onedio

Arabuluculuk Haberleri

Arabuluculuk ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Arabuluculuk ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Kızların Bekaretini Satın Alan Türk Yakalandı
The Cambodia Daily gazetesinin bugün yayınlanan 'Kız çocuklarının bekaretini satın alan Türk adam' başlıklı haberinde, 51 yaşında bir Türk'ün çarşamba günü Phnom Penh'de iki 14 yaşında kızın bekaretini satın almak suçundan gözaltına alındığını yazdı. İnsanlık Karşıtı Kaçakçılık Şubesinin Phnom Penh'deki polis şefi Keo Thea, yaptığı açıklamada kurban kızlardan birinin annesinin kızını Türk adama satma suçundan tutuklandığını, ikinci bir Kamboçyalı kadının da arabulucuk ettiği için yakalandığını açıkladı. BAKİRE KIZ ARIYORDU Keo Thea, A.G. adlı Türk'ün Daun Penh bölgesindeki misafirevinde akşam 18.50 sıralarında tutuklandığına dikkat çekerken “' dedi. BEKARETİNİ 400 DOLARA SATIN ALDI Arabulucu Doeun Srey Net'in (22) kurbanlardan birinin annesinin, kızının bekaretini 700 dolara A.G.'ye satması için arabuluculuk yaptığı iddia edildi. Polis şefi, kızın bekaretini 700 dolara satın almasına rağmen Türk adamın parayı düşürerek 400 dolar ödediğini söyledi. A.G.'nin soruşturmasının sürdüğü belirtiliyor. 14 yaşındaki bir başka kızın da bekaretini satın aldığı soruşturması sürüyor. Olayla ilgili üç zanlının hapiste olduğu, davanın Phnom Penh Belediye Mahkemesi'nde görülecegi yazıldı. APLE yardım kuruluşunun müdür yardımcısı Yi Moden, “Türk zanlı suçlu bulunursa başka Kamboçyalı çocuklara zarar vermesini önlemek için hapis cezasından sonra sınırdışı edilmelidir' diye konuştu.
Gazze'ye Kara Harekâtı: İsrail Sınıra Asker Yığıyor
Gazze’ye karadan saldıran İsrail, sınır bölgesinde 18 bin askeri daha göreve çağırdı. Dün geceden bu yana süren saldırıda ölen Filistinli sayısı 24'e yükseldi, 200 kişi yaralandı. İsrail ordusu daha önce sınır bölgesine gönderdiği 30 bin askere ek olarak 18 bin yedek askeri daha göreve çağırdı. İsrail Başbakanı Netanyahu, Gazze'ye yönelik kara saldırılarının genişleyebileceğini ve orduya buna göre talimat verdiğini açıkladı. Gazze’deki Al Jazeera bürosunun yakınlarında bulunan bir medya merkezine saldırı düzenlendi. Saldırıda binada bulunan bazı gazeteciler yaralandı. Binada çok sayıda uluslararası medya kuruluşunun ofisi bulunuyor. Söz konusu bina 2008’de de İsrail ordusu tarafından hedef alınmıştı. 'Şiddetli çatışmalar sonrası İsrail askeri çekildi' Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları, yazılı bir açıklamayla, Refah'ın doğusundaki Hasinat bölgesine girmeye çalışan İsrail özel güçlerine karşı yüz yüze çatıştıklarını ve İsrail askerlerinin büyük kayıp vermesi üzerine geri çekildiklerini duyurdu. Bombardımanla beraber 8 bin asker de tanklar eşliğinde kuzey ve doğudan Gazze'ye girdi. 'Beş aylık bebek öldü' Al Jazeera'nin görüştüğü Gazze'deki görgü tanıkları özellikle denizden çok yoğun bombardıman altında olduklarını, İsrail askerlerine ,Hamas'a bağlı Kassam Tugayları'nın karşılık verdiğini kaydetti. Gazze’nin doğusunda bulunan Şucaiye Mahallesi en fazla bombalanan bölgelerden biri. Burada İsrail'in top atışları nedeniyle biri çocuk, biri bebek dokuz Filistinli öldü. Hayatını kaybeden beş aylık bebeğin cesedi ailesinden altı yaralıyla birlikte Gazze'deki Vefa Hastanesi'ne getirildi. Görgü tanıkları çok sayıda evin isabet aldığını belirtti. Ambulanslar yaralılara ulaşamıyor. Bölgedeki birçok hastane 10 gündür süren bombardıman nedeniyle kullanılamaz halde. Taşınabilen yaralılar Gazze'deki Vefa Hastanesi'ne getiriliyor. İsrail’in Aşkelon bölgesinde sirenler çalıyor. İsrailliler sığınaklara girdi. Hamas'a bağlı Kassam Tugayları ile İsrail özel birlikleri arasında Gazze’nin kuzeyinde Han Yunus'ta da şiddetli çatışmalar var. Burada da üç Filistinli öldü. 'Zehirli gaz' iddiası Filistin Sağlık Bakanlığı, İsrail'in, Gazze'nin kuzeyi ve Refah kentinin Eş-Şevke bölgesine zehirli gazlarla düzenlediği saldırıda çok sayıda kişinin etkilendiğini bildirdi. 'Amacımıza ulaşana kadar sürecek' İsrail ordusu Filistinlilerin evlerini terk etmelerini istedi. Netanyahu kara harekatının amacının Gazze'yle Mısır arasındaki yeraltı tünellerini yıkmak olduğunu açıkladı. Netanyahu 'Operasyon amacına ulaşana, yani İsrail vatandaşları için daimi huzur sağlanana kadar devam edecek' dedi. Şu ana kadar çatışmalarda bir askerinin öldüğünü duyuran İsrail ordusu 18 bin yedek askeri de göreve çağırdı. Hamas: İsrail bedelini ödeyecek Kara harekatının başlamasından kısa süre sonra açıklama yapan Hamas, İsrail'e bu saldırının bedelini ödeteceklerini bildirdi. Hamas Sözcüsü Fevzi Barhum, İsrail'in operasyonunun 'ahmakça' olduğunu belirterek, bunun 'korkunç bir bedeli' olacağını kaydetti. Hamas, İsrail topraklarına dört adet füze ateşlendiğini de açıkladı. Türkiye kaygılı Dışişleri Bakanlığı, İsrail'in Gazze'ye kara harekatı başlatmasından kaygı duyulduğunu açıkladı. Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas, hafta başında planlandığı gibi cuma akşam saatlerinde İstanbul'a gelecek; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan ile görüşecek. Türkiye, Hamas ve Katar’a suçlama Mısır, İsrail'e kara harekâtını durdurması için çağrıda bulundu. Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, tarafların Mısır’ın öncülük ettiği ateşkesi kabul etmesi istendi. Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri, “Hamas, Türkiye ve Katar, Ortadoğu'nun çatışan devletçikler arasında bölünmesini amaçlayan komploya karşı bir nevi siper vazifesi gören Mısır'ın arabuluculuk girişimini başarısızlığa uğrattı. Hamas ateşkesi kabul etmiş olsaydı en az 40 Filistinlinin hayatını kurtarmış olacaktı” dedi. Geçici ateşkes bitti, saldırılar başladı BM'nin önerdiği 'Beş saatlik ateşkes' anlaşmasının 17 Temmuz Perşembe günü saat 15:00'te sona ermesinin ardından İsrail savaş uçakları, Gazze ve Beyt Lahya beldesindeki tarım arazilerine saldırı düzenledi. Beyt Hanun’daki saldırılarda iki Filistinli hayatını kaybetti. Han Yunus bölgesinde ise Filistinlilere ait bir ev topçu bataryaları tarafından vuruldu. Saldırıda bir kız çocuğu hayatını kaybetti. İsrail’in 7 Temmuz’dan bu yana Gazze’ye gerçekleştirdiği saldırılarda ölen Filistinlilerin sayısı da 240'a çıktı. Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları da Gazze'ye sınır olan Yahudi yerleşim birimlerine havan topu saldırısı düzenlediğini duyurdu. Kaynak: Al Jazeera ve ajanslar
10 Soruda ‘Suriyeli Mülteciler’ Meselesi
Suriye’deki savaş ortamı, yaklaşık 5 milyon Suriyeliyi evinden ederken, dünyanın en büyük mülteci gruplarından birisi haline gelen Suriyelilerin en çok göç ettiği ülkelerin başında Türkiye geliyor. ‘Açık kapı politikası’ ile Suriyeli mültecilerin gelmesi için sınırları açan Türkiye, son dönemde bu insanlara karşı yoğunlaşan gösteriler ve saldırılara sahne oluyor. Agos gazetesinden Emre Can Dağlıoğlu ‘Suriyeli mülteciler’ meselesi hakkında en çok merak edilenleri, Bahçeşehir Araştırma Yöntemleri Koordinatörlüğü’nden Doç. Selçuk Şirin, MÜLTECİ-DER İdari Genel Koordinatörü Pırıl Erçoban, Helsinki Yurttaşlar Derneği Mülteci Destek Projeleri Koordinatörü Hakan Ataman, göçmen hukuku uzmanı Avukat Taner Kılıç, Avustralya Bond Üniversitesi’nden Suriyeli göçmenler üzerine çalışan Doç. Lisa Khalid, mülteci kampları üzerine araştırmalarıyla tanınan Dr. Bilge Şentepe ve çatışma çözümleri uzmanı Ali Zeynel Gökpınar’a sordu.  Kaynak: Agos
"Yargıya Müdahale Girişimleri Endişeyle Karşılanmaktadır"
Adli Yıl açılışı töreninde konuşan Yargıtay Başkanı Ali Alkan, kuvvetler ayrılığı ilkesine ve yargı bağımsızlığına dikkat çektiYargıtay Başkanı Ali Alkan, iktidarın yargıya müdahale girişimlerini sert sözlerle eleştirerek 'Yargıyı yıpratmak kimseye bir yarar sağlamaz. Adaletin güçlü olması, hâkimler için değil herkes için güvencedir. Bu husus hiç unutulmamalı, yargı mensupları polemiğe zorlanmamalıdır' dedi. Alkan, 'Yargıyı isteğe göre dizayn etmek için yargı kurumları üzerinde baskı oluşturulmak istenmesi, yargının kendi içerisinde yapacağı seçimlere ilişkin müdahale girişimleri endişeyle karşılanmaktadır' ifadesini kullandı.'Yargı kararlarındaki hataların yine yargının kendi denetim sistemi içerisinde giderilmesi beklenmelidir' diyen Alkan, 'Son zamanlarda Yargıtay Kanunu ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nda yapılan değişiklikler ile yargıya müdahale girişimleri, sorunları çözmekten çok artıracak niteliktedir' dye konuştu.Ali Alkan, Adli yıl açılış töreninde konuştu.Alkan'ın konuşmasının tam metni şöyleSaygıdeğer Konuklar,Kıymetli Meslektaşlarım,Basınımızın Değerli Temsilcileri;1943 yılından beri süregelen ve bu sene 71’incisini düzenlediğimiz Adli Yıl Açış Töreninde, sizleri aramızda görmekten mutluluk duyuyor, 2014-2015 adli yılını, ülkemize adalet, barış ve huzur getirmesi dileğiyle açıyorum.Milletimizin 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyor, bu vesileyle bize Cumhuriyetimizi armağan eden Ulu Önder Atatürk ve aziz şehitlerimizi rahmet ve şükran duygularıyla anıyorum.Geçen yıl yitirdiğimiz değerli meslektaşlarımızı rahmetle anıyor, emeklilik ya da başka sebeplerle aramızdan ayrılanlara Türk Yargısına yapmış oldukları hizmetleri nedeniyle teşekkür ediyor, bundan sonraki yaşamlarında sağlık ve mutluluklar diliyorum.Devlet işlerinde kişilerin geçici, makamların ise kalıcı olduğu gerçeği “Mahkeme kadıya mülk değildir” özdeyişi ile kültürümüzde çok güzel bir şekilde ifade edilmiştir.Dolayısıyla burada dile getireceğim hususlar yargının görev ve sorumluluklarına yönelik sorun ve isteklere ilişkindir. Bu istek ve eleştiriler şahıstan şahsa değil, makamdan makama iletilen hususlar olarak değerlendirilmelidir.Sayın Konuklar,İnsanların bir toprak parçası üzerinde tesis ettikleri egemenliğin meşruiyeti ve modern anlamda devlet olarak kabulü hukuk ile mümkündür.Tarih boyunca devletin, kendi sınırını zorlayan karakteri ile hukukun, adaleti sağlamak, hak ve özgürlükleri korumak için sınırlayan ve denetleyen yapısı çatışmış, çatışmanın getirdiği arayışlar insanlığı demokrasi ve hukuk devleti dediğimiz denge ve kontrol sistemine ulaştırmıştır.En üstün varlık olarak kabul edilen insanın, huzur ve güvenliğini sağlamak için oluşturulan devletler, adalet üzerine kaim olurlar. Tarihte, Osmanlı Devleti gibi uzun süre yaşamış devletlerin adil oldukları sürece varlıklarını devam ettirdikleri bilinmektedir. Öte yandan devlet işleyişinin sürekli ve etkin biçimde denetlenmesi devletlerin ayakta kalmalarının önemli kriterlerinden birisidir.Sayın Konuklar,Anayasanın 2’nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik, laik ve sosyal bir devlet olması yanında “hukuk devleti” olduğu da açıkça belirtilmiştir.Hukuk devleti, bireyi esas alan, faaliyetlerinde hukuk kurallarına bağlı, denetlenebilen, hak ve özgürlükleri güvence altına alan, vatandaşlarına hukuk güvenliğini sağlayan, yönetimde keyfiliği engelleyen ve kendisini hukukla sınırlayan devlettir. Hukuk devleti, hukuku olan devletten daha ileri bir anlam ifade etmektedir. Bu anlam, normları ve yüksek standartları sözleşmelerle kabul edilmiş uluslararası toplumun, ya seçkin ve örnek gösterilen ya da sorunlarını hâlâ aşamamış bir üyesi olma konusundaki bir tercihi içermektedir.Hukuk başlı başına bir amaç değil, adalet için bir araçtır. Soyut bir kavram olan adalet, hukuk sistemi içerisinde yer alan ve hukuka meşruiyetini veren temel ilkeler üzerinde somutlaşır. Bu temel ilkeler hukukun genel prensipleri ve insan haklarıdır. Bu ilkeler, hukuku asırdan asra, toplumdan topluma değişen, sübjektif ve göreceli bir kavram olmaktan çıkararak ona evrensel bir adalet anlayışı üzerinde objektif varlığını kazandırır.Hukuk, nihayetinde birey, toplum ve devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen bir mekanizma sunar. Bu düzen öncelikle kuvvetler ayrılığı ile sonra uluslararası güvencelere bağlanmış insan haklarını koruma mekanizmaları ile sağlanır. Birincisi devlete, devlet içinde bir sınırlama oluştururken, ikincisi devlete yine devletin rızası ile dışarıdan bir sınır çizer. Günümüzün modern devletleri için her iki tür sınırlama da devletin hukuk içerisinde kalmasının en büyük güvencesidir.Hukuk devletinde bir davranışın karşılığı, kamu görevlilerinin keyfi tutumlarına veya konjonktüre göre değil önceden belirlenmiş açık, anlaşılır ve herkese eşit uygulanan kurallar çerçevesinde görülür. Hukuki güvenlik ilkesi bu koşullar altında sağlanır.Sayın Konuklar,Hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesi, insan haklarının güvence altına alınması ve özgürlüklerin Demokrasinin vazgeçilmez ilkelerinden birisi de kuvvetler ayrılığıdır.Anayasamızca da benimsenmiş olan kuvvetler ayrılığı ilkesi, egemenlik yetkisinin devlet erkleri arasında hiyerarşik olarak değil işbölümü ve işbirliği içerisinde kullanılması olarak tanımlanmıştır. Bu ilke devlette farklı erklerin bulunduğu, özgürlüklerin güvence altına alınabilmesi için de bu erklerin birbirinden ayrı ve müstakil organlara verilmesi gerektiği düşüncesine dayanmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı erkleri önceleri tek bir otorite tarafından kullanılırken; demokrasi düşüncesinin gelişmesiyle erklerin birbirinden bağımsız çalışması olgusu gerçekleşmiştir. Bu ilkenin temel amacı, egemenliğin bir kimsede, bir zümrede, bir erkte toplanmasına izin verilmemesidir.Anayasa’ya göre “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir”. Egemenliği Türk milleti adına doğrudan kullanma yetkisi yalnız yasamaya hasredilmiş olmayıp yargı da bu yetkiyi bağımsız mahkemeler aracılığıyla Denetim, ileri demokrasinin teminatıdır. Yargının bağımsızlığını ortadan kaldırmak veya yürütmeye bağlı bir yargı oluşturmak, yargı denetiminden kaynaklanan meşruiyeti hafife almak olacaktır. Hâlbuki yürütmenin üstlendiği yetkinin kullanılma koşullarından ve meşruiyet kaynaklarından biri de, millet adına karar veren bağımsız yargı denetimidir. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan seçimler de yargıç güvencesinde yapılmaktadır. Yargının en küçük ilçedeki biriminden yüksek mahkemelerine kadar kullandığı yetki, egemenlik yetkisidir. Yargı bu yetkiyi Anayasa gereğince milletten alır ve başka bir erkin onayına ihtiyaç duymadan millet adına kullanır.Tarih, hukukla sınırlanmamış bir yönetimin vatandaşları için büyük bir tehdit haline geldiğine pek çok defa tanıklık etmiştir. Hukukun bu sınırlayıcı işlevinin tek güvencesi kuvvetler ayrılığı ve bunun doğal sonucu olan yargı bağımsızlığıdır. Denetim ve denge sisteminin en önemli sacayaklarından biri olan bağımsız yargı da, demokratik sistemlerde bireylerin hak ve özgürlüklerinin çoğunluğun tahakkümüne karşı en büyük güvencesidir. Yürütmenin etkisi altında olan bir yargının, keyfi ve hukuka aykırı eylem ve işlemlere karşı gerçek bir denetim ifa etmesi beklenemez. Böyle bir sistemde hiç kimsenin hak ve özgürlüklerinin koruma altında olduğu da söylenemez.Sayın Konuklar,Anayasa, yürütme organının sorumluluğu ile yargı ve yasama organlarının sorumluluklarını birbirinden ayırmıştır. Bütün ileri demokrasilerde olduğu gibi ülkemiz anayasasında da yasama organı ile yargı organı doğrudan icra organları olmadığından vicdani rahatlık içerisinde çalışabilmeleri için birtakım hak ve yetkilerle donatılmışlardır. Yasamanın sahip olduğu ve yasama dokunulmazlığı olarak ifadesini bulan bu hak, yasama üyelerinin görevlerini yaparken hiçbir baskı altında olmadan hareket etmelerini amaçlamaktadır. Yargı erkinin sahip olduğu hak ise yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı olarak ifade edilmiştir.Kuvvetler ayrılığının tabii sonucu olarak yargı erkinin diğer erkler üzerinde denge ve denetleme görevini yerine getirebilmesi için bağımsız olması gerekmektedir. Yargı bağımsızlığı, hâkimlerin yasama ve yürütme dâhil hiçbir makam, merci veya kişiden emir ve talimat almadan ve hiçbir baskı hissetmeden Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verebilmelerini ifade eder.1943 yılından beri yapılan adli yıl açış konuşmalarının ortak noktasını kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı oluşturmuştur. Bu konuda Anayasa ve yasalarda düzenlemeler yapılsa da demokratik hukuk devleti diye tanımladığımız ülkelerdeki yargı bağımsızlığı standartlarını bir türlü yakalayamıyoruz. Yürütmenin bir kısım temsilcileri, yetkili soruşturma makamları tarafından verilmiş bir talimat olmadan yargıya polis operasyonu yapılabileceğini kamuoyu önünde açıklayabilmektedir. Yargıyı isteğe göre dizayn etmek için yargı kurumları üzerinde baskı oluşturulmak istenmesi, yargının kendi içerisinde yapacağı seçimlere ilişkin müdahale girişimleri endişeyle karşılanmaktadır. Buna karşılık yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti olmadan gelişmiş ülke olunamayacağına ilişkin düşünce sahiplerinin olması da bizleri ümitlendirmektedir.Yargı kararlarındaki hataların yine yargının kendi denetim sistemi içerisinde giderilmesi beklenmelidir. Bu hususlar yargı bağımsızlığına müdahale için gerekçe yapılmamalıdır. Son zamanlarda Yargıtay Kanunu ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nda yapılan değişiklikler ile yargıya müdahale girişimleri, sorunları çözmekten çok artıracak niteliktedir.Yargı bağımsızlığına müdahale niteliği taşıyan konularda, yargının susmasını ve sadece kararları ile konuşmasını beklemek, ancak; demokrasiye, kuvvetler ayrılığına ve hukukun üstünlüğüne gerçek anlamda bağlılığın yaşandığı ortamlarda haklılık kazanabilir. Evet, yargı sadece kararlarıyla konuşmalıdır. Çünkü yargının millet adına karar verme fonksiyonu, gündelik tartışmaların uzağında, sakin ve korunmuş bir ortamda çalışmasını gerektirmektedir. Zira o, yasama ve yürütmeyi denetleyen bir erk olarak mehabetini korumak durumundadır. Yargının sükûnet ihtiyacına gerekli özen gösterilmiyorsa veya bu ihtiyaç umursanmıyorsa, sessizliği korumak nasıl mümkün olacaktır? Mehabet dediğimiz olgu, biraz da muhataplardan beklenmesi gereken bir özene işaret etmez mi?Bir yasa önerisinin yüksek yargının yere indirileceği şeklinde sunulması, birkaç sene önce verilmiş bir Yargıtay kararının güncel bağlamda yakışıksız bir biçimde anılması, yargısal kararlarla kabul edilmiş olguların mevcut olmadığının ilan edilmesi, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşürecek yakıştırmaların alenen yapılıp soruşturmacıya hukuka uygun tek bir delil sunulmaması, yüksek yargı için öngörülen yapısal değişikliklerin kurumsal görüşler alınmadan gerçekleştirilmesi, yüksek yargıdaki muhtemel seçim süreçleri ve yüksek yargıçların seçime ilişkin özgür tercihleri önemsenmeden takvim öngören yasalar yapılması, Yargıtay’daki unvan ve görevler için yıllar içinde yerleşmiş ve kabul gören sürelerin müktesepler dikkate alınmadan ve hiçbir ihtiyaca dayanmadan değiştirilmesi, idari nitelikli takdire bağlı tasarruflara bile müdahale edilmesi gibi hususlar, yargıyı konuşmaya zorlayan uygulamalar değil midir?Hiç endişe edilmesin, genel olarak ülkemizdeki yaklaşımın, özel olarak da içinden geçtiğimiz ortamın bir yargıçlar devletine yol açma ihtimali; yargının, yargısal denetimin, hâkim ve savcıların etkisizleştirildiği bir Türkiye ihtimali yanında, pek zayıftır.Yargının bağımsızlığı en başta yargı kurumlarının organizasyonlarında ve işleyişinde kendini gösterir. Yargının teşkilat yapısı ile yargısal alan; beklentilerle, ani gelişen olaylar üzerine, makul, meşru ve haklı gerekçe içermeden, tek taraflı olarak düzenlenebilecek bir alan olmamalıdır. Özellikle anayasayla yargıya tanınan demokratik seçim hakkının kullanılması sonucunda oluşacak temsile, yeni bir yasa değişikliği ile müdahale düşüncesi kabul edilemez.Yargıtay 146 yıllık bir kurum olarak, kurallarla, seçimlerle, kurullarla, müzakerelerle, yıllar içinde oluşturduğu güçlü kurumsal yapısı ve kültürü ile en önemlisi de iyi yetişmiş insan kaynakları ile sorunlarını kendi içinde çözebilecek imkân, tecrübe ve kabiliyete sahiptir. Sorunların çözümü adına, Anayasal düzen içerisinde bir dış katkıya ihtiyaç duyulduğunda, bu ihtiyaç kurumlar düzeyinde dile getirilecektir.Yargı bağımsızlığı, yargının her türlü eleştiriden ve sorgulamadan azade olduğu anlamına gelmediği gibi, yargıyı kamusal sorumluluktan muaf tutan bir dokunulmazlık zırhı olarak da görülmemelidir. Asıl işlevi denetim olan yargının, denetim dışı olmak gibi bir talep ve arayışı olamaz. Ancak bağımsızlık ile hesap verebilirlik dengesinin iyi kurulması gerekmektedir.Halkın, yargının hiçbir etki altında kalmadan, özenle, bağımsız ve tarafsız bir şekilde hareket ettiğine olan inancı sarsılmamalıdır. Bu inancın sarsılması, halkın başvurabileceği son merci olan yargıdan hakkını alamayacağı düşüncesiyle hukuk dışı bir takım girişimlere başvurmasına, dolayısıyla kamu düzeninin bozulmasına sebep olacaktır. Bugün yargıya güvenin zedelendiğini, azaldığını söyleyenlerin, bunun nedenleri arasında yargı bağımsızlığının önemli ölçüde azalmış olduğunu görmeleri gerekmektedir.Tüm devlet düzeni ile birlikte yargıda da devamlılık ve tutarlılık esastır. Adalet nihai olarak kesinleşmiş yargı kararlarında, kesin hükümlerde somutlaşır. Adaletin gücü ve etkisi kesin hükmün otoritesiyle ilişkilidir. Hükümler, aleniyet içerisinde, milletin huzurunda verilir. Neticeye etki edebilecek bir söze ve bu sözü söyleyebilecek bir konuma sahip olup da, bunu hükümden sonraya bırakmak; hükme, hükmün konusuna ve ilgilendirdiği kimselere haksızlık olacaktır.Yargıtay’ın münferit bir kararı ele alınarak kararın değil, kararı veren kişilerin, dairelerin ve kurulların yıkıcı bir üslupla eleştirilmesini, eleştirilerin yıpratma kampanyası haline dönüştürülmesini, eleştirirken de herkesin kendi siyasi düşüncesini ölçü almasını doğru bulmuyoruz.Yargıyı yıpratmak kimseye bir yarar sağlamaz. Adaletin güçlü olması, hâkimler için değil herkes için güvencedir. Bu husus hiç unutulmamalı, yargı mensupları polemiğe zorlanmamalıdır.Sayın Konuklar,Hâkimlerin görevlerini adalete uygun biçimde özgürce yapabilmeleri için, yargı bağımsızlığı yanında hâkimlik teminatının da tam olarak sağlanması gerekir. Mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı; hâkimleri her türlü baskı, tehdit, tavsiye ve yönlendirmeye karşı koruma sağlayan güvencelerdir.Hâkim bağımsızlığı ve teminatı özel önemi nedeniyle Anayasa’da kapsamlı bir şekilde düzenlendiği gibi, uluslararası sözleşmelerde de yer almıştır. Hâkim bağımsızlığı ve teminatı, yargılama işlevini yerine getiren hâkimler için bir ayrıcalık olmayıp, yargılananlar için adil yargılanma hakkının güvencesidir. Bağımsız ve teminatlı olmayan bir mahkemenin adalet dağıtması, hak ve özgürlükleri koruması mümkün değildir. Adalet dağıtanların elindeki bu güvencelerin alınması, hâkimi değil, yargı eliyle hakkına kavuşacak insanları mağdur eder.Yargı bağımsızlığını teminat altına almak için hâkimlere tanınan anayasal güvencenin, yürütmeden bağımsız bir otorite tarafından hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu durum, hâkimlerin karar alma süreçlerindeki bağımsızlıklarını, görev süreleri ile coğrafi teminatlarının güvenceye alınmasını ve ekonomik anlamda kendilerini bağımsız hissetmelerini sağlamayı içerir.Sayın Konuklar,Hukuk devletinin temel gereklerinden birisi de yargının tarafsızlığıdır. Tarafsızlık, hâkimin baskı altında kalmadan, etkilere kapalı, objektif olarak yargılama yapması, hukuka ve vicdanına göre karar vermesidir. Bu anlamda tarafsızlık herkes için bir güvencedir. Hâkim, önüne gelen davada görüş ve inançlarından sıyrılarak günlük siyasetin ve tartışmaların etkisinden uzak kalarak karar vermelidir.Hâkimler de bu toplumun içinde yaşamaktadırlar. Bu nedenle farklı görüş ve tercihlerinin olması doğaldır. Ancak, hâkimler bu bireysel düşüncelerinin etkisiyle karar veremez ve siyasal düşüncelerini kararlarına yansıtamazlar. Hâkimler, tarafsız oldukları kadar özel ve mesleki yaşamlarındaki davranış ve söylemleri ile de tarafsız görünmek zorundadırlar. Hâkimlerin siyasallaşması, siyasallaştırılmak istenmesi veya siyasete konu yapılması, görevlerine yansıtmadıkları bireysel görüşlerinden dolayı ayrımcılığa tabi tutulması hukuk devletinde kabul edilemez. Hâkim ve savcılar, menfaat ve baskı gruplarından herhangi bir beklentiyle de karar veremezler.Yargının tarafsızlığının sağlanması öncelikle yargı görevini yerine getirenlerin sorumluluğundadır. Bununla birlikte yasama ve yürütme erklerinin temsilcileri de hakimlerin tarafsızlığı konusunda şüphe uyandırabilecek her türlü beyanattan kaçınmalıdırlar. Tarafsızlığın zedelendiği bir ortamda verilen kararlara güvenilemeyeceği için adalet duygusu tatmin olmayacaktır.Sayın Konuklar,Demokrasi, sadece bir kişi bile olsa her düşüncenin kendisini ifade imkânına ortam sağlanan bir rejimdir. Unutulmamalıdır ki her önemli ve büyük düşünce ortaya çıktığı çağın azınlık düşüncesidir. Hiçbir düşünce topyekûn olarak doğmamış ve hemen kabul görmemiştir. Otoriter yönetimlerin en fazla karşısında durdukları özgürlük, ifade özgürlüğü olmuştur. Bazılarına göre ifade özgürlüğü, hoşlarına gidecek sözlerin söylenmesinden ibaret olsa da bu özgürlük, sadece hoşa giden ifadeler için değil; en fazla da yadırganan ifadeler yönünden bir güvencenin sağlanmasıdır. İfade özgürlüğünün bulunmadığı bir yerde demokratik süreçlerin işlemesi imkânsızdır.İfade özgürlüğü de sınırsız bir hak değildir. Bu sınırlar siyasi iktidarların ifade özgürlüğü karşısındaki tutumlarına göre değil; uluslararası bir mutabakatın meşru saydığı gerekçelere bağlı olarak tayin edilir. Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri, ifade özgürlüğü hakkının sınırlarını şimdiye kadar oluşturmuş olduğu bir içtihadi hukuk zenginliği ile belirlemiştir. Ne var ki uluslararası hukukun kriterleri gözetildiğinde ülkemizin arzulanan bir yerde olmadığı açıktır.Siyasi iktidarlar, ulusal güvenlik, kamu düzeni gibi gerekçelerle bu hakkın kullanılmasını engelleme eğilimindedirler. Hâlbuki ifade özgürlüğü demokratik bir sistemde iktidarı denetlemenin en önemli araçlarından birisidir. Bu yönüyle özgür basının da varlığı başta olmak üzere aykırı düşüncelerin ifade edilmesi sağlıklı bir işleyiş için de sigorta niteliğindedir. Dolayısıyla, ifade özgürlüğünün en geniş tanındığı alan, devlete, kurumlarına ve politikalarına karşı yöneltilen eleştirilerdir. Bundan sonra da, siyasilerin ve kamusal kişiliklerin kamusal tartışma platformunu ilgilendiren tüm düşünce ve yaşam alanları gelmektedir.Sayın Konuklar,“Adalet, devlet düzeninin temelidir” deyişinin ışığında hukuk düzenimize ilişkin yaşanılan diğer bir kısım sorunlara da değinmek istiyorum.Son dönemde yaygın olarak yapılan haber ve yorumlarda adalete olan güvenin ve inancın azaldığından bahsedilmekte ve bunu yansıtan istatistiki bilgiler yayımlanmaktadır. Ancak bu güven eksikliğinin nedenleri üzerinde hiç durulmamakta, güvensizliği dile getiren kesimlerin bu konuda ne gibi olumsuz etkilerinin olduğu değerlendirilmemektedir. Mahkemeler ve kararları kanunla teminat altında olduğu halde kamuoyunda açık ve aleni bir şekilde sert ve yıkıcı bir üslupla eleştirilebilmektedir. Bu durum; mahkemelerin sanki kanuna ve delillere göre değil de konjonktüre göre kararlar veriyormuş algısı ve inancını oluşturmaktadır. Hukuki güvenlik ilkesinin hayata geçirilmesi ve korunması, hukukun üstünlüğüne bağlı kalacağına ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağına ant içmiş yasama ve yürütme mensupları ile “Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatine göre hüküm verecek olan” yargı mensuplarının ödevidir.Sayın Konuklar,“Yasalar soyut ve genel olarak hazırlanır” temel hukuk ilkesine karşın özel amaçla yasa çıkarma anlayışı, aynı yasalarda sık sık değişiklikler yapılması ve yasalar çıkarılırken anayasaya uygunluğu konusunda gerekli özenin gösterilmemesi adalete olan güveni sarsmakta, yargı ve yönetimde de tıkanmalara neden olmaktadır. Bu, ülkemizin ve milletimizin barışı ve huzuru için tehlikeli bir durumdur.Yargı, yürürlükteki yasalara göre, belge ve delillere bakarak kararını verir. Buna rağmen kesinleşmiş mahkeme kararları dosya içerikleri bilinmeden siyasi mülahazalarla tenkit edilmektedir.Hukuk sistemimizde yaşanılan bu olumsuzluklar yıllardır üye olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği ve diğer demokratik ülkelerce de izlenmekte, diplomatik bir şekilde yapılan uyarıların ülkemiz hakkında hazırlanan uluslararası raporlara yansımaları görülmektedir.Sayın Konuklar,Yargının, seçilmiş organları denetlemesinin vesayet olarak algılanması da doğru değildir. Vesayet, kendi görevini tam ve layıkıyla yerine getiremeyeceği düşünülen kişi veya kurumlara bir temsilci atanmasıdır. Hukuk devletinin olmazsa olmaz şartı yargısal denetim; yargısal denetimin olmazsa olmazı ise, verilen yargı kararının gereklerinin yerine getirilmesidir. Başka bir deyişle, yargısal denetim sürecinde ve sonucunda verilen yargı kararları uygulanmadıkça, gerçek anlamda bir hukuk devletinden bahsetmek mümkün değildir.Yargı kararları, hak arama özgürlüğünün somut yansımasıdır. Hak arama özgürlüğü, yargı kararları ile korunan bir hakkın sahibine kazandırılması ile gerçekleşir. Yargı kararları, hukuka aykırılığın saptandığı birer belge olmaktan ibaret olmayıp uygulanmak için vardır ve uygulanması zorunludur. Ülkemiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi aritmetiği, temsil oranı ve sosyal mutabakat bakımından yıllar sonra yakalamış olduğu yeni bir Anayasa yapma fırsatını maalesef yine kaçırmıştır. Bir yandan, Anayasayı pek çok olumsuzluğun kaynağı olarak göstermek, diğer yandan yeni bir Anayasa yapma konusunda yeterince istekli olmamak tutarlı görünmemekte, olumsuzluklardan kurtulmak yerine onlardan yararlanma tercihini akla getirmektedir. Demokratik Anayasa kavramının ruhuna uygun, hak ve özgürlükleri esas alan, kuvvetler ayrılığı vurgusu güçlü, yargı bağımsızlığı ve yargı denetimi güçlendirilmiş, azınlık haklarını koruyan, çoğulcu bir mutabakatla oluşacak yeni Anayasaya, toplumsal barış ve huzurumuz, dirlik ve düzenimiz, demokrasimiz açısından her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Böyle bir Anayasa yeni bir toplumsal sinerjinin dinamiği olacaktır.Sayın Konuklar,Önceki yıllarda da dikkat çektiğimiz ve bir asayiş sorunu olmanın ötesinde cinsiyet ayrımcılığına dayalı bir insan hakları sorunu olarak ele alınması gereken kadına karşı şiddet olgusu ve her türlü çocuk istismarı maalesef ciddiyetini korumaktadır. Gençliğimizi tehdit eden uyuşturucu kullanımı giderek artmakta, kullanım yaşı hızla düşmekte ve kullanıcılara yönelik tedavi hizmetleri, bir mahkeme ilamına bağlı olduğunda bile etkin olamamaktadır.Mülkiyet hakkını ilgilendiren hırsızlık suçları ile iş ve çalışma hayatını ilgilendiren hukuksal uyuşmazlıklara ilişkin davaların sayısı da hızla artmakta, Yargıtay'daki iş yükünün ciddi bir kısmını bu tür davalar teşkil etmektedir. Dava sayısı üzerinden izleyebildiğimiz bu artışlar nedeniyle, toplumsal sorunlarımızın niteliği ve özellikle de hak duygumuzun aşınmasına ilişkin olarak düşünmeli ve yüzümüzü sorunun asıl kaynağına, özellikle eğitime bakan yönüne çevirmeliyiz.Sayın Konuklar,Yargıtay'ın iş yükünden de kısaca bahsetmek isterim. Sıklıkla vurguladığımız gibi adaletin gecikmesi toplumsal huzuru bozmaktadır. Oysa hukukun temel amacı toplumda barışı tesis etmektir. Son üç yıldaki yoğun çalışma tempomuza hız kesmeden devam etmekteyiz. Geçen yıllarda da örnek verdiğim Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin boşanma davaları hakkında karar verme süresi 2010 yılında iki yıl, 2011 yılında bir buçuk yıl, 2012 yılında dokuz ay, 2013 yılında altı ay iken bu yıl itibariyle dört ay gibi makul bir süreye gelmiş durumdadır.Rakamlarla ifade etmek gerekirse Yargıtay’da 2008-2010 yılları arasında yıllık ortalama çıkan dosya sayısı 550.000’lerde iken 2011 yılında yapılan değişikliklerden sonra bu sayı 900.000’lere ulaşmıştır. 2014 yılına devreden dosya sayısı 520.000 olup eğer dairelerimiz 2011 yılında yapılan değişiklikler doğrultusunda çalışmalarını artırmasaydı bu sayı 1.500.000’i aşmış olacaktı. Bu vesileyle tüm Yargıtay çalışanlarına teşekkür ediyorum.Son üç yılda yaklaşık % 40 oranında artan dosya sayısına karşılık, Yargıtay olarak inceleme süreleri konusunda ulaştığımız standartlardan geriye gitmeme çabası içerisindeyiz. Yapılan açıklamalara göre 2014 yılı Kasım ayında Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle Yargıtay'a gelecek dosya sayılarında önemli bir azalmanın olacağı muhakkak ise de; Bölge Adliye Mahkemeleri yönüyle benzer sorunların bir iki yıl içerisinde yaşanması ihtimali çok yüksektir. Gerek ülkemiz ölçeğinde gerekse daha küçük ölçekteki yargı sistemlerinde uyuşmazlıklar ilk aşamada ve yüksek oranlarda arabuluculuk, uzlaşma ve tahkim gibi alternatif uyuşmazlık çözüm yolları ile sonuçlanmaktadır. Bu iş yükü sorununun azaltılması için alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının etkin bir şekilde uygulamaya konulması gerekmektedir.Yargıtay'ın içtihat üretme ve uygulama birliğini sağlama temel görevini yerine getirebilmesi için uygun şartların sağlanması önemlidir. Bu gün itibariyle ilk derece mahkemelerinde açılan dava dosyalarının yaklaşık beşte biri önümüze gelmekte ve son denetim mercii olarak burada çözümlenmektedir. Gelen bu dosyalar arasında nitelik itibariyle temyiz incelemesinden geçmesi mutlak zorunluluk içeren uyuşmazlıklar olduğu gibi hem nitelik hem de nicelik olarak ilk aşamada sonuçlanması gereken uyuşmazlıklar da bulunmaktadır. Enerjimizin oldukça fazla miktarı, doğru filtreleme olmamasından dolayı bu ikinci tür dosyalara harcanmaktadır. Sistemin verimli olarak çalışma ortamına kavuşmasının gerekliliği çok açıktır.Yargıtay Başkanlığı verdiği kararlarda şeffaflığı ve uygulama birliğini sağlamak amacıyla icra iflas hukukuna ilişkin 200.000’i aşkın kararı kişisel verilerden temizleyerek herkesin erişimine açmış olup, bu çalışma diğer dava türlerine ilişkin kararlar için de sürdürülmektedir. 1975-2012 yılları arasındaki Yargıtay Kararları Dergisi’nin tamamı internet ortamında erişime açılmıştır. Ayrıca ilgililere de internet üzerinden siyasi parti üyelik kaydı sorgulama, tebliğnamelere ve Yargıtay kararlarına erişim imkânı sunulmuştur. Ceza Genel Kurulu ve Hukuk Genel Kurulu kararlarının tamamı yayımlanmaktadır.Başta ilk derece mahkemelerinde görev yapanlar olmak üzere tüm meslektaşlarıma sesleniyorum.Hâkim ve savcı olmak, bizim için en büyük onur ve şeref kaynağıdır. Hiçbir makama, unvana ve göreve tamah ve tenezzül etmeyiniz. Yargının hepimizin bildiği iç sorunlarını kendi içinizde, kendiniz çözünüz. Görevinize ve temsilinize müdahale ettirmeyiniz. Bağımsızlık ve teminatınıza el uzatan hiçbir çözüme rıza göstermeyiniz, başınızı dik tutunuz. Sizler, ülkemizin farklı köşelerinde, üstün vasıflarınız, mütevazı yaşamınız ve vicdanlarınızdan süzdüğünüz kararlarınızla, yargının yüz akısınız. Mesleki dayanışmanızı ortaya koyma biçimlerinizi, çok sesliliğinizi ve mesleki örgütlenmelerinizi takdirle izliyor, sizleri sevgi ve saygıyla kucaklıyorum.Yargının tüm kademelerinde görev yapmakta olan çalışanlara 2013-2014 yılında gösterdikleri üstün gayret ve çabaları nedeniyle teşekkür ediyorum. Yeni adli yılın yargı bağımsızlığı ve hukuk güvenliği adına daha güzel günler getirmesi dileğiyle açılışımıza onur veren konuklarımıza ve meslektaşlarıma en derin saygılarımı sunuyorum.2014-2015 Adli Yılı, JW Marriott Otel'de düzenlenen törenle başlıyor. Hükümet üyeleri Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'Metin Feyzioğlu konuşacaksa ben yokum' dediği törene protesto ederek katılmadı. Muhalefetten ise HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu törene katıldı.Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın da katıldığı törende Feyzioğlu'nu Yargıtay Başkanı Ali Alkan karşıladı. T24
Hobilerini Paraya Çeviren Instagram Zenginleri
Dünya çapında 200 milyondan fazla kullanıcısı olan fotoğraf paylaşım sitesi Instagram genelde filtrelenmiş manzaraların ve restoranlarda büyük bir titizlikle servis edilen yemeklerin fotoğraflarıyla bilinir.Instagram her ne kadar hobi olarak fotoğraf çekenlerin öncelikli paylaşım sitesi olsa da, günde 60 milyon fotoğrafın yüklendiği site aynı zamanda büyük şirketler için küresel ölçekte bir pazar anlamına da geliyor.Spor giyim devi Nike'tan küçük ülkelerin turizm tanıtım ofislerine kadar birçok şirket ve kuruluş çok sayıda takipçisi bulunan Instagram kullanıcılarının peşine düşmüş bile.Instagram sayesinde fotoğrafçılığı hobi olmaktan çıkarıp tam zamanlı bir iş haline getirenlerden birisi de 25 yaşındaki New Yorklu Liz Eswein.2010 yılında Instagram'ın kurulmasından kısa bir süre sonra siteye üye olan Eswein @NewYorkCity hesabından yaşadığı şehrin fotoğraflarını paylaşmaya başlamış ve bugün 1,2 milyon takipçiye kadar ulaşmış.İngiliz Guardian gazetesinde yer alan haberde Eswein'in artık büyük şirketler tarafından peşinde koşulan bir Instagram gurusu haline geldiği belirtiliyor.
UNICEF Raporundan Türkiye’de Aile İçi Şiddet
UNICEF raporundan Türkiye’de aile içi şiddet: En çok şiddete maruz kalan 18 yaş altı kızlar. En çok şiddet uygulayan, koca ve erkek arkadaşlar. Şiddet karşısında polisin durumu: Arabulucu...UNICEF’in “Şiddeti İzleme ve Göstergeleri Kılavuzu” isimli kitabında yer alan Türkiye’ye ilişkin veriler, çocuk ve kadınların maruz kaldığı şiddetin boyutunu gözler önüne serdi.Nurettin Kurt’un Hürriyet’teki haberine göre, Mart ayında Türkçeye çevirilen rapordaki verilere göre şiddete en fazla 18 yaşın altındaki kız çocukları maruz kalıyor; en çok şiddeti de koca ve erkek arkadaş uyguluyor. Raporda, aile içi şiddetin emniyet güçlerince yeterli soruşturulmadığı, herhangi bir şikâyette polisin arabulucu gibi davrandığı eleştirisi de yapıldı.Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı’na da iletilen rapordaki veriler özetle şöyle:Şiddet mağduru kadın profili:Yüzde 37 (18 yaş altı çocuk), yüzde 26 (eş), yüzde 10 (sevgili), yüzde 8 (resmi nikâhlı olmayan eş), yüzde 8 (hırsızlığa uğrayan kadın), yüzde 3 (fuhuşa itilen kadın), yüzde 3 (ilişkiyi reddeden kadın), yüzde 3 (yaşlı ve hasta kadın), yüzde 2 (akraba).FAİLLER PROFİLİ Yüzde 39 (koca), yüzde 19 (tanışılmamış erkek), yüzde 14 (sevgili-arkadaş), yüzde 11 (erkek kardeş), yüzde 8 (baba), yüzde 3 (erkek akraba), yüzde 3 (kocanın ailesi), yüzde 3 (kadının ailesi).POLİS ARABULUCUTürkiye’deki şiddet olaylarında polisin olayı kapattığı eleştirisine de yer verilen raporda şu tespitler yer alıyor:“Kuruluşların gerçekleştirdiği araştırma, karakollara aile içi şiddet şikâyetinde bulunulduğunda, polis memurlarının şikâyetleri soruşturmadığı, ancak mağdurların eve dönmeleri ve şikâyetlerini geri almaları için arabuluculuk görevi üstlendiklerini göstermektedir. Bu bağlamda, polis memurları sorunu, ‘müdahale edemeyecekleri bir aile meselesi’ olarak görmektedir.”‘ŞİDDETİ TEŞVİK’“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), aile içi şiddetin esas olarak kadınları etkilediğine ve Türkiye’deki adli pasifliğin, aile içi şiddeti teşvik eden bir atmosfer yarattığı kanaatindedir. Hükümet tarafından son yıllarda yürütülen reformlara rağmen, geçmiş yıllarda mevcut davada tespit edildiği gibi adli sistemin genel pasifliği ve saldırganların cezadan muaf olması aile içi şiddeti çözmeye uygun adımın atılmasında gereken sorumluluğun alınmadığını göstermektedir.”Nurettin Kurt | Hürriyet
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş: 'Dünya 5 Ülkenin İnsafına Bırakılamaz'
BAŞBAKAN Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Ortadoğu ve dünyada barışın sağlanması için, başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere küresel kuruluşların yeniden yapılanması gerektiğini söyledi.Mevcut BM yapısının krizleri çözmeye ve savaşları sonlandırmaya müsait olmadığını savunan Kurtulmuş, 'Tam tersine kim güçlüyse BM Güvenlik Konseyi'nde kim güçlü ülkelere sırtını dayadıysa borusunu öttürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. 5 büyük ülkenin insafına tüm dünya bırakılamaz' dedi. NATO eski Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen ise Ortadoğu'da şu anda en ciddi tehdit unsuru olan IŞİD'in durdurulması için bu örgüte karşı savaşanlara havadan olduğu gibi karadan da destek verilmesi gerektiğini ifade etti.Gaziantep Hasan Kalyoncu Üniversitesi'nde düzenlenen 'Ortadoğu'da Barış: Aktörler, Sorunlar ve Çözüm Arayışları' sempozyumu düzenlendi. Ortadoğu'da yaşananlara dikkat çekmek, çözüm üretmek ve barış önerileri bulmak adına düzenlenen sempozyuma; Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş; NATO eski Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Gaziantep Valisi Erdal Ata, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, Hasan Kalyoncu Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Cemal Kalyoncu, bürokratlar, STK temsilcileri, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.TÜRK VATANDAŞLIĞINA GEÇEN SURİYELİ PİYANİST SAHNE ALDISempozyumun başlangıcında ilk olarak sahneye kısa süre önce çatışmalardan kaçarak Türkiye'ye gelen ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzaladığı kararnameyle Türk vatandaşlığına geçen Suriye asıllı piyanist Tambi Asaad sahneye çağırıldı. Sahneye çıkan ve 'müzik dehası' olarak gösterilen Tambi Asaad, piyano başına geçerek okunan İstiklal Marşı'na eşlik etti, ardından sergilediği piyano resitaliyle salondan alkış aldı.Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tamer Yılmaz, amaçlarının Ortadoğu'da yaşananlara dikkat çekmek ve çözüm önerileri ile barışa katkı sunmak olduğunu söyledi. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin ise Ortadoğu'nun önemli bir sınavdan geçtiğini ifade ederken, Türkiye'nin yardım elini uzatarak insanlık sınavından başarıyla geçtiğini ifade etti.RASMUSSEN: IŞİD MUTLAKA DURDURULMALINATO eski Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Ortadoğu'da isyan, iç savaş ve terörizmle mücadele edilirken Türkiye'nin bölgede istikrar ve fener umudu gibi parladığını söyledi. Türkiye'nin siyasi ve ekonomik başarı elde ettiği bölgedeki ülkelerin kaos ve çatışmaların adresi olduğunu belirten Rasmussen, iç savaşın sürdüğü Suriye ile mezhep çatışmalarının devam ettiği Irak'ta IŞİD adıyla bir grubun ortaya çıktığını belirterek, 'Kendilerine İslam Devleti diyorlar ancak bunlar ne İslam ne de devlettir. Sadece terör, işkence, cinayetle hareket etmektedir. Yüz binlerce insan çatışmalardan kaçıyor ve 1,5 milyondan fazla mülteciye Türkiye ev sahipliği yapıyor. Yükselmekte olan şiddet dalgası sınırların ötesine taşınıyor ve bütün uluslararası camianın çabası bu oluşumları geri çevirmeye yoğunlaşıyor. Ama bu sorunu çözmek için önce anlamamız lazım' dedi.Arap baharının son 40 yılda nüfusu iki katına çıkan Arap gençliği tarafından başlatılan bir hareket olduğuna değinen Rasmussen, 'Bu sarsıcı artışa pek çok ülke siyasi ve ekonomik gelişme yönüyle ayak uyduramadı. Yeni istihdam alanları yaratmak, nüfusun büyüme hızına yetişmedi. Yüksek işsizlik ve yaşam kalitesi düştü. Bazı ülkelerde nüfusun yarısından fazlası 30 yaşın altındadır ve aynı rejimin altında doğmuş büyümüş yaşıyor. Yolsuzluğa bulaşmış beceriksizlikle performans gösteren rejimler ahlak ve ideolojik olarak sorunlu. Eldeki iktidarı tutma kararlılığı umutsuzluk ve öfke yaratıyor. Arap ülkelerindeki gençler özgür ülkelerdeki daha iyi standardı görüyor ve kendileri için aynı değişimi istiyor. Bu anlaşılabilir ve meşru bir durum. Ama nüfusla ilgili durum saatli bomba konmuş gibi oldu ve nihayet patladı. İşsizliğe, yolsuzluğa onlarca yıl süren diktatörlüğe karşı Ortadoğu'da bu kitle hareketleri tüm kesimleri bir araya getirdi. Herkesin tek isteği rejimleri devirmekti. Ancak rejimler, mesela Suriye'de Esad askerleriyle, tanklarıyla, füzeleriyle karşılık verdi. Böyle olunca özgürlük savaşı olarak başlayan konu sağ kalma mücadelesine dönüştü' diye konuştu.IŞİD'E KARŞI SAVAŞANLARA KARADAN DA DESTEK VERİLMELİOrtadoğu ülkelerinde yaşanan çatışma ve kaos ortamının aşırı ideolojilere sahip gruplara fırsatlar yarattığını ve IŞİD'in ortaya çıktığını anlatan Rasmussen şöyle devam etti:'IŞİD gibi oluşumlar Irak'ta başladı, Suriye'deki kaostan yararlanarak oraya bulaştı. IŞİD geniş alanlarda hüküm sürüyor, fonları petrol yataklarını kontrol etmekten ve bireysel bağışlardan geliyor. Barbarca diktatörlük oluşturmayı amaçlıyorlar ve tüm Ortadoğu'da bölgedeki en ciddi tehdit. Dünyanın her tarafındaki kültürler, daha iyi bir yönetim ve hayat isteyen herkes için tehdittir. IŞİD mutlaka durdurulmalı bu en büyük tehlike. Aciliyetle üzerine gidilmeli, hava saldırıları devam etmeli. ABD liderliğindeki askeri katkılar sağlayan ülkelere bu noktada teşekkür edilmeli. Hava desteğinin yanı sıra karada da IŞİD'i karşı topraklarını savunan insanlara destek vermeliyiz. Yaşadıkları yeri cesaretle savunurken aslında bizi de savunuyorlar, bundan dolayı onlara yardım kendimize yardım olur. Biran önce IŞİD'in ikmal hatlarını ve fonlarının geldiği yolları kesmemiz lazım. IŞİD'in nasıl operasyon yaptığını, nasıl terörü başka yerlere ihraç ettiğini, başkalarına ve bize saldırttığını düşünerek bunu durdurmamız lazım.'SURİYE'DE BOSNA MODELİ UYGULANMALIİç savaşın sürdüğü Suriye'de biran önce Bosna Hersek modeli uygulanarak çatışmaların sonlandırılması gerektiğini vurgulayan Rasmussen şöyle konuştu:'Suriye'de rejim o kadar inatçı ve muhalefet o kadar parçalanmış durumda ki Esad'ın ortadan kalkması halinde bunların birbiriyle savaşacağı ihtimalini gözardı edemeyiz. Bunun için seçilecek yol Bosna Hersek'teki model uygulanmalı, iktidar erkini devlet çerçevesi içerisinde yerel halkla paylaşılmasıdır. Bu mükemmel bir çözüm değil ama Bosna'da uygulandığında savaş durdu. Burada da uygulanmalı ve uluslararası camia Suriye'de de Bosna çözümü gibi çözüm bulmak zorundadır. İktidarı terk etmeye Esad'ı razı ederek ülkenin etnik, dinsel çizgiler çerçevesinde paylaşılmasını sağlamak lazım. Esad'ı nasıl razı etmek mümkün olabilir? Muhalefetin ve ordunun ılımlı kesimlerine destek vererek. Bu iç savaşı akşamdan sabaha bitirmez ama ılımlı muhalefetin yeni kazanımlar elde etmesini ve Esad hükümeti ile masaya oturması sağlarız. Çünkü politika, dövüşme yerine konuşma sanatıdır. Arabuluculuk için elimizden geleni yapalım. İhtiyacımız olan budur ve bunu tüm bölgede teşvik etmemiz gerekiyor. Özgür toplumlar Ortadoğu için demokratikleşme süreci başlatmalı. Demokrasi anlayışı hem bir fırsat, hem de yükümlülük olarak ortaya konulmalı. Türkiye bu noktada güçlü rol oynayabilir, çünkü reformların şampiyonu olmuş bir ülkedir. Çünkü Türkiye; Avrupa ile Ortadoğu ve Asya arasında önemli rol oynayan aktördür.'MEZHEPÇİ POLİTİKALAR DURDURULMALIRasmussen, NATO'nun Suriye'de müdahale etmemesinin sebebinin bölge ülkelerinin ve Suriye muhalefetinin bölünmüş fikirlerinden kaynaklandığını ifade ederken, Ortadoğu'nun sorunlarını çözmek için mezhepçi politikaları durdurmak gerektiğini belirterek, 'Alevi azınlığın Sünni çoğunluğa veya Sünni çoğunluğun farklı bir etnik yapıya hükmü kabul edilemez. Suriye'de barış ve çözüm için uluslararası barış gücüne ihtiyaç var. Bosna'ya 20 bin kişi gitti, Suriye için daha büyük olacaktır bu rakam ama bunun için bölge ülkelerinin rol oynaması gerekiyor' dedi.PKK'YA ÇAĞRISınırda tampon bölge oluşumunun Suriye bazı bölgede topraklarını işgal etmeye denk olacağını kaydeden Rasmussen, bunun için asker gerekeceğini ve uluslararası kamuoyunun bu gerekçeden dolayı isteksiz kaldığını savundu. Rasmussen, çözüm süreci ile olumlu Türkiye'de önemli adımlar atıldığını dile getirerek PKK'ya çağrıda bulunarak, 'Suriye ve Irak için ileriye doğru adım atmak için gücü bölmek gerekiyor. Bu ülkelerde; tüm etnik gruplar ve ana kimlikler bir arada yaşamalıdır. Ben bağımsız Kürdistan yanlısı değilim ama Türkiye burada önemli rol oynayabilir. Sizin de PKK ile sorunlarınız var. Buradan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı çözüm yolu bulmak için yaptıklarından dolayı kutlarım. Umarım bu çözüm sonucuna varır ve hükümet ile PKK tarafı arasında olumlu sonuç doğar. PKK'ya da; silahları bırakmaları ve Türk devleti içerisinde yaşamayı kabul etmelerini ve olumlu katkıcı bir politik siyasi sürece katılmaları çağrısı yapıyorum' dedi.Rasmussen, İran'ın nükleer silah çalışmalarından kaygılı olduğunu söylerken İsrail'in elinde nükleer silah programı olup olmadığını ise bilmediğini ifade etti. Rasmussen bu arada Filistin sorununun çözülmesinin birçok sorunu çözeceğine inandığını da kaydetti.KURTULMUŞ: BM YENİDEN YAPILANMALIBaşbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ise dünya barışının ve dengesinin sağlandığı coğrafyanın Ortadoğu olduğunu savunarak, bölgede barışın sağlanmadan dünyada sağlanamayacağını söyledi. Birinci dünya savaşı ile birlikte kaos ve krizlerin başladığını ve sürecin halen tüm canlılığı ile devam ettiğini anlatan Kurtulmuş, şöyle devam etti:'2014 sonunda bu dönemde dünyada halen düzensizlik hakim. Bunu karamsar olmak için değil durum tespiti için söylüyorum. Soğuk savaş dönemindeki çift kutuplu denge durumu ortadan kalkmış, gücü elinde bulunduranların dünyaya hakim olduğu bir dönem yaşanıyor. Suriye'deki krizi çözemiyoruz, yıllardır devam ediyor ve devam edecek gözüküyor. Suriye'yi çözemezsiniz Ukrayna'yı da çözemezsiniz. Mevcut BM yapısı krizleri çözmek, savaşları sonlandırmaya müsait değil, tersine kim güçlü ise BM Güvenlik Konseyi'nde kim güçlü ülkeleri sırtını dayadıysa borusunu öttürdüğü bir dünyadayız. Biz dünya sisteminin çözüm üretecek noktaya gelmesini nasıl sağlayacağız buna yoğunlaşmamız lazım. Türkiye olarak dünyanın var olan ve yönetemeyen uluslararası kurum ve kuruluşları fonksiyonlarını yitirmiş olanların yeniden yapılanmasının dünya barışı için zaruri olduğunu söylüyoruz. 5 büyük ülkenin insafına tüm dünya bırakılamaz. Bunun için BM ve diğer küresel kuruluşların yeniden yapılanması önemli bir husustur.'TÜRKİYE İLHAM KAYNAĞI ÜLKETürkiye'nin bölgedeki kavganın sebebini anlayarak barış aranması gerektiği kanaatinde olduklarını ve büyük güçlerin bölge üzerinde bir asırdır böl, parçala, yönet stratejisini yürüttüğünü savunan Kurtulmuş, şunları söyledi:'Bu stratejinin bugün aklı karışık şekilde uygulandığını hepimiz görüyoruz. Ama biz daha fazla bölünme değil, bütünleşme, birlik ve dirliği sağlamak istiyoruz. Etnik farklılıklarla ülkelerin dağılmasını değil, bu farklılıkları zenginlik olarak kabul eden yeni anlayışla yapılanmasını hayal ediyoruz. Türkiye siyasi ve iktisadi istikrarıyla ilham kaynağı bir ülkedir. Son 20 yıl içinde Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu, Kuzey Afrika şimdi Doğu Avrupa kaoslar içinde kavrulurken, çok şükür Türkiye bu süre içerisinde siyasi, iktisadi istikrarını korumuştur. Bu da demokratik süreçleri işletmiş olmamızdan kaynaklanıyor. Darbelere maruz kalmasına rağmen sitemimiz ortaya sandığı getirmeyi başarmış millet irade ve kararını yönetime getirmiştir. Son yıllarda bunu artırıyoruz ve demokratik sürece katkısını artırdıkça bu demokratik örneklilik artacaktır. Bölge halkları yeni ayrılık dağılmış parçalanmasına karşın Türkiye çözüm süreci ile en büyük sorunu ortadan kaldırıyor. Tüm olası iç ve dış provokasyondan haberdarız ama millet desteği oldukça ve silah bırakma iradesi devam ettiği sürece çözüm süreci başarıyla sonuçlanacaktır.'Rasmussen'in ifade ettiği gibi Bosna Hersek modelinin başarılı olacağına inanmadığını anlatan Kurtulmuş, kantonal yönetim anlayışının ülkelerin iyi yönetilememesinin gerekçelerinden olduğunu ifade ederek, 'Bu bölgedeki insanlar asırlardır birlikte yaşama kültürüne sahiptir. Uluslararası camia olarak verilecek destek ülkelerin demokratik süreçlerini hızlandırmak, tüm etnik grupların Suriye'nin parçası olarak görmektir. Esad rejimini kenara çekilmeye sağlar, demokratik unsurlar ile birlikte yeni bir demokrasiyi Suriye'de inşa etmeyi başarmak en doğru yönetim olur, aksi durumlar ise parçalanmayı büyütür' diye konuştu.İSRAİL TÜP BEBEK OLARAK DOĞDUArap baharını çıkaran temel sebebinin haksızlık, rüşvet ve zulüm içerisine girmiş rejimlere yönelik nefret olduğunu savunan Kurtulmuş, İsrail'in ikinci dünya savaşının ardından tüp bebek olarak doğduğunu ve saldırgan bir tutum sergilediğini belirterek, 'Arap baharı ile bölge ülkelerinde başlayan karışıklıkların önemli nedeni rejimlerin tutumudur. Bir başka neden ise İsrail politikalarıdır. İsrail birinci dünya savaşı sonrası oluşmaya başladı, ikinci dünya savaşı sonrası tüp bebek olarak doğdu. Sonuçta İsrail hükümetleri saldırgan tavırlarını sürdürdü. Kuruluşunda kendisine bırakılan toprakları değil daha geniş toprakları hedef aldı. Zulümlerin Ortadoğu'da barışı önleyen nedenlerin başında İsrail geliyor. Buna karşı hür, gelişmiş, demokratik dünya yeterli desteği verdi mi? Hayır' dedi.POLİTİK ŞARTLAR DEĞİŞMEZSE IŞİD GİDER MIŞİD GELİRSuriye'nin Irak gibi petrole sahip olmadığını ve bunun işgali önlediğini savunan Kurtulmuş, Suriye'de biran önce hayata geçirilmesini istediği uçuşa yasak bölge uygulamasının rejimi köşeye sıkıştıracağına inandığını ifade etti. Bölgede biran önce politik şartların düzeltilmesini aksi halde terör örgütlerinin sonlandırılamayacağını dile getiren Kurtulmuş şöyle dedi:'Buradaki planların perspektifine bakınca mesele Esad rejimini yok etmek değil, IŞİD'in Suriye'den uzaklaştırılmasıdır. Burada ciddi perspektif farklılığımız var. Terörist organizasyonların sonuç olduğu düşüncesindeyiz. IŞİD'e bugün dünyanın her yerinden batıdan da katılanlar var. Bu siyasi istikrarsızlıkların sonucudur, neden değildir. Mücadele ederek IŞİD'i bitirdik farz edelim ama politik şartlar devam ederse IŞİD gider MIŞİD çıkar. Bunda kesin çözümü sağlamanın yolu Suriye halkının farklı unsurlarının siyasal süreçlere katılımının sağlanmasıdır. 300 bin insanı öldürmekten çekinmemiş, en güzel tarihi şehirlerinden Halep'i havadan bombalayarak tüm zenginlikleriyle yok etmiş bir rejimden bahsediyoruz. 'Çekil kenara' desek Esad 'baş üstüne' mi diyecek? Bunu demeyeceğine göre Suriye rejiminin hareket edemez hale gelmesini sağlamak lazım. Bu kapsamda uçuşa yasak bölge önemli ve gecikirse anlamını kaybedebilir. Yakın dönemde barış umudu gözükmüyor. Bu ortamda Suriye'deki sıradan vatandaş IŞİD gibi karanlık yapının peşine takılıyor. Bu halka uluslararası camianın umut vermesi gerekiyor, insanlar 3-5 ay sonra barış olacağını bilmeli. Bunun için biran önce yapılacak uygulamalar ve atılacak adımlar ile Esad rejiminin elini kolunu bağlamak lazım.'Kurtulmuş, 6 bina yakın insanın IŞİD'e katılmak için geldikleri sınırda yakalanarak ülkelerine gönderildiğini, katılımın önlenmesi için gençlerin kendi ülkelerinden çıkmalarının engellenmesi gerektiğini kaydetti.SURİYELİ SIĞINMACILARI ZİYARET ETTİLERBaşbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, beraberinde aralarında eski NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen'in de bulunduğu heyetle birlikte Nizip'te bulunan Suriyeli sığınmacıların barındığı konteyner kenti ziyaret etti.Nizip Kaymakamı Harun Sarıfakıoğulları ve Nizip Belediye Başkanı Hacı Fevzi Akdoğan'ın karşıladığı heyete ilk olarak konteyner kente ilişkin brifing verildi. Brifingi dinleyen Bas¸bakan Yardımcısı Numan Kurtulmus¸, Türkiye ile BM Mülteciler Yüksek Komiserliği arasında güzel bir çalışma yürütüldüğünü ifade etti. Suriyeli sığınmacılara yönelik yürütülen çalışmalar BM standartlarına uygun olduğunu vurgulayan Numan Kurtulmuş, '2011 yılı Nisan ayından buyana Türkiye’ye gelen Suriyeli sığınmacı sayısı 1,7 milyonu bulmuş ve bu sığınmacılara Türkiye’nin hem AFAD vasıtasıyla hem diğer kamu kurum ve kuruluşlar vasıtasıyla yapmış olduğu yardımlar 5 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. Bu kadar büyük maliyete rağmen halen BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, diğer uluslar arası kurum ve kuruluşları, diğer ülkeler dolayısıyla da diğer ülkeler vasıtasıyla gelen bütün yardımların toplamı yaklaşık 265 milyon dolardır. Dolayısıyla BM ve diğer uluslararası camia bizim kamplarımıza psikolojik destek verilmiştir ama maddi olarak Türkiye bu mücadele yalnız bırakılmıştır' dedi.Kurtulmuş ve beraberindekiler yapılan konuşmaların ardından kamptaki sosyal tesisleri inceledi. Suriyeli öğrencilerin yaptığı resmi inceleyen heyette bulunan Numan Kurtulmuş NATO eski Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’e resimlerinin olduğu tablo hediye edildi.Kadınların katıldığı kursları da ziyaret eden Kurtulmuş ve beraberindekiler, okullarda eğitim gören Suriyeli öğrenciler ile de yakından ilgilendi.Yaklaşık 2 saat kampta kalan heyette Kurtulmuş ve Rasmussen'in yanı sıra; Gaziantep Valisi Erdal Ata, Koordinatör Vali Veysel Dalmaz, Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Abdulhamit Gül, ile diğer yetkililer de yer aldı.Hasan KIRMIZITAŞ- Metin Faruk TAMER/GAZİANTEP, (DHA)
'Ürdün IŞİD'le Takas Yapabilir'
Ürdün hükümeti, IŞİD’in eline rehin düşen pilotunu kurtarmak için üst düzey yetkililerden oluşturduğu kriz masası aracılığıyla gizli müzakereler yürütüyor. Al Jazeera’ye konuşan yetkililer, takas dahil tüm anlaşma seçeneklerine açık olduklarını belirtiyor.Devletin siyasi ve güvenlik kararlarının alındığı kurumlara yakın üst düzey yetkililerin Al Jazeera’ye verdiği bilgilere göre, Amman yönetimi IŞİD’in elinde rehin olarak tutulan pilot Muaz Kasasbe’yi kurtarmak için örgütle gizli ve dolaylı müzakerelere başladı.Yetkililer Kasasbe’nin serbest bırakılması için bölgesel ve uluslararası taraflarla kurulan yoğun temasla birlikte, IŞİD’e yakın aşiret ve şahsiyetlere arabuluculuk arayışında olduklarını ifade etti.Al Jazeera’ye ismini açıklamak istemeyen üst düzey yetkili, “Bu konuda Türk yetkililerle yakın temas kurduk. Katar yetkilileriyle de buna benzer bir irtibat kurmayı düşünüyoruz” dedi.Yetkili, “arabuluculuk etmesi için Irak’ta bazı büyük aşiretlerle irtibat kurmaya çalışıyoruz” diye konuştu.'Takas seçeneği masada'İsminin açıklanmaması şartıyla Al Jazeera’ye konuşan Ürdünlü Bakan, 'Evet kulislerin arkasında ciddi dolaylı müzakereleri yürütüyoruz. Herhangi bir anlaşma seçeneğine hazırız. Fazla detayları açıklayamıyoruz” dedi.IŞİD ile takas anlaşması ihtimaline değinen Bakan, 'Elimizde terör suçuyla tutuklanan IŞİD için son derece önemli isimler var. Onların üzerinde müzakere yürütmekle ilgili ciddi düşüncelerimiz var' ifadelerini kullandı.Bakan, 'Bunu yaparken terör ile alâkalı tavrımızdan, IŞİD ile mücadele koalisyonunda aldığımız pozisyondan vazgeçmeyeceğiz' dedi.Maan şehrinde selefi Cihadi hareketinin lideri Muhammed Şelebi ise, IŞİD’in Kasasbe’yi serbest bırakması karşılığında Ürdün'ün tutukladığı önemli şahsiyetlerin serbest bırakılmasını isteyeceğini söyledi.Şelebi yazılı açıklamasında, “IŞİD’den öğrendiğimiz kadarıyla örgütün Ebu Musab Zarkavi’nin daha önce bombalı saldırı düzenlemek üzere gönderdiği Sacide Rişavi’nin yanı sıra örgüt üyesi Ziyad Kerbuli’nin serbest bırakılmasını isteyecek” dedi.Al Jazeera’ye konuşan Şelebi kendisinden arabuluculuk istenmesi hakkında “detay vermek için henüz erken” yorumunu yaptı.Ürdün hükümetinin eski sözcü bakanı Samih Maita, Al Jazeera’ye verdiği özel mülakatta da “Ürdün’ün IŞİD ile yaptığı müzakerelerde anlaşmaya varmak, ülke için seçeneklerin arasında en güçlü ihtimal” dedi.IŞİD'e karşı koalisyonun düzenlediği hava saldırıları kapsamında yaptığı görev esnasında Ürdün Hava Kuvvetlerine ait F-16 savaş uçağı Çarşamba günü Suriye'nin Rakka kentinde düştü.Uçağın pilotu Muaz Kasasbe fırlatma koltuğu sayesinde kurtuldu.Amerikan Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı General Lloyd Austin, Ürdün Hava Kuvvetlerine ait savaş uçağının düştüğünü doğruladı.Ancak Austin düşen Ürdün uçağının IŞİD'in ateşiyle düşürülmediğini ifade etti, düşme nedeni konusunda ise bilgi vermedi.IŞİD'in elindeki Ürdünlü pilotu kurtarmak için yoğun çaba sarf edeceklerini söyleyen Austin yazılı açıklamasında, Ürdün'ün IŞİD'e karşı koalisyona olan desteklerinden dolayı teşekkür etti.Al Jazeera Turk