onedio

Torpil Haberleri

Torpil ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Torpil ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Kadın İle Erkeğin Masum Oyunu
Nedense oyun kadının kararı üzerine başlar… ‘Kadın seçilmiş erkeği izlemeye başlar. Seçilmiş erkek kadında ilgi uyandırandır. Yeterince ön bilgi edinene dek gözlem sürer. Bu gözlem sonucunda duyulan ilk ilgi onaylanırsa kadın erkeğin kendisini izlemesine imkan verir. Ve böylece sürek avı başlar… Kadının amacı değerli bir av olmaktır. İstenen ilginin oluşması için geçirilecek süreç, yaşanacak zorluklar, erkeğin göstereceği ustalık sürek avının heyecanını oluşturacak ve sonuçta duyulacak haz o derece büyük olacaktır.’ Erkek gücünü kanıtlayabileceği bir sürece başlar… ‘Bir kadına ya da kadının ilgisine ilgi duyan erkek avcı olduğunu yavaş yavaş anımsamaya başlar. Avcı olduğunu erkeğe hissettiren kadın seçilmiştir. Erkeğin amacı avına gücünü göstermek kendine de kanıtlamaktır. Bu nedenle değerli bulduğu avları tercih eder ve onu keskin bir gözle izler. Erkek; başlayan bu süreçte ne kadar mücadele eder, avına yaklaştığını ve ava hakim olduğunu ne kadar hissederse sonunda yaşayacağı başarı duygusu ve elbette duyacağı haz o derece güçlü olacaktır. Bunu bilir ve avına doğru daha kararlı bir şekilde ilerlemeye başlar.’ Böylece oyuncular seçilir, oyunun başlatılmasına karar verilir ve doğanın en zevkli dansı için pistler açılır… Artık kadınla erkeği yalnızca kendileri durdurabilirler… Ben bu evreye ‘ilgi çekimi’ evresi diyorum. Henüz yeterli heyecanlanmanın oluşmadığı, ama ilgi ve konsantrasyonun olduğu bir tür ‘gözüne kestirme’ evresi. Tam bu evrede karşı tarafı yalnızca ‘ilgimi çekiyor’ şeklinde yorumlayabiliriz. Elbette doğal ve kendiliğinden oluşan bir durumdan söz ediyoruz. Doğal ve kendiliğinden oluşmadan kimse kimseye ilgi duyamaz. İnceden bir keyif alınır, ama başdönmesi yaşanmaz. Bireylerin enerjisi yükselir ama bir enerji patlamasından sözedilemez henüz. Bahar öncesi türünden hafif bir diriliş, umutlu olma benzeri bir hoşluk yaşanır. Ancak henüz eller soğumaz, kalpten gelen basınç bedeni sarsmaz. Etkileme çabası belirgin olmakla beraber karşı tarafı tanıma çabasıyla yarışıyor gibidir. Karşı taraftan alınan olumlu ve onaylanan etkilere göre heyecan çıkışları son derece keyiflidir. Buna karşın kontrolün kaybedilişi pek yaşanmaz. Sonuçta; merakların, ilgilerin ve tatlı bir keyif duygusunun yaşandığı kontrollü bir evredir… dansçıların henüz terlemediği, dansın giriş bölümü… Bu evreyi bu yüzden seviyorum. Mantık ve kontrol yitirilmeden yaşanan keyifler insana çok yakışıyor… Aslında insana tüm sevgi yönünde çaba ve ilgiler yakışıyor. Çünkü, hangi evre ve dozda olursa olsun bu çabalar insanı özüne yaklaştıran durumlar. Hedefle gerçekleşen her temas değerlidir ve özen yaratır. Daha düzgün görünmek, olumlu etki bırakmak önemlidir. Etkili bir söz veya bir hareket derhal kayıtlanır. Genellikle tanımaya çalışırken taraflar olumludurlar. Kusurları da bir kartal keskinliğinde görürken karşı tarafın beğenilen özellikleri altı çizilerek algılanır. Sanırım bu; doğanın insana verdiği en hoş ‘torpil’ yeteneğidir. Yeterince olumlu veriler elde etmek için farkında olmadan çaba geliştirilir. Karşı taraf ta bu yönde olumlu ve istekliyse yaratıcılık artar ve değerli av olma ya da esaslı bir avcı olma yönünde taraflar koşmaya başlayabilir. Bir bakış çalmak bile süreci yürümekten koşmaya dönüştürebilir. Ancak; bu öyle bir evredirki beklenmedik bir küçük talihsizlik bile vazgeçmeyi sağlayabilir. Hatalı bir cümle, kötü bir kahkaha, küçük bir saygısızlık, hatta basit bir unutkanlık ya da tarafların hassas olduğu bir konuda gösterilen özensizlik ilgiyi öldürebilir. Beklentiye cevap vermeyen her şey bu keyifli oyunun sonunu getirebilir. Taraflardan biri ya da her ikisi dans pistini terkedebilir. Gelişen keskin bir olumsuzluk oluşmaz veya yaşanmazsa taraflar oyunun ikinci ve en heyecan vericievresine ulaşma şansını elde edebilirler. O da doğanın en mucizevi armağanı olan ‘aşk’tır… Bir ‘ateşten gömlek’, zehirli ilaç, bir acı bal… Kahpe ve doyumsuz, acımasız ve ölümcül güzel… Hayatın şikesi ve şakası, endamlı, inatçı, şımarık ve yüce aşk… Bir sonraki yazıda birlikte ‘aşk’a göz atacağız.
Murat Başekim'le Çizgi Roman Ve Fantastik Üzerine
Murat Başekim, Türkiye’de çizgi roman ve fantastik edebiyat okurunun aşina olduğu bir isim. Kısa ömürlü Tam Macera dergisinde yazdığı Cinhan öyküleri, akabinde kendine has üslubuyla Anadolu’nun tekinsiz gecelerine musallat ettiği Deli Gücük senaryoları ve “şark gotiği” kısa öyküleriyle sadece sağlam bir üsluba değil, dehşet verici bir hayal gücüne sahip olduğunu gösterdi.Geçtiğimiz haftalarda çıkan ilk romanı İskit, hayalperest hikayeci Od’un bozkırın sert şartlarında hayatta kalabilmek ve sevdiği kadınla ocaklanmak için hikayeleri bir kenara bırakıp ok salmayı, savaşmayı ve can almayı – kısacası İskit olmaya – karar vermesini anlatıyor. Murat’la yazın serüvenini, İskit’i, tarihi ve hikayeleri konuştuk.Öteki Sinema için söyleşen: Can YalçınkayaHocam, Türk okuru seni yazdığın korku çizgi romanlarıyla tanıdı ilk kez. Bize biraz yazarlığa nasıl başladığından ve çizgi roman serüveninden bahseder misin?İlk okuduğum eserler, banka tabelaları, Cin Ali serisi ve onlardan beş yıl sonra da ‘Balonda Beş Hafta’ ile Poe Hikayeleri idi. Tabii böyle bir külliyat ile ‘zehre’ alışınca, insan fena bağımlı oluyor. Kendisi de öykünüyor ve aynı aromada metinler üretmek istiyor… O yüzden 1999’dan itibaren ben de hemen banka tabelaları yazmaya başladım. Fakat beceremeyeceğimi anlayınca, çok sevdiğim korku/macera türlerine yönelmeye çalıştım. Birkaç tanesi güzel bir edebiyat dergisinde çıktı. Sonra kendim için birşeyler yazmaya daha devam ettim.Derken 2007’de Tam Macera projesi başladı. Cinhan karakterinin senaristliğini verdiler. Hayallerime kavuşmuştum artık. Mahmud Asrar ve bir sayıda da Yıldıray Çınar en güzel şekilde betimledi senaryolarımı.Derken Levent Abi’nin, Deli Gücük projesi başladı. Yaklaşık 1989’dan beri hayalim bu idi: bir derginin bir köşesi… Bir projenin bir kıyısı… Bir karakterin hikayeleri.Böylece DG albümlerine katkıda bulunma ve Korkut Öztekin, Ozan Küçükusta, Gürdal Akkoç, Emre Yüce, Sümeyye Kesgin, Murat Başol, Koray Kuranel, Uğur Sertçelik, Mert Yavaşça gibi usta çizerlerle çalışma imkanı buldum.Senin de ikinci albümün sonuna yazdığın o inceleme yazısında (‘ Canavarlar, Deliler, Çizgi Romanlar, ve Diğer Lanetli Hikayeler’-Can T. Yalçınkaya) derinlikle anlattığın korku edebiyatı tarihçesine bayılan birisi olarak, sevdiğim metinlere öykünüyorum sadece işte.Kendisini ‘sanatçı’ ilan eden popçular gibi ben de ‘yazar’ demeyeyim… Mesele bir tek öykünme.Mimesis’çilik patikam,’ öyküN-yazıcılığı’ sicilim budur.Deli Gücük serisinde Aziz Tuna’yla beraber karaktere şekil veren yazarlardan biri sensin. Hatta Deli Gücük kısa öykülerinden oluşan bir kitabın da yayınlandı DG adıyla. Bize bu iyi saatte olsunlar karakteriyle olan ilişkini anlatır mısın?Aramızda seviyeli bir ilişki var. Ben DG’nin yaşadığı maceraların, kendi payıma düşen %10’unu naklediyorum, o da ara sıra Kızılay’da falan uzaktan görünüp ödümü kopartıyor. Şaka bir yana, DG ve onun yaratıcısı Levent Cantek olmasa hikaye kitabım olmazdı. O yüzden ikisine de ömür boyu minnettarım.Cinhan’ı yazarken DG hikayelerini severek okuyordum. Sonrasında katkı imkanı bulunca mutlu oldum. DG hikayelerinin İsviçre Ordu Çakısı gibi çok yönlü olmasını, nice sivri uç bulundurmasını seviyorum. Son albümlerdeki sağlam hikayelerinde de gördüğümüz üzere, Kemal Tahir’den Cthulhu’ya kadar uzanabilen cesur ve nefis bir yelpazesi var DG mitolojisinin. Yani bu varlık Doğu ile Batı mitlerinin çarpıştığı bir Anadolu masalı oldu artık ciddi ciddi. Bu gücünü seviyorum.Son olarak İskit adlı romanın yayınlandı. Çizgi romanlar ve kısa öykülerden sonra roman yazmak nasıl bir deneyim oldu?Severek yol kat etmesem, çok zorlu bir külfet olurdu. Ama eğlendim. Önce kendime anlattım. Ve çok öğretici oldu benim için. Aylarca sabah 4.30-9.30 aralığında deldim dağı ve tüneli açtım. Umarım bu arada karpal-tüneli de açmamışımdır.Şimdiye kadar yayınlanan işlerin tarihi/fantastik olarak nitelendirilebilir (bilim kurgu öykülerinle ödüller kazandığını da not olarak düşelim elbette!). Bu türü tercih etmendeki nedenler neler?Sevdiğim hikayelere ‘gerçek dünya vizesi’ koymuyorum. Sınırlarımdan serbestçe geçebiliyorlar. “Uydurma bunlar” suçlaması benim için bir hikayenin kalifiye olma ihtimalinin ilk (ama yegane olmayan) habercisi. O eski sihrin peşindeyim. Gerçek dünya yeterince acılarla, sevimsizliklerle dolu zaten… Bir de bunları yazıda yeniden üretmeye, simüle etmeye gerek yok diye düşünüyorum. Gerçekçilik akımına torpil geçen Kanonlar, beyaz Avrupalı adamlar tarafından yazılmıştı, bunu unutmamaya çalışıyorum. Gerçek hayatta da, edebiyatta da fazla gravitas’ın zararlı olduğunu düşünüyorum.Ama tabii Kanonları topyekün umursamaz değilim, Kızılmaske’nin Karamazov Kardeşler’den daha iyi olduğunu söyleyecek halim yok. (Ama Zagor daha iyi elbette.)Tarihi anlatılar yazarken nasıl bir araştırma süreci içine giriyorsun? Örneğin İskit’te kullandığın detaylar tarihi bilgilerle ne kadar örtüşüyor? İskit bir tarihi roman mı? Fantastik mi?Bir diyar üretmek istemedim; yapılabilecek tüm araştırmayı yapayım dedim. Mevcut herşeyi topladım, okudum. Özümsedim. Sonra da sadık kalarak kurdum. Nice bakımdan İskit, tarihi bir anlatı. Marifetli bir üstün-insan kahramanı bile yok. Fakat o noktada bırakmayıp, bir köşesinden büktüm. Gerçekçilik sınırlarını biraz zorlayıp hokus-pokus yaptığım yerler oldu.İskit’te değindiğin temalardan biri de “hikaye olarak tarih”. Sence tarihçiler de hikayeci midir? Ya da Herodotus gibi “yalancı” mıdırlar?Tarih, bence, bir ormana gidip, sonra sadece oradaki çiçeklerden bir demet toplayıp sunma acizliği. Gerçeği asla bilemeyeceğiz; hem sonra algımız sürekli kendi zamanımızın filtresinden süzülecek. Onların düşünce ve yaşam biçimlerini asla tam anlayamayacağız. Örneğin bazı eski ilkel kabileler, küçülen, solan Ay’ı tekrar eski parlak haline getirmek için ayin yapardı. Böylece her ay, korku dolu nice geceler geçiriyorlar… Bunu bizim bu çağda anlamamız imkansız. Çünkü o sihir yitirildi… Her anlamda.Yani evet, her tarih, bir anlatıdır bence. Uzun zaman sonra, bu devirleri nasıl anlatacaklar kimbilir…11 Eylül kitaplara girer elbette, ama ya diğer acılar, mutluluklar? Tarihçilerin ilgi, bilgi ve dikkat çeperine girmeyi başarmış her bir tarihi yaşanmışlığa karşılık, çemberin dışında kalan, unutulacak belki yüzlerce, binlerce bilgi parçası olacak.İskit’ten tarihi roman olarak bahsediyoruz fakat “yaşadığımız toplumla uyuşmama”, “ulusal/kültürel aidiyet hissetmeme” gibi modern temaları işleyen, hatta meta-anlatı yapısıyla postmodernizme de göz kırpan bir yanı var. Bu düşüncelere katılır mısın?Tamamen doğru. Bir yanı ile bizimle de konuşsun istedim. Mevcut nice kılıç-büyü hikayeleri ile metinlerarası bir hısımlığı var… Ama ne yazık ki kahramanımızın tek hısmı bunlar, diğer öyküler. Onun dışında mutlak bir yabancılaşma, sürgün ozan hali içinde. Tek başına. İnsanlık tarihi gökdeleninin bize ait katlarına yakın dertleri ve tasaları var.Bundan sonra sırada ne var?Şu anda iki eser yazıyorum:“Vizeye girmemiş bir öğrenci için telafi sınavı” ve “Karneler”.Bu epik çalışmalar bittikten sonra, umuyorum ki başka şeylerle uğraşma fırsatı bulabileceğim.
'Seni Almıyoruz Neden Sınava Giriyorsun?'
'Adli Yargı Hâkim ve Savcı Adaylığı’ sınavınının yazılı bölümünü 10 kez kazanıp mülakatta elenen avukat Halil Atlı’ya 11. mülakatta 7 kişilik heyet tarafından “Almamamıza rağmen neden ısrarla sınava giriyorsun” sorusu yöneltildi... Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde avukatlık yapan Halil Atlı’nın, “Adli Yargı Hâkim ve Savcı Adaylığı” yazılı sınavında 10 kez başarılı olmasına rağmen mülakat sınavlarının tamamında başarısız sayılarak elendiğini Milliyet gündeme getirmişti. Sınavı yapan kurulla artık neredeyse “içli-dışlı” olan Atlı’ya geçtiğimiz günlerde girdiği 11. mülakatta, “Almamamıza rağmen neden ısrarla sınava giriyorsun” diye soruldu. 11 kez hâkimlik ve savcılık yazılı sınavını kazanmasına rağmen bunların 10’unda mülakatta elenen Atlı’ya bu mülakatlarda, “Künde sanatını anlatınız?”, “Noel babanın yaşadığı antik kent?”, “Kusurlu çatmayı anlatınız?”, “Pritzker Mimarlık ödülünü alan ilk kadın mimar kimdir?” gibi sorular yöneltildi. 2010’da yazılı sınavı kazanmasının ardından mülakata çağrılan Atlı, yine başarısız sayılması üzerine sınavın iptali için Ankara 12. İdare Mahkemesi’nde dava açtı. Mahkeme, 11 Ağustos 2010 tarihinde verdiği kararında, mülakat sınavında verilen yanıtların ses ve görüntülü kayıt altına alınmaması nedeniyle “mülakat sınavında başarısız sayılması” işleminin iptaline karar verdi. Bunun üzerine, mülakat yenilendi. Ancak sonuç değişmedi. Atlı’yla mülakatı yapan kurul üyeleri arasında, geçtiğimiz günlerde girdiği 11. mülakatta ilginç diyaloglar yaşandı. Atlı’nın anlatımına göre, salona girdiğinde, kendisine önce “Hoşgeldin, kaçıncı mülakatın?” diye soruldu. 11. olduğunu belirtmesi üzerine, üyeler, Atlı’ya, “Almamamıza rağmen neden ısrarla bu kadar giriyorsun” diye sordu? Atlı ise bu soruya, “Siz beni bu kadar mağdur ettiniz, bu kadar mülakattan başarısız saydınız, bu mağduriyeti dile getirip, kullanacağım” yanıtını verdi. Bir üyenin, “Bu mülakatlarda başarılı olmak için bişey yaptın mı?” diye sorması üzerine, ilk 5 mülakatta referanslar aradığını, olmayınca bundan vazgeçtiğini söyleyen Atlı’ya, aynı üye, “Yetmemiş demek ki, başka şeyler de lazım” yanıtını verdi. Atlı’nın, “Herhalde GBT’mde olumsuz şeyler var ondan olmuyor” demesi üzerine, üyelerden, komisyonun kimlerden oluştuğu sorusu geldi. Üyeler, önceki sınavlarda ne sorduklarını da Atlı’ya sordu. Atlı ise, “Daha önce çok iyi geçen mülakatlarıma rağmen beni almadınız ama sorulara cevap vermediği için ağlayan insanları aldınız onun için isterseniz boşuna soru sormayın nasıl olsa almayacaksınız” dedi. ‘Ağzımla kuş tutsam da giremem’ Artık umudu kalmamasına rağmen sınavlara girmeye devam ettiğini belirten Atlı şunları söyledi: “Ağzımla kuş tutsam da torpilim yok, giremem. Zaten torpil aramaktan da artık vazgeçtim. Mülakat sınavları şu anki haliyle yapıldığı sürece 100 kez bile mülakata girsem başarılı olmam imkansız. Benim durumumda çok sayıda kişi bulunuyor. 3 Mayıs 2013 tarihinde İdari yargı hakimlik mülakatı sınavı sonuçları açıklandı. Bakanlık daha önceki uygulamalardan farklı olarak bu sefer listeyi yayınlamamış olup, sınava giren adayların T.C kimlik numaraları ile girip sadece kendi mülakat sonucunu görmeyi uygun gördü. Bunun sebebi heralde kimin kazandığını diğer adayların bilmesine engel olmaktır.” Gökçer Tahincioğlu / Milliyet