Sanatla Kurulan İlahi Bağlantı
Sanatın iyileştirici gücünü hepimiz iyi biliriz. Bir kanundan ya da neyden çıkan tınılar, notaların hakkını vererek kadife tonda söylenen şarkı, her bir fırça darbesini hayranlıkla incelediğimiz bir tablo… Alır götürür bizi başka alemlere. Ruha, göze kulağa şifa olur. Zamanında külliye olarak kurulan, günümüzde sağlık müzesine dönüştürülen Edirne’deki tarihi yapıda bir zamanlar musikiyle, su sesiyle tedaviler yapılırmış. Bir şelalenin, deniz kenarındaki dalga seslerinin, kuş cıvıltılarının huzurunu kim verebilir? Doğada gezintiye çıkmanın da rahatlatması bu sebeptendir. İnsanın dokunarak bozmadığı doğal ortamların her karışı gerek görüntüsüyle, gerek kokusuyla ve sesiyle ilahi sanatı bizlere resmeder. İşte gerçek sanat bence budur. Ve Yaratıcı’nın sanatından izler taşıyan her sanat türü bence bi o kadar güzeldir.
Çizgi'den Ren’ke Sergisinde Neslihan Özkan ve Devrim Erbil’in Buluşması
Touch Sanat Galerisi, Türk çağdaş sanatının iki güçlü temsilcisini, Neslihan Özkan ve Devrim Erbil’i, “Çizgi’den Ren’ke” başlıklı ortak sergide bir araya getiriyor. 25 Temmuz 2025’te açılan sergi, çizginin sınırsız anlatım gücünü ve rengin büyüsünü, iki farklı sanatsal dilin diyaloğunda keşfe davet ediyor.
Devrim Erbil İzinde Çizgiden Renge, Heykelden Hafızaya Özel Bir Sergi
25 Temmuz da Bodrum’da Touch Sanat Galerisinde özel bir sergi açıldı. Serginin adı: Çizgi’den Ren’ke. Serginin ressamları Devrim Erbil ve Neslihan Özkan. Şimdi biraz sergi detaylarına inelim. Sanat tarihi boyunca çizgi, resmin temel bileşenlerinden biri olarak algılanmış; formun tanımlanması, derinliğin kurulması ve hacmin çağrışılmasında merkezi bir rol oynamıştır. Ancak 20. yüzyıl ile çizgi, yalnızca betimleyici bir araç olmanın ötesine geçerek bir anlatı diline dönüşmüştür. Türkiye’nin ikonik ressamı Devrim Erbil’in bu konuda özel bir önemi vardır. Bilirsiniz, Devrim Erbil resminde bir zihni, bir kenti, bir düşünceyi, bir hayali, doğayı, felsefeyi veya estetik deneyimi bazen bildiğimiz bir şeye benzeterek, bazen benzetmeyerek soyutlamalar yapıyor. Bu resimlerden bazıları dünyaya dair görsel deneyimimizi andırmayan eserler de olabiliyor. Erbil’in soyutlamaları çok işlevseldir çünkü Erbil mimetik olmayan biçimler geliştirilerek mimesisin sanat olarak formasyonuna vurgu yapar. Neticede Devrim Hoca için sanatın bir şeyi simgelemesi esastır ve o, onun zihnindeki şeydir. Yani ortaya koyduğu semantiğin o şeye doğalcı veya mimetik düzeyde yakınsamasına gerek yoktur. Bakan kişiyi bu eserlerde yönlendirmez de Devrim Hoca. Figüratif bile değildir. Bu, bir kişi ya da sahne değildir. Soyut çizdiğinde ağaç bile ağaç, kuş bile kuş değildir! Erbil’in öğrencisi Neslihan Özkan’ın resimleri de bu anlatısal çizgi geleneğinin güncel bir yorumu olarak okunabilir. Onun eserlerinde çizgi; geçmişi, hafızayı, formu ve duyguyu taşıyan bir damara dönüşmüştür. Şimdi biraz onun resimlerinden söz edelim.
Anadolu’dan Sonsuzluğa Resim: Saime Taktak’ın Görsel Mirası
Ressam Saime Taktak’ın eşsiz resim anlayışına beyinle başlamak istiyorum çünkü Taktak’ın resimleri kendi içinde özel bir dizgeyi takip ediyor. Bu da beynimiizn “dizge” avcılığına hizmet ediyor ki, bu bir ressamın akılda kalıcılığı, anlaşılırlığı, beğenilirliği açısından önemli bir detay.
Gaye Ateş’in Tuvalinde Yolculuk ve Hafıza
Modern sanat, ellili yıllarda Amerikan toplumunun pratik ve hızlı tüketime dönük karakteristik yapısından dolayı giderek yozlaşmış ve tartışmalı noktalara kaymıştır. Tabi bu şekildeki sanatın sürdürülebilmesi için sorun olan veya olacak olan sanatta içerik, anlam, ifade gibi kavramları önce önemsizleştirilmiş sonra da dışlanarak kritersizlik derecesine getirilmiştir. Böylece estetiği, güzellik beklentileri, yetenek, yaratıcılık gibi kavramları dışlayan bir sözde sanat imajı oluşturulmuştur. Kısaca bugün modern sanat adı altında birçok akımın geldiği yer ve hâkim uygulamalar, eseri sanata uygun biçimde oluşturmak yerine, sanatı esere uygun hale getirmeye çalışmaktan başka bir şey değildir,Sanatın bu negatif sonucunu arkasında çeşitli etkenler vardır. Ancak en önemli sebep, özellikle felsefe ve dilbilimsel izahlara dayalı “kavramsal sanat” denilen akım olmuştur, Aslında ismi mantıksız olmakla birlikte “Kavramsal sanat” akımı sanata uygun doğru bir şekilde başladı. Çok güzel yapıtlar da oluşturuldu. Maalesef, sağlam kriterler ve bir sınır olmadan sadece kavram gibi çok geniş kapsamlı bir temele oturttukları için hızla dejenere oldu. Gerçekten de bazı yorumcular ve uygulayıcılar sanatsal özgürlük adına öylesine kavramsal sanat tanımları yaptılar ki, pratikte çok trajikomik sonuçlar ortaya çıktı. Kısaca dilbilimsel yapıyı bilen bilmeyen birçok sanat insanı kendi fikir doğrultusunda sanatın kapsamını çok genişletmiştir. Dolayısıyla kavramsal sanatın kendi kriterleri de işlevsiz hale gelmiş veya terk edilmiştir. O kadar ki neredeyse insanın yapabildiği tüm ifade yöntemlerini eylemleri, ilginçlikleri ve becerileri sanata dâhil etmenin önünü açmıştır. Ve kaçınılmaz olarak da kontrolden çıkmıştır. Buna bir benzetme yaparsak Kavramsal sanat, tıpkı vücuttaki sağlıklı hücreler gibi davranan ve kontrol edilemeyen kanser hücreleri haline gelmiştir. Ve sanatı hasta etmiştir. Şimdi bu konuda kavramsal sanat konusunda çok özel bir ressamla devam edeceğiz, Gaye Ateş’i yorumlayacağız.
Özel Bir Uğur Batı Kitabı ve Devrim Erbil: Halılarının Ritmi ve Sonsuzluğa Dokunan İnsan Figürleri
İstanbul'u, zamanı, mekanı, kuşu, ağacı, ne bilirim ki, tüm bir şehri titreten adamdır Devrim Erbil. Onun halılarına baktığınızda, o çizgiler bazen bir kuş olur uçar, bazen de ressamının kendi sözleriyle bir günün seksen altı bin dört yüz saniyesi gibi, günlerin baş döndürücü akışını fısıldar. Tarih orada, geçmiş orada, şimdi de orada. Belki gelecek de. Onun halıları zamansızdır, tıpkı kendisi gibi.Mario Levi'nin düşündürücü sorusu yankılanır zihnimizde: 'İstanbul bir masal mıydı gerçekten?' Belki de o da Erbil'i anlamaya çalışıyordu bu soruyu sorarken. Zira Erbil'in halılarında, insan figürü kullanılmasa da, en çok insan vardır der Levi. Gökyüzünde insan vardır, kuşlarda insan, kentin karmaşasında insan, İstanbul'da insan, çizgide, perspektifte, yönde, mavide, gride, beyazda insan. En çok da umutta insan vardır, çünkü umut zaten insana dairdir. Sanki bir büyü gibi sarar bu his insanı. Kule'nin terasından Haliç'i seyrederken, bilmeden bu manzaraya doğru ilerlemiş gibi hissedersiniz. Ne çok ayrıntı bir araya gelmiştir o anlarda. Bir yüzyılın son demlerinde, dedenizin size bıraktığı kıymetli hatıralar eşliğinde, kırklı yaşlarınızda aşkla 'İstanbul Bir Masaldı' romanının veda satırlarını yazarken bulursunuz kendinizi. Son nokta konulacak mıdır, orası ayrı mesele. Ama o manzara ve hissettirdikleri karşısında, doğru bir yerde durduğunuzu haykırırsınız içinizden. İşte o anlar, ilham anlarıdır. Geçmişle, yaşadığınız anların derinliğiyle, kaybettiklerinizle ve onların size kazandırdıklarıyla buluşma anlarıdır. Gelip geçiciliğimiz üzerine düşünürken, yine aynı soru yankılanır: 'İstanbul bir masal mıydı gerçekten?'
Devrim Erbil Halılarının Zamansız Buluşmasına Eşsiz Bir Kitap: Uğur Batı’dan 'Şekerrenk'
Yaratıcı yönetmenliğini yaptığım çok özel bir Devrim Erbil kitabı hakkında yazmak istedim. Türk Çağdaş Resim sanatının yaşayan efsanesi Devrim Erbil'in halı eserlerini içeren Prof.Dr. Uğur Batı tarafından yazılan Şekerrenk: “Devrim Erbil Halıları ve Namütenahi Bir Derinlik” kitabı yayımlandı. Devrim Erbil’in dünya çapındaki halı resimleri (tapestry) kitabı onun sanatsal mirasının yeni bir boyut kazanmasını sağlarken, sanatseverlere Erbil’in eserlerine dair derinlemesine bir perspektif sunacak. Bu kapsamda Balıkesir’deki Devrim Erbil Çağdaş Sanatlar Müzesi’nde yine Uğur Batı’nın küratörlüğünde “Şekerrenk” sergisi sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Dünya resminin usta isimlerinden Devrim Erbil’in eserlerinden ilham alınarak tasarlanan müze alanında sanatçının en sevdiği tema olan “çizgisel kent dokusu” halı eserleri ile ön plana çıkarıldı. “Yağcıbedir’in Halısı Rengin Devrim Erbil’i: “Renkler İle Gönlü Hoşnut Etmek alt başlığı ile yayımlanmış kitap kanımca türünün en iyi olma özelliğini taşıyor.
Doğanın Kalbinden Tuvale: Ressam Giray İlker Başaran'ın Sanatsal Yolculuğu
Birbirine zıt iki farklı zihniyete sahip sanatçılar, neredeyse birbirine tıpa tıp benzer eser yapmış olsunlar. Yani her ikisinde de kırmızı kareler, sarı üçgenler vs.den oluşmuş, kompozisyonları hemen hemen aynı olsun. Ancak her ne kadar aynı olsalar da sanatçısının zihnindeki soyut değerler farklı olduğu için eserler aynı soyutluğu taşımayacaklardır. Yani yüzeyde görülen kırmızı kareler, sarı üçgenler farklı bir soyut algıyı temsi ettikleri için farklı soyut eser olacaklardır. İşte bunun için soyut ama hangi soyut dedim. Burada önemli bir husus daha var onu atlamayayım. Bütün bu sanata yön vermiş felsefe ve bilimi paranteze alarak, dışlayarak ortaya çıkmış bir soyut resim izahı daha vardır. Bunun için önce merhum İsmail Tunalı’nın kitabından bir paragraf aktarayım.“Bizim hareket noktamız Picasso’nun şu sözüdür: Sanatta devrim, salt yeni bir dünya tasarımıdır.” Soyut sanat, sanatta bir devrim ise, bu devrim dünya hakkında yeni bir tasarıdan oluşur. Bu tasarım ampirik, duyusal gerçekliğin dışında salt biçimsel bir dünya tasarımıdır. Böyle bir dünya tasarımı, biçimin dışında bir başka varlığa dayanmaz. O olduğu gibi olan bir şeydir ve böyle olduğu gibi olan şey olarak da salt biçimdir. Sayın Tunalı, çağdaş sanat kuramcısı Marcel Brion’ın, soyut sanat deyimini açıklayan yorumundan da alıntı yapmıştır. Marcel Brion paragrafını “Salt soyut sanat, kendine özgü doğa dışı bir salt biçimler dünyasıdır.” cümlesi ile bitirmiştir. (İsmail Tunalı- Felsefenin ışığında Modern Resim. S.119) Böyle bir girişten sonra Çağdaş Türk resminin dikkat çeken isimlerinden Giray İlker Başaran, eserleriyle izleyiciyi doğanın derinliklerine ve insan ruhunun karmaşık labirentlerine davet eden resimlerine bakalım. Sanatçının çalışmaları, çarpıcı bir gerçekçilikle harmanlanmış güçlü bir sembolizm ve atmosfer yaratma yeteneğini gözler önüne seriyor. Başaran, manzara, figür ve sembolik anlatımları ustaca bir araya getirerek, sadece gördüğünü değil, hissettiğini ve düşündüğünü de aktaran zengin bir görsel dil kuruyor.(Görsel Kaynağı: Giray İlker Başaran)
Bir Varmış, Bir Yokmuş…
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde,vaktiyle bir ülke varmış.Kuzeyi orman, güneyi zeytinlik,doğusu dağ, batısı denizmiş.Yükseklerinde dağ esintisi,alçaklarında kekik kokarmış.Bir yanında yayla serinliği,öbür yanında bozkır sıcağı varmış.İklimi çeşit çeşit,toprağı her mevsime hazırlıklıymış.Denizi tuzlu,toprağı bereketli,insanı ise hem sabırlı hem cesurmuş.Sert rüzgârda eğilir ama kırılmaz,gönlüne dokunana kapısını açarmış.Nezaket, köy kahvesinden meclise kadar taşınır, cesaret, sessizliğin içinden anlaşılırmış. Yoldan geçen selâmla durdurulur, sofra eksikse bir tabak daha konurmuş.
Selda Soku: Gündelik Yaşamın Poetik Yorumu
Sanat, insanlığın varoluşundan bu yana ruhun en derin dehlizlerinden süzülüp gelen, zamanın ve mekânın ötesine uzanan bir yankıdır. Her fırça darbesi, her kilim ilmeği, her notanın tınlayışı, görünmeyenin ardındaki hakikati fısıldayan birer sırdır. Bu kadim ve esrarengiz yolculukta, Selda Soku adında bir sanatçı, tuvallerinde insan ruhunun karmaşık labirentlerini, toplumsal gözlemlerini ve varoluşsal çelişkilerini figürlerin diliyle dile getiriyor. Onun sanatı, masumiyetin çocuksu fısıltılarıyla yetişkin dünyasının keskin gerçeklerini aynı potada eritirken, renklerin gizemli dansıyla duygusal bir senfoniye dönüşüyor. Bu röportajda, Soku'nun sanatının katmanlarını aralayacak, renk paletindeki felsefeyi, kompozisyonlarındaki sessizliği ve yaratım sürecindeki içsel yolculuğunu keşfedeceğiz. Her bir eserinde yaşamın ta kendisini sorgulayan, düşündüren ve dönüştüren bir sanatçının dünyasına davetlisiniz.
Akıntıya Karşı Yüzen Bir Sanatçı: Nurten Balaban'ın Özgün Yolu
Sanatın derinliklerinde kaybolan fırça darbelerinin, renklerin ve sembollerin peşine düşüyoruz. Nurten Balaban, eserlerinde kadın figürlerini sadece bir tema olarak kullanmakla kalmıyor, aynı zamanda evrensel duyguların ve kolektif bir hafızanın taşıyıcısı olarak konumlandırıyor. Onun tuvalinde can bulan her kadın, Anadolu'nun köklü kültürüyle modern ve masalsı imgeleri bir araya getirerek zamansız bir hikâye fısıldıyor. Renklerin coşkulu dansı, narın bereketi, kuşların özgürlüğü ve horozun cesaretiyle bezenmiş bu eserler, izleyicide sıcak ve samimi duygular uyandırıyor. Sanatçı, bu özel dünyasında izleyiciyi kendi içsel yolculuğuna davet ederken, aynı zamanda sanatın ruhu onarma gücüne de işaret ediyor. Nurten Balaban, bir ressamdan öte, tuvaliyle sessiz hikayeler anlatan bir hikâye anlatıcısı mıdır? Her bir eseri, izleyenin kendi içsel dünyasında yankı bulan, derin birer fısıltıdır. 'Bir resim bin söze bedeldir' Balaban'ın eserleri de anonim bu sözü doğrularcasına, kelimelerin ötesinde, ruhlarımıza dokunan anlamlar taşıyor. Şimdi, Nurten Balaban'ın renkler arasındaki büyülü yolculuğuna daha yakından bakalım.
Dilşan Balkancı’nın Sanatında Metafizik Arayış ve İçsel Çatışmaların İzleri
Sanat, en saf haliyle bir çığlıktır. Bazen renklerle, bazen çizgilerle dışarı vuran; bazen sessizce sızlayan, bazen gürültüyle patlayan bir içsel manifesto... Dilşan Balkancı'nın eserleri de tam olarak bu çığlığın yankılarını taşır: fırçasının ucunda şekillenen her detay, ruhunun derinliklerinden süzülen bir itiraf, bir arayış, bazen de bir isyandır.Bu metin, yalnızca bir ressamın teknik becerisini ya da estetik tercihlerini incelemekle kalmaz; tuvalin ötesine geçerek, sanatçının iç dünyasında saklı kalmış labirentlere ışık tutmayı amaçlar. Çünkü gerçek sanat, izleyiciyi pasif bir gözlemci olmaktan çıkarıp onu bir 'ruh ortağı'na dönüştürür. Balkancı'nın tabloları da tam olarak bunu yapar: bize sadece bakmamızı değil, hissetmemizi, sorgulamamızı ve en önemlisi, kendimizi yeniden keşfetmemizi fısıldar.Bu yazı boyunca, onun eserlerindeki renklerin psikolojik kodlarını çözecek, figürlerin ardındaki varoluşsal mesajları dinleyecek ve kompozisyonlara sinmiş felsefi alt metinleri deşifre edeceğiz. Çünkü her büyük sanat eseri, ancak bu derinlikle temas ettiğinde anlam kazanır.Şimdi, hazır mısınız? Gelin, Dilşan Balkancı'nın fırçasından dökülen bu renkli labirentte, birlikte kaybolalım...Bir ressamın eserleri, yalnızca teknik becerisini değil, ruhunun katmanlarını da ele verir. Dilşan Balkancı’nın çalışmaları ise bu anlamda bir 'içsel arkeoloji' niteliği taşır. Her tablo, bilinçaltının kazı alanından çıkarılmış gibidir. Renkler ve formlar, sanatçının psikolojik ve felsefi sorgulamalarını dışavururken, izleyiciyi de bu derin kazıya ortak eder.
Devrim Erbil: Renklerin ve Halıların Destansı Yolculuğu
Bir kitap ve sergiden söz etmek istiyotum. Modern sanatın duayeni ve ülkemizin eşsiz sanatçılarından biri olan Devrim Erbil, Şekerrenk kitabıyla sanatsal mirasını geleceğe taşıyor. Erbil’in halı resimlerde konusundaki sanatsal kariyerini ve eşsiz bakış açısını yansıtan 'Şekerrenk' sergisi de “Devrim Erbil Halılarının” en geniş koleksiyonu olarak göze çarpıyor.