelenmiştim, “Neden bunu anlamıyorlar, neden görmüyorlar?” diye bağırıyordum. Kızım; “Anne, Ermeni Soykırımı’nı kabul etmeyen, görmek istemeyen insanlardan ne bekliyorsun?” dedi. Hakikaten bu gerçeği reddeden bir milletin çocuklarından ne bekleyebiliriz?” diye konuştu. Agos gazetesinden Ferda Balancar, yeni kitabı “Tehlikeli Temayüller” ile okuyucularıyla buluşan Perihan Mağden ile konuştu. Ferda Balancar’ın Perihan Mağden ile yaptığı söyleşi şöyle: Yüzleşememe deyince akıllara 1915 geliyor. Türkiye’nin ‘yüzleşememe macerası’nda Ermeni Soykırımı’nın yeri nedir? Kitapta Hannah Arendt’in kötülüğün banalliği kavramını çok sık kullandım. Türkiye söz konusu olduğunda ‘banallik’ çok önemli bir kavram. Banallik Türkçeye ‘sıradanlık’ olarak çevrildi ama bence tam karşılamıyor. Banal kelimesi Türklük hallerini çok güzel karşılıyor. Soykırımı reddetme utanmazlığının da bu banallikle ilgili olduğunu düşünüyorum. Aslında bu konuda en güzel sözü kızım söyledi: Bir şeye çok öfkelenmiştim, “Neden bunu anlamıyorlar, neden görmüyorlar?” diye bağırıyordum. Kızım; “Anne, Ermeni Soykırımı’nı kabul etmeyen, görmek istemeyen insanlardan ne bekliyorsun?” dedi. Hakikaten bu gerçeği reddeden bir milletin çocuklarından ne bekleyebiliriz? Sokağın ortasında bir ceset yatıyor ve biz arabamızla üstünden geçiyoruz sanki… Biz o cesedi gömüp, yasını tutup, yüzleşmediğimiz sürece, şuradan şuraya gidemeyiz. Türkiye’nin yüzleşememe sorununda her zaman düşündüğüm bir meseledir ‘soykırımın reddi’. 2015’ten ne bekliyorsunuz? 100. yılında Türkiye, Ermeni Soykırımı ile yüzleşebilecek mi? Bence daha kötüye gidiyoruz. Bence AKP’liler de Kemalistler de ikisi de birbirilerinin içindeki en kötü tarafları ortaya çıkardılar ve olduklarından daha kötü bir noktaya gittiler. Her iki kesimde de nefret ve kin izleri daha da büyüdü. O yüzden böyle bir yüzleşmeyi mümkün görmüyorum. Her iki kesim de bir felsefi zelzele ya da algı depremi yaşamazsa böyle bir şey olacağını sanmıyorum. Ermeni meselesi bizim hayatımızdaki çok önemli bir kara delik. Bu deliği kapamadığımız sürece yol alamayız. Önümüzde ruhsal olarak bir çukur var. Yazılardan birinin başlığı ‘Dırdırlanma Geleneği/İsyan Eksikliği’. Gezi, yazıda vurguladığınız ‘isyan eksikliği’nin sonu mu, yoksa zaman içinde ‘dırdırlanma geleneği’ne teslim mi olundu? Bence Gezi dırdırlanmaya dönüşmedi, zira netice aldı. O AVM, Gezi Parkı’na dikilemedi. Gezi, bir şehir kalkışmasıydı ve ilkti. Gezi’ye önce mesafeli yaklaştım. Cumhuriyet mitinglerinin simülasyonu mu olacak endişesi duydum. Özellikle ortaya çıkan bayraklar bende bu endişeyi yarattı. Ama zaman içinde çok farklı kesimlerin muhalif bir sesin ortaklığında buluştuğunu gördüm. AK Parti hiçbir demokratikleşme vaadini tutmadığı gibi, diktatörlük yolunda ciddi adımlar da attı. Buna karşı tepki çok önemliydi. Gezi’nin önemi de burada. AK Partililerin Gezi karşısındaki tutumunu nasıl yorumluyorsunuz? Başbakan Erdoğan ‘istiklal savaşı’ söylemini pompaladı. Ama asıl korkunç olan makul bulduğumuz insanların bile bu söylemi kullanması. Mesela Etyen Mahçupyan bir süre önce ‘AK Parti istiklal savaşı veriyor’ dedi. Beni Başbakan’ın sözlerinden çok bu tür tutumlar dehşet içinde bırakıyor. Siz de yakın zamana dek AK Parti’ye karşı olumlu bir tutum içindeydiniz. Ne zaman farklı düşünmeye başladınız? Ben aslında son zamanlara kadar AK Parti’nin içinden bir muhalefet hareketi çıkacağını düşünüyordum. Sonuçta AK Parti’yi kuranlar, babaları Erbakan’a bayrak açmış bir kitle. Şimdi Erdoğan’a karşı hiç ses çıkarmıyor olmaları ise Erdoğan ile tam bir özdeşleşme içinde olduklarını gösteriyor. AK Partililer, batmakta olan Titanik gemisinde birbirlerine yapışmış, dans ediyor gibiler. Birbirlerine ‘dış düşmanlar’ konusunda da gaz verdiler sanıyorum. Buradan da ‘güçlü ve mazlum olmak’ gibi bir kombinasyon yarattılar. ‘Güçlü ve mazlum’ bağımlılık yaratacak bir kombinasyon. Mesela Yiğit Bulut’un Erdoğan’ın danışmanı olması çok önemli bir göstergedir. Ultra milliyetçi bir çizgi izleyen Yiğit Bulut, eskiden “Yunanlılar bizim devlet tahvillerimizi alıyor. Bu işin sonu nereye varacak?” diye yazılar yazıyordu. Yunanistan’ın devlet tahvillerimizi almasının iyiye işaret olduğunu görmezden gelen bir ekonomist, deli saçması fikirlerini Başbakan’ın yanında üretiyor. Yaşlı kuşak köşe yazarlarına bol bol gönderme yapıyorsunuz ama bir de genç kuşak yazarlar var. Onlara nasıl bakıyorsunuz? İçlerinden biri Türkiye gazetesinde yazmaya başlayınca “Dedemin okuduğu gazetede yazmaya başladım” dedi. Armut dibine düşer ekolüymüş meğer bunlar. Bu kuşak, büyük bir konfor battaniyesinin içinde kuzucuklar gibi oturuyor. Birden dedelerinin gazetelerinde, dedelerinin gözlerini yaşartan yazılar yazmaya başlıyorlarsa “gidişat nereye” diye düşünüyorum. Türkiye’de her kesimde devasa boyutlarda ahlaki sorunlar var. Ancak medya en sorunlu alanlardan biri. Medyada ki ‘lumpen dayanışması’ var. ‘Köyden emmimin oğlu geldi, onu da yazı işleri kadrosunu alayım’ kaygısıyla kurulmuş kadrolar var. Teknolojide, bankacılıkta sınıf atladık ama medyada tersine, birkaç sınıf geriye gittik. AK Parti-Cemaat çatışması hakkında ne düşünüyorsunuz? Ortaya konan tavırlar, dil sizi şaşırtıyor mu? Evet söylenenlere şaşırıyoruz, çünkü biz onların iyi aile çocuğu olma ihtimalini sevmişiz. Aslında Türkiye olarak sınıf değil, kast toplumuyuz. Kast toplumunda, altta ne olup bittiğini bilmezsin de anlamazsın da. Göz kararıyla diğer kastlardakilere birtakım şeyler atfedersin. Mesela belki onlarda hiç olmayan demokratlık atfediyorsun. Kast toplumu olmaktan kurtulamazsak sorunlarımız çözemeyiz. Ben Gülen hareketine bazen şöyle bir önem atfediyorum. Bu hareketi, İslamiyetin içinde bir Protestanlık çalışması olarak görüyorum. Bence Gülen hareketinde ahlaki kaygılar var. Yani İslamiyete ahlaki kaygıları entegre etmeye çalışan bir din adamı var karşımızda. Fethullah Gülen’in konuşmalarını azıcık bile dinleseniz ahlaki meselelerden sıkça bahsettiğini fark edersiniz. Böyle bir reform hareketine İslamiyetin çok ihtiyacı var. Bu ihtiyaca Gülen hareketinin cevap olma ihtimali ABD’yi de çok cezbetti. Gezi’deki çoğul yapı, 20’li yaşlarındaki ‘Geziciler’, kast toplumundan çıkışın habercisi olabilir mi? Onlardan ümitliyim. Çünkü bağnaz, rijit değil, neşeliler. İdeolojik formüllerle yetişmediler. Bu yüzden bu çocuklardan bir şeyler çıkacaktır. Kürt sorununda barıştan umutlu musunuz? Türkiye’de Kürt meselesine yaklaşım, Ermeni meselesiyle aynı. Gerçekleri görmek istemiyorsan ve ırkçılık, sıradan faşizm yapmak istiyorsan ikisine de aynı formülle yaklaşırsın. AK Parti barış süreci konusunda da ters açıya düşürdü. Barış yalan oldu, çünkü hiçbir adım atılmadı. Gerekli kanun değişikliklerini, yapılması gerekenleri yapmadılar. Benim anladığım Abdullah Öcalan’ın kendi siyasi geleceğini görmek istediği yerle, Tayyip Erdoğan’ın kendi siyasi geleceğini görmek istediği yer arasında bir satranç oynanıyor. İki usta satrançcı gibi çok uzun aralar vererek hamleler yapıyorlar. Barışa yönelik kalıcı ve sahici adımları her iki taraf da atmıyor. Beyaz Türklerle, siyah Türkler Kürt düşmanlığı konusunda farklılar gibi görünüyor. Kürt düşmanlığının tavan yaptığı yerler daha çok kıyılar. Mesela İzmir… İzmir iklimini belirleyen, sonradan olma ‘bej Türkler’, Kürtler gelip şehrimizi ele geçiriyor histerisi yaşıyorlar. Sanki çok önemli bir şehir kültürleri varmış da Kürtler onları tehdit edecek endişesiyle yaşıyorlar. Aslında onlar da İzmirli değil. Ya Aydın’dan gelmişler ya da Balkanlar’dan. Bir Türk atasözü ‘misafir misafiri sevmez’ der. Bu atasözü en çok İzmir’deki Kürt düşmanlığı için geçerli. ‘Fuzuli Yalanlar’ başlıklı yazınızda İslamiyetin Hristiyanlığın tersine, yalan söylemeyi neredeyse serbest bıraktığını söylüyorsunuz? Nasıl vardınız bu kanaate? Din uzmanı değilim ama İslamiyette şu şu koşullarda yalan söyleyebilirsin kaydının olduğunu biliyorum. Şartlar o kadar çok ki, neredeyse ne zaman istersen yalan söyleyebilirsin deniyor. Hristiyanlıkta ise yalan ‘yedi büyük günah’tan biri. Bu çok net. Bu farklılık yalan söylemek konusunda bir fark yaratıyor diye düşünüyorum. Köşe yazarlığına dönecek misiniz? Bu kitapta yaptığım gibi yazıları biriktirip kitap yapmaya devam edeceğim. Kitabın daha kalıcı ve daha değerli olduğuna inanıyorum. Meryem Uzerli’nin yaşadıkları Türklere dair çok şey anlatıyor Sinema ya da TV dünaysında umut vaat eden oyuncular var mı? İnanılmaz derecede yetenekli genç oyuncularımız olduğunu düşünüyorum. Bu oyuncular, Amerika’ya, Hollywood’a rahatlıkla gidebilirler. Örnek verebilir misiniz? Kıvanç Tatlıtuğ en çarpıcı örneği. Aşkı Memnu’nun son bölümünde Tatlıtuğ’un oynadığı mezarlık başında ağlama sahnesi vardı ve korkunç başarısızdı. Ancak bir süre sonra ‘Kuzey ve Güney’de karşımıza inanılmaz iyi bir oyuncu olarak çıktı. Türkiye’de daha önce bu kadar ünlü olmuş hiç kimse böyle bir şey yapmadı; çalıştı ve bambaşka bir insana dönüştü. Kıvanç Tatlıtuğ dışında, konservatuardan gelen oyuncular var. Mesela Beren Saat çok iyi bir oyuncu. Okan Yalabık inanılmaz iyi bir oyuncu. Muhteşem Yüzyıl’a giren manken kızlar bile çok iyi bir oyunculuk sergilediler. Bu da tabii dizinin yönetmeni Taylan Kardeşler’in başarısı. Ama hepsi bir yana, Kıvanç Tatlıtuğ, objektif bir gözle bakacak olursak Brad Pitt’ten daha yakışıklı ve rahatlıkla Hollywood’da oynayabilir. Neden Hollywood’da bu oyuncuları göremiyoruz? Bir; annelerinin böreği. İki; burada çok iyi para kazanıyorlar. Ne annelerinin böreğinden, ne Türk halkının sevgi çöreğinden vazgeçemiyorlar. Mesela Rus asıllı pek çok oyuncu Hollywood’a akın ediyor. Eminim beş yıl sonra başrol oynayacaklar. Ancak bizimkiler Türklük hallerinin konforundan vazgeçemiyorlar. Bir de Meryem Uzerli vakası var. Sizin deyiminizle Uzerli de ‘Türklük halleri’nin kurbanı mı oldu? Meryem Uzerli’nin insanın içini acıtacak kadar dürüst ve tatlı bir kız olduğunu düşünüyorum. Dürüst kadınlar, Türkiye’de bunu çok yaşıyor, çünkü adamlarla iletişim kuramıyorlar. Çünkü o adamlar, yalancı anneleri tarafından tezgâh açan, idare eden kadınlarla ilişkide olmaya alışmışlar. Meryem Uzerli’nin yaşadığı kültürel şok, Türkiye’yle ilgili o kadar çok şey açıklıyor ki… Onun yaşadığı aşk ilişkisi temiz ruhlu yabancıların Türklerin bütün o numaralarıyla, oyunlarıyla nasıl baş edemeyeceğini gösterdi bize. T24