onedio

AİHM Haberleri

AİHM ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. AİHM ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Başbakan'dan Bahçeli'ye: 'İspatlamazsan Alçaksın, Adisin'
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan AK Parti’nin haftalık grup toplantısında konuşuyor. Erdoğan konuşmasında Bahçeli'nin 'Pınarhisar'ı mumla arayacak' sözlerine cevap verirken Pınarhisar yerine yanlışlıkla Pensilvanya dedi.İşte Erdoğan’ın konuşmasından satır başları:AVRUPA ZİYARETLERİBildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta sonu itibariyle Avusturya ve Fransa’daki vatandaşlarımızın, orada yaşayan çalışan hayat kurmuş kardeşlerimizin samimi sizlere selamları var, bunu iletmek istiyorum. Perşembe günü Avusturya’nın başkenti Viyana’ya gittik, ayağımızın tozuyla kardeşlerimizle bir araya geldik. Avrupalı Türk Demokrat Birliği’nin 10’ncu kuruluş yıl dönümü kapsamında düzenlediği toplantı 10 bin kişinin katıldığı bir salonda yapıldı. Daha büyük bir salon talebi vardı, ancak çeşitli bahanelerle bu karşılanmadı.Avusturya’daki vatandaşlarımız akın akın geldiler. Salon içinde ve salon dışında çok büyük bir coşku çok büyük bir heyecan söz konusuydu. Ve saatlerce orada bekleyen vatandaşlarımızın salon dışında olanları da kapalı salondaki konuşmamızı sonuna kadar dışarda izlediler, beklediler, salon içindeki toplantıdan sonra çıkıp dışarda da açık hava mitingi yaptık.Gerçekten Türkiye’yi aratmayan, mitingleri aratmayan, heyecanın coşkunun muhabbetin zirve yaptığı anları Avusturya’daki kardeşlerim bizlere yaşattılar. Ertesi gün kaldığımız otelde Avusturya Dışişleri Bakanı’nı kabul ettik. Ardından Paris’e geçtik. Paris’te Fransa Cumhurbaşkanı Holland ile başbaşa görüşmemiz oldu.Bir güncelleme diyebileceğim geleceğe yönelik bir plan oluşturduk. Cumartesi günü Fransa’nın, aynı zamanda Türkiye’de 1200’ü bulan Fransız şirketi var. Bunların ileri gelenlerinden bir kısmıyla kahvaltı yaptık. Paris’teki bu resmi temaslar esnasındaki yaptığımız bu görüşme, Türkiye’deki yatırımların geleceğine yönelik de bir yeni değerlendirme fırsatı verdi. arzuları talepleri nelerdir, bunları dinlemek suretiyle de bu eksiklikleri gidermek ve geleceğe yönelik de yaptıkları yatırımların daha da artırılması için taleplerimizi kendilerine ilettik.Lyon kentine geçtik. Paris’ten sonra Fransa’nın en büyük kenti. Bölge valisi ve belediye başkanıyla görüşmeler yaptık. Belediye başkanı, aynı zamanda senatör. Lyon’da da yine Avrupalı Türk Demokratlar Birliği’nin düzenlediği vatandaş buluşmasına katıldık. 20 bin vatandaşımızla buluştuk, hasret giderdik. Üç vatandaş buluşması gerçekleşti. İlkini Köln, ikincisi Viyana, üçüncüsü ise Lyon olmuş oldu. orada yaşayan vatandaşlarımızın morallerinin yüksek olduğunu bizzat müşahede ettim. Askerlikle ilgili konularda kolaylıklar sağladık, bulundukları ülkede oy verme hakkı, Türkiye ile ilgili irtibatlarını daha da güçlendirdi. Vatandaşlarımız ilk kez olarak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullanacaklar. Tüm genel seçim ve halk oylamalarında Türkiye’ye gelmelerine gerek kalmaksızın demokratik tercihlerini yapabilecekler. Oy kullanma tarihleri tabi ki buradan farklı olacak, bazı ülkelerde 4 bazı ülkelerde 2 gün olarak bu oy kullanma süreci devam edecek.Yurt dışında ilk tur 31 Temmuz 3 Ağustos, seçimler ikinci tura kalırsa 17 ila 20 Ağustos tarihi arasında olacak. Büyükelçiliklerimiz seçimlerinin sağlıklı şekilde yapılmasını, katılımın yüksek olmasını sağlamak için çalışmalarını sürdürüyorlar.Cumartesi akşamı Fransa’dan döndük. Pazar günü çalışmalarımıza devam ettik. İlk olarak Ak Parti İstanbul İl Teşkilatımızın danışma meclisi toplantısına katıldık. Ardından milli irade platformunun düzenlediği STK buluşmasına iştirak ettik. Böyle bir buluşmayı 25 Ocak’ta yapmış, gerçekten istifade etmiştik.'BİZE OY VERENLER - VERMEYENLER DİYE AYIRMADIK'Sevgili peygamberimizin “ümmetimizin ihtilafı rahmettir” diye buyurdu biliyorsunuz. İhtilaftan kasıt çatışma değildi. İstikamet belliyken, menzil belliyken, helal haram çizgileri belliyken, farklı yolların izlenmesi hayırlı bir ihtilaf olarak hazreti peygamber tarafından rahmet olarak tarif edilmişti. Her insan nevi şahsına münhasırdır. Fikirler beceriler farklı olabilir. Mezhepler meşrepler tutulan yollar farklı olabilir. Bu farklılıklar çatışmanın değil, renkliliğin yani zenginliğin belirtisidir.Biz mezheplere meşreplere kültürlere karşı eşit mesafede olduk. Kucaklayıcı olduk, yapıcı davrandık. Hiçbir ferdi grubu bize oy verenler vermeyenler diye asla ayırmadık. Asla ve asla seçim sonuçlarını önümüze almadık. Kimin nereye oy verdiğini kriter olarak kullanmadık. Bizim kriterlerimiz bellidir, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olmak bizim için en önemli kriterdir.'YAŞAM TARZLARI BİZİM İÇİN ZENGİNLİK ALAMETİDİR'Bunun dışındaki her özellik, mezhep meşrep yaşam tarzları bizim için zenginlik alametidir. Türkiye’deki dini yapılanmalara cemaatlere aynen bu nazarla baktık. Bize oy versinler, yöntemlerimizi tasvip etsinler etmesinler, özgürce fikirlerini ifade edecekleri bir zemini inşa etmenin mücadelesi içinde olduk. On yıllar boyunca, örgütlenmenin, örgütlerin, dernek ve vakıfların üzerinde çok ciddi baskılar oldu, zulümler yapıldı. Farklı düşünen herkes ve her grup on yıllar boyunca ötelendi. Kurban derilerini kimlerin toplayacağı dahi bu ülkede bir dönem çok büyük zulümlere sahne oldu.'BU KURBAN SENİNDİR, DERİSİ DE SENİNDİR'Benim kurbanım, benim kurbanımın derisi, sana ne ya. Sen buna nasıl müdahale edersin? Hayır ben nereye istiyorsam oraya vereceksin dediler. Bunların hepsine biz son verdik. Dedik ki kardeşim bu kurban senindir, derisi de senindir. Nereye istersen oraya verirsin. Hristiyan, Musevi, Müslüman tüm inanç sahiplerinin, önündeki engelleri tek tek kaldırdık kaldırıyoruz.Azınlıklara ait gayrimenkuller el konulmuştu. Şimdi bu vakıflara tek tek biz iade ettik. Gayrimenkullerin toplam değeri 2 milyar doları aşmış vaziyette.Bundan dolayı Türkiye zayıflamadı. Toplumu korkuttukları gibi Türkiye bölünmedi. Azınlık vakıflarıyla ibadethaneleriyle ilgili bu adım, muhalefet partileri tarafından adeta sürekli sömürüldü. Bu Türkiye’nin sonu olur dediler, oldu mu? Hayır. Başörtüsünü yasaklayanlar, başörtüsünün Türkiye’yi böleceğini ifade ediyorlardı. Türkiye bölündü mü? Parçalandı mı? İşte biz serbest bıraktık. Dinlerle kültürlerle inançlarla ilgili yaptığımız her reformun öncesinde, başta CHP ve MHP olmak üzere, muhalefet karanlık tablolar çizdiler. Şu dilde tv açarsanız bölünür, klavyelere özgürlük getirirseniz Türkiye parçalanır. Peki ne oldu? hiçbir dedikleri çıkmadı. Ne oldu biliyor musunuz? CHP ve MHP’nin onların egemen zihniyetlerinin bizden önceki on yıllar boyunca gereksiz yere zulmettikleri ortaya çıktı.'CHP VE MHP VARLIK ZEMİNİNİ KAYBEDİYOR'Korkuları kendileri ürettiler. Korkularla milleti tehdit ettiler. Millete istedikleri gibi istikamet çizmeye çalıştılar. Aslında şu anda CHP ve MHP’nin hırçınlaşmasının altında bu yatıyor. CHP bölünme parçalanma korkusuyla işi idare etti. Varlık zeminini kaybediyor. MHP terör korkusuyla şehitleri istismar ederek işi idare etti. Şimdi bu korku ortadan kalkınca, o da varlık zeminini kaybediyor.Bu sabah yaptığı konuşmaya bakıyorsunuz Bahçeli’nin, aman yarabbi. Baştan aşağı, yine ifade ediyorum bu kürsüden ağzından salyalar akıyor. Biz öyle konuşmayacağız. Ve tamamıyla bir müfteri edasıyla yaptığı konuşma. İftiralarla dolu bir konuşma. 16 – 17 yıldır partinin başındasın geldiğin yer ortada. Ben MHP’li kardeşlerime hep sesleniyorum. MHP’yi küçülten bu adamla bir yere varamazsınız. Bu adam siyasette çırak bile olamadı, olamayacak da. Bunun varlığı MHP teşkilatı için bir tehlikedir. Bu denli bir tehlikedir. Bugün yine iftiralarla dolu, yolsuzluklar şu bu filan falan.'İSPAT EDEMEZSEN ALÇAKSIN ADİSİN'Kalkıp evladıma hazine arazilerinin tahsisinden bahsediyor. Bakın bu kürsüden söylüyorum. Terör örgütünün başıyla aynı sofraya oturup oturmamaktan bahsediyor. Ey Bahçeli, bunları ispat edemezsen sen alçaksın adisin.Üç buçuk yıl başbakan yardımcılığı yaptık. Takımın yargılandı. Niye kaçıp gittin iktidardan? Sakarya düzce depremlerinin altında kalan sensin sen. Oraları ayağa kaldıramadınız. Kaçıp gittiniz. Biz geldik ayağa kaldırdık. Bu ülkede faiz lobisinin ihya edilmesinin tek sebebi sizsiniz. Şu anda da beraber yandaş olduğunuz CHP o da aynı işi yaptı. CHP’nin yavrusu DSP ile beraberdiniz. Görev zararı adı altında, bu ülkede sıkıntılarının en önemli sebebi siz oldunuz. Ziraat Bankasını, Halkbank’ı batırdınız. Biz Halkbank’a şahsiyetini kazandırdık, kişiliğini kazandırdık. Esnafıma yüzde 47 ile kredi verirken, öbür tarafta aynı şekilde ziraat bankası yüzde 59’la kredi verirken. Biz bunları adeta sıfırladık, 0-5 aralığına indirdik. Bu halka zulmeden siz oldunuz.AYAKKABI KUTUSUNA MİLYARLARLA NE AVRO NE DOLAR SIĞMAZİkide bir ayakkabı kutularıyla konuşup duranlara sesleniyorum. Milyarlarla ne avro ne dolar sığmaz. O ancak sizin kasalarınıza sığar. Siz önce bunu ortaya koyun. Neler yaptıklarınızın hepsi ortada, o yüzden kaçıp gittiniz. Ben davalarımı yine açacağım. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanına köksüz diyecek kadar kökten binasip olan kişi bunun hesabını verecektir. Despot diyen bir adam bunun hesabını verecektir.“CEMAAT MASKESİ ALTINDA İHANET ŞEBEKESİ İNŞA EDİLDİ”Görünürde öğrenci yetiştiriyor, yoksul öğrencilerin elinden tutuyorlardı. Milletimizin değerlerinin şefkatinin merhametinin yardım etme hissiyatının görünenden çok farklı amaçla kullanıldığı acı bir şekilde ortaya çıktı. 40 yıl boyunca cemaat maskesi altında ince ince sinsi şekilde bir ihanet şebekesinin inşa edildiğini gördük. Öyle bir notaya geldi ki, benden olmayanın söz hakkı yaşam hakkı yoktur demeye başladı. Hiçbir alanda başkalarının varlığına tahammül edemez hale geldiler. Tatmin edilemez bir hırsla, kendileri gibi her grubu son derece iğrenç metodlarla saf dışı bırakmaya başladılar. Kendilerine rakip olan herkes, yanlarındaki arkadaşlarını, telefonlarını dinleyerek, iftira atarak saf dışı bırakma gayreti içine girdiler.“BUNLARIN BİZİM DÖNEMİMİZDE BÜYÜDÜKLERİ GELİŞTİKLERİ İDDİASI ASILSIZ BİR İDDİADIR”Öyle bir noktaya öyle bir azgınlık seviyesine ulaştılar ki, Türkiye’nin istikametini tek başlarına belirlemek gibi bir şehvete kapıldılar. Orada maskeleri düştü. Gerçek yüzleri ortaya çıktı. Dertlerinin talebe yetiştirmek, yoksulların elinden tutmak olmadığı, dertlerinin iktidar olduğu güç olduğu orada ortaya çıktı. Başta emniyet ve yargıya yerleştirdikleri maşaları dışında teşebbüslere giriştiler. Bize farklı göründüler. Ama başka işlerin içine girdiler. Bunların bizim dönemimizde büyüdükleri geliştikleri iddiası asılsız bir iddiadır. 12 Eylül darbesine bakın bunların oradan güç devşirdiklerini görürsünüz 28 Şubat’ta görürsünüz. Uluslararası bazı çevrelerden özellikle de istihbarat örgütlerinden bunların güç devşirdiklerini görürsünüz. Her işlerinde tedbir adı altında 40 yıllık gizlenme taktiklerini kullandılar.“BÖCEK’TE BİZ İKİ YIL BEKLEMEDİK ONLAR ENGELLEDİ”Nasıl hukuk cinayetlerini işlediklerini geçmişte fark edebilmek kolay değildi. Evet mağdurlar biliyorlardı fakat ateş düştüğü yeri yakıyor. Bizim de milletimin de gerçeklerden haberdar olmamız engelleniyordu. İşte böcek soruşturması. Bazıları soruyor, neden iki yıl beklediniz? Biz iki yıl beklemedik, onlar maşaları yoluyla iki yıldır soruşturmanın üzerini örtüyorlar. Biz bunun takipçisiyiz. Bunu takip edeceğiz.“MASUM İNSANLARI DAHİ NASIL ZİNDANA ATTIKLARI TEK TEK ORTAYA ÇIKIYOR”Sırf kendileri gibi düşünmüyor diye masum insanları dahi nasıl zindana attıkları tek tek ortaya çıkıyor. Darbeyle mücadele ediliyor görüntüsü altında masum insanların nasıl mahkum edildiği tek tek ortaya çıkıyor.“BUGÜN EVET HAYIRCILARA YARADI”2010 yılında halkın oyuyla yaptığımız anayasa değişikliği bugün geç de olsa hatan dönüşün vasıtası olmuştur. O değişikliği olmasa halen içerde olacaklardı. AİHM’e gittikleri zaman böyle bir tabloyu karşılarında bulabilecekler miydi? Hayır. Fakat biz bireysel başvuruyu getirmek suretiyle böyle bir imkanı yakalamış oldular. Bugün bahçeli yine aynı şeyleri konuşuyor, diğeri konuşacak. Çünkü bunlar o referandumda biliyorsunuz bizim getirdiğimiz değişikliğe ‘hayır’ dediler. Biz ‘evet’in mücadelesini verdik, bugün evet hayırcılara yaradı.“HALA KENDİNE GELEMEMİŞSİN”Bazıları cezaevinden çıkınca, oradan intikam ifadeleriyle bağırıp çağırıyorlar. Sen bir defa kendine gel. Hala kendine gelememişsin. Bunu bir defa hal yoluna koymak gerekir. Ne olacak? Kılavuz ortada, kendileri de ortada. Bunların birbirinden farkı olmaz.O anayasa değişikliği olmasa 12 Eylül sorumluları yargıda da mahkum olmayacaklardı. AYM, HSYK değişikliğiyle ilgili seçimi yapmasa yargı tartışılıyor olmayacaktı. Yargı Türkiye’deki tüm devlet kurumları içinde son sıraya düşmüş durumda, güvenilirliği itibariyle.“İNANIN ORTAYA ÇOK DAHA FAZLA BİLGİ BELGE ÇIKACAK”Yargı ne CHP’nin ne MHP’nin ne Pensilvanya’nın egemenliğine asla teslim olmayacak. Yargı birilerinin arka bahçesi değil, milletin yargısı olacak. İnanın ortaya çok daha fazla bilgi belge çıkacak. Yargı emniyet içinde nasıl ahlak dışı vicdan dışı komplolara giriştikleri ortaya çıkacak. Ben milliyetperver olan yargı mensuplarına güveniyorum. Bu süreci onlar aslına dönüştürecekler.Hem yargı hem emniyet içinde vatanını milletini seven bütün vatandaşlarımız o mücadeleyi inanıyorum ki yüreklerini gönüllerini ortaya koyarak sürdürecekler. Daha önce de söyledim. Polis fezlekesine şüpheli diye isim koyacaklar, neye bakıyorlar, şüphelinin çocuğu hangi okulda okuyor, malum gazetelere üye mi değil mi? Buna bakıyor şüpheli yapıyorlar. Yargı bu urun temizlenmesi için cesur olmak zorundadır. Savcılarla ilgili öyle iddialar ortaya çıkıyor ki, hediyeler, tatiller vesaire. HSYK da ortada bu kadar deliller şüphe varken maalesef bunu izlemekle yetiniyor. Bir ülkenin başbakanın ofisine dinleme cihazı koyulması, sadece başbakanın şahsına değil, o ülkenin tamamına yapılmış bir ihanettir.“BİZ YARGIYA MÜDAHALE ETMİYORUZ, YARGIYA GÖREVİNİ HATIRLATIYORUZ”Başbakanın ofisine bu böcekleri koyanlar, kim bilir millete neler yaptılar, yapıyorlar. Binlerce on binlerce sanatçısına varıncaya kadar herkesi dinlemişler. Polis üniforması içinde birileri çıkıp da başbakanın ofisine koyuyorsa, yarın gidip hakimin savcının yatak odasına kamera koymaktan da çekinmez. Koymadıkları ne malum?Kitap yazma hazırlığını yaptı diye insanlar mahkum ediliyor. Ama dinleme cihazı koyan zanlılar, dışişleri bakanlığındaki toplantıyı dinlenmesinden haberi olanlar ellerini kollarını sallayarak dolaşabiliyorlar. Biz yargıya müdahale etmiyoruz, yargıya görevini hatırlatıyoruz. İşte 17-25 aralık’ta biz dik durmasaydık, ortada yargı diye bir şey kalmayacaktı.“O PENSİLVANYA’DAKİ (PINARHİSAR) YATIŞIMIN NEDENİ BENİM ASİLLİĞİMİN İFADESİDİR”SELAM örgütü diye bir örgüt uydurdular. Kendileri gibi düşünmeyen herkesi toplamış olacaklardı. Hazırladıkları fezlekeyle, sizler burada, kendilerine tabii olmayan kim varsa alıp götüreceklerdi. Şimdi CHP MHP bu Pensilvanya çetesinin arkasında duruyor.Ne diyor Bahçeli biliyor musunuz? Pınarhisar’da yattığın günleri arayacaksın diyor. Ey Bahçeli, o Pensilvanya’daki (Pınarhisar yerine yanlışlıkla Pensilvanya dedi) yatışımın nedeni benim asilliğimin ifadesidir. Sen bir defa kendine bak. Pınarhisar günleri, senin düşündüğün ya da düşlediğin günler değil zaten. Eğer bizim için o tür günler yine gelecekse, biz öper başımıza koyarız. Bundan herhangi bir sıkıntımız yok. Yeri geldiği zaman Ziya Gökalp dersin…“Minareler süngü, kubbeler miğfer, Camiler kışlamız, müminler asker” Cümlelerinden rahatsız oluyorsan bu millet seni gerekli olan yere zaten mahkum edecek.“SON KULLANMA TARİHLERİ GEÇİNCE ONLARI DA SIRTLARINDAN HANÇERLEYECEKLER”CHP MHP Pensilvanya’nın arkasında duruyorlar. Son kullanma tarihleri geçince onları da sırtlarından hançerleyecekler. Kılıçdaroğlu mu dik duracak, Devlet Bahçeli mi dik duracaklar? Şimdi ki genel müdüre kurmayacaklarını mı zannediyorsunuz? Anayasa oylamasında parlamentoda bize bu haber geldiğinde, Baykal’la ilgili onu hemen yarım saat içerisinde yayından kaldıran benim. Fakat Kılıçdaroğlu hala bunu farklı şekilde yorumlama yollarına gidiyor.“BİZ CHP İÇİN DE MHP İÇİN DE DİK DURDUK, DİK DURACAĞIZ”Çünkü kendisi o kasetle geldi. MHP’li vekillere kurduklarının aynısını Devlet Bahçeli’ye kurmayacaklar mı? Onu da yayından süratle kaldırtan biz olduk. Bu Pensilvanya çetesi var olduğu sürece o kayıtları da muhafaza edecek. Gün gelecek CHP’yi MHP’yi yeniden dizayn etmek bunlar için önemli, o kayıtlar da ortaya çıkacak. Biz CHP için de MHP için de dik durduk, dik duracağız. Bu çetenin siyaseti yargıyı yasamayı dizayn etmesine asla müsaade etmeyeceğiz. CHP ve MHP bu çeteyi korusa da biz bu çetenin inlerine gireceğiz. Zaten girdik, giriyoruz.Cumhurbaşkanlığı seçimlerine artık 47 gün kaldı. Adaylık başvurusu için de 10 günlük süre var. Son değerlendirmeleri yapacak, adayımızı 1 Temmuz Salı günü açıklayacağız. Hemen ardından yollara revan olacak. Milletimizden adayımızdan yetki isteyeceğiz.Kendileri aday olamadılar. Siyasetin güç kazanmasını istemediler. Hatta şu ifadeleri de kullandılar 'Biz cumhurbaşkanlığı makamının siyasetçi olmasını da istemiyoruz'Yani siyasetçi olmasını istemeyecekseniz de apoletli olmasını mı isteyeceksiniz? adayımız kim olursa olsun, AK Parti'nin istikametinde, heyecanında, gücünde hiçbir değişiklik olmayacak. Bu konuda yapılan tartışmaları hem gereksiz hem de art niyetli tartışmalar olarak görüyorum. Önemli olan AK Parti'yi kimin yönettiği değil AK Parti'nin ne olduğudur. Şunu unutmayın.Baki olan davalar, fanilerden öte hizmetkarlarıyla yürür. Önemli olan şahıslar isimler değil muhtevadır. Allah’a çok şükür mayası sağlam, ilkeleri politikaları sağlam bir partimiz var. AK Parti şahıslara göre istikameti değişen değil, şahıslara istikamet belirleyen bir partidir.AK Parti başta parlamento grubu olmak üzere kulislerin bir partisi olmamalıdır olamaz. Şunu da açıkça söylüyorum. Ganimet paylaşımı peşinde olmayı arzu etmek bizim şiarımız değildir. Bizim hedefimizde sadece cumhurbaşkanlığı seçimi vardır. 2015’ten sonrası nasıl gidecek, bunları konuşmanın yanlış bir yaklaşım türü olduğunu hatırlatmak istiyorum. Bırakın küçük hesapların peşinden başkaları koşsun. Küçük hesapların peşinden muhalefet koşsun. Biz büyük bir dava çınarının kollarıyız, büyük hedeflerin peşinden koşacağız. Küçük hesapların peşinden küçük insanlar koşar.Diyarbakır’da evlatları için yüreklerini ortaya koyan ağlayan anneleri burada görüşeceğiz. Neler yaptık, neler yapabileceğimizin değerlendirmeleri yapacağız. Bizler bu anneleri yalnız bırakmamak için bütün imkanlarımızla seferber olmuş durumundayız. Başta HDP olmak üzere burada yapmaları gereken görevler var. gittik dağdan şunları aldık getirdik diyeceksin, öbür tarafta sessiz kalacağız, belediyenin önünden kalkıp gitmesi için her şeyi yapacaksın. Hani siz özgürlük barış diyordunuz? Galatasaray annelerine gösterdiğiniz ilgiyi alakayı Diyarbakır’daki annelere niye göstermiyorsunuz?haberler.com
Artık Şeker Yiyemeyecek Çocuklar
Çocuk ve ölüm kelimesini yan yana bile zikretmek insanın içini acıtırken biz çocuklarımızı bir bir mezara koyuyoruz. Ve daha da acısı onları mezara gönderenleri öğrenemiyoruz bile. Çocuklar ölmesin, şeker de yiyebilsinler...
Erdoğan'a ‘Savaş Suçu'ndan AİHM'de Dava
Erdoğan’a ‘Suriye’de savaş suçları ve teröre destek’ suçlarıyla açılan dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kabul edildiSuriye Arap Haber Ajansı’nın haberine göre, Strasburg’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Uluslararası Cezadan Kaçmakla Mücadele Örgütü Başkanı Lübnanlı Avukat Mey Hansa’nın Suriye’de savaş suçları ve insanlığa karşı cinayetler işlemeleri nedeniyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a karşı açtığı mahkeme davasını kabul ettiği belirtildi.Haberde, Hansa’nın ‘Suriye’de fabrikaların yağmalanıp çalınması, Lübnanlı rehinelerin kaçırılması, Malula rahibelerinin kaçırılması, Halep kırsalında iki metropolitin kaçırılması ve terör gruplarına daimi desteği’ suçlamalarıyla Erdoğan’a karşı açtığı mahkeme davasının kabul edildiği ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Barselona’daki merkezinden resmi belge aldığı açıklandı.Davanın ön kayıtlara alındığına işaret eden Hansa davada aktif bir şekilde çalışmakla birlikte öne sürülen suç ve suçlulara ilişkin belgelerin takdim edilmesi talebinin kendisine bildirildiğini söyledi.Sendika.Org
Celal Kara: '7 Konuşmada Erdoğan Adı Geçiyor'
17 Aralık operasyonu savcılarından Celal Kara, Cumhuriyet'ten Can Dündar'ın sorularını yanıtladı. Savcı Kara'nın açıklamalarının yer aldığı yazı dizisinde son bölüm yayınlandı. Celal Kara’dan eleştirilere yanıtlar: İşte Erdoğan’ın adının geçtiği konuşmalar...- 5 gün boyunca yayımlanan röportajımıza çok sayıda tebrik, eleştiri, itiraz geldi. Bunların belli başlılarını, başlıklar halinde cevaplamanızı rica edeceğim. En çok üzerinde durulan, ilk gün manşete çıkan, “1 Numara Erdoğan’dı” sözünüz… Önce buna bir açıklık getirelim:CELAL KARA - Soruşturmanın kolluk aşamasında, “dönemin Başbakanı”ndan bahseden bazı telefon görüşmeleri saptandı. Sıralayayım:VARAN 1 Sarraf, Çağlayan’la bir görüşmesinde, “Beyefendiye de bir şeyler yapalım” teklifinde bulunuyor. Çağlayan ise “Beyefendi’ye değil, çevresine yapalım” diyor. Bundan kısa bir süre sonra Sarraf, TÜRGEV’e 500 bin dolar para gönderiyor. Sarraf ile TÜRGEV yöneticisi arasında geçen görüşmeden ise bu yöneticinin gelecek paradan, önceden haberdar olduğu anlaşılıyor. Bu durumda; (kamuoyunda da aynı tabirin sıkça kullanılmasına bakılırsa) bu görüşmedeki “Beyefendi” tabiri ile “Dönemin Başbakanı”nın kastedildiği yönünde haklı kuşkular oluşmuştur. O konuşmanın içeriği de bu kanaati oluşturacak nitelikteydi.VARAN 2 2013 Eylül ayında Rıza Sarraf’la görüşmesinde Süleyman Aslan, Başbakanlıkta toplantı yaptıklarını, yurtdışı firmaların Halk Bankası üzerinden bu işe girmelerinde yasal sorunlar olacağını, ama Sarraf’a verdikleri söze sadık kalacaklarını ve Sarraf yönüyle bir sorun olmayacağını söylüyor. Sarraf ise 3 bakanla yemekte bu konuyu konuştuklarından ve 4 milyar dolar ihracat hedefini tutturmak için Başbakan’a verdiği söz gereği, elinden geleni yapacağından bahsediyor.VARAN 3 2013 Ekim ayında Zafer Çağlayan ile görüşmesinde Aslan, ihracat sisteminde Sarrafdışındaki kişilerin de Sarraf’ın yaptığı işin aynısını yapmak için üzerlerinde baskı kurduklarını söylediğinde, Çağlayan, “Sarraf’a baskı olabilir ama Başbakan’ın talimatı o yönde” diyor. Yine Çağlayan, ihracat rakamlarının negatife kaydığını, 3-4 milyar dolar ihracata ihtiyaç olduğunu; Başbakan’la yaptıkları toplantıda bu baskılardan bahsettiğini, Başbakan’ın ise gevşeme olmadan bu işe devam edilmesi şeklinde talimat verdiğinden bahsediyor.VARAN 4 2013 Mayıs ayında Rıza Sarraf- Egemen Bağış görüşmesinde Sarraf’ın yakınlarının vatandaşlığa alınması talebinden Başbakan’ın da haberdar olduğu, Sarraf’tan karşılıklı olarak övgü ile bahsedildiği ve Bakanlar Kurulu’ndan olumlu karar çıkması için temaslarda bulunulacağı ve bu talebin yerine getirileceğinden bahsediliyor.VARAN 5 2013 Nisan ayında Rıza Sarraf, Abdullah Happani ile görüşmesinde, Çağlayan’ınkendisini Başbakan’la tanıştırdığından, kendisinin Başbakan’dan şahsına bir koruma memuru tahsis edilmesini istediğinden, talebinin bakanların da bulunduğu bir ortamda onaylandığından, konuyu İçişleri Bakanı’nın takip edeceğinden bahsediyor.VARAN 6 2013 Ekim ayında Rıza Sarraf, Egemen Bağış’a, şirketleri ve faaliyetleri aleyhine basında çıkacak bir haberin engellenmesini, Başbakan’dan isteyeceğinden bahsediyor. Ancak konu Başbakan’a yansımadan, Muammer Güler ve Egemen Bağış’ın müdahalesi ile çözülüyor.VARAN 7 2013 Eylül ayında Rıza Sarraf, Abdullah Happani ile görüşmesinde, Süleyman Aslan’ın Başbakan’la görüştüğünden ve Çin üzerinden gelecek parayla altın ihracatı yapma konusunda Başbakan’ın talimatı olduğundan bahsediyor. Aynı dönemde Aslan, Sarraf’a ihracatın İran ile bağlantı kurmadan, farklı bir yöntemle artırılması konusunda Başbakan’ın talimatı olduğundan bahsediyor.Başbakan’dan habersiz mümkün mü?Bu durumda;* Soruşturma sırasında tamamen yasal yöntemlerle tespit edilen ve dosyaya dahil edilen bu telefon görüşmeleri eldeyken,* Sarraf’ın aile fertlerinin istisnai yoldan T.C. vatandaşlığına alınması için Bakanlar Kurulu üyelerinin imzası gerekiyorken,* Sarraf, Başbakan’ın protokolünde, hiçbir resmi sıfatı olmamasına rağmen bakanların yanında fotoğraflanmışken,* Operasyonun ilk günlerinde “Dönemin Başbakanı”, kendisi için “Tanırım, hayırsever bir işadamıdır” demişken,* Sarraf’ın bakanlarla menfaat ilişkisi içinde olduğu ve deşifre edilmesi durumunda hükümetin zor durumda kalacağına ilişkin MİT’e ait bilgi notunun, operasyondan 8 ay önce Başbakan’a sunduğuna dair haberler muhataplarınca yalanlanamamışken,“İlk başlarda Başbakan’ın olaylarla hiçbir ilgisi görünmüyor, ancak sonraki diyaloglara bakılınca, Başbakan’ın bu konulardan haberdar olmaması mümkün değil” değerlendirmeme, olaya tarafsız gözle bakabilen kim itiraz edebilir?Niye basından kaçırıyorlar sanıyorsunuz?- Bunlar fezlekede yazılmadı mı?KARA - Bu tapelerin tamamı 504 sayfalık polis fezlekesi ile bilgi notu olarak hazırladığımız 309 sayfalık raporda var. Siz o fezlekelerin basından bu kadar ısrarla ve kararlılıkla kaçırılmasının sebebinin ne olduğunu sanıyordunuz?Başbakan’ın daha derinlemesine irdelenmesi gerekiyordu- Madem öyle, Meclis’e gönderilen bilgi notunda yer alan bu üç bakanın yanında neden Başbakan’ın adı yoktu?KARA - Bir savcı, soruşturmasında konu edilen suçlarda, dokunulmazlığı olmayan şüpheli şahıslar açısından suçun maddi ve manevi unsurlarına göre delilleri değerlendirir. İcrai hareketlerin tamamlanıp tamamlanmadığını ve kastın olup olmadığını irdelerken delillere bağlı hareket eder.Bakanlar Yüce Divan’a gitseydi Başbakan’ın tablosu da netleşirdi“Dönemin Başbakanı”na gelince…Makam unvanının gıyabında zikredildiği bu tapelerde karşılaşılan şüphenin, yaptığım soruşturma aşamasında daha derinlemesine irdelenmesi gerekiyordu. Bu irdeleme kapsamında maddi gerçek; mevzuat yönüyle ancak yasama dokunulmazlığı olmayan şüphelilerle ilgili o aşamaya kadar elde edilen delillere ilaveten yapacağım başka incelemelerin de sonuçlanmasıyla netleşebilirdi.Başbakan hakkında soruşturma ve herhangi bir suç vasıflandırması yapmak, benim yetkim ve sorumluluğum kapsamının dışındadır. O aşamada yasama dokunulmazlığı olan bakanlar yönüyle de eğer Yüce Divan’da bir yargılama olsaydı, Başbakan açısından o aşamada henüz netleşmemiş olan bu tablo, bakanların yargılanması sırasında daha ileri seviyede netleşebilirdi.- Bu yüzden mi, “bakanlar, yüzde 99 Yüce Divan’a sevk edilmeyecek” öngörüsünde bulundunuz?KARA - Aynen öyle.
Gül'ün 7 Senelik Çankaya Karnesi: 882 İmza, 4 Veto
En çok fazla seyahat eden cumhurbaşkanı olan Gül, masasına gelen kanunların hemen hemen tamamını onaylamasıyla tartışıldı. Bazı vakit yol arkadaşı Erdoğan ile ters düşten Gül, eşinin başörtülü olması dolayısıyla yaşanan resepsiyon krizini ise kendi yöntemiyle çözmeyi başardı. Çankaya Köşkü’ne kurduğu sofralarda değişik kesimleri dinledi. Süreç içerisinde ılımlı mesajları, siyasi parti liderlerine yaklaşımı, özgürlük vurgusu yapmış olduğu konuşmaları ile bazen muhalefetin de beğenisini kazandı. Öyle ki Gül seçildiğinde boykot eden CHP , veda ederken onu kırmızı halıyla karşıladı. Cumhurbaşkanlığı süresince İkinci hasta mahkûmu affetti. Gül’ün Çankaya Köşkü’nde önceki 7 yılının köşe taşlarını Radikal gazetesinden Ercan Sarıkaya mercek altına aldı....367 KRİZİNDE GERİ ADIM ATMADI Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün adaylık süreci sancılı geçti. 367 krizi ve eşinin başörtülü olması dolayısıyla yaşanan tartışmalar, Cumhuriyet mitingleri, İkinci Nisan e-bildirisinde dahi geri adım atmadı. Türkiye erken genel seçime gitti fakat o adaylıktan vazgeçmedi. Cumhurbaşkanı seçildikten akabinde eşi başörtülü olduğundan dolayı cumhuriyet resepsiyonları tartışma konusu oldu. Bu krizi ‘eşli’ ve ‘eşsiz’ olmak üzere iki resepsiyon yaparak aşmayı bildi. Eşi Hayrünissa Gül, başörtüsü dolayısıyla üniversiteye kaydı yapılmayınca 2002'de AİHM'e başvurmuştu. 2004'te davayı geri çekti. Cumhurbaşkanlığı sürecinde kızını evlendirdi ve torunları dünyaya geldi. ÇANKAYA KÖŞKÜ’NE SOFRA KURDU Çankaya Köşkü’nde tarih, edebiyat, sinema, hukuk, arkeoloji, sosyal medya gibi değişik konu başlıkları etrafında, aralarında merhum Neşet Ertaş’ın da yer aldığı 84 misafir ağırladı. Üniversite öğrencilerinin sorunlarını ilk ağızdan dinledi, sosyal sitelerin fırsatları ve risklerini bu masalarda açıkladı . ERDOĞAN’I SAKİNLEŞTİRDİ Geçen mayıs ayında, Danıştay'ın 146'ıncı kuruluş yıldönümü töreninde Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nun konuşması esnasında sinirlenen Başbakan Tayip Erdoğan 'ı sakinleştirmeye çalışan da Gül’dü. Toplantıdan Başbakan ile beraber çıkıp gitmesi tartışma konusu oldu. ZAMAN ZAMAN TERS DÜŞTÜLER Sosyal medyayı iyi kullanan Gül Twitter, ınstagram hesaplarından gezileri ile alakalı resimleri sürekli paylaştı. Yol arkadaşlığı yapmış olduğu Erdoğan ile de hem sosyal medya hem de operasyonlarla alakalı ters düştüğü zamanlar oldu. İşte onlardan bazıları: *Anayasa Mahkemesi’nin Twitter kararı Gül tarafından takdirle karşılanırken, Erdoğan 'Anayasa Mahkemesi'nin kararını gayrımilli bulduğunu ve saygı duymadığını' belirtti . Gezi protestoları ve polisin orantısız güç kullanımı ile alakalı olarak Gül, “Demokrasi sadece seçim demek değildir. Barışçı gösteriler de bir parçasıdır. İyi niyetli mesajların alındığının bilinmesini isterim” derken Erdoğan, “Ben Cumhurbaşkanı'nın ne mesaj almakta olduğunu bilemem. Gezi darbe girişimidir polis destan yazdı” diye belirtti . 17 Aralık 2013’te yolsuzluk soruşturmasıyla alakalı Gül, “Yolsuzlukların üstü örtülmesin. Suçlular yargılansın”. Erdoğan, “Yolsuzluk suçlaması bahane, bu bir darbe girişimi, arkasında 'paralel yapı' var” diye belirtti . Gezi eylemleri sürecinde başından biber gazı kapsülü yarası alan Berkin Elvan dokuz ay akabinde vefat etti . Ölmeden bir gün evvel Gül, babası Sami Elvan’ı aradı. Erdoğan ise Berkin Elvan’ın ölümünden akabinde anne ve babasının yapmış olduğu açıklamaları sert sözlerle eleştirdi, Gaziantep’teki mahalli seçim mitinginde anne Gülsüm Elvan yuhalandı. Erdoğan ve çevresi hakkında yolsuzluk iddia eden kayıtlar Twitter üzerinden ortaya saçılmaya başlayınca Erdoğan 'Kökünü kazırım' öfkesiyle kapatma yolunu seçti. Gül ise bu yasağı ilk delenlerden oldu. Sonra “Kullanıcı sayısı ikiye katlandı” diye yasağı küçümseyerek vurguladı: 'Engellemek imkânsız.' Erdoğan, Gezi, 17 Aralık, Twitter kararlarını dünya lideri olmasının önüne geçme amaçlı dış kökenli komplo olarak yorumladı. Gül ise “Türkiye’yi yıkmak isteyenler gibisinden komplo iddialarına inanmıyorum” diye belirtti . YURTDIŞI VE YURTİÇİNDE ZİYARET REKORU KIRDI Cumhurbaşkanı Gül, yurtdışı ziyaretleri ile 'Cumhuriyet tarihinin en çok fazla yurt dışı ve yurt içi seyahat eden Cumhurbaşkanı' sıfatını kazandı. Gül, ilk resmi ziyaretini Azerbaycan'a, son gezisini ise ABD'ye gerçekleştirdi. Abdullah Gül, resmi, faaliyet ziyaretleri ve uluslararası toplantılar olmak üzere 66 değişik ülkeyi ziyaret etti. Gül, Fransa, Azerbaycan ve Türkmenistan'a 6'şar defa gitti. Meksika, Brezilya, Lüksemburg, Kolombiya’nın ada aralarında yer aldığı 98 ayrı ülkeden hükümet başkanlarını da Türkiye'de konuk etti. Cumhurbaşkanı Gül, yurtiçi ziyaretlerinde de ayrı rekoru gerçekleştirdi. Türkiye'nin bütün illerini ziyaret eden ilk Cumhurbaşkanı olan Gül Burdur'u 43 sene , Ordu'yu 31 sene , Uşak'ı İkinci sene , Artvin'i İkinci sene , Giresun'u İkinci sene aradan akabinde ilk defa ziyaret eden cumhurbaşkanı oldu. MASASINA 886 YASA GİTTİ SADECE 4’Ü GERİ DÖNDÜ Köşk’e 2007’de çıkan Abdullah Gül'ün masasına 836 kanun gitti. Meclis’ten Köşk’e gönderilmektde olan kanunların sadece 4 tanesini veto etti. 2008 senesinde Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu ve Elektronik Haberleşme Kanunu’nu veto eden Gül, 2009 senesinde İşsizlik Kanunu’nu Meclis’e gönderdi. 2011’de ise “Şike Yasası” olarak önde gelen 6250 sayılı kanunu veto etti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kamuoyunda “sansür” olarak adlandırılan internete ait yasayı, Macaristan ziyareti dönüşü jet hızıyla onayladı. Gül, yasanın iki maddesinin yeni bir kanunla değiştirilmesi şartı koydu.Ercan Sarıkaya | Radikal
'Hitler ve Mussolini de Seçimle Geldi'
Parti grubunda yerel seçim sonuçlarıyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Kılıçdaroğlu, Hitler ve Mussolini örneğini verdi. Geçtiğimiz hafta yapacağı grup konuşması öncesi saldırıya uğrayan CHP lideri için bu hafta geniş çaplı güvenlik önlemleri alındı. Korumaları eşliğinde kürsüye yürüyen Kılıçdaroğlu, sözlerine hükümeti eleştirerek başladı. KIZDIRACAK BENZETME Konuşmasında seçim sonuçlarına da değinen CHP lideri 'Karşıdaki insana saygı göstermezseniz, siz hukuk devletinden uzaklaşırsınız. Hitler örneği vardır. Seçimle geldi. Mussolini örneği var. Seçimle geldi. Seçimle geldiler ne oldu? Bir süre sonra ben devletim demeye başladılar. Herşey benden sorulur demeye başladılar. Ne demek yani demeye başladılar. İnsanlık tarihi çok ağır bedelller ödedi. Bizim demokrasimizde de ağır bedeller ödendi. Başbakanlar gencecik çocuklar idam sehpalarına gönderildi. Hukukun üstünlüğü bu açıdan çok önemli bir kavramdır. Özellikle iktidardakiler bu kavramı öğrenmelidir' dedi. Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarından satırbaşları; İktidardakiler hukuk devletini kavramış değiller. Ben size akademisyenlerin tanımlarını yapmayacağım. İpsala Kaymakamlığının internet sitesinde yazıyor. Hukuk devleti insan haklarına saygı gösteren bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her eylem ve işlemi hukuka uygun olan, her anlamda adaletli bir hukuk düzeni kurup geliştirerek sürdüren, anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, anayasa ve hukukun üstün kurallarına kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleriyle anayasanın bulunduğunun bilincinde olan devlete hukuk devleti denir. Yani hiçbir güç anayasanın üstünde değildir. İktidarlar yasalara uymak zorundadılar. Bu kavramı büyütmek ve geliştirmek zorundadır diyor. Başbakanlık koltuğunda oturan zatın hukuk devleti nedir bildiği yok. İpsala kaymakamlığının internet sitesine girsin oradan okusun öğrensin. 'KİMSE HUKUKUN ÜSTÜNDE DEĞİLDİR' Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti midir? Anayasaya bakacağız. İkinci madde laik sosyal bir hukuk devleti diyor. İkinci madde üstelik değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen maddelerden biridir. Yani olmazsa olmazdır. Değiştirilmesi için teklif dahi verilemez. Hukuk devletini anaysamızda bu kadar içselleştirmiş durumdayız. Hukuk devletinde kişiye göre yasa olur mu? Olmaz. Hiç kimse hukukun üstünde değildir. Herkes hukuka tabidir. Üstünlerin hukuku yoktur hukukun üstünlüğü vardır. 'VERGİ ALIYORSAN HESABINI VERECEKSİN' Eğer bunu sağlarsak hukuk devletini yüceltmiş oluruz. Güçlüler haklı değildir, haklılar güçlüdür. Haklının güçlü olduğu devlet hukuk devletidir. Hesap vermek de hukuk devletinin temel kuralıdır. Yurttaştan vergi alıyorsan hesabını vereceksin. Hukuk devleti dayatmacı devlet değildir. Baskı kuran devlet değildir. Hepimizin ihtiyaç duyduğu bir devlet sistemidir. Peki siyasal partiler? Onlar vazgeçilmez unsurdur. Partiler vatandaşa giderler programlarıyla vaatleriyle giderler. Sandıklar Konur ve kazanılır. Birisi devleti yönetmek üzere gelir devlet olmak için gelmez. Arada dünya kadar fark var. Ben kazanırım gelirim devleti yönetirim. Devleti yönetmek için gelip devlet olan parti önce hukuk devletini yok eder. Çünkü hesap vermez. Peki devleti madem ki yönetecek bu. Madem böyle kurallar var. Devleti nasıl yönetecek? Onun da kuralı var. Anayasa devletin nasıl yönetileceğini ortaya koymuş. Madde 8'e göre yürütme yetkisi ve görevi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir. Yani sen devleti anayasa ve kanunlara uygun yöneteceksin. Ben kazandım oyumu aldım istediğim gibi yönetirim diyemezsin. Hukuk devleti buna engeldir. Bunu gücü kontrol etmek için getiriyor anayasa. Demokrasilerde güç mutlaka kontrol edilir. 'TÜRKİYE BU KAVRAMI UNUTMUŞ GÖRÜNÜYOR' Hukuk içinde kalarak adalet içinde kalarak ahlak içinde kalarak devleti yönetmesini sağlar. Hukuk devleti başlı başına hepimizin bilmesi öğretmesi ve anlatması gereken bir kavramdır. Türkiye bu kavramı büyük ölçüde unutmuş görünüyor. Kılıçdaroğlu salona koruma ordusuyla geldi... 'HİTLER VE MUSSOLİNİ ÖRNEĞİ VAR' Tarihe baktığımızda insanlık tarihinin hukuk devleti yolunda demokrasi yolunda ağır bedeller ödediğini görüyoruz. Seçimler iktidara gelip ben devletim diyenler oldu. İstediğini yaptılar. Sandık önemlidir ama tek başına demokrasi değildir. Karşıdaki insana saygı göstermezseniz siz hukuk devletinden uzaklaşırsınız. Hitler örneği vardır. Seçimle geldi. Mussolini örneği var. Seçimle geldi. Seçimle geldiler ne oldu? Bir süre sonra ben devletim demeye başladılar. Herşey benden sorulur demeye başladılar. Ne demek yani demeye başladılar. İnsanlık tarihi çok ağır bedelller ödedi. Bizim demokrasimizde de ağır bedeller ödendi. Başbakanlar gencecik çocuklar idam sehpalarına gönderildi. Hukukun üstünlüğü bu açıdan çok önemli bir kavramdır. Özellikle iktidardakiler bu kavramı öğrenmelidir. 'TÜRKİYE AĞIR ADIMLARLA SÜRÜKLENİYOR' Bizim demokrasimiz gelişiyor mu? Son 10 yıllık sürece bakalım. Demokrasimizin ayaklar altından kaydığını göyüroruz. Her gün bunu yaşıyoruz. Baskını arttığını gücün herşeye egemen olmak istediğini görüyoruz. Farklı bir rejimin içine Türkiye ağır adımlarla sürükleniyor. Bütün yurttaşlarıma sesleniyorum. Bugün size dokunmayan yarın dokunacaktır. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın asla dememeliyiz. Komşunuza arkadaşınıza haksızlık yapılıyorsa ona destek vereceksiniz. Aksi halde demokrasimizi güçlendiremeyiz. 'HUKUK DEVLETİ KONUSUNDA CİDDİ SORUNLARIMIZ VAR' Demokrasi kan kaybediyor derken birileri diyecektir ki muhalefet işte söylüyor. TBMM Başkanlığı koltuğunda oturan kişi yani TBMM Başkanı Anayasa'nın 138. maddesi çökmüştür yargı yoktur dedi. Yargı çökmüşse hukuk devleti konusunda çok ciddi sorunlarımız var demektir. Eğer esnaf dükkanında rahat para kazancaksa, sanayici rahat üretim yapacaksa, çiftçi rahat çalışacaksa, memur vatandaşa hizmet edecekse bütün bunları bir araya getiren hukukun üstünlüğüdür. 'HEPİMİZ BUNUN FARKINDAYIZ' Demokratik hak ve özgürlüklerin baskı altında tutulduğu bütün yetkilerin bir elde toplandığı demokratik olmayan devlete totaliter devlet deniyor. İşin özü bu... Hak ve özgürlüklerin baskı altında olduğu bir devlet... Türkiye'de baskı altında mı.. Evet.. Medya istediğini yazamıyor. Havuz medyası oluşturuldu mu? Bütün yetkilerin bir elde olduğu doğru mu? Evet... Totatilter devlet inşası ağır ağır devam ediyor. Totaliter baskıcı devlet önümüzde ağır ağır inşa ediliyor. Hepimiz bunun farkında olmalıyız. Totaliter devletlerde hukukun üstünlüğü kadın erkek eşitliği olmaz. Adalet ve Kalkınma partisinden belediye başkan yardımcısı olmak istiyor kadınlardan yönetici olmaz diyor. Örfümüze aykırı diyor. İşte totaliter rejim. 'HÜKÜMET HESABINI VERMELİ' Totaliter rejimde iktidar hesap vermez. Sayıştay raporları niye gelmiyor? Gelirse duman olurduk diyorlardı. Neden gelmiyor? Çünkü totaliter rejimlerde bir kişinin söylediği olur. Göndermeyeceksiniz diyor orada bitiyor. Sayıştay raporlarıyla ilgili kendi paramızla ilan vermek istedik. Vatandaş vergisini ödüyorsa hükümet hesabını vermeli... Sadece bu cümle. Başbakanlık koltuğunda oturan zatın talimatıyla bu ilanımız yayınlanmadı. 'EE NİYE ÇIKMADI SİZDEN SES?' Dün beni meslek örgütleri ziyarete geldi. Siyasette daha yumuşak bir dil kullanılacakmış. Siz vergi veriyorsunuz, sendikalar iş verenler var, TBMM'ye bütçe yasası geliyor, sayıştay raporu gelmiyor, vergilerin nerede harcandığı gizleniyor, içinizden birisi çıkıp konuştu mu? Konuşmadınız. İşverenlere ait bir STK kalktı açıklama yaptı. Dedi ki, hukukun üstünlüğü yoksa yabancı sermaye gelmez. Doğru mu doğru... Yine o zevata sordum. Buna karşılık Başbakan ne dedi? Bunlar vatan hainidir dedi. Sizden bir ses çıktı mı? Çıkmadı... Ee niye çıkmadı sizden ses? Bu tür demokrasilerde korkunun egemen olduğu demokrasilerde altını özenle çiziyorum hiçbir yurttaşımın korkmasını istemem, sizin en büyük güvenceniz Cumhuriyet Halk Partisidir... Demokrasi konusunda elbette mücadele edeceğiz. O nedenle diyorum korkmayın yılmayın. Zalimin zulmüne boyun eğmeyin. 'TOTALİTER REJİM BUDUR' Totaliter devletlerde çifte hukuk vardır. Bir Cihan Kırmızıgül'e uygulanan hukuk vardır. Puşi taktı diye hapse girer. Bir de Rıza Sarraf'a uygulanan hukuk vardır. Hırsızlık yapar serbest kalır. Ergenekon ve Balyoz'daki gibi yüzlerce insanı hapiste tutarlar. Bir de Deniz Fener'indeki gibi hırsızları serbest bırakırlar. Totaliter rejim budur. 'BASKICI BİR REJİM İÇİNDE YAŞIYORUZ' Vatandaşlarıma seslendim yine sesleniyorum. Hırsızları koruyacak mısınız? Totaliter rejime geçerken ipuçları verildi bu topluma. Başbakanlık koltuğunda oturan zat televizyonlarda yasama ve yargı benim için ayak bağıdır dedi. Dün gelen zevata da söyledim, yasama ve yargı benim için ayakbağı diyordu sizin içinizden gıkını çıkaran oldu mu? Olmadı... Totaliter devlet budur. Yasama ve yargıyı arka bahçesi haline getirir. Medya için de aynı baskıyı yapıyor. Çıktı ne söyledi? Gazetecilere 'sizin tasmanızı ben çıkardım' dedi. Baskıcı bir rejim içinde yaşıyoruz. Bu sistem ağır ağır oluşturulmaya çalışılıyor. Siz hiç totaliter bir rejime gidilirken bir üniversitenin konuştuğunu gördünüz mü? 100'ün üstünde üniversite var. El pençe divan oturuyorlar. Bu üniversiteler mi özgürlük getirecek? Yeniden düşünmeliyiz. 'ORADA DA İNSANLAR VİCDAN SAHİBİ' Anayasa mahkemesini düne kadar göklere çıkardılar. Şimdi AYM bir numaralı düşman. İki karar verdi diye bir numaralı düşman oldu. AYM niye var arkadaşlar? Anayasaya aykırı uygulamaları iptal için var. Anayasadan okuyum size... 2010 yılındaki değişiklik bu. Anayasa mahkemesi kanunların, kararnamelerin ve TBMM içtüzüğünün anayasaya şekil ve esas bakımından uygunluğunu denetler. Dendi ki bu yetmez. Bireysel başvuru hakkı getirelim. İyi... Bireysel başvuru hakkı da geldi. Niye getirdiler? İnsanlar AİHM'e gitmesin diye. AYM elimizin altında, dosyaları atarlar bir köşeye yıllarca bekler diye düşündüler. Ama öyle olmadı. Orada da insanlar vicdan sahibi. Onlar da düşünüyor. Anayasanın verdiği yetkiyi kullanıyor. Haber alma hakkını sınırlamak istediler. 'BUNLARIN UMRUNDA MI?' Çıktı Başbakan 20 Mart'ta dedi ki...'Twitter falan hepsinin kökünü kazıyacağız' Hadi kazı bakalım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin gücünü gördü. Türkiye devletinin gücü hukuk devleti olmaktan geçer, baskıcı devlet olmaktan değil. Mahkemelere talimat verdi hemen twitteri yasaklayın dedi. Emrindeki mahkemelerden biri twitteri yasakladı. İtiraz geldi açacaksınız denildi. Ama TİB açmıyor. Anayasa Mahkmesine bireysel başvuru yapıldı AYM bunu açtı. Youtube'u da mahkeme kararı olmadan TİB tarafından yasaklandı. Hani hukuk devleti? Hepsi hikaye... Bunlar bu ülkede 76 milyon insanın gözü önünde olan şeyler. Avrupa ayağa kalkmış, demokratik ülkeler ayağa kalkmış. Totaliter bir demokrasi olamaz diyor. Genişlemeden sorumlu kişi böyle giderse Türkiye ile müzakereler askıya alınır diyor. Bunların umrunda mı? 'SEN VERGİ KAÇAKÇISI GÖRMEK İSTİYORSAN...' Baskıyı ve şiddeti önümüzdeki süreçte arttıracaklar. Twitter vergi kaçakçısıymış. O zaman gönderirsin müfettişlerini raporunu yazarlar. Asıl amaç o değil. Sen vergi kaçakçısını görmek istiyorsan koluna 700 bin liralık saati takan adama bakacaksın. Esnaf ve çiftçi kardeşime sesleniyorum. Sen vergi vermezsen maliye müfettişleri ensende boza pişiriyorlar. Ama 700 milyarlık kol saati alan adamdan bir kuruş vergi alınmıyor. Sen mi çok kazanıyorsun o adam mı? Sen mi vergi veriyorsun o adam mı vergi veriyor? BURHAN KUZU'YA AĞIR ELEŞTİRİ Tabi işin ilginç tarafı twitteri yasaklıyor ama kendisinin de hesabı var. Daha garip olanı bunların içinde Kuzu var bir tane. Anayasa Hukuk profesörü sözde. Nasıl almış o diplomayı araştırmak lazım. AYM'ye başvuru yapıyor başvurusunu da twitter aracılığıyla bildiriyor. Zekaya bak. Anayasa Mahkemesi bu yasağı iptal etti. Çünkü anayasaya aykırı. Anayasamız diyor ki, 26. maddede, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti başlığında, 'Herkes düşünce ve kanaatini söz yazı resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hürriyetine sahiptir'... Twitter yasağı neden kaldırıldı? İşte bunun için... Bütün çağdaş ülkelerde bu böyledir. Bu anayasanın vermiş olduğu bir güvencedir. Sen nasıl bütün Twitter'ı yasaklarsın. Anayasa Mahkemesi iptal etti diye 'örgüt' haline geldi dediler. Anayasanın 28. maddesi diyor ki, 'Devlet basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır'... Siz haber alma hürriyetini kesiyorsunuz. Yasak getiriyorsunuz. Yasak kalkınca da Anayasa mahkemesini en ağır dille suçluyorsunuz. Anayasa mahkemesinin HSYK kararı doğru ama zamanlama anlamında gecikmiş bir karardır. 'CEHALETİN BU KADARINA İLK KEZ TANIK OLUYORUM' Milli bir karar değilmiş diyor. Sen düne kadar her tür milliyetçiliği ayaklar altına alıyorum diyordun. Milliyetçiliğin de ne olduğunu bilmiyor. Adalet evrensel bir karardır. Bunun milliyetçiliği olmaz. Ahlak, hukuk her yerde evrenseldir. Kimse mahkemenin verdiği karara 'bu karar millidir gayri millidir' diyemez. Peki bizim insanımız niye AİHM'e gidiyor? Onların verdiği kararlar milli karar mıdır? Cehaletin bu kadarına ilk kez tanık oluyorum. Anayasamız uluslararası sözleşmeleri esas alır. Ama bunlar milletin kafasını bulandırmak için 'milli' kavramını uydurdular. Mahkeme kararlarının millisi gayri millisi olmaz. İşin özü budur. 'HUKUK DEVLETİNİ SAVUNACAĞIZ' Devletin otoriterleştiğini ifade ettim. Şimdi Mecliste yeni bir yasa görüşülüyor. Türkiye süratle bir istihbarat devletine dönüşüyor. Bir gazetede CHP milletvekilleriyle ilgili olarak MİT'in tuttuğu fişlemeler yayınlandı. Sorduk bu milletvekilleriyle ilgili neden fişleme yapıldı diye. Daha bu yasa çıkmamıştı üstelik. Şimdi yasayla fişlemeler meşru hale gelecek. Devlet istihbaratla değil bilgiyle ahlakla hukukun üstünlüğüyle yönetilir. Devleti istihbarat devletine dönüştürürseniz baskıcı bir yönetime dönüşürsünüz. İstihbarat özel olarak partiye gider. Almanya'da Gestapo'yu unutmayın. 2. Dünya savaşı öncesi Almanya'yı unutmayın. Gestapo yasaldı. Ama devlete istihbaratı yapmıyordu. Partiye yapıyordu. Aynı olay Türkiye'de yaşanıyor. İstihbarat partiye veriliyor devlete değil. Bu süreci hayata geçirmek istiyorlar. Yeni bir Gestapo kurmak istiyorlar. Bütün yurttaşlar dikkatli olmalı. Hukuk devletini savunacağız. Özgürlükleri savunacağız hep beraber. Türkiye'deki üç büyük devrimin altında CHP'nin imzası var. Cumhuriyeti kuran çok partili yaşamı getiren sosyal demokrasiyi getiren partidir. Dördüncü büyük devrimi de biz yapacağız. Özgürlük ve demokrasiyi getireceğiz. Baskılar gelecektir baskılardan yılmayacağız. Bize tek bir görev düşüyor çalışmak... Adım adım çalışmak...haberler.com
Gezi Davasında 'Okan Bayülgen'li Savunma
Gezi eylemlerine ilişkin, 'Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet' ettikleri iddiasıyla çoğunluğu üniversite öğrencisi 56 kişi hakkında açılan davada sanıklar bugün ilk kez hakim karşısına çıktı. Duruşmada kimlik tespitinin ardından söz alan bir kısım sanıkların avukatı Arzu Becerik, 'Dava konusu olay, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ve Anayasa hükümleri doğrultusunda açıkça ifade özgürlüğüne, ifade açıklama hürriyetine ve toplu ifade özgürlüğüne yönelik bir davadır. Bu nedenle biz derhal beraat kararı verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Buna ilişkin AİHM kararı örneğini sunuyoruz' dedi. Söz alan diğer avukatlar da, dosyada bulunan deniz gözlüğü ve baret gibi elde edilen gereçlerin suç sayılamayacağını vurgulayarak, deniz gözlüğü ve baretin suç aleti sayılamayacağına ilişkin İstanbul 50. Asliye Ceza Mahkemesi'nin verdiği beraat kararını sundu. Hakim Ali Can Apaydın ise, sanıkların savunmaları alınmadan beraatlerine karar verilmesi yönündeki talepleri reddederek sanıkların savunmasına geçti. 'GEZİ PARKI EYLEMLERİNE MİLYONLARCA İNSAN KATILDI' Duruşmada söz alan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi Cengiz Han Cora, Anayasal hakkını kullanarak Gezi Parkı eylemlerine katıldığını söyleyerek, 'O gün Taksim'e konsere gitmiştim. Hatta ünlü şovmen Okan Bayülgen de vardı' dedi. Sanığın bu sözleri üzerinde duruşma salonunda gülüşmeler oldu. Hakim Ali Can Apaydın da, 'O da konsere mi geldi?' diye sorunca Cora, 'O eyleme gitti. Ben de konsere gittim' cevabını verdi. 'Gezi Parkı eylemlerine milyonlarca insan katıldı' diyen Cora, '56 tane insanın burada yargılanması doğru değil. Savcılar soruşturmayı doğru yapsaydı, bugün burada biz değil polisler olacaktı. Biz de 1 Mayıs'ı rahat rahat kutlayacaktık. 1 Mayıs'ta aynı manzaraları yine göreceğiz' diye konuştu. 'GAZ KAPSÜLÜ İLE BACAĞIM KIRILDI' Suçlamaları reddeden üniversite öğrencisi Andaç Yıldırım da, 'Taksim Gezi Parkı eylemleri nedeniyle İstiklal Caddesi'nde birkaç kez basın açıklamalarına katıldım. Polisin hiçbir uyarıda bulunmadan yapmış olduğu müdahaleler sırasında olay yerini terk ettim. Arkamdan gelen bir gaz kapsülü nedeniyle bacağım kırıldı. Gerçekte, olayda ben zarar gördüm. Bu olay sonrasında eğitim hayatım da zarar gördü. Ben çevreye zarar veren, caddeyi trafiğe kapatan grup ile birlikte hareket etmedim. Beraatimi istiyorum' dedi. Üniversite Öğrencisi Cihat Parıltı da Gezi Parkı eylemlerine katıldığını, ancak 2911 sayılı 'Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etmediğini söyleyerek, 'Gerçekte polis şiddetine uğrayan bizdik. Bu olaylar sırasında, herkesin bildiği üzere 8 genç hayatını kaybetmiştir. Ortada bir suç varsa, suçlu 8 genci öldüren AKP polisidir. Bu da polisin uyguladığı şiddetin göstergesidir. Beraatimi istiyorum' ifadesini kullandı. Hukuk Fakültesi öğrencisi Ahmet Paket de, Anayasal hakkını kullanarak Gezi Parkı eylemlerine katıldığını anlatarak, 'Amacım hükümetin hukuksuz, suç teşkil eden baskıcı politikalarını protesto etmekti. Suç teşkil eden eylemler içinde olmadım' dedi. 'POLİSLER HAKKINDA İŞLEM YAPILMADI' Sanık avukat Ali Coşkun da, Gezi eylemlerine katıldığını belirterek, şöyle konuştu: 'Bu eylemler barışçıl eylemlerdir. Birçok gösterici, polisin haksız ve şiddetli müdahalesi sonucu hayatını kaybetti ya da yaralandı. Bu eylemi yapan polisler hakkında işlem yapılmadı. Demokratik hakkımızı kullandığımız için sanık olarak yargılanmamızı da doğru bulmuyorum. Beraatimi talep ederim.' Söz alan diğer 37 sanık da, anayasal haklarını kullanmak için barışçıl Gezi Parkı eylemlerine katıldıklarını, suçlu olduklarını düşünmediklerini söylediler. 'HALKI İSYANA TEŞVİK EDEN İKTİDARIN KENDİSİDİR' Söz alan sanık avukatı Özgür Urfa da, iddianameyi eleştirerek, 'İddianamede suç tarihi ve yeri tam olarak açık değildir. Bu nedenle eksikliklerin giderilmesini talep ediyoruz' dedi. Sanık avukatlarından Pınar Akbina da, 'Soruşturma, başta halkı isyana teşvik suçundan başlatılmıştır. Bizce, gerçekte halkı isyana teşvik eden, iktidarın kendisidir. Müvekkilin iki parmağı iş kazası sonucu yoktur. Nasıl sapan kullanacağı hususunu takdire bırakıyoruz' diye konuştu. Hakim, bir sonraki duruşmada sanıkların savunmalarının devam etmesine karar vererek, duruşmayı 26 Haziran gününe erteledi. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nca hazırlanan iddianamede, 30 Haziran 2013'te Gezi Parkı eylemlerine katılan sanıkların 6 aydan 3 yıla kadar hapsi isteniyor. (DHA)---
'Barış Süreci Böyle Giderse, Gerilla Sürece Müdahale Eder'
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan , çözüm sürecinin devamına yönelik AKP’nin somut adım atmaması halinde “gerillanın sürece müdahale edeceğini” savundu. Kalkan, “Eğer gerçekten çözüm yönünde adım atılmaz, Abdullah Öcalan ’ın ortaya koyduğu projelere karşılık verilmez, halk üzerindeki bu baskı terör devam ederse gerilla da müdahale eder, halk da” şeklinde konuştu. “Demokratikleşme adı altında AKP iktidarını sağlama alma dışında hiçbir şey yapılmıyor. Zaten savaş sürüyor. Toplum üzerinde uygulanan polis terörü var” ifadelerini kullanan Kalkan, “Hükümet için yönetimimiz net görüş belirtti. Yani AKP, şimdiye kadar çok şey yaptım, kimsenin yapmadığını yaptım, diyor; ama AKP'nin yerinde kim olsa bundan fazlasını da yapardı. O konuda hiç kimse yanılmamalı” dedi. Erdal Er ’e konuşan Duran Kalkan’ın Özgür Gündem’de yer alan söyleşisi şöyle: Geride bıraktığımız günlerde BDP-HDP heyeti Abdullah Öcalan'la görüştü. Basına yansıyan açıklamalar var. Dikkat çekici bir cümle şu; hem derinlikli müzakereler başlayabilir, hem çatışmalar başlayabilir. Size yansıyan farklı bir durum var mı? Tabii oldukça kritik, riskli, ciddi bir süreç içerisindeyiz. Herkes deyim yerindeyse diken üzerinde. Çünkü tarihten gelen ve çözülmesi gereken ağır sorunlar var. Bu sorunların çözümsüzlüğü toplumu o kadar germiş ki, artık herkes için tehdit oluşturuyor Çözüm umudu giderek azalıyor mu? Çözüm ışığı görülmüyor, ya da ışığın önü hep kapatılmak isteniyor. Aslında sorunların çözümü için bir ışık yok değil. Proje oluşturulmamış değil, çaba az değil, ama bunları hayata geçirmede sorunlarımız var, zorluklarımız var. Birileri ısrarla bunun önünü kapatıyor. Çözümsüzlükten, çelişkili durumdan, sorunlar içinde yaşamaktan çıkar sağlıyor. Israrla bu çelişkili ve çatışmalı durumun sürmesini istiyor. Kürt sorunu da bu sorunların en başta gelenlerinden biridir. Birileri bunları zamanında oldukça planlı, programlı bir biçimde ortaya çıkarmış, bunların üzerinde var olmuş. Varlığını ve çıkarını bu çelişki ve çatışmaların üzerine kurmuş; şimdi de bunun değişmesini, dolayısıyla sorunların çözülmesini engellemeye çalışıyor. Sadece çıkarını kaybedeceğinden korkmuyor, aslında ne kadar kirli, vahşi ve zalim olduğu ortaya çıkacak. İnsanlık düşmanı olarak, tarihe geçecek. Bundan korkuyor. Bu korkudur ki bütün gücüyle çözümü engellemeye çalışıyor. Dört bir yandan böyle oyunlarla, saldırılarla karşı karşıyayız. Bunun içinde küresel, bölgesel, yerel aktörler de var. Önder Apo’nun büyük bir sabırla geliştirdiği, son derece makul, tarihi, herkesin yararına olan çözüm projeleri var. Bunu herkes görüyor, herkese yansıyor. Ama Önder Apo şunu da söyledi; İmralı'dan ve bu koşullarda yaşayan bir kişiden daha öte bir şey gelmez. Yani her şeyi ben yapamam, bir kişiye yaptırılamaz, dedi. Mevcut koşullar da İmralı sistemi ortada. Daha fazlasının yapılamayacağı söylendi. Ama buna rağmen çözümsüzlükten, çelişki ve çatışmadan çıkar sağlayan çevreler, aynı tutumlarını sürdürmekte ısrar ediyorlar. Ne yazık ki bunu aşması gerekenlerin mücadelesi zayıf kalıyor. Çözümü engelleyici güçlerden söz ettiniz ama hükümet çok şey yaptığını söylüyor. Hükümet ve devlete göre çözüm süreci devam ediyor. Hatta önemli adımlar attıklarını açıkladılar. Hükümet için yönetimimiz net görüş belirtti. Yani AKP, şimdiye kadar çok şey yaptım, kimsenin yapmadığını yaptım, diyor; ama AKP'nin yerinde kim olsa bundan fazlasını da yapardı. O konuda hiç kimse yanılmamalı. Sanki AKP'nin kendi düşüncesi ve onun sonucunda bunlar yapılıyor gibi bir hava veriliyor. Oysa koşullar değişti. Aslında AKP bir şeyler yapma, çözüm yönünde adım atma değil de engellemede marifetli oldu. Şimdi de aynı politika sürüyor. AKP'den bir çözüm görmedik, yoktur öyle bir durum. Seçimden sonra neredeyse kırk gün geçiyor, herhangi ciddi bir tutum, açıklama, çözüm yönünde ve demokratikleşme yönünde bir şey yok. AKP'nin bütün marifetleri, önündeki seçimleri nasıl kazanacak ve kendi iktidarını nasıl uzatacak, tutumu budur. Dolayısıyla biz artık AKP'den çözüm yönünde herhangi bir beklenti içinde değiliz. Bir de, idam cezası geri gelsin, açıklamaları da var. Hem de hükümet, başbakan ya da kendi çevreleri bunları gündeme getiriyor. Avrupa Birliğine giriş nedeniyle bu durumlar kaldırıldı. Bize uymuyor, zaten Avrupa Birliği’ne de giremedik, hala niye bu durumdayız, diyorlar. O bakımdan tek yanlı bakmamak lazım. AKP'yi okurken tek yanlı bakanlar, bir söze bakanlar yanılırlar. Aynı anda bir söz yok ki, tek bir tutum yok ki! Birçok tutum, farklı farklı sözler var. Hepsi de birbirinin karşıtı. Bu bir AKP tarzıdır. Zaten işin başını tutmuş, istediği gibi baskı uyguluyor, her şeyi söylerim, her türlü tutumu gösteririm, herkeste beklenti yaratırım, diyor. Bu, sanki bir şey yapacakmış gibi beklenti yaratma, umut yaratma, karşındakini etkisiz kılma tutumudur. AKP halen o tutumdadır. Bunu söyleyen AKP'dir, başkası değildir. AKP, demek ki bundan çıkar sağlıyor ki söylüyor. Aldatmaya çalışıyor, uyutmaya çalışıyor, toplumu yanıltmaya çalışıyor ki tepki göstermesinler, beklenti içerisinde olarak AKP'nin iktidarına karşı yapmaları gereken mücadeleyi yapmasınlar. Bu oldukça planlı, maksatlı, düşünülmüş bir özel savaş yöntemi. Bunu çok etkili bir biçimde kullanıyor. Ama sadece o da değil, aynı AKP bu süreç içerisinde 1600 tane karakolun yeniden yapımını kararlaştırmıştır. 180 tanesi Hakkari'de yapılacak. Hakkari kutu gibi bir yerdir, üç tane kasabası var, orada bile zaten her dağ ve her köyde hem ordu karakolu, hem polis karakolu, hem de korucu karakolu vardı, şimdi yüz seksen tane daha yeni yapıyor, eskileri tamir ediyor. Bütün Kürdistan'da 1600 karakol. Bunları yapmak için devletin bütün imkanları seferber ediliyor. Bütçenin hepsi buraya verilmiş durumda. Sanki o bütçe görüşmeleri boşuna olmuş. Şuraya bütçe, buraya bütçe dendi, ama Türkiye’nin bütçesi Kürdistan'daki karakollara ancak yeter. İyi araştırılması gerekir. Bu bakımdan AKP'nin açıklamalarına tek yandan bakmamak gerekli, bunların hepsi oyun, hile. Biz böyle algılıyoruz, böyle algılamak zorundayız da. Gözümüzle gördüğümüz yeni bir durum ya da tutum yok. Sayın Öcalan’la görüşmelerin yapılıyor olması bir adım değil mi? İmralı sisteminde bir değişiklik yok ki!. Gidilmiş, görüşülüyor. İsteyen milletvekilleri gidiyor, her türlü istedikleri tutukluyla görüşüyor. Bunun ötesinde hiçbir şey yok. Bu, AKP'nin getirdiği bir iyileşme değil, bir iyilik değil. İmralı sistemini Avrupa kurdu, komployu Amerika düzenledi. Dönemin ABD Başkan’ı Clinton'un başdanışmanı “biz planladık, başbakana imzalattık” dedi. Dolayısıyla Önder Apo İmralı'da ABD planıyla, kararıyla, uygulamasıyla duruyor, Avrupa Birliğinin kararıyla duruyor. Ben Avrupa'da hapis yattım altı sene, Avrupa yasalarını da biliyorum. Bir müebbet tutuklu on beş yılı dolduğu zaman yeniden mahkemeye çıkartılıyor. AİHM'in kuralı var, ama yeniden mahkeme ediliyor. Yani cezayı veren mahkeme ya da görev üstlenmiş mahkeme yeniden değerlendiriyor. Tutukluluğu devam etmeli mi, bırakılmalı mı? Yüzde 99 müebbet hapis tutuklusu, on beş yılı dolunca serbest kalıyor. Ben o hukuku iyi biliyorum. Önder Apo on altıncı yıla giriyor. Herhangi bir yargılama yok, birkaç milletvekili 30-40 günde bir gidip görüşme yapınca bu sanki bir iyileştirme, yeni bir adımmış gibi sunulmak isteniyor. Hükümetin çıkarttığı MİT yasasının İmralı görüşmelerine yasal çerçeve oluşturduğunu düşünüyor musunuz? Önder Apo da son görüşmesinde bunun istenilen yasal çerçeve olmadığını ortaya koydu. Yani ortada böyle bir şey yok. Bize göre ise zaten hiç yok. Bırak yasal çerçeveyi, MİT'e saldırı hakkı verildi. Ülke içinde ve dışında her türlü kirli operasyon yapma yetkisi verildi. Bazıları dediler, yeni Yeşiller olacak. Bu anlamda sorunun çözümü için yapılan bir yasal düzenleme mi, yoksa bize saldırı için yapılan bir düzenleme mi, onu anlamak istiyoruz. Acaba o yasaya dayanarak MİT, PKK-KCK yöneticilerini katletme planları mı yapıyor, onun peşinde mi koşacak, bunun üzerinde durulsun, bu açıklansın. Biz olaya bu çerçeveden de bakıyoruz. O bakımdan yapılanın böylesi bir iyileştirme olduğu düşüncesi kesinlikle yalan ve aldatıcıdır. Tersine yapılması gerekenlerin engellenmesi var. Değişim, demokratikleşme, Önder Apo'nun koşullarında çözüm temelinde adımlar atılması gerekirken AKP bunların hepsini en aza indirdi. Kendi iktidarını güçlendirmeye malzeme yaptı. İç politika etkeni yaptı. İçişleri Bakanı demokratik özerkliğin eski bir terminoloji olduğunu Kürt sorununu bireysel haklar temelinde çözeceğiz, diyor. Kimin bireysel hakkı! Bir Kürdün mü hakkını çözecek? Toplumu olmayan insan var mı dünyada? Kapitalizm onu iddia etti, geldiği nokta ortada. Bireysel çözümler safsata. Bireysel haklar ve özgürlüklerle toplumsal sorunlar çözülür, demek kapitalizmin bir uydurmasıdır. Tarihin en ağır, vahşi ve barbar sömürüsünü uygulamak için uydurduğu bir kılıf. Mazlumları, köleleştirdiklerini, zulmettiklerini aldatmak için, zulmünü maskelemek için kullandığı bir yöntem. Kürt sorununa yaklaşım da tümüyle böyledir. Kürtler toplum olmaktan çıktı mı? Onu söylemek şu anlama geliyor: Kürt toplumu bitmiştir, Kürt halkı kalmamıştır. Kürt olarak böyle konuşmak isteyen, ben bir Kürt bireyi olarak varım, derse onlara hak veririm, demektir. Bu, Kürdün yok edildiğini, toplum olmaktan çıkartıldığını, eritildiğini, katledildiğini, soykırıma uğratıldığını kabul etmek anlamına geliyor. Toplumu katletmişsin, bireye hak vereceksin! Böyle bir hak hukuk olmaz, bunun toplumla alakası yok, hepsi bir safsata ve aldatma aracıdır. Biz o tür şeyleri tartışmıyoruz bile. KCK davasından tutuklanan Kürt siyasetçilerin bir kısmı serbest bırakıldı. Bunun çözüm için bir adım olduğunu düşünüyor musunuz? Ergenekoncuların hepsi bırakıldı, ama KCK tutuklularının hepsi bırakılmadı; bir kısmı bırakıldı. Kürtlere ayrı bir yasa uygulaması oldu. Aynı yasa Kürtlere uygulanmadı. Ölümü gösterip sıtmaya razı etme yöntemi denendi. Şimdi buna ileri bir adımdır, diyenlere şunu sormak isterim; Niye tutuklandı bu insanlar? Ne yaptılar ki tutuklandılar? Suçları neydi ve neden 4-5-6 yıl cezaevlerinde tutuldular? Önce bu sorgulanmalı. Tutulma nedenlerinin hepsi siyasidir. Tamamen düşünce ve siyaset özgürlüğü kapsamında bir faşizm uygulandı. Bir de zaten bırakılmadılar, fazladan yatırıldılar; devlet onların hepsine borçludur. Buna rağmen, tutuklanmaları anti-demokratik olmasına, T.C’nin anti- demokratik faşist yasalarına göre tutuklanmış olmalarına rağmen, o yasalara göre bile fazla kaldılar. Tabii, Hatip Dicle bırakılmadı. DTK başkanıydı, şimdi DTK’nın çalışmalarından söz ediyoruz. Başkanı tutuklu, DTK işliyor. Bu olamaz. Hatip Dicle bırakılmadan Kürtler herhangi yasal bir çalışma yapamazlar. Yasal demokratik kültürel, toplumsal, çalışma yapamazlar; örnek Hatip Dicle’dir. Kim yapabilir, ben olsam, yapmam. Çünkü Hatip Dicle örneği ortadadır. Niye yapayım. Cezaevleri demişken bir de hasta tutsaklar meselesi var. Hatta çözüm sürecin de hasta tutsakların serbest bırakılması bir adım olarak görülmek isteniyordu. Tabii çok politikaya alet edilmemesi gereken, tamamen insani bir durumdur. Aslında o hasta tutukluların büyük çoğunluğu ideolojik ve siyasi nedenlerden dolayı tutuklanmış, düşünce ve siyaset tutuklularıdır. Bir defa tutuklanmış olmalarını ben kabul etmiyorum ki, hasta olarak tutuklanıp tutuklanmamalarını tartışayım. Onları tutuklamış olmak, suç işlemiş olmak demektir. Yani bunu net söyleyeyim, onu yapanlar suç işliyorlar. Demirel’in deyimiyle 'keser döner, sap döner, bir gün hesap döner' bir gün gelir bunu yapanlardan da bunun hesabı sorulur. Böyle bir günün geleceğini de herkes düşünmeli. Bilinmelidir ki, tutukluların, hasta olan ya da olmayanların, çoğunluğu suçsuzdur. Faşist yasalar temelinde tutuklanmışlardır. Bu durumda ceza evlerinden cenazelerin çıkması, bir iktidar için yüz karası bir durumdur. Pazarlık konusu yapılıyor, hem de çok fazla pazarlık konusu yapılıyor. İnsanlarla yapıyor, tutuklularla yapıyor, düşüncenizden vaz geçin, beyninizi yiyin, sizi iki üç gün dışarda yaşatayım diyor. Şimdi bu gayri insani bir tutum, AKP’ nin faşist yüzünü gösteriyor. Bence siyasi çevreler de tutuklular da bunu iyi görmeliler. Sadece siyasi tutuklular değil, birçok tutuklu insan faşizmin baskısı nedeniyle tutuklanmışlardır. O kadar çok ayrım yapmaya da gerek yok. Özgürlük ve demokrasi savaşçıları, onu da iyi görmek gerekli. Böyle bir iktidardan bu kadar anti-demokratik, faşist baskı uygulayan, hukuku bir savaş aracı gibi karşı düşünce ve siyasetler üzerinde uygulayan bir iktidardan iyi niyet ve vicdan beklenmez. Bu bakımdan da bence özgürlük savaşçısı olarak durmak ve zindanda şehit düşmek en onurlu ve yüce duruştur. Bunu ifade eder. Seçimler öncesi hareket olarak bir deklarasyon yayınladınız, hükümetin muhatap olmaktan çıktığını, muhatabımız radikal demokrasi güçleridir dediniz. Bu da tartışıldı. Biz seçim öncesi açıklamayla ya da HDP’ye karşı yaklaşımımızla Kürt halkının, Kürdistan özgürlük hareketinin muhatabının, Türkiye emekçileri, kadınları, gençleri olduğunu sanki ilk defa söylüyormuşuz ve bir tutum değiştiriyormuşuz gibi bir hava var. Önder Apo, bunu her zaman söylüyor; Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin anısı beni yürümeye zorladı, yürüttü ve onların amaçlarının başarılması için 40 yıldır mücadele ediyorum, dedi. PKK böyle bir harekettir. Bunu herkes bilmeli, sanki PKK ilk defa, Türkiye’nin emekçilerini, demokrasi güçlerini, stratejik müttefik olarak alıyormuş gibi bir hava yayılıyor; bunu doğru bulmayız. 71 direnişi, Kürt ve Türk gençliğinin direnişiydi. PKK de o direniş içinden doğdu geldi, Önder Apo, ADYÖD ile işe başladı. Ankara Demokratik Yüksek Öğrenci gençliğinin, 12 Mart darbesi ardından örgütlülüğünü ifade ediyordu. PKK, 12 Eylül faşizmine karşı Türkiye’nin sekiz örgütü ile birlikte faşizme karşı birleşik cephesini kuran tek Kürt örgütü oldu. Ve o cephenin ilkeleri temelinde de 30 yıldır direniyor, direniş yürütüyor. Bu direniş Kürdistan’ın özgürlüğü, Türkiye’nin demokratik dönüşümünün gerçekleşmesi içindi. PKK hiçbir zaman Türkiye’nin dışında bir hareket olmadı. Çıkış noktasının bir bölümü kesinlikle bu şekildedir ve Kürdistan özgürlük mücadelesi, Türkiye demokrasi mücadelesini her zaman bir stratejik müttefik olarak gördü, ortak stratejik güç olarak ele aldı. Kendisini Türkiye demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak gördü. Bunu herkes böyle görmeli, bilmeli. Önder Apo bunu defalarca açıkladı, tüm stratejik planlamaları buna göredir. İster partileşme sürecinin stratejisi olsun, ister 15 Ağustos atılımının stratejisi olsun, böyledir. 15 Ağustos atılımının stratejisi FKBC stratejisiydi, Faşizme karşı birleşik cephe, Kürdistan özgürlük direnişi ile Türkiye demokratik devrimini başarıda birleştirme, stratejik olarak başarıya götürme cephesiydi. 30 yıldır direniş süreci içerisinde de böyledir. Her zaman esas aldığı, varlık nedeni olarak gördüğü bir şeydir. Müttefikiniz neden gelişmedi? Stratejik müttefikimiz aynı düzeyde mücadele yürütemedi, aynı gelişmeyi sağlayamadı. 70’lerin başında güçlü olan oydu, ama 80’lerin başında FKBC çizgisinde direnişi yürütmeyince geriye düştü, tasfiye oldu. Direnişe girmeyen güçler hareketi tasfiye ettiler. Geri plana düştü, siyasi gücünü kaybetti, çözüm gücü olmaktan çıktı. Bir demokratik devrim ve değişim gücü olmaktan çıktı. Kürdistan'da direniş gelişti, PKK Türkiye'deki demokrasi hareketinin bir çözüm gücü haline gelememesi, politik çözüm aracı olamaması karşısında farklı çözüm arayışlarına da girdi. 1993 Martında ateşkes ilan edip hükümetle, devletle ilk diyaloğu kurması, çözüm arayışına girmesi yeni bir arayıştı. Ortak bir cephe ve mücadeleyi hiç devreden çıkarmadı. Erbakan hareketiyle, Ecevit hükümetiyle diyalogları sürecinde de çıkarmadı. Şimdi AKP ile ilişkileri de bu çerçevededir. Sanki PKK AKP ile müttefik olarak doğmuş, müttefik olarak kendisine AKP’yi almış, yürümüş de artık çözüm üretemeyince, ben bundan vazgeçiyorum, diyor. Böyle bir şey yok. Çözüm süreci ile bir gerginlik var. Kuzey-Güney sınırında bir gerginlik var. Medya savunma alanlarında Heronlar dolaşıyor. Kalekolların yapımı sürüyor. Önümüzdeki günlerde çatışma riski, olasılığı var mı? Elbette var. Bunun önünde çatışmayı engelleyebilecek bir şey var mı, diye sormak daha mantıklı olur. Çatışmasızlığı sağlayacak bir şey yok. Ne var, gerçekten bir çözüm projesi mi var, demokratikleşme projesi mi var? Demokratik çözüm çabası mı var, dürüstçe, iyi niyetlice bir tutum mu var? Yok. 1 Mayıs’ı gördük işte. Kürdistan’a bakmayalım, İstanbul’u, Taksim’i gördük. Mevcut iktidarın toplum karşısındaki durumunu görüyoruz. O polislerin halka saldırısını görmediniz mi? Tam bir düşman, hepsi militan, faşist militan. AKP’nin mi olur, devletin mi, kimin olursa olsun, ama o polis camiasının birer faşist militan olduğundan hiç kimse kuşku duymaz. Gözümüzle görüyoruz. Seçimde hile yaptı, her şeyi yaptılar. Polis istediği gibi saldırıyor. Demokratikleşme adı altında AKP iktidarını sağlama alma dışında hiçbir şey yapılmıyor. Zaten savaş sürüyor. Toplum üzerinde uygulanan polis terörü, faşist polis savaşı var. Kürtlere karşı özel savaş, kültürel soykırım savaşı devam ediyor. Bu durdurulmuş, kesilmiş değil. Bunun şiddetlenip şiddetlenmemesi, Kürtlerin vereceği tepkiye bağlı, Türkiye toplumunun, emekçilerinin vereceği tepkilere bağlı. Örneğin emekçiler 1 Mayıs’ta tepki gösterdiler, çatışma çıktı. Kürtler, karakolları istemiyoruz, diye tepki gösteriyorlar. Colemêrg’de, Lice’de benzeri yerlerde çatışma çıkıyor. Demek ki şimdi çatışma yoksa, demokratik direnişin zayıflığından kaynaklı. Direniş güçlü olsa bu faşist şiddete karşı direniş olsa, çatışma çıkacak. Yoksa faşist baskı ve saldırı, AKP saldırıları yok değil. Peki ateşkes? Bir ateşkes konumu yok, bir çözüm arayışı yok, böyle bir durum yoktur. Bu bakımdan her şeye açık, fiili bir durum var. Güçlerin tutumları ve çabaları bunu gösterecek. Saldırılar artarsa gerilla sürece müdahale eder mi? Evet eder. Eğer gerçekten de çözüm yönünde adım atılmaz, Önder Apo’nun ortaya koyduğu projelere karşılık verilmez, halk üzerindeki bu baskı terör devam ederse- Kürdistan’da güya işte her taşın ve her tepeciğin üzerine karakol yaparak tam bir asker hegemonyası sistemi kurulmak isteniyor - gerilla da müdahale eder, halk da müdahale eder. Herkes de müdahale eder buna. Bunu herkes bilmeli. Aydınlar meselesine ne diyorsunuz. Kürt meselesi Türkiye'de öyle bir noktaya geldi ki silahlar patladığında Kürt meselesi varmış gibi davranılıyor, silahlar sustuğunda mesele çözülmüş gibi davranılıyor. Ne dersiniz? Şimdi bu konuda da gerçekten tam tutarlı bir duruş yok. Geçen süreçte biz zorlandık. Bu kadar baskı var, direniyoruz; niye direniyorsunuz deniliyor. Ateşkes ilan ediyoruz. Bu sefer dönüyorlar niye ateşkes ilan ediyorsunuz, diyorlar. Ne istedikleri anlaşılamıyor, öyle bir durum var, kafa karışıklığı var. Özellikle bu liberal kesim böyledir. O aslında CHP’den ve milliyetçi çizgiden kopmamaktan kaynaklıdır. Demokratik denen o sol anlayışın,- başka tandanslı da olsun- demokrasi anlayışının arkasında milliyetçilik var. Bu öyle bir noktaya gelmiş ki artık. Örneğin Mehmet Altan eski solcu bir aileden geliyor. Aileye, babasına da saygı duyuyoruz, ama bu kadar da mantıksızlık olmaz. Ne diyor? AKP ile PKK, görüşmeler sürdürüyor. Kürt sorununu çözecekler, Kürdistan'da demokrasi olacak, Türkiye’de AKP faşizmi yaşayacakmış. Yani insaf, profesör olmuş. Sosyal bilim, siyaset bilimi bu mudur? Her gece de birkaç kanalda konuşuyor, en iyi bilen benim, diyor. Ayıp oluyor. Türkiye ile Kürdistan ilişkisi böyle midir? Acaba şimdi AKP iktidarı yok mu? Kürdistan’da PKK'nin yönetimi yokken, çözüm yokken, Kürdistan'da kültürel soykırım uygulanırken AKP yönetimi yok muydu? Bunları AKP yönetimi uygulamıyor mu? Geçmişte de sizi şöyle eleştiriyorlardı. AKP’yi neden eleştiriyorsunuz, AKP gelmiş geçmiş hükümetler içerisinde Kürt sorununa en iyi noktada duruyor şeklinde… Şimdi de tersini söylüyorlar. Milliyetçi yaklaşım var; ama bu son yaklaşım mantıksız da oldu. Türkiye’deki faşizm, Kürdistan'da soykırım varken, Kürdistan'da soykırım kalkar demokratik hale gelirse acaba Türkiye böyle mi olur. AKP yönetimi böyle mi olur? Bunu bile yorumlayamıyorsa, ben o kafaya ne diyeyim. Öyle sosyal bilimcilik siyaset bilimcilik olmaz. Biraz daha mantıklı olunmalı. Milliyetçi solcudurlar, reel sosyalizme çok bağlılar. Reel sosyalizmin yaklaşımı da öyleydi. İşte ulusal kurtuluş hareketleri, metropolleri demokratikleştirdi deniyordu. Sömürgelerin kurtuluşu, emperyalizmi sınırlandıran, emperyalist metropollerde demokrasinin gelişmesine hizmet eden gelişmelerdir, diyerek, bütün ulusal kurtuluş hareketlerini alkışladılar. Sıra Türkiye ve Kürdistan’a gelince Kürt sorunu çözülür, Kürdistan'da sömürgecilik ortadan kalkarsa Türkiye’ye faşizm gelir, diyorlar. O zaman Vietnam’da da sömürgecilik yıkılınca Fransa’ya ve Amerika’ya faşizm mi geldi, yoksa onların demokratikleşmesine mi hizmet etti. Bu, sistemin dışına çıkamayan, Türkiye, Kürt gerçeğine gelince dünya geneline karşı düşüncelerini bile uygulamaktan uzaklaşan bir mantığı ifade ediyor; bunun altında milliyetçilik vardır. Son zamanlarda liberallerin ortak eleştirişi var. Bu hükümetten çözüm çıkmaz, siz neden bu hükümete yakın duruyorsunuz. Böyle suçlamalarda bulunuyorlar. Ama kim mücadele ediyor bu hükümete karşı. Ben onu sorarım, kendilerinin bizden öteye ve fazla yürüttükleri ufacık bir mücadele göstersinler, şapka çıkartırım. Var mı mücadeleleri? Kendileri o hükümetin yönetimi altında yaşıyorlar. Artık gerçekçi olalım biraz. Biz nasıl mücadele ediyoruz, kendileri neredeler. Orada, burada birkaç söz söylemek, mücadele midir? Öyle olsa ben 24 saat durmadan konuşurum, hiç bir şey ifade etmiyor, AKP’ye karşı mücadelede ne yaptılar? 30 Mart seçimlerinde kim ne gösterdi. Kürtler 100 tane belediye AKP’den kopardılar; onu diyenler AKP karşısında ne kazandılar? Hangi mücadeleyi yürüttüler, politik olarak nerede duruyorlar. Yani öyle olmaz. Biz ahmak değiliz, aklımız var ve düşünüyoruz, herkes de düşünüyor. Yine PKK bu kadar çaba harcadı, Önder Apo bu kadar çaba harcadı. Bütün demokratik güçleri birleşsin, Kürdistan’daki bütün gelişme imkanlarını onlara verelim, Türkiye'de demokratik bir alternatif oluşsun dedik. Gelip ona da katılmadılar. Niye DTK’da, HDK’de HDP’de çalışmıyorlar? Niye Türkiye’nin bütün demokratik güçlerini, sol güçlerini birleştirmiyorlar, birleşmeyen sola konuşmuyorlar? PKK’ye öyle diyenler niye öbürüne demiyorlar ki, niye apayrı kalıp da CHP’nin kuyrukçuluğunu yapıyorsunuz. Niye hani sizin demokratik alternatifiniz, diyemiyorlar? Çünkü kendileri de ayrı kalıyorlar. Ben bunları söylemek istemiyordum ama söyletmesinler. Görülmüyor, anlamıyor değiliz. Zayıftırlar, teşvik edici konuşmak istiyoruz. Bunu herkes bilmeli. AKP ile kim mücadele ediyor? Bu bakımdan kim AKP’ye karşı mücadele ediyor, kim AKP’yi bu hale getirdi? Bunu hepimiz biliyoruz. Gerçekçi olalım; Kürtler kadar AKP’ye direnen var mı? 12 yılık AKP zulmü altında zindanlar kimlerle doldu; kim zindanlarda yatıyor hala. Öyle laf konuşmak aydın olmak değildir. Böyle söylerim herkes inanır, sanılmamalı. AKP’yi bu hale getirenler liberal sol denen kesimdir.2002’de boşluğu onlar yarattılar. Sol demokratik güçler boşluk yaratmasalardı, Ecevit hükümeti çökerken Türkiye’de sol demokratik bir iktidar gelecekti. Bu olmadığı için boşluktan AKP yararlandı. AKP kendisini Sol’muş gibi sundu yıllarca. Avrupa ve diğer güçler de kendilerini öyle algıladılar. Şimdi AKP’ye kapıyı bu kadar aç, AKP karşısında en küçük bir siyasi başarın olmasın; bu 10 bin tutuklu vermiş, AKP’nin ipliğini pazara çıkarmış, Kürdistan’da iktidarını yıkmış olan bir harekete kalk, AKP’ye güç veriyorsun de. El insaf derler insana. Böylede olmaz ki. Dilin kemiği yok istediği gibi konuşur ama böylede konuşamaz. Çözüm süreci denilince Rojava’yla iç içe konuşuldu. Rojava’da hükümet, Türkiye işin neresinde duruyor. Rojava’ya yapılan saldırılar Türkiye kaynaklı mı? Evet, sadece bugüne bakarak ele almamak lazım. 2011’den bu yana 4 yıldır yaşanan bir süreç var. Türkiye’nin çok aktif bir durumu söz konusudur. Böyle ele almak, yaklaşmak daha doğru. AKP hep bunu söyledi. Suriye’de bir tarafız ve savaş gücüyüz. Rojava milli güvenliğimizi tehdit ediyor, göz yumamayız, dediler. Şimdi buna göre de politika uyguladılar. Açıktan saldırı gerçekleştirdiler. Suriye uçağını düşürdüler, Suriye onların uçağını düşürdü. Yani bütün o iktidara karşı savaşan güçlerin yüzde 70-80’i Türkiye üzerinden geldi. Türkiye’de eğitildi, donatıldı. Gerçekten savaş üssü oldu, savaşın geri cephesi olarak rol oynadı. Bu Suriye’ye karşı olduğu gibi -daha fazlası- Rojava’ya karşı da oldu. Rojava’yı mili güvenliğe tehdit olarak gördüğü için Rojava’yı daha ilk andan itibaren boğmak için bir yığın proje geliştirdi. Dışişleri Bakanlığındaki Suriye toplantısı bunun bir parçası mı? Dışişleri Bakanlığında yapılan tartışmaların esasında Rojava’ya bir müdahale tartışması olduğu bana göre kanıtlanmış artık. Zaten hükümet tepki gösterince, basına yansıyınca ben şüphelenmiştim. Neden bu kadar tepki gösteriyorlar, mantığı yoktu. Eğer Suriye konuşulmuşsa, zaten hükümet açık söylüyordu, savaş halindeyiz, Esat yönetimini her gün tehdit ediyordu. Bunun konuşulduğu bir yerde bu konuşmaların basına yansıması hükümeti asla zorlamaması gerekiyordu. Oysa Dışişleri’ndeki konuşmanın basına yansımasından sadece hükümet değil, Cumhurbaşkanı bile rahatsız oldu. Devlet tepki gösterdi. Bu Rojava’ya yönelik bir saldırı planıydı. Suriye’ye saldırıyoruz, adı altında seçim döneminin kargaşasından yararlanarak Rojava devrimini tasfiye etmek üzere bir saldırı planı herhalde var. Kobani’ye saldırı böyle anlaşılabilir. Halen de bu kanıdayım. Kobani’yi o saldırıda düşürebilselerdi, Ceylanpınar üzerinden ve Kuzey’den hendeklerle hatta asker girdirerek Serêkaniye’ye, Süleyman Şah türbesine gidiyoruz, adı altında Doğu’dan ve Kuzey’den kuşatacaklardı. KDP’den de Batı’yı kuşatmalarını istedi, zaten El Kaide ile anlaşmışlardı. El Kaide de Güney’den saldıracak, sözde Cizire’yi düşürecekler. Sanki böyle bir plan vardı; başarılı olamadı. Bu AKP planıdır. Hendek meselesine ne diyorsunuz? Hendekler kazıyorlar şimdi, duvar örüyorlardı Rojava’nın devrim rüzgarları Bakur’a ulaşmasın, duvara çarpsın da geri dönsün diye. Güya Kuzey devrimini, Kuzey’deki özgürlük devrimini duvarla önleyecek, kesecek. Şimdi de hendekle önlemeye çalışıyor. Herhalde atlayamasın diye yapıyorlar. Kürdistan’ı kuşatma çabası aslında Rojava’yı kuşatma çabasıdır. Önder Apo, bu konuda ‘sadece kendilerini rezil etmekle kalırlar’ demişti. Gerçekten de ‘hendek’ için söylenebilecek en çarpıcı sözler herhalde bunlar olabilir. KDP kendi kendisini rezil etti. Biz bu konuda kendilerini uyardık. Bizim uyarılarımızı ‘ PKK yöneticiler bizi sert eleştiriyor’ biçiminde değerlendirdiler. Bizim uyarılarımızı dostça bir uyarı olarak görebilirlerdi. Gerçekten de öyleydi. Partilerinin bir geçmişi var. Yine ailenin geçmişi ve belli bir itibarı var. Bu yaklaşım bunları da zedeler. Önder Apo’nun deyimiyle, gerçekten sahiplerini rezil eden bir hareket oldu. KDP’nin bu politikasının seçimlere yansıdığını düşünüyor musunuz? Son yapılan seçimlere de yansıdı tabii. KDP Rojava politikasında yanlış yoldadır. Bunu bizim söylememize gerek yok. Kendisinin görüp kabul etmesi gerekiyor. Fakat birileri bunları yanlış yola soktu; bu yoldan, çıkmıyorlar mı, çıkamıyorlar mı, kendisi de mi durumu kabul etti; onu bilemem. Ama bu durumda olmaya devam ederse daha çok kaybeder. Kürt kamuoyu nezdinde kaybeder. Kimseye kabul ettiremez, kimseye anlatamaz bunu. Nitekim anlatamıyor da. Herkes şunu bekliyordu; Rojava’ya dönük her alandan gelen saldırılara karşı Hewler yönetimi de destek verecek. Güney Kürdistan, Rojava devriminin geri cephesi olacak, sırtını dayadığı yer olacak; ama tersi oldu. Şimdi bunu Rojava’daki devrimle izah etmek mümkün mü? Orada zaten yeni bir hareket gelişiyor. Sen daha öncesinde gelişmiş bir hareketsin, kendini tüm Kürdistan karşısında sorumlu olarak gördüğünü söylüyorsun. Peki, Rojava devrimi karşısında sorumluluğun nerede? Seçim sonuçlarına yansıyan da bu oldu. Güney’deki Irak seçimleri bunun somut göstergesidir. İç politika etkenleri de etkiledi. Güney’de hükümet halen kurulamadı. Evet, 21 Eylül’de Güney Kürdistan seçimleri yapılmış olmasına rağmen hala hükümet kurulmadı. Bundan tabii ki KDP sorumlu. Çünkü bölge başkanlığı KDP’nin elindedir. Seçimden birinci parti olarak çıktığı için hükümet kurmaktan birinci elden sorumludur. Onu da kuramadı. Ulusal Kongreyi seçimlerde bir etken olarak değerlendirdi, ama sonuca götürmedi, hatta engelledi. KDP tabii ki bunların bedelini öder, ödüyor da. Daha fazla da öder. Mevcut politikalarını değiştirip Kürt Ulusal Demokratik çizgisine girmezse daha fazla zarar görür. Xaneqin’deki patlamaların Rojava’yla ilgili olduğunu düşünüyor musunuz? YNK bölgesinde olması dikkat çekici. Bu konuda somut bilgilerimiz yok, birçok olasılık ve söylentiler var. Fakat bir şey söylemek için, yorum yapacak bilgiye sahip olmak gerekir. YNK barıştan ve çözümden yana bir politika izliyordu. Rojava’da da, Suriye’de de öyledir. Bu saldırı YNK mitingine oldu. YNK ‘ye yönelik saldırıyı politik açıdan değerlendirirsek, Rojava ve Suriye’de çözüm politikasına, barış ve demokratikleşme politikasına yönelik bir saldırıdır. Kim buna karşıysa onlar yaptı, diyebiliriz. Rojava’yla ilgili birçok defa çözümün ne olduğunu kamuoyuyla paylaştınız, ama yine de geldiğimiz aşama itibariyle çok iç içe geçmiş ilişkiler, taraflar ve kutuplaşmalardan söz ediliyor. Hareket olarak Rojava’da hem Türkiye hem de KDP’yi işin içine katarsak çözüm ne olmalı sizce? Rojava kendi çözümünü yaratıyor, biz bu çözümü çok önemsiyoruz. Rojava halkı doğru yolda, demokrasi yolunda yürüyor. Kürt özgürlüğü yolunda kahramanca yürüyor. Kürt yurtseverliğinin ve Kürt demokratlığının bunu selamlamak ve buna destek vermekten başka bir tutumu olamaz. Bu çok önemli bir çözüm yürüyüşü. Kendi içinde demokrasiyi inşa ediyor. Bütün halkları, Kürt, Arap, Süryani, Ermeni bütün toplumsal kesimler katıyor. Bütün cinsiyetleri katıyor, kadınlar işte Kürdistan’da ilk defa bir yönetim başkanı oldular, Afrin’de. İlkler orada gerçekleşiyor. Kürt Ulusal Kongresi’nde de bir kadın eş başkan olsun, dedik. Bazı partiler kıyamet kopardılar. Oysa Rojava’nın demokratik özerk bölgelerinin yönetim başkanlığını kadınlar yapıyorlar, sadece eş başkan da değil. Tek kişilik başkanlıkla yönetiyorlar, böylesi demokratik temsil var. Bu çok önemli, bunu bir defa görmek gereklidir. Bu bir model aslında, Kürdistan’ın diğer parçaları için bir model, hem de Suriye ve Ortadoğu için bir model. Aslında Rojava’da gerçekleşenin iki tarafa da uygulanma imkanı var. Sadece bir Kürt sorununu çözme modeli değil, sadece Rojava’yla sınırlı değil. Bütün Suriye demokrasisini, demokratik birliğini gerçekleştirecek bir model. Güneyi de zorluyor aslında. Güney’de de birçok tartışma Rojava’daki gelişmeler üzerine çıktı. KDP kendi dışında bir irade, Kürt iradesi olsun istemiyor. AKP soykırımcı çizgiyi sürdürüyor. Her ne kadar Dersim soykırımı şu, bu dese de, bu dil ucunda kalıyor. İç politika etkeni olarak kullanılıyor. Aslında soykırımcı politikayı değiştirmiş değil, Türkiye’de yeni bir politika, halkların demokratik siyasetini oturtmuş değil. Onun için Rojava’daki gelişmeler, Kürdün kimliği, adı gelişince ulusal varlığına tehdit olarak görüyor. Her ikisi de böyle bir modelin gelişmesinden korkuyorlar. Rojava’daki model AKP ve KDP’nin maskesini düşürüyor. Türkiye’yi de, Güney Kürdistanı da etkiliyor. Buralardaki rejimlerin anti-demokratik karakterlerini, yüzlerini açığa çıkarıyor. Bundan da endişe ediyorlar. Bizim maskemizi düşürüyor, toplumu bilinçlendiriyor, uyarıyor, diye korkuyorlar; bu kadar karşıt olmalarının, tepki göstermelerinin bir nedeni olarak bunları da sayabiliriz. Rojava’da savaş, Kuzey’de barış olur mu? Bu mümkün mü? Örneğin Güney Kürdistan’ın Kürt iradesini tanıyacaksın, Kuzey Kürdistan’da ise Kürtleri yok etmek için en vahşi özel savaşı yürüteceksin. Bu noktada Tayyip Erdoğan’la Tansu Çiller arasında hiçbir fark yok.1990’ların başında Güreş, Çiller, Ağar çetesinin uyguladığı komple savaş konseptinin bir benzerini Tayyip Erdoğan’da uyguluyor. Zaten 25 Ağustos 2005’de topyekûn savaş kararı almadılar mı, aldılar. Aynı şeyi uyguluyor, sadece bir yöntem değişikliği var. Onlar silahla katlediyorlardı, bu da polis terörüyle sindiriyor, hapse koyuyor. Polis terörü ve cezaevi, zindan baskısını uyguluyor, yani yöntem farlılığı var. Politika aynı, politika yapılanlar aynı. Böyle olunca bu mümkün değil. Dikkat edelim bu anlamda Kuzey’de böyle davranırken; AKP’nin Güney Kürdistan’la ilişkilerini, Kürt iradesini tanıyan, demokratik ilişkidir, diye bilir misiniz, hayır. Çıkar ilişkileri ne kadar kirli, belli bile değil. Henüz daha altında neler var açığa çıkmamış. Burada kesinlikle özgür irade ilişkisi yok, demokratik ilişki yok. Kürt varlığını kabul eden ilişki yok. O bakımdan da aslında kabul etmiyor; o da bir göstergedir. Rojava’daki tutumu neyse Kuzey’deki tutumu da odur. Kuzey’deki tutumu neyse, Güney’deki Kürt’e yaklaşımı da o. Kürtler bugün tarihten ders çıkarmayacaklarsa daha ne yapacaklar. 100 yıldır soykırım yaşıyorlar. Tarihten ders çıkartıcı olmak lazım, bütün Kürtler çıkartmalı. AKP’dir, şu bu değil. Ankara’da hangi yönetim olursa olsun, bütün Kürdistan’ın dört parçasındaki ve yurt dışındaki Kürtlere yaklaşımı aynıdır. O anlamda AKP, kendisine yaklaşımı doğru anlamak istiyorsa, çevresindeki Kürtlere yaklaşımına da baksın. Hepsine baksın, bu ortaktır. Kuzey’e öyle yaklaşır, Güney’i farklı kabul edemez. Güney’i kandırmaya çalışıyor o zaman. Herkes bu konuda gerçekçi olmalı, tarihten ders çıkarmasını bilmeli. Bu kadar katliam yaşandı, bir rejim gerçeği var. Hali hazırda Kürt varlığını kabul etmiyor, AKP de kabul etmiyor. Tayyip Erdoğan, bir gün çıksın, ‘Kürt halkı’ desin; Kürt milleti desin. Kürt halkının hakları desin, diyor mu? Yoktur. Bu kavramları kullanma yoktur. Kürt kökenli vatandaşlarım, bilmem Kürdün hakkı vb. Türkler, Kürtler, Çerkezler tekerlemeleri. Ardından hemen tek millet, tek devlet; bunlar faşizmin söylemleridir. Özü faşist ama diline bazı şeyler getirerek aslında bazılarını kandırmaya çalışan bir tutum. Oyalayıcı iki yüzlü bir yaklaşım.T24
Dosya: Çocuk Ölümlerinde Devlet Gölgesi
“… Bir çocuğun ölümü yalnızca kendi ölümü değildir, başka çocukların da ölümüdür.  Onun ölümüne neden olanların çocuklarının da ölümüdür. Bir çocuğun ölümü ağırdır, uzundur,  yazılması zordur.    Bir çocuğun ölümü büyüktür ve çocuk ölür, ölümü büyür. Ölümün büyüdüğü bir yerde ise her şey  küçülür, ülke de, cennet de, hayat da, gelecek de, düşler de. Büyükler mi? Onlar zaten küçüktür…”   Haydar Ergülen