Özel Bir Uğur Batı Kitabı ve Devrim Erbil: Halılarının Ritmi ve Sonsuzluğa Dokunan İnsan Figürleri
İstanbul'u, zamanı, mekanı, kuşu, ağacı, ne bilirim ki, tüm bir şehri titreten adamdır Devrim Erbil. Onun halılarına baktığınızda, o çizgiler bazen bir kuş olur uçar, bazen de ressamının kendi sözleriyle bir günün seksen altı bin dört yüz saniyesi gibi, günlerin baş döndürücü akışını fısıldar. Tarih orada, geçmiş orada, şimdi de orada. Belki gelecek de. Onun halıları zamansızdır, tıpkı kendisi gibi.Mario Levi'nin düşündürücü sorusu yankılanır zihnimizde: 'İstanbul bir masal mıydı gerçekten?' Belki de o da Erbil'i anlamaya çalışıyordu bu soruyu sorarken. Zira Erbil'in halılarında, insan figürü kullanılmasa da, en çok insan vardır der Levi. Gökyüzünde insan vardır, kuşlarda insan, kentin karmaşasında insan, İstanbul'da insan, çizgide, perspektifte, yönde, mavide, gride, beyazda insan. En çok da umutta insan vardır, çünkü umut zaten insana dairdir. Sanki bir büyü gibi sarar bu his insanı. Kule'nin terasından Haliç'i seyrederken, bilmeden bu manzaraya doğru ilerlemiş gibi hissedersiniz. Ne çok ayrıntı bir araya gelmiştir o anlarda. Bir yüzyılın son demlerinde, dedenizin size bıraktığı kıymetli hatıralar eşliğinde, kırklı yaşlarınızda aşkla 'İstanbul Bir Masaldı' romanının veda satırlarını yazarken bulursunuz kendinizi. Son nokta konulacak mıdır, orası ayrı mesele. Ama o manzara ve hissettirdikleri karşısında, doğru bir yerde durduğunuzu haykırırsınız içinizden. İşte o anlar, ilham anlarıdır. Geçmişle, yaşadığınız anların derinliğiyle, kaybettiklerinizle ve onların size kazandırdıklarıyla buluşma anlarıdır. Gelip geçiciliğimiz üzerine düşünürken, yine aynı soru yankılanır: 'İstanbul bir masal mıydı gerçekten?'